Etiket arşivi: Muhakemattan

Muhakemat’ın BÜYÜK CÜMLELERİ

Asrın imamı ve mürşidi olan Bediüzzaman Hazretleri Muhakemat isimli eserinde “Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan, hayalâta sapar. Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”der. (1) Bu, öz ama hakikat ve hikmet yüklü beyanı bir nebze olsun açmaya çalışacağız.

1“Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur.”

Dinin esası, özü imandır. İman ise imanın şartları olarak bilinen altı esasın insanın akıl, kalp, ruh dünyasında kök salması ve bunun neticesi olan amelin hayattaki tezahürüdür. İmanın pratik hayata dökülmüş hali olan amelin kuvveti iman ilmine ve hakikate erişme seviyesine bağlıdır.

Nitekim Yüce Peygamberimiz “Allah’ım ilmimi artır!” (2) Faydalı olmayan ilimden, korkmayan kalpten,  doymayan nefisten, kabul olmayan duadan sana sığınırım.” (3) şeklinde dualar etmiştir.

Peygamberimiz (sav) burada İman ve Yakîn ilminin artırılmasını istemiştir. Zira bu ilmin tamamı faydalı ilimdir. Amel edilsin edilmesin kişiye faydası vardır. Öyleyse, asıl olan, hakikate erişmek için “iman ilmini” tahsile odaklanmaktır.

Bu konunun izahını Bediüzzaman Hazretleri şöyle yapmıştır: “Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” (4) İmanı kuvvetlendirmekle meşgul olmak, marifetullah yolunda çaba sarf etmek bu zamanda en elzem vazifedir. Hakikate eriştiren en kısa yol ise Risale-i Nur’dur.

2-“Hakikati tanımayan, hayalâta sapar.”

Evet, kişi hak ve hakikati tanımaz ise kendi dünyasında canlandırdığı hayallerin peşinden gider. Mesela; kendini dindar olarak görür ama dindarlık ile alakası yoktur. Nur talebesiyim der ama risalelerde geçen Nur Talebesi modeli ile hiç alakası yoktur. Kısacası kendi çalar kendi oynar! Hakikat aynasına bakıp kendimize çeki düzen vermeden güzelleşmek mümkün değil…

3-“Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer.”

Gidilecek yol Kuran ve Sünnet ile sabittir. İstikamet belli iken keşfedilmiş Amerika Kıtasını keşfetmek cinsinden kendine ayrı bir yol çizmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır. (5)

Formül bu kadar kısa ve özdür. Bu cümleyi tüm nur talebeleri bilir ama acaba kaç nur talebesi her namazdan sonra tesbihatını yapıyor ve namazı tadil-i erkâna göre kılmayı esas edinmiştir. Bildiklerimizin 1/5’ini hayata gerçek anlamda tatbik etsek salih / saliha kullardan oluruz.

4-“Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”

Kuran ve Sünnet Işığında telif edilmiş Nur Risaleleri gibi bir ölçü, mizan varken kendi hayalimizi esas alır; okunanı anlamaz veya anlamak istediğimiz gibi anlayınca çok aldanır ve farkına varmadan aldatan durumuna düşeriz.

ZAFER KARLI

www.NurNet.Org

Kaynaklar :

1- Muhakemat, s.43

2- Tirmizi ,5, 540/ 3599

3- Tirmizi, Müslim, Ebu Davud , Nesei, Tac Tercümesi,410

4- Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyli s: 57

5-Sözler; 26. Sözün Hatimesini Zeyli