Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Nur Talebelerinin İmtihanı 

“Din bir imtihan bir tecrübedir.” ve bu imtihan herkes için geçerli olup çeşit çeşittir.. Yani, şu dünya hayatında herkes derecesine göre bir imtihana tâbidir. İstisnası kimse yoktur imtihanın.
İnsana birtakım sorumluluklar yükleyen Allah, her insanın mesuliyetinin kendisini bağladığını, kendisine ancak salih amellerinin yarar sağlayacağını, hesap gününde hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini veya insanın bir başkasının affına yetkisi olmadığını aff sadece Allah’a mahsus olduğunu belirtmiştir.

Bir tesbitimi burada bir kez daha nazara vermek istiyorum ki: Herkes gibi, şüphesiz Nur Risâlelerini okuyanların da kendilerine çetin imtihanları var diğer insanlardan farklı olarak. Çünkü, imtihan insanın kabiliyeti nisbetindedir. Bu cihetten bakınca ehl-i ilim olan nur talebelerinin imtihanları elbette çetin olacaktır. Mufassalan Tarihçe-i Hayata bakıldığında nice nice imtihanlar, badireler, çemberlerden geçtiklerini görüyoruz nurculuğu n ve nur talebelerinin. Bu cihetle de mufassalan nurculuğun mazisini bilmek elmezdir ki, dava şuurunun tesisi için bir vesile olsun. Mazisini bilmeyen kimsenin elindekilerin kadr u kıymetini bilmesi de pek mümkün değildir. Bu sebeple miras genellikle çar çur edilir insanlar tarafından çünkü emeksiz sahip olunmuştur.
Bu nokta-i nazarlardan sonra, aynı risâleleri okuyan kimselerin de geçmişte ve günümüzde hem mesleki hem de meşrebi hem de içtimai olarak keşmekeşleri elbette ki olacaktır. Çünkü insan sadece bir şey oluşan basit bir mahluk değildir. Sahabe efendilerimiz, sütliman bir hayat yaşamamış ki nur talebeleri sütliman bir hayat yaşansın. Zaten ahirete mahsus olan sütliman bir hayatı dünyada talep etmek “âhiret meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.”[5]
İnsanlık elbette imtihana tabidir. Risaleleri okuyanlar talib-i hakikat oldukları için onların da imtihanı elbette iddiasıyla sınamak olacaktır. Sırr–ı teklif ve imtihanın çetrefilli hali işte burada devreye girecektir. Zira, bir kimsenin iman ve hidayet dairesine girmesiyle, o kimse için imtihan bitmiyor. Söz konusu imtihan, şüphesiz herkes için âhir ömre kadar devam edip gider. İnsanın derecesine ve iddiasına göre…

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI BİR BÜTÜNDÜR, BUR KISMINI KABUL BİR KISMINI REDDETMEK MÜMKUN DEĞİLDİR!
Kafa patlatırcasına düşünmek ve tefekkür etmek, bütün benliğimizle okumak, kitaba ve manaya teveccüh etmek, her üç Said devresini mütalâa etmek, sadece bir devri alıp ötekilerini reddetmemek, Külliyat’ın tamamını bir bu nazarla okuyup müzakere, istişare, münazara, muhakemelerde bulunmak, dava içinde hem hal olmuş kimselerle kaliteli zaman geçirmek, nihayetinde müdellel ve muhakkik olmak ve tekemmülatımızı tamamlamaya gayret etmek elzemdir son nefese kadar.

İÇTİMAİ MESELELERDE HİS DEĞİL AKIL VE MUHAKEME ESASTIR!
İçtimai hayatın öznesi de nesnesi de insandır. Bu sebeple içtimaî bir meselede ferdî nazar ile değil, belki meşveretin getirdiği külli bir aklın semeresiyle basiret, feraset ve isabet yönüne itimat etmek sûretiyle ancak manevî mesuliyetten kurtulmak mümkün olabiliyor. Aksi halde, isabet kaydetmek zor olacağı gibi, zekâveti yüksek, nura sadâkati zayıf şahısların tesirinde kalmak, yahut nüfuzu ve cerbezeli kuvvetli şahısların boyunduruğu altına girmek ve hatt-ı müstakim olan “siyasetteki muktesid meslek”ten ayrı düşmek, yahut inhiraf etmek tehlikesi ile karşı karşıya kalınabilir ki, buna çok defa şahit oluyoruz.
Ahirzamanın getirdiği bir şey ki zekâveti önde maneviyatı midesi kadar geride olan çok insan var içimizde. Okudukları belli ama bunları kendince, indi ve şahsi yorumlamalarıyla hem kendini hem de çok insanları peşine takıp helakete sebep oluyorlar.
Nev’-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin.
Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler.
Hattâ kuvvetli bir hakikatı, zaîf bir adamın elinde zaîf görür ve kıymetsiz bir mes’eleyi, kıymetdar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakki eder.” [6]

Yani bir nevi şahsi anlayışını, felsefesini ilahlaştırıp kendini lâyüs’el görüp her şeyi enaniyetinin artmasına gafletinin kalınlaşmasına basamaklar yapıyor. Allah muhafaza…
Bu sebeple kim olursa olsun duyulan bir şeyi direk tasdik etmemesi gerekiyor insanın. Ve his ve hevesle değil sağduyuyla hareket etmesi elzemdir. Hassaten bir nur talebesi içtimai meselelerde Risale-i Nur külliyatının lahikalarını esas tutarak hareket etmesi lazımdır. Bu lahikalar ihtiyaca binaen kaleme alınmıştır. Keyfi kalem oynatmak için değil.
Nurlarla alakası yok denecek kadar az veya zayıf kimselerin hevai fikir ve sözlerine itina ile yaklaşmak ve kâle almamak  elzemdir. Çünkü bunların bu iğvaları yarardan çok zarar ve vesvese vermektedir.
Bazen hizmetteki bazı sorunlar, meslek veya meşrep olarak Risale-i Nur hizmetiyle alakadar olmayan kimselerin cerbezeli, hevaya, hisse hitap eden sözlerine aldanmak ve o sözleri Nurculuğa aşılamaya çalışmaktan kaynaklanmaktadır. Unutulmamalı ki, cerbezeli sözler caziptir insanın his ve hevesine hitap eder.

BOYKOTA DEVAM!
Evet, boykot İslami bir vecibe değildir. Çünkü insana yapılan zulüm ve işkenceler, soykırımlar, eziyetler bir insanlık suçudur. Buna ses çıkartmak da insanlık borcudur.
İsrail mallarını ve onlara destek veren yerli işçilikçi firmaların mallarını boykota devam…

Selam ve dua ile..
Muhammed Numan özel

 

 

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

RİSALE-İ NUR HİZMETİNİN GAYESİ NEDİR

 

İnsan, bazen hedef sapması yaşayabilir veya idealini kaybedebilir. Bu sebeple asla ve kat’a şaşırmaması için daima esasatlarını, düsturlarını kontrol etmelidir. Bu kaidelerden uzaklaşıyor mu yoksa bağlı olarak mı devam ediyor murakabesini yapmalı. 

Tüm İslami hizmetlerde ve amellerde ve niyetlerimizde en temel esas Allah’ın rızası ve ihlas olmalıdır. Tüm hayatımızda bu sağlanamazsa insanın manevi dengesi sarsılır.  

Sonuç olarak ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, [insanda] ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî[yi] de [abd] elde edilmez.”[1]

“Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar.”[2]

“hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır.”[3]

“ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün.”[4]

Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.”[5]

Okunan dersler, yapılan mütalaalar istisnasız olarak hepsi bu manalara müteveccihtir. Zaten okunan ve talim edilen şeyler insanı ihlasa, mahviyete götürmüyorsa “Niyet, nazar, mana-i ismi ve harfi” gözden geçirilmelidir. Netice tesanüte, ittihada, ittifaka çıkmıyorsa şayet işler çok vahimdir. Derslerimizde de bu manalar herbir latifemizin burcunda birer sancak olarak sallanmalıdır. Çünkü bunlar heva ve hevese bakan değil bizzat murad-ı ilahi ve Rasulîdir. 

İnsan, katıldığı derslerle, günlük olarak okuduklarıyla manevi olarak şarj olur ve itikad ve amelini daha güzel ve sağlam olarak yapmaya kendinde bir azim hisseder. Bu manada bir araya gelenler birbirine sirayet eder. Sirayet şu anda kâinatta cari olan en kuvvetli ve yaygın olan bir iletişim biçimidir desek haddimizi aşmış olacağımı zannetmiyorum. 

Derslerimiz ilmî ve imanî mevzuların müzakere ve mütalâa sahasıdır. Orada bilen konuşur, konuşan dinlenir; bilmeyen sorar ve bilmediğini öğrenir bu suretle insanın tekemmülatı devam eder. Bir nevi işbaşı eğitimi diyebiliriz buna. Ama illa bilenin okuduğu bir ortam değildir ders rahleleri. Bazen beraber okunur istifade edilir. Bir de illa okunacak ve izah edilecek değildir illa. Çünkü bu izah meselesi bir nevi ilhamdır.

Tüm islami hizmetlerin gayesinin de inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak..”[6] şeklindedir. 

“Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlahiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih.. Bunun için, istidad ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidadlar vücuda..”[7] getirebilir. 

 

Hülâsa: Risale-i Nur, Kur’an’ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur’anî’dir. O halde Kur’an okundukça o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlerinin sergisidir, pazarıdır. Bu ulvi pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.

   Bu kadar maruzatımızla ifade etmek istedim ki:

Maksadımız; imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’an’a hizmettir.”[8]

 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (153)
[2] Lem’alar (131)
[3] Lem’alar (152)
[4] Lem’alar (152)
[5] Lem’alar (133)
[6] Sözler (491)
[7] Mesnevi-i Nuriye (91)

[8] İşârât-ül İ’caz (308)

 

www.NurNet.org

Çare-i Necat/ Kurtuluş

Çare-i Necat/ Kurtuluş

İnsan ve insanlık sürekli olarak üretim ve tüketim noktaları arasında gidip gelmektedir. Kendi gelişimini, potansiyelini arttırması için müstehlik/tüketici olmaktan kurtulup müstahsil/üretici konuma gelmesiyle mümkündür.

Üretici olmayı sadece çiftçiliğe indirgemek de zihinsel bir prangadır. Üretici herkese çiftçi/rençber denecek olursa herkes bir rençber olmalı. Ama gıda ürünleri ama bilimsel ama fikir…

Ülkemiz kadim bir medeniyetin merkezidir. Bu birikim ve var olan müstakbel beyinler görsel kültürün bombardımanı altında maalesef. Sosyal mecralar körpe dimağların gelişmesine mani olmaktadır.

İslamiyet bizlerin mayası ve hamurudur. Bizlerin ayakta kalması ancak ve ancak İslamiyetle mümkündür. İslamiyeti bu toplumdan çekerseniz, ateist olan Avrupa kültürünün benimsenmesi bizim mayamız ve hamurumuzla uyumlu değildir ve entegre edilmesi de söz konusu değildir.

“Hem tarih şahiddir ki: Ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmiş ise, o zamana nisbeten terakki etmiş. Ne vakit salabeti terketmişse, tedenni etmiş. Hristiyanlık ise, bilakistir. Bu da, mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş.”[1]

Modernite ve teknolojiye kimse karşı çıkamaz. “Bunu gâvurlar icat etti kullanmayalım” gibi sözlerin de mahiyet-i harbiyesi hiç yoktur. Teknolojik gelişmeler toplumların ortak malıdır. Kimsenin patentli malı değildir.

Alimlerimizin, hocalarımızın taassuptan azade olarak terütaze olan İslamiyet’i içtimai hayatın her sahasında anlatarak İslami bir toplum inşa edilmeli ve mayamız, hamurumuz bu şekilde muhafaza edilmelidir. Mayasını bozan toplumlar pagan anlayışlarının tabağına düşerek onların mezesi olmaktan kendini kurtaramaz. Bakın Avrupa’ya sözüm ona Hıristiyan devletleri ama mayasını koruyamadığı için tekrar pagan olmuş ve ateist bir yapıya inkılab etmiştir.

Bugün Avrupa’da toplumsal kültür korunmadığı için toplumun her şeyinden kırmızı alarmlar yanmakta. Evlikler, iş hayatı, çocuk terbiyesi… Hani kovboy filmleri vardı bir zamanlar, her Pazar TRT’de yayınlanırdı. İşte onun gibi bir hal.

Bizler ki elhamdülillah Müslümanız ve bu kadim medeniyetin bir evladıyız. Mayamız, hamurumuz İslamiyetle mezcolmuş/birleşmiş. Bizlerin ruhu İslamiyettir. Ruhumuzu aldıktan sonra bizlerden geriye kalan da Avrupa’nın başına gelen pagan bir yaşantı olur. Ve toplumumuzdan, vicdan, merhamet, şefkat, diğerkamlık, değerkamlık çekilmeye başlar ve “güçlü zayıfı ezer, büyük balık küçüğü yutar” şekline evrilir. Zulümler ortaya çıkar her alanda.

Her yerden “zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları”[2] işitilir.

“Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne”, “Sen çalış, ben yiyeyim”[3] anlayışı da göndere çekilen bayrak gibi olur.

Toplumu irşad edecek kimseler binaların kolonları gibidir. Onlara olan hürmet ve muhabbetin kırılmasına en az bir asırdır beynelmilel komiteler çabalamakta. Biliyorlar ki bu kolonlar yıkılırsa bina çökecektir. Toplumu çökertmek için irşad ve tebliğ hizmeti yapan şahıs ve STK’lara insafsızcasına saldırlar oluyor. Bunun neticesinde sokaklarımız ahlak erozyonuna uğramaya başlıyor. Nesiller arası kopukluk, kuşak çatışmaları da kaçınılmaz. Mesela dünyada yaşanan zulümlerde yeni nesiller, “bizim ülkemizde yaşanmıyor” diyerek diğerkamlık göstermemekte. Çünkü İslam kültürüyle değil pagan kültürüyle, ateist bir anlayışla büyüdüler.

Milli ve manevi değerlerimizi anlatmalı, korunması için de elimizden gelenin fazlasını yapmakla mükellefiz. Aksi taktirde toplum olarak bunun bedelini çok ağır öderiz.

Ne mutlu nefsini ve neslini ıslah edene.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (438)
[2]Lem’alar (116)
[3] Sözler (409)

Kaynak: RisaleHaber

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık ve Gaflete Sebep Olan Şeyler!

Lakaytlık, bilerek ve sürekli ihmal etmek demek. Gaflet ise, daha çok anlık olarak ihmal etmek demek.

Gaflet artarsa şayet bu lakaytlığa inkılab etmektedir. Dikkatsizlik, düşünmeden hareket etmek veya şuur/farkındalık eksikliği gibi anlamlara gelir. Gaflet, bir şeyi ihmal etmektir. Gafletin artması bir çok farklı manalara gelen şeylere sebeptir.

İslami hizmetlerle meşgul olan ve bir ideali, davası, gaye-i hayali olan insanların gafletle hareket etmesi hem şahsi hem de toplumsal/içtimai hayatta çok feci şeyleri getirir. Bir şoför gafletle direksiyonda uyusa araçtaki herkes risk altına girer. Ama bir şahs-ı manevinin içinde bulunanlar o şahs-ı manevinin mümessili olur. Bu sebeple kendisi istese de istemese de üzerine bu misyon ve vizyon yüklenmiş olur. Bu sebeple her şeyinde azami derecede dikkatli olmalıdır.

“Öyle ise dostlar müteyakkız davranmalı, tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.”[1]

Bazı şartlar insana olumsuz olarak tesir edip yoldan çıkartabilir. Bunlara dair küliyattan tadad edelim.

Açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.”[2]

“Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zaîf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz.”[3]

Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.”[4]

“Her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, “Zarurettir, ne yapalım?” der.”[5]

Hırs ve tama’ ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa ehl-i dalalet ki, hırs ve tama’ yolunda dinini feda etmiş. Onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, “Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar” diye çirkin bir ittiham ile taarruzlarına meydan açar.”[6]

“Bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var.”[7]

“Gizli düşmanlarımız olan ehl-i dalalet ve sefahet, ehemmiyetsiz bazı hâdiselerle Nur talebelerine telaş vermeğe ve habbeyi kubbe yapıp sarsıntı veriyorlar.”[8]

“Ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklık perdesi ile saklayıp; âdi bir isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.”[9]

“Ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez!”[10]

“Ey bedbaht ehl-i dalalet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.”[11]

“Fırtınalı zamanın hissi ibtal eden ve beşerin nazarını âfâka dağıtan ve boğan cereyanlar, ibtal-i his nev’inden bir sersemlik vermiş ki; ehl-i dalalet manevî azabını muvakkaten tam hissedemiyor. Ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî lezzetini takdir edemiyor.”[12]

“Evet şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için, ehl-i dalalet ibtal-i his nev’inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder.”[13]

“Ehl-i dalalet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez”[14]

“Ekall-i kalil olan ehl-i dalalet ve tuğyan; safdil tarafdar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatasına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşdidine kader-i İlahiyeye fetva verirler; biz buna müstehakız derler.”[15]

Bütün bu sebepler ve daha fazlası insanlarda lakaytlık, yeis gibi manaları netice vermektedir.

Ehl-i dalaletin, Ehl-i diyaneti aldatma taktikleri nelerdir? şeklinde akla kapı açılırsa kısaca şunları sıralayabiliriz.

  • Hubbu-u cah
  • Korku
  • Tama’
  • Asabiyet-i Milleye
  • Enaniyeti okşama
  • Tembellik ve tenperverlik
  • Vazifedarlık
  • Bu da hizmettir deyip Nur talebelerinin nazarlarını dağıtmak
  • Üstada ve Nurlara muhabbeti kırmak
  • Nazarları esaslara değil, teferruatlara yönlendirme yaparak huzur ve huşuyu dağıtmak
  • Münazaa ve münakaşa ortamına çekmeleri,
  • Malayaniyatla meşgul etmeleri,
  • Enaniyetli hocalarla meşgul etmeleri – Rekabet ve tarafgirlik damarı ile ihlasın ve ittihadın kaybolması
  • Hodfuruşluk – ferdi hareket etmek
  • Şahsi kemalat ve manevi makam sevdası
  • Düstur ve esaslara riayet etmemek
  • İnsanları lakaytlığa alıştırmak
  • Gaflete sebep olacak şeylerle meşgul etmek
  • Yeisle insanların şevlerinin kırılması
  • Günahlara alıştırmak (Ekberul kebair)
  • Tükenmişlik sendromu
  • Himmetin kaybedilmesi
  • Sünnet-i seniyyenin unutturulması
  • Meylürrahat – konfor düşkünlüğü
  • İsraf, iktisadsızlık, kanaatsizlik, hırs
  • Siyasi meselelerle insanın dimağ ve hissiyatını tarumar etmek
  • Herkesin zayıf damarını tutup kullanmak
  • Gaye-i hayalin olmaması
  • Tiryakilik, âdet, gelenek göreneklerin dayatmaları ve aldatmaları
  • Medeniyet-i fantaziye
  • Ehl-i dalaletin safdil çoğunluğu elde etmesi
  • Damarları buluyor.

“Kimin hırs-ı intikamını, kimin hırs-ı câhını, kimin tama’ını, kimin humkunu, kimin dinsizliğini, hattâ en garibi, kimin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (Asar-ı Bediiyye-113)

Amma Kur’anın cadde-i nuraniyesi ise: Bütün ehl-i dalaletin çektiği yaraları, hakaik-i imaniye ile tedavi eder. Bütün evvelki yoldaki zulümatı dağıtır. Bütün dalalet ve helâket kapılarını kapatır.”[16]

Bir misyon ve vizyon sahibi olan herkese düşen şey:

“Evet talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.”[17]

“Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.

Bilhâssa ve bilhâssa şurası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki, en başta ve en evvel Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir.

İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz, bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur.

Vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslâm çapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir. Bunun için, başta Hazret-i Üstadımız Bedîüzzaman ve onun hakikî ve ihlaslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua istirham ediyoruz ki, Risale-i Nur’un mecmualarını bir an evvel temin edelim, arayalım, bulalım, dikkat, tefekkür ve ihlasla okuyalım. Kur’an ve iman hizmetine bu vaziyette koşalım.”[18]

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[19]

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Mektubat (361)
[2] Kastamonu Lahikası (235)
[3] Kastamonu Lahikası (236)
[4] Kastamonu Lahikası (154)
[5] Kastamonu Lahikası (201)
[6] Kastamonu Lahikası (223)
[7] Emirdağ Lahikası-1 (234)
[8] Emirdağ Lahikası-1 (262)
[9] Emirdağ Lahikası-2 (122)
[10] Sözler (633)
[11] Sözler (634)
[12] Hutbe-i Şamiye (15)
[13] Hanımlar Rehberi (69)
[14] Gençlik Rehberi (14)
[15] Kastamonu Lahikası (25)
[16] Sözler (635)
[17] Tarihçe-i Hayat (29)
[18] Tarihçe-i Hayat (623)
[19]Sözler (147)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Yüküm ağır yolum uzun”

Yüküm ağır yolum uzun” diye bir ezgi dinliyordum. Dedim hakikaten yüküm ağır ve yolum uzun.

Evet, evet. Yükümüz gerçekten ağır, işimiz zor, mesuliyetimiz çok; mazeretimiz yok… Sorumluluğumuz hadsiz, bahanemiz yok… Hedefimiz Risale-i Nur vasıtasıyla Kur’an’a hizmet, ihmali kaldırmaz… Maksadımız din-i mübine hizmet, tembelliği, havaleciliği asla kabul etmez…

Tabi bu benim alemimde tezahür eden bir mana. Benim gibi düşünenleri alakadar edecektir bunlar, çünkü ahiret, iman, ahlak gibi mefhumların alemlerinde olmadığı kimseleri alakadar etmeyecektir.

Toplumda büyük bir açmaz var. Din var ama din yok gibi bir hal almış. Kimliklerinde İslami isimlerin olduğu fakat kimlikten pek öteye geçmemiş olan bir durum söz konusu İslamiyet. Buna karşı görmez, duymaz, konuşmaz şeklinde bir ahraz gibi durmak… Hamiyet sahipleri asla ve kat’a bir duramaz.

İçinde ümmet-i Muhammed’în (asv) imanının, istikametinin, hayatının bulunduğu manevi bir gemideyiz. Vazifemizse salimen, kazasız belasız olarak başta kendimizi sonra da toplumu ve çevremizi sahil-i selamete çıkarmakla vazifeli hademeleriz. Bu gemide yolcu değil, kimimiz kaptan, kimimiz tayfa, kimimiz de hizmetçiyiz.[1]

Gemideki yolcular uyur, istirahatine bakar. Fakat mesuliyet dairesinde olanlar rahat olamaz, alelade hareket de edemez. Çünkü o mesuliyet insanı durdurmaz. Manevi ihtiyacını karşılamakla da vazifeliyiz hem kendimizin hem de başkalarının. Ne kadar eksik noksan kusurlu olsak da…

Toplumdaki yangın karşısında küçük şeylerle meşgul olmak yerine esaslarla meşgul olup, iman hakikatlerinin toplumda yerleşmesi için taktikler bulup, değişen ve gelişen zamana ayak uydurmalıyız.

Allah korusun bir anlık gaflet, terk-i vazife olursa gemi su alır veya başına bir şeyler gelirse bunun neticesinde hesabı mesuliyeti de ağır olur.[2]

Mesuliyet dairesinde olanlar manevi mesuliyeti görseydi gözler belki bir lokomotif gibi arkasında mesuliyet vagonları görünebilirdi.

Bu hususta başta manevi davamızın temsilcisi olmalıyız. Yani misyon ve vizyonumuza göre hareket etmeliyiz.

Günahlar ve sefahatlerin neticesinde bir şekilde bir bataklığın içine düşmüş ve medeniyet bu bataklığa gelmiştir.[3]

Bu bataktan çıkmak için bir çare, bir arayış içinde olan, bir nur arayan, mütehayyir insanlara bir nur göstermek, onlara himmet edip yardım elimizi uzatmak gibi mükellefiyetimiz var.

Kötü alışkanlıkların ve insanın hayatını çürüten şeyler çocuklarımızı ve gençlerimizi abluka altına aldığı bir dönemdeyiz. Kuşak çatışması da hat safhada. Gençlerin duçar oldukları bu felaketlerden kurtulmaları için bütün gayretimizle seferber olmamız lazım. Peki yapıyor muyuz? Dertleniyor muyuz?

“Melaikelerin hürmetine mazhar”[4] olmak da sanırım dertlenmek, koşturmak, diğerkamlık ve değerkamlıkla mümkündür.

Biz de bu ulvi davaya sahip çıkacağız ve inşallah bizden sonraki nesillere devredeceğiz. Himmetimizi, şevkimizi, hizmetimizi, sancağımızı, kitabımızı inşallah.

İşte bu sebeplerle ezginin sözlerini aşağıya dercediyorum.

Yüküm ağır, yolum uzun
Meçhullerde kaybolurum

Beni bırakırsan bana
Tufanlarda boğulurum

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Döndür yüzümü sana

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Beni bırakma bana

Eyüp sabrım yok benim
Yusuf değilim kuyuda

Yine de umudum var
Rahim olan adında

Yürüyemem, yorulurum
Ateşlerde kavrulurum

Beni bırakırsan bana
Kül olurum, savrulurum

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Döndür yüzümü sana

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Beni bırakma bana

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Bkz: Lemalar (161, 399), Tarihçe-i Hayat (163)

[2][2] Bkz: Sözler (175)

[3] Bkz: Mektubat (48)

[4] Emirdağ Lahikası-1 (191)

Kaynak: RisaleHaber