Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Âfâkî, Nefsî, Usûlî Deliller

Mabudun vücuduna dair olan delilleri 2 kısma ayırmıştır:

Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki, buna âfâkî denilir.

İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan bürhanlardır. Buna enfüsî tesmiye edilir.

Enfüsî olan kısmını da, biri nefsî diğeri usûlî olmak üzere iki kısma taksim etmiştir.

Demek, Mabudun vücuduna 3 türlü delil vardır: Âfâkî, nefsî, usûlî.[1]

            Âfâkî ve Nefsî deliller şimdiki zamanla alakadardır. Hal’e bakar. Usul ise enfüsi/nefsinin içinden uzanan bir daldır. Usul geçmiş zamana bakar.

O halde enfüs’ü yapılandıran 2 şey vardır.

  • Kendimiz
  • İnsanların nefislerinden alınan bürhanlar. (i.94)

Mazi = Usul

Müstakbel = Füru

Bizden önce aynı mevzuyu tetkik eden bizim o mevzuya olan mesafemiz nisbetinde bizce Usul(ced, ata) hükmündedir.

Bizlere nisbetle usul olanların enfüsi tetkiklerini alıp kendi sistemimize katarak kendimizde var olan enfüsi yapılanmanın şeklini değiştirmiş olur ve yeni bir şekil vermiş oluruz.

Bizim enfüsi tahlillerimizi başaları alıp kendisini yapılandırmasıyla da biz o kimseye usul o bize füru olur.

Enfüse rehbersiz dalmak vurgun yemeye sebeptir.

Tefekkür ederek enfüs’ü yapılandırmanın yöntemini şuradan almakta ve anlamaktayız.

Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor.

Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvalinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tedkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvalâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünki icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur.

Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.

Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmalî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde kesret fikrini dağıtır, evham seni havalandırır. Enaniyetin kalınlaşır, gafletin kuvvet bulur, tabiata kalbeder. İşte dalalete îsal eden kesret yolu budur.[2]

Bizler bu afaki tefekküre dalarsak önce kendimizi değil başkalarını yapılandırmaya çalışırız. O zaman kendimiz daha yapılanmadan başkalarına yardıma koşarsak evimizdeki yangını görmeden başkasına gitmek gibi olur. Nitekim “Bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanı kurtarmaktır, başkaların imanınakuvvet verecek bir surette çalışmaktır.[3]” şimdi burada ne diyor buna bakalım “imanını Kurtarmaktır” “başkaların imanına” denilip sırayı vermekte. Yani önceenfüs’ünü tamamla sonra afaka bak manası zımni gizli olarak içerisinde mevcud.

Hülasa: Mabudiyet afaki ve enfüsi 2 kısımdan oluşur. Enfüsi de kendi içerinde usul olmakla beraber 2 ye inkısam eder. Başka insanların malumatınıda alıp kendimizde mezcedersek kendimizi yapılandırırız. Bunlar mabudiyetin delailinin zirvesidir. Bunun da batını enfüsisi var. Bunlar zahirde görünen isimleridir.

 

            Allahım afakla enfüsü doğru yapmayı nasip ettiği kimselerden eylesin!

 

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] İşarat-ül İ’caz ( 94 )

[2]Mesnevi-i Nuriye ( 147 )

[3]Tarihçe-i Hayat ( 482 )

Bir Şey’in Tafsilatını Vermek!

Bir şeyin müteaddit sıfatlarını zikretmek, o şeyin zihinlerde tecessüm etmesine ve akılda hazır ve hayalde mahsus olmasına sebep olduğuna işarettir. [1]

Muhakkak ki hemen herkes kendi sahasında olan bir şeyin malumatını bilir. Karşısındakine bu malumatını aktarırken de şahsa göre aktarma yüzdesi değişmektedir.

Maddi bir meselede mevzuun hakimi olan şahıs belki bu anlattıklarım benim rakibimin eline geçebilir diyerek malumatını yüzeysel üstünkörü anlatır aktarır. Bu sistemde düşünen birisi enaniyet sahibi egoisttir.

Neden ? denilirse şayet buna denilecek söz şudur. Bu şahıs kendisi senelerini günlerini hayatının belirli bir kısmını vermiş ve bazı şeyleri anlamak mevkiinde bazı yerlere gelmiştir. Şimdi başkası da ya bu alanda onca zaman israfı yapacaktır ve daha önce bu egoist’in mevkiine gelecektir.

Neden onca zaman çar çur edilsin ki?

O egoist’in o mevzuda hakim olduğu malumata verdiği zaman kadar tasarruf yapıp neticeye daha kısa bir surette ulaşmasına neden engel olmaktadır. Belki bu halef konumunda olan şahıs onun hakikatını daha geliştirecek ve ileri gidecek veya bilinmeyen bir veçhesini keşfedecektir. Bu demiş olduğum gibi olunca helfein zihninde “muazzam bir bârika-i hakikatın zuhuru yaklaştığı iman ve itikadı, bizi teselli ediyor. [2]” diyerek aşk u şevk ile say u gayret edecektir. Ve “tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukûlden hakikat tamamıyla tezahür eder.[3]” kaidesinin şemsiyesi altına girerek onun saye’sinde gölgesinde çalışacaktır.

Muhtelif fikirlerin mukayesinde bakış açısı farklarından anlamak ve izah etmek mevzuunda farklar bulunmasıyla ortaya daha mükemmel bir şey çıkmaktadır. Bunun için Risale-i Nur’u dikkat, tefekkür ve devamlı okumaya teşvikler Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde mevcuttur.

  • Dikkat edersen görürsün,
  • Çalışırsan anlarsın,
  • Cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir.
  • Bulur ve bilebilirsin.[4]

Bizler de Risale-i Nur Külliyatını tetkik ederken elde ettiğimiz malumatı isteyen herkese vererek başkalarının bizlerden daha ileri gitmesine vesile olarak bencillik yapmamış ve elde ettiğimiz hakaikin başka veçhesinin keşfine idrak edilmesine vesile oluruz. Başkalarının bizden daha ileri gitmesine Zımni muhalefet ve kıskançlık etmemiş oluruz.

Belki zahirde böyle bir şey yoktur ama şu ikazı her daim hatırlamak gerekir ki: “Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister.[5]” Biz hakikat mesleğinde yürüyen kimseler için bu enaniyet-i ilmiye çok tehlikelidir.

Bilmeyerek çok zarar verir. Çok kimseleri bu yoldan çevirir. Yalnız kendisine okur yeri gelirse keyfi isterse bu yüklendiği manaları satmaya çalışır. “Bir kardeş diyor dershaneye gittim yaşlı birisi kitap okuyor selam verdim yarım ağızla selamımı aldı. Sonra beni tanıyan birisi geldi dedi abi bu kardeş filan yerde çalışıyor. O yaşlı kimse kitabı bıraktı bana teveccüh etti gözlerinin içi gülmeye başladı. Bana değil çalıştığım yerle alakalı olduğu için alakadar oldu.” Dedi. Bu bağnaz ihtiyar sabunluklar hizmete çok zarar vermektedir.

Bu sabunluk konumuna düşmemek için azami dikkat göstermek gerekir ki yol kaygan zemin gevşektir.

Bahtiyar odur ki: malumatını esirgemez saklamaz.

Sabunluk: Hizmet benim anladığım tarzdadır. Hizmet olacaksa benim dediğim olacak kanaatini taşıyanlardır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] İşarat-üi İ’caz ( 61 )

[2] Barla Lahikası ( 223 )

[3] Mektubat ( 268 )

[4] Barla Lahikası ( 306 )

[5] Mektubat ( 426 )

İlim Nasıl Amele Döner?

Yine şâyan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılabdan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rızık olarak taksim edilir.

 

Hem yine şâyan-ı dikkattir ki; o madde-i latife, yemeklerin ruhu ve hülâsasıdır. O yemekler, âlem-i anasırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile, mahsus bir nizam ile cem’ ve tahsil edilirler.[1]

 

Acz, Fakr, Şefkât, Tefekkür tarîkıdır. Aziz ve muhterem Üstadımın tarif ve tavsiye ve irşad buyurdukları kestirme, Kur’anî ve nuranî caddedir.[2]

 

İrade, Zihin, His, Latife-İ Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var.[3]

 

Bugün burayo okurken dedim bunun birde enfüsi kısmı var. Zahirde enerjinin hasıl olmasını anlatmaktadır. Biraz bura üzerinde düşündüm. “Düşünmek ise Deşmektir.[4]” kaidesinin altına girdim. Dedim sen ne demek istiyorsun. Orada elfreni çektim eşeledim.

 

Metni tahlil edeyim biraz öncelikle. Madde-i latife denilen Enerji Ağız, Mide, Böbrek ile bağırsak ve karaciğerden geçmesiyle hasıl olur. Hasıl olan enerji de buradan tevzi olur dağıtılır. Yemekteki gaye enerjidir. Yeryüzünün muhtelif yerlerinden toplanıp kimin nasibi ise ona nasip olacaktır. Bunu hülasaten anladım ve tamam dedim. Sonra dilinin altındaki baklayı çıkart dedim. Ve başladı.

 

Acz, fakr, şefkât ve tefekkür tarikıyla elde edilen malumat mana-i harfi nazarıyla Zihin, His, irade, Latife-i Rabbaniye tezgahından geçip inkılab ve tebdil tegayyüre maruz kalmasıyla iman ve amelî malzeme olarak dimağdaki yerini almaktadır.

 

Madde-i Latife Olan iman’ın hasıl olması hülasaten bu sistemde olmaktadır. Bu ilimlere vâkıf olan eşhastan bu istifadeleri onların vermiş oldukları zaman kadar bizde vermememiz için o ilimleri onlardan meşreb taassubu olmadan almak ehl-i kâr’ın şiarıdır.

 

Onun vermiş olduğu emekleri bizler alıp tekemmülatımıza malzeme yapıp bir anda patika yoldan otobana çıkabiliriz. Bu surette “halefin mehareti, selefinden daha ziyadedir.[5]” sözüyle müceddid-i a’zam Bediüzzaman her zaman olduğu gibi bizlere mihmandarlık yapmaktadır.

 

Şayet meşreb taassubu yapıp o bizim meşrebden değil gibi mahiyet-i harbiyesi olmayan sözleri sarf etmek o hakikatı anlayan şahsın sarf ettiği zaman kadar bizde zaman harcamamız manasına gelmektedir. Almamız lazım ki biz halefler bizden önce o yolda yürümüş olan kimselerden daha kaliteli bir iman ve İslamiyet ile gayemize yürüyelim.

 

Dimağda; Tahayyül, tasavvur, taakkul, tastik, iz’an, iltizam, itikad olmak üzere 7 mertebesi var. Sistemi bilirsek sisteme göre hareket edersek hem sistemi bozmaz hemde kendimizi bozmayız. Trafik içinde belli bir kural var ona uyarsak sıkıntı yaşamayız. Ama kendimiz sistem içinde yapılanma yapıp sistem içinde sistem kurmaya çalışırsak o zaman zarar üstüne zarar görürüz.

 

İstikametsiz ilim ilim değil o ilmi hamledip yüklenen kimseye bar olmakta maddi ve manevi sıkıntıların altında ezilmesine sebep olmaktadır.

 

İlimde istikamet olmadan insan yemek bile yiyemez.

 

Hayatımıza hayatımızdan daha yüce bir gaye yükleyip ona göre hareket etmemizle maddeten de ezilemize sebep olan manevi sıkıntılardan kurtuluruz.

 

Kezalik Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.

 

Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.[6]

 

Zihnin istikameti Marifetullahtan geçmektedir. O halde malumatımıza Mana-i Harfi ile muhabbetullaha  inkılab ettirebiliriz. Mana-i ismi ile nazar edersek zihnimizin sistemini bozarız.

 

Yâ Rabbi!

 

Aklımıza marifetullah,

 

Ruhumuza Muhabbetullah,

 

İrademize ibadetullah,

 

Latife-i Rabbaniyemize müşahedetullah,

 

Hayatımıza kıbletullah nasip eyle!

 

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

 

[1] İşarat-ül İ’caz ( 57 )

[2] Barla Lahikası ( 135 )

[3] Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[4] Sözler ( 745 )

[5] İşarat-ül İ’caz ( 51 ) 

[6] Mesnevi-i Nuriye ( 199 )

 

Tekrar Tekrar Okumak!

Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet, tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor; fakat umumî değildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba şamil değildir. Usanç verici addedilen pek çok zahirî tekrarlar, belâgatça istihsan ve takdir edilmektedir. Evet, insanın yediği yemekler; biri gıda, diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kısımdır.

Birinci kısım tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teşekkürlere sebeb olur.

İkinci kısmın tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardır.

Kezalik kelâmlar da iki kısımdır. Bir kısmı ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlardır ki, tekerrür ettikçe güneşin ziyası gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabîlinden iştihayı açan kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez. Buna binaen Kur’an heyet-i mecmuasıyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur’anın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar. هُوَ الْمِسْكُ مَا كَرَّرْتَهُ يَتَضَوَّعُ

Ezcümle:بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nurani esaslar, tekerrür ettikçe iştihaları açar; misk gibi, karıştırıldıkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür değildir.[1]  

İnsan fıtrat itibariyle çabuk sıkılan ve bıkan kolay terkeden değiştiren alışkanlıklarını zor terk eden bir sistemi vardır.

İnsanın meşgul olduğu şeyler insanın alemine izler bırakmakta ve tesiri altına almaktadır. Biz Kuran Şakirtleri olan Risale-i Nur Talebeleri Sürekli Bir halde Kur’an-ı Kerim, Risale-i Nur, Cevşen okumaktayız. Defalarca okumamıza rağmen tekrar okumaktayız.

6000 sayfadan ve 14 cilt eserden müteşekkil Risale-i Nuru Tanıdıktan itibaren ömrünün son demlerine dek okuyan nice insanlar var. Görünüşte bu 14 cilt külliyatı insan 100 defa okusa 60.000.000 (altmış milyon) sayfayı tekrar okumuştur.

Zahirde bu fiiliyat fuzulidir. Bir defa 3 defa okunsa yeter neden bu kadar okunuyor diye Risale-i Nur Dairesi haricinde olan kimseler söylemektedir. “Hem uzak yerde taşlar görünmez, dağlar görünür.[2]” daire içine girmeyen kimse için bu tip sözler gayet normaldir. Zahirde haklıdır Hakikatte haksızdır.

Bir kuş düşünsek. Yerden zıplayıp kanat çırpmasıyla havada kalabilir. Sürekli kanat çırpmayıp sadece 1 defa kanat çırpsa o kuş uçması imkansızdır.

Bir bina yapıldığını düşünelim. Bir tuğla koyulur üzerine bir tuğla daha onun üzerine bir daha..

Bir lamba yanması için saniyede 60 defa yanıp sönmesi lazım. Ve hakeza…

Bu misallere bakacak olursak kuş havada kalması için daima kanat çırpmalı, tek tuğla ile bina olmaz ve ampül devamlı yanıp sönmeli ki aydınlatsın.

Şimdi sürekli olarak risaleleri okumak zahiri tekrarın hakikatı bu misallerde ki gibi elzemdir gereklidir. Eğer üst üste bu okumalar tekrarlar yapılmazsa bina yapılamaz. Birde şu var ki bunu söyleyenler “benim oğlum bina’ okur döner döner bir daha okur”  atasözünü nevinden söylemektedir. Baksak ki bizler bu hakikatları okuyarak Akıl, kalb, ruh, vicdan, sır, hayal.. başta olmak üzere latifelerimizi hüşyar uyanık tutmaktayız. Kendisine baksak ne dava ne dava şuuru var. Bildiği sadece tv kanallarında boğulup latifelerini söndürmekle meşguldür.

İman ve Kur’an hakikatlerini okuyarak bizler pervanemizi sürekli döndürmekteyiz ve yolumuza devam etmekteyiz.

Şayet okumak terkedilir ben biliyor edasında davranıp ülfet ve gaflet belasına düşülürse okumayı terk eder ve sıkıntılar tezahür eder daireden hissesiz kalırız.

Ancak وَ اُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا kabîlinden[3] olan hakikatlar insanda tekrara meylettirir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 www.NurNet.org

[1] İşarat-ül İ’caz ( 30 )

[2] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 146 )

[3]  “(Cennet ehline) Rızıkları birbirine benzer şekilde kendilerine sunulur.” Bakara Sûresi, 2:25.

Kiminle Nasıl Konuşmalıyız?

BELÂGAT:  Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san’atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek. * Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.

Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür ed(er)[1]

Belâgat: mukteza-yı hale mutabakattan ibarettir. [2]

Belâgat, mukteza-yı hali müraattan ibaret değil midir? Hey gözlerin kör olsun herif! [3]

Belâgat ve hidayetten maksad, hakikatı vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak..[4]

Belâgatın derecatı bulunduğu.. [5]

Bizler  içtimai sosyal bir mahluk olarak şuur sahibi ve imtihana tutulan mahlukattan istidad ve kabiliyetlerine had u hudud tahdid edilmemiş olan, halife-i Ru-yu zemin ünvanıyla mazi hal müstakbel olmak üzere 3 zamanla alakadar olarak alakadarız.

Bu alakadarlık veçhesi sebebiyle kainattaki hemen her şey ile alakadarız. . “Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal’i de görmeye müştaktır.[6]” bu kadar alakadarlık içerisinde beşerî münasebetler kurmakta alakadar olduğu şey de kendisine bir şekilde sirayet ederek alakadar etmektedir. Alakadar olduğu şey insana tesir etmektedir. Bu kaçınılmaz bir şeydir insanın fıtrat programı bu şekilde işlemektedir. Nasıl ki muknatıs kendi atki alanına giren şeyleri celb ve cezbeder fıtrat dahi mıknatıstan daha tesirli bir surette bu kanuna tabidir. Peyniri/sütü dolaba hava alacak şekilde koyunca dolaptaki bütün kokuları kendisine çeker insan da bu süt/peynirden daha ziyade çeker.

Bu sirayet günah nevinden ise: “işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.[7] ” neticede ise kalb ve ruha giren şeyler insanın sistemini bozmaktadır.

Kurulan bu münasebetlerde üslub ve kelamın tesiri ise azimdir. Bu üslub kelam meselesinde de belagat çok ehemmiyetlidir. Meslek-i Nuriye itibariyle bizler “kavl-i leyyin[8]” dersini almış ve herkese yumuşak sözlü olarak davranmaya ve hareket ederiz. Lakin burada belagat sahasında belagatı kullanmayıp herkese böyle davranırsak biz sıkıntılar çekeriz.

Bu mevzuda Lemaat’ta şöylece idrak sahiplerine nida edilmektedir.

“Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen; merhametini değil, iştihasını açar.

 

         Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister. [9]” bu veciz ifadelerden anlaşılıyor ki herkese aynı tarzda konuşulmaz ve konuşulmamalıdır. Şayet konuşacak olursak maddi ve manevi sıkıntılar altında ezileceğimiz muhakkaktır. Çünkü “acınacak bir halde olduğu halde اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.[10]” hem kendim etim kendim buldum nevinden zarara kendimizi sokarız.

            Bir nükte anlatılır. Bir nur talebesinin kolunu birisi tutmuş kolunu çevirmiş.

            Nurcu: Yapma mübarek kolumu kıracaksın.. yapma bak.. oldu mu mübarek kolumu kırdın. Şeklinde anlatılır.

Bu nükte gibi bizler herkese anlayacağı dilden konuşursak belagat san’atına tabi olmuş ve rahat etmiş oluruz. Yoksa muhtelif sıkıntılara düçar olarak kendimiz başta olmak üzere çevremize sıkıntılara sebep oluruz.

O halde bizler belagat uygulamazsak belahet, Ahmaklık. Düşüncesizlik. Ne yaptığını iyi bilmemek,  işlemiş oluruz ve Asrın Reçetesi olan Risale-i Nur Külliyatında ki talimata uymamış olup asrın kullanım kılavuzundan mahrum kalmış olup fıtrat sistemimizi bozmuş oluruz. Kapı kapı gezip tamirci ararız.

Bizler o halde herkese anladığı dilden konuşarak hizmet ederiz. Yoksa hizmet diye yaptığımız şey hezimet olacaktır.

Meslek-i Nuriye ile alay edene kavl-i leyyin değil anlayacağı şekilde konuşmalıyız. Ve belagattan abersiz bibehre olan kimseler bu düsturu bilmediği için böyle cevap verilir mi diye işi anlamaz.

Oku oku anlarsın diyerek kimseler bu hakikatten mahrum kalacaktır.

İstikamet odur ki: Risale-i Nurun Talimatı Dairesinde[11] hareket etmektir.  Bunun kapısı da esasat-ı nuriye’den yani Lahikaların kapısından geçmektedir.

Risale-i Nuru düz okuyup geçmek insanda tefekkür kuvvesini geliştirmeyip köreltmektedir. Bizler de tefekkür dikkat ve konu bütünlüğü içerisinde okumalıyız.

Tarihçe, Barla, Kastamonu, Emirdağ, Sikke-i Tastik olan eserler lahikalarımızdır bunlarda istikamet için elzemdir. 5 lahika 5 halifeye yani istikamete  de delalet etmektedir.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Asa-yı Musa ( 131 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 47 )

[3] İşarat-ül İ’caz ( 116 )

[4] İşarat-ül İ’caz ( 39 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 197 ) 

[6] Sözler ( 319 )

[7] Lem’alar ( 8 )

[8] Âsa-yı Mûsâ ( 156 )

[9] Sözler ( 707 )

[10] Sözler ( 147 )

[11] Kastamonu Lahikası ( 89 )