Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Biri Kazanan Çoğu Kaybeden

Arkadaş! Nev’-i beşerde envaen dalalete düşen fırkaların sebeb-i dalaletleri, imamlarının kusurudur. Evet, imamları bâtından bahsetmişlerse de, meşhudatlarına itimad ve iktifa ederek esnâ-i tarîkten dönmüşlerdir. Ve [1]حَفَظْتَ شَيْئًا وَ غَابَتْ عَنْكَ اَشْيَاءُ kavline mâsadak olmuşlardır.[2]

Psikososyal mahluk olan insan fıtratına koyulan bu yazılımla toplumsal olarak hareket etmektedir. Sahiplenmek ve sahiplenilmek ise bu yazılımın gerekli olan güncellemelerindendir.

Sahiplenilmek sahiplenmekten daha büyük ve ehemmiyetli olan bir ihtiyaçtır. Küçük bir çocuk 42 aylık olana dek her şeyi bizzat canlı zanneder ki oyuncaklarını kırması ve bir çok şeyi kırmasının sebebi budur. Oyuncak arabayı çağırır araba gelmeyince sinirlenir sen beni dinlemedin yanıma gelmedin der gidip o şeyi kırar kendisince ona ceza verir ve öldürür.

Burada bu çocuğun yaptığı şeye baktığımızda söz ve arzusunu yerine getirmeyen yani bana değer vermeyen şeyi kırarım gibi düşünce bunu göstermektedir.

            Sahiplenen ve sahiplenilen insanın fıtratını bozmamak veya onarmak için bir meslek ve meşrebe tabi olması gayet fıtri olan bir haldir.

            Hemen hemen kimse ilk intibada gideceği yeri seçmemiştir. Bir vesile ile bir yere gitmiş ve inkıyat edip tabi olmuştur. Bu seçme ihtimali pek olmayan şeydir. Belki bundan mesuliyet hasıl olmamaktadır. Çünkü hiçbir yeri bilmiyor duyuyor ama nasıl irtibat kuracağını bilmemektedir.

            Bu ilk intibadan sonra insan artık bir süre devam eder ve şuurlanır. Şuurlandıktan sonra kişiye düşen çevresinde var olan meslek ve meşreplerden kendisine en uygun olanı intihap edip seçerek o meslek/meşrepte devam etmek islamiyeti anlamak ve yaşamak mevzuunda ehemmiyetlidir.

Zaten bir şuur aldıktan sonra tanıdığımız o meslek ve meşrep bize muvafıksa kalınıp orada var gücü ile hizmete devam etmek gayet müstahsendir, güzeldir.

Kendi fıtrat ve mizacımıza muvafık uygun olmadığını düşününce muvafık olana gitmek hizmette şevke medardır. Muvafık olmayan yerde kalmak ise hem şahsi hem de umumi hukuka tecavüz edecek şeylere tevessüle sebep olabilmektedir. Mesela umumi hukuka külli bir surette tecavüz var o halde orada olan şuurlu kimselere düşen elinden geliyorsa düzeltmek veya o meslek/meşrebi terketmek sadakatın gereğidir.

Sadakatsızlık gösteren aldatan ve aldanan yerde kalmak ise aynı o fiili yapmış gibi olur. Çünkü ihanet edene ihanet sadakattır. İhanet edene sadakat ise ihanettir. Çünkü umumi hukuka tecavüz var ki fertler bunu afvedemez.

Umumi hukuka tecavüz meselesi çok ehemmiyetlidir. Ve fertlerin bunu afvetmesi söz konusu değildir. Tıpkı şunun gibidir. Bir gemi var birileri bu gemiyi delip batırmaya çalışmaktadır. Bu plan gerçekleşirse umum gemidekiler can ve mal zayiatı vuku bulacaktır. Gemi batıran sonra oradan kurtulan birisine denk gelse kusura bakma böyle bir yanlışlık ettim dese o şahsın umum namına o ferdi afvetmek selahiyetine sahip değildir.

Risale-i Nurun Sa(ht)deleştilmesi mevzu da bu nevdendir. Bunu yapan kimseler umumi hukuka tecavüz etmektedir. Binaenaleyh umumi hukuka tecavüz etmesi sebebiyle umum nur talebeleri adedince haksızlıktır.

Bu hatayı yapan kimseleri savunmak onun yanında olmak ise aynı fiile sahip çıkılması veçhesiyle ve sebebiyle aynı hüküm onu müdafa eden kimseler için de caridir geçerlidir. Sözler, Lem’alar, Mektubat, Asa-yı Musa eserlerinin mana katlinden geçirilmesiyle umumi hukuka ihanet edildi. Bu iş vakt-i kıyamete dek dillerde geçecek Risale-i Nurun Neşir Tarihçesine zifiri karanlık olarak geçecektir. Bu ruhi bir hastalıktır.

Birisini savunacağım onu kaldıracağım diye çabalamak neticesine bakıyorsun. Belki birisini – kendisince- kaldırıyor müdafa ediyor; ama umumi hukuka tecavüzle biri kurtarıp binleri batırıp kaybediyor. Buna ancak hamakat denilir. Biri kazanıp bini kaybeden kimseye akıllı denilmeyeceği bir gerçektir.

Hülasa: basiretimizi ve şuurumuzu birilerinin cebine koyulmasıyla hakikatin rengi değişmektedir. Aklımızı fikrimizi her asırda istikamette tutmamız için اِنَّ اللّهَ يَبْعَثُ لِهذِهِ اْلاُمَّةِ عَلَى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا[3]yani: “Her yüz senede Cenab-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor.[4]” sırrınca müceddid gelmektedir. Yani yeni tarz gelmektedir. Şimdi hicri 1400 lerdeyiz bu asrın tarzı son müceddiddedir ve bu müceddid eski tarzla hareket eden birisi olması söz konusu olamaz çünkü müceddid yenileyici manasındadır. Bir tarikat şeyhi müceddid olamaz bu haliyle var olandan farklı bir şey olacak bu vasfa liyakat kesbetsin layık olsun.

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı ismiyle getirmiş olduğu hizmet tarzı müceddiddir bu şahs-ı manevinin tüzel kişiliğin mümessili Bediüzzaman Said Nursidir.

Bu asırda istikamet isteyen selamet isteyen Bediüzzaman Said Nursi’nin sistemize tarzına tabi olmalı ki bu istediklerine vasıl olup kavuşsun. Aksi halde netice de aksi olacaktır.

Bahtiyar odur ki: Aklını asrın müceddidine hadim kılar.

Bedbaht Odur ki: Müceddidi bilir lakin taassup sebebiyle kabul etmez tabi olmaz.

Bahtiyarlardan Olmak Duasıyla..

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Bir şeyi muhafaza ettin, ezberledin ama, bir çok şey senden kayboldu.

[2]Mesnevi-i Nuriye ( 136 )

[3]  el-Hakim, el-Müstedrek, 4:522; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845.

[4]Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 14 )

Hizmette “R” Geri Vites

..Birçok Büyük Sanılan Kimseler Gibi, Yere Göğe Sığmaz.. [1]

Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[2]

Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir. Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir.[3]

Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır. [4]

Hizmet, Lugat Manası olarak:Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat. Olarak geçmektedir.

            Bir şey yapılacağı zaman neticenin ve işin doğru olması için usul gerekir. Buna bir misal vereyim. Bir kavanoza çakıl kum ve su koyacağız. Bunun usulü önce çakıl arasına kum üzerine de su koyarsak nizami olarak içerisine hepsini alacaktır. Bunun usulü budur.

         Şimdi bu sıralamayı değiştirmeyi deneyelim.

a) Çakıl yerine kum koyalım sonra üzerine su boşaltalım. Kum taneleri aşağıda kalacağı için çakılların arası tam dolmayacaktır ve gerekli olan su içine girmeyecektir.

b) suyu boşaltıp üzerine kum ve çakılı boşaltalım bu defa da yine usule uygun olmadığı için istenen netice hasıl olmayacaktır.

Bu deneyde tezahür eden o dur ki bir şeyde muvaffak olmak isteyen adam usule uymalıdır. Nitekim ahirzamanın mihmandarı ve Rehber-i A’zamın (a.s.m.) yaveri Bediüzzaman Said Nursi bu konuda: “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. [5]” demektedir.

          Dersen şayet neden bunları tadad edip sıraladın?

Bu deneyi şu sebeple misal olarak verdim. Demekki her şeyin bir usulü var. Bu usulü bilmeyenlere karşı tevazu yapılarak estağfirullah demek tevazu değil ihanettir. Tevazu alçak gönüllülüktür.

Bir söz söylenildiğinde ve iştildiğinde: “Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından, Kur’anın misli olamaz ve ona yetişilemez.[6] ” ve . “”Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.[7]” şimdi hizmet diye hemen herkes bir şeyler yapmakta ve söylenilmektedir. Risale-i Nur Külliyatına Muhalif olarak hatıralar nakledilmektedir.

Biz şunu peşinen bilmeliyiz ki: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor [8]” o halde bizler gözmüzü olabildiğince çık tutmalıyız. Kim olursa olsun sözünü ölçmeden tartmadan kabul etmeyeceğiz.

Pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. [9]” binaenaleyh bu asırda aldanmamak ve hak içine bulaştırmalardan kurtulup istikamet üzere kalmak gerektir. “Binaenaleyh ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli.[10]” elbetteki böyle külli bir hizmetti akim bırakmak için dahili ve harici muhalifler olacaktır. Huffaş misüllü olan bu kimseler ise ancar Risale-i Nur Külliyatının Lahikaları müvacehesinde tesbit edilip bertaraf edilir ve Hizmet selamete çıkar.

            “Hattâ İlm-i Mantık’ta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri; yani büyük zâtların delilsiz sözlerini kabul etmektir. Mantıkça yakîn ve kat’iyyeti ifade etmiyor; belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i Mantık’ta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır.[11]” bizler ise hüsn-ü zanna binaen oluşturduğumuz sun’i kahramanlar, abiler, hocalar, falanlar, filanlar.. bunlara bu makamı biz veriyoruz.

Halbuki bu makam vermeyi bizzat Bediüzzaman kökünden kesmektedir. Şu sözüyle “Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[12]” tarikat tarzı olan bu müfritane ali makam vermek yerine herkese değerince kıymet vermek gerekir yoksa fazla hüsn-ü zan vererek büyük sanılan ve zannettirilen kimselerin mesleğimizce geçersiz olan delilsiz sözleri kabul edilir. Risale-i Nura muhalif hareketlerinde vardır bir bildiği denilerek yanlışına ses çıkarılmaz. Bile bile ses çıkartmamakla ihanet aynı şeydir. Çünkü ha cephaneliği senin ihtiyatsızlık ve vazifesizliğinden havaya uçurdun. Ha bu vazifesizlikten düşman geldi havaya uçurdu. Yani hizmetin esasatına taalluk eden meselelerde ihmal ile ihanet aynıdır. Çünkü netice aynıdır. Bizlerin büyük zannedip makam verdiğimiz kimselerin bu sahte ve gerçek olmayan makamı muhafaza için kendini o makamda tutmak için bir çok yalan, iftira gibi şeylere temayül etmesine de sebep olmaktayız.

Risale-i Nurda böyle yazılı; ama falan abi buna diyorki deyip Kitabı değil şahsı esas almaktadır. Bu adamın ne kadar yanlış yaptığı aşikardır. Şahsı esas alıp kitabı arkaya veren “Sofi Meşrep[13]” kimseler Hakikat mesleği içindeki tarikat meşreplilerdir. Bunların hizmetin istikametine verdiği zarar azimdir. Bilerek veya bilmeyerek hizmet yapıyorum diyerek hezimet yapmaktalar.

Başta vermiş olduğum misal ise hizmetin tarzı ya ilmen yakin ya aynelyakin ya hakkalyakin bir surette öğrenmiş olan kimseler hizmette toy, acemi, olmaları kendilerine makam yapmaları veya makam talep etmeleri neticesinde verilen ve kendisini büyük zannettirmek için verilmiş sahte makamlar neticesi olarak kedi iken aslanı boğmaktadır.

Cemaatin elinden Lahikaları alıp Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şuaları verecek olursan cemaatin tarikattan farkı kalmaz. Bizleri tarikattan veya bir hareketi başka hareketten ayıran tarzdır yani usuldür. Nurcuların usulü lahikadır.

Bunun farkında olmayan “Sofi Meşrep[14] kardeşler[15]” hakikat içerisinde tarikatçılık yapmaktalar ve tam manasıyla “bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor.[16]” kendisini bir şey zannedip hizmet diye yaptığı her şey tahriptir geri vitese takıp yola devam ettirmektedir.

Nasıl olur bunu dersin ? derseniz

Elcevap: “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.[17]” fiil aynı aynı şey ama..

İşte böyle yapılan iş aynı ama netice farklı bir hareket var. İleriye değil geriye bir hareket. “Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk’a aittir.[18]” bir kaidemiz var doğru ama sorgulamak gerek biz nerede yanlış yapıyoruz ki Neticeleri ve Muvaffak olmayı Cenab-ı Hak nasip etmiyor? Denilmeli. “Biz, hizmetle mükellefiz” madem bununla dertlenmekle de mükellefiz.“Bu adada (Akdamar) 10 sene kalarak 50 talebe yetiştirsem, o talebelerle İslâmı bütün dünyaya yayıp dünyayı fethedebilirim. [19]” diyen bir üstadın sayısı milyonları aşmış ama 50 talebe keyfiyetine gelememiş bir cemaat haline gelmişiz. İşte hizmetin geri vitesi bunlar.

Allahım bu geri vitesleri bertaf edip dünyaya Risale-i Nur Vasıtasıyla Kur’anın Nurlu sesini çınlattırsın ve Hak Nurunu Yaksın. Nurlanmak için yanmak lazım, hizmetimizle dertlenmek, say u gayret etmek lazım!….  (Şimdilik Sükut!)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Tarihçe-i Hayat ( 7 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[4] Barla Lahikası ( 328 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 58 )

[6] Asa-yı Musa ( 131 )

[7] Münazarat ( 14 )

[8] Münazarat ( 14 )

[9] Şualar ( 547 )

[10] Mesnevi-i Nuriye ( 226 )

[11] Emirdağ Lahikası-1 ( 91 )

[12] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[13] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[14] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[15] Lem’alar ( 167 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 309 )

[17] Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 81 )

[18] Kastamonu Lahikası ( 88 )

[19] Bilinmeyen Taraflarıyla B. Said Nursî, s. 266.

Risâle-i Nur Talebelerinin Şahs-ı Mânevisi!

Hem, “Risâle-i Nur mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor.

Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir… Zâten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı A’zam’dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. [1]

شخص معنوي(Şahs-ı Manevi): Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs. * Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.  * manevi şahıs, manevi kişilik, kurum kuruluş veya şirketin manevi olarak bir vücud olarak düşünülmesi.   Olarak Lugatta ıstılahi manalarla beraber geçmektedir.               

Bu şahs-ı manevi meselesi insana huzur vermektedir. Manen bilmektedir ki bu şirketten kendisine her an gelir var. Nasıl ki insan bir şirketten hisse alıyor kendisine düşen vazifeleri yapmasıyla beraber kendi az ve cüz’i olan vazifesini yapmasıyla büyük olan işletmenin işini yapmasıyla o işletmenin gelirinden hissesini almaktadır.

Düşünelim ki bir mecliste oturmuş sohbet-i ihvan, tilavet-i Kur’an, Münacat-ı Rahman ile meşgul olurken bir kişinin tilavet ettiği Kur’an’ı dinlerken o ses bitamamiha hepimizin kulak kapısından girip dimağına yerleşmektedir. Meclisteki esir maddelerinin iletkenliğiyle bize iletilen bu sesin esirler arasındaki cezb ve celb kanunu vesilesiyle bize iletilmesibir kanundur. Sesin tamamı bize gelmesi ve herkesin işitmesi şahs-ı maneviye numunedir.

Bu tilaveti dinlerken ortamı ışıldatan lambadan herkes istifade etmektedir. Yeterki o mekanda mecliste bulunsun. İstifadesine mani olacak bir şey yoktur. İşte bu lamba misali şirket-i maneviyeye numunedir. O lambaya herkes elinde ayna tutsa ve aynasında herkesin bir lamba görünecek ve aynada görünen suret ise yansıtma aksetme hususiyeti aynanın kalitesi ve ebatına göre değişmektedir.

Burada ortak olan: lamba ve lambadan akseden ışıktır.

Farklı olan şey: Lambanın kalitesi ve ebatıdır.

O halde bizlerin şu anda bağı olmuş olduğu müceddidiyetin son halkası olan Risale-i Nurun meslek-i esası ve asıl sahibi Hz. İmam-ı Ali (r.a) kadar gitmekte ve silsile yoluyla bu Nur Dairesi Hz. Alinin yoludur.

            Bizlerin okumaları, şevkimiz, gayretimiz, cehdimiz ve Daire-i Nuriyedeki istihtamiyetimize göre şirket-i maneviyeden hissemiz artmaktadır.

İbn-i Sina, Farabî, İbn-i Rüşd bu mes’elelerde bütün mevcudatı delil olarak gösterdikleri halde, Risale-i Nur o hakikatları bir zerre ve bir çekirdek lisanıyla isbat ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmî kudretini şimdi onlara göstermek mümkün olsa idi, onlar hemen diz çöküp Risale-i Nur’dan ders alacaklar idi. [2]

“Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi.[3]”

O halde Bir Risale-i Nur Külliyatının Okurları için dairemiz içerisinde sevk u gayretle istihtam olmak için dua etmeliyiz. Zübeyr GÜNDÜZALP ve Tahiri MUTLU Ağabeylerimizle 20 seneye karib hizmet etmiş olan Rüştü TAFRAL Ağabeyimizin naklettiği bir hatırayı burada alakası olması hasebiyle naklediyorum:

Tahiri Ağabey Üstad’ın en yakın talebelerinden ve Üstad “Tahiri evliya bir zattır ama Allah kendisine bunu bildirmesin” demiş öyle mi?

Rüştü Tafral Ağabey: Evet, Üstad bizzat böyle söylemiş. Gerçekten de evliya bir zattı fakat kendisi bilmiyordu. Hatta Üstad kendisine:Tahiri, keramet mi istersin istihdam mı” demiş.

– “Üstadım istihdam isterim” demiş.

Allah onu yönlendiriyor manevi cihetten. İşte Üstad o zaman demiş Tahiri Ağabeyin evliya olduğunu. Hakikaten onunla beraber vefatına kadar geçen 10 seneyi aşkın bir beraberlik sırasında onun gerçekten bir Veli olduğu kanaatine vardım. Tevazu ve ihlası, o kadar üstün derecede yani, bizzat gördük hatta zaman zaman onun o tevazuundan dolayı ağladığımda oldu.

Netice itibariyle şu ilanata kulak verelim: “Gelin, hepimiz bu hevaî ve nefsî arzulardan vazgeçelim; hakaik-i Kur’aniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım; aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip Bedîüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten Nura dönelim. [4]

Ey Rabb-i Rahimim ve Ey Halık-ı Kerimim bizleri daire-i nuriyede istihtam eyle ve Risale-i Nurun en yüksek makam olan sadakat  makamında ahir dem’e dek kaim eyle. Ve sadakat makamına sühuletle vasıl eyle! Amin.. Amin.. Amin.. (Haşiye)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

(Haşiye): Makaleyi okuduktan sonra kanaat belirtmenizi istirham ederim.

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 67 )

[2] Asa-yı Musa ( 247 )

[3] Mektubat ( 23 )

[4] Şualar ( 558 )

Âzâmî Dikkât Kaygan Ve Gevşek Zemin!

Birinci güruhu: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde … şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.” Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ı Melik’e lâyık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi. [1]

Evet, biz nev-i beşer olarak bir çok şey ile alakadarız. Beşeriyet itibariyle hayırla şerle ve bunlarla mezcolmuş olan her mekana girip çıkmakta bu tip kişilerle irtibatımız olmaktadır. Beşeriyet içtimai bir mahluk olarak kainata mühendis değil bir seyirci olarak halk edilmiştir.

Alakadar olduğumuz kimseler ve mekanda hakim olan maneviyat insana da sirayet etmektedir. Mesela necaset dolu bir ortama girsek üzerimize necaset kokusu, hoş kokular olan bir mekana girdi isek üzerimize nezih kokular sirayet edip sinecektir. Bizler de hayatımızın usulünü belirleyerek o surette ilerlemeliyiz. Kaypak, güvenilmez kah orada kah burada kah şurada ne olduğu belli olmayan yerler ve kimselerle beraber olmamalıyız. Çünkü körle yatan şaşı kalkar. Kır atın ya huyundan ya suyundan.. gibi misal çoktur.

“Bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış”[2] Bizler de bu yolda azami dikkat ve azami sadakat ve azami ihlas ile yolumuzda ilerlemeliyiz. Bu yolun kilometre taşlarına uyarıcı levha ve işaretçilerine dikkat etmeliyiz ki yolda istikameti kaybetmeyelim. Yolda selamet ve emniyetle gitmenin şartlarından birisidir bu.

Asrın muvazzafı yol göstericisine tabi olmak onun gösterdiği tarzda ve şekilde hizmet etmek sadakat ve ihlasın şartıdır. Binaenaleyh asrın imamı Bediüzzaman Said Nursi’ye kulak vermeli ve onun tarzında hizmet etmeyi selamet ve emniyet için vazife bilmeliyiz. Sözler, Lem’alar, Şualar, Mektubat, Mesnevi, İşarat-ül i’caz yol olup Lahikalar ise selametle gitmek için dikkat edilmesi gereken işaretçilerdir. Azami dikkat kaygan ve gevşek zemin! İçeri girmiş olan kurtlar gövdeyi kemirerek ağacı kurutmak emelindedir. Bizler ise bu kurtların hal çaresine bakmakla ağacımızı kurtarmalıyız. Üstadımızın tarzından taviz vererek yapılan hizmet hezimete gitmek için atılan bir adımdır. Zahiri muvaffakiyet muvaffakiyet değildir.

Tarzımız tarzındır ey üstadım! Senin tarzın lahikalarındır. Lahikaların baştacımız ve istikamet göstergemizdir. Ey zamanın muvazzafı olan üstadımız!

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Sözler ( 121 )

[2] Sözler ( 319 )

Nur-u Muhammed (Şiir)

Mahluk Değildir Asla
Her şeyin ilk’i ondadır
ve kendisınde münkabızdır
Nur-u Muhammed
Bir çekirdekki
her şeyin mebde’i
cami bir yapısı var
Nur-u Muhammed
İsimde Tılsım
Nurdur Çünkü
Nur Allahtandır
Nur-u Muhammed
Hz. Ahmed-i Muhammed Değil
Bu bir isimdir
Lakin Bu isme mazhardır
Hz. Muhammed (asm)
esma-ül Hüsnası var
lakin onun güzel olmayan ismi yok
mutlak hüsün
mutlak hayırdır Allahım
esmasını kabz’etmiş
ismini koyuş
fıtratı muğlak gibi
Nur-u Muhammedin
tüm esmanın cem’idir
esmaya mazhariyetle anlaşılır
Tüm mesail-i umumi ondadır
o ise; Nur-u Muhammed’dir
Allahım bizleri Nur-u Muhammedi hakikatına mazhar eyle, bizleri esmanın a’zami mertebesine mazhar eyle, daire-i nurdan hissemizi azim eyle! amin amin amin
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org