Etiket arşivi: muharrem ayı

Hicri Yılbaşı başlıyor…

Hicri takvim nedir?

Yarın (20 Ağustos 2020) Hicri Yılbaşı. Hicri takvim, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicret etmesiyle başlamıştır. Bu tarih, miladi 16 Temmuz 622’dir. Ayın yörüngesi üzerinde dönüşüne dayanılarak düzenlendiği için buna “Hicri Kameri” veya “Sene-i Kameriye” gibi adlar verilmiştir. Hicri takvim, Peygamberimizin (sav) vefatından sonra, günlerin hesaplanmasında ortaya çıkan bazı karışıklıklar üzerine düzenlendi.

Hicri takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul eder. Ayın tekrar görünüşüne kadar geçen süreyi bir ay; on iki ay da bir yıl sayılır. Bu takvime göre ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün olarak kabul edilir. Bu sebeple bir ay 29, bir ay da 30 gün olarak kabul edilir. Böylece miladi takvimde bir yıl 365 gün, Kameri’de de 354 gün olarak hesaplanır. Bu yüzden hicri aylar miladi aylardan her yıl on bir gün önce gelir. Bu durum, hicri ayların mevsimlere denk düşmesine sebep olur. Bu yüzdendir ki, hicri takvimin bir ayı olan Ramazan, bazen kış, bazen de yaz mevsimlerine veya diğer mevsimlere rast gelerek, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşır. Otuz altı yıl oruç tutan biri de yılın her ay ve günlerinde oruç tutmuş olur.

Hicri takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1. günüdür. Muharrem ayını, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülâhır, Cemaziyelevvel, Cemaziyelâhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayları takip eder.

Hicri tarih, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Mekke’den Medine’ye hicretiyle başlar. Ancak takvim başlangıcı olarak bu tarih, Hz. Ömer devrinde kabul olunmuştur. Ondan önce arapların belli bir tarihi yoktu. Bazı önemli hadiseleri (Hz. İbrahim’in ateşe atılışı, Fil vakası vb.) tarihe başlangıç olarak gösteriyorlardı.

Hicretten on altı yıl sonra (638), dönemin halifesi Hz. Ömer’in emriyle Medine’de bir meclis toplanarak, tarih meselesine bir çözüm bulunması istendi. Hz. Ali’nin teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile Hz. Muhammed (a.s)’in hicreti, İslâm tarihine başlangıcı ve Muharremin de bu yılın ilk ayı olması kararlaştırıldı. Böyle bir uygulamanın konulmasına sebep olarak şu iki husus gösterilmektedir. Hz. Ömer devrinde ibraz edilen bir borç senedinde ödeme için vâde tarihi olarak gösterilen Şaban ayının, geçen yılın mı yoksa gelecek yılın mı olduğu kestirilememişti. Ayrıca aynı dönemde Basra valisi olan Ebu Musa el-Eş’arî’den gelen bir yazıda; Hilâfet makamından gönderilen kâğıtların hangisi önce hangisi sonra olduğu ve hangisinin hükmüyle hareket edilmesi gerektiğinin bilinmediği cihetle, bu sorunun acilen halledilmesi isteniyordu. Bu nedenlerle Hicret İslam tarihine başlangıç teşkil etmişti.

Hicrî-Kamerî yıl, on iki aydır. İlk ayı olan Muharrem ile birlikte Receb, Zilkade ve Zilhicceye Araplar “eşhur’i hurum” adı verir ve bu aylarda savaştan ve her türlü şiddetten uzak dururlardı.

Hz. Muhammed (s.a.s), bu ayın dokuz, on ve on birinci günleri oruç tutmayı ashabına tavsiye etmişti. Peygamber Efendimiz buyurur ki: “Ramazan orucundan sonra, tutulan oruçların en faziletlisi Allah’a izafet ile şereflendirilen Muharrem ayındaki oruçtur” (Riyazü’s-Sâlihin, II, 504). Diğer hadislerde, Muharrem ayının onuncu gününe rastlayan ve pek çok önemli olayın cereyan ettiği “Aşûra günü’nde tutulan orucun, bir yıl önce işlenen hata ve günahların bağışlanmasına vesile olacağı müjdelenmiştir” (Riyâzü’s-Salihin, II, 509).

Emevilerin ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve hicri 61/milâdi 680 yılı Muharrem ayının onuncu cuma gününde vuku bulan Hz. Hüseyin’in şehadeti meselesinden dolayı Şiilerce o gün matem günü sayılmış ve bu matem daha sonraları geniş çapta ve resmi bir hüviyete bürünmüştür.

Aşura günü denilen Muharrem ayının onuncu gününde, tarihte pek çok önemli olayın meydana geldiği rivayet edilmektedir. Bunlar arasında şu olayları saymak mümkündür:

– Nuh (a.s)’un gemisinin tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturması bu güne rastlar. Bilindiği gibi bu olay, Hz. Nuh’a inananların bir gemi vasıtasıyla kurtulduğu ve inkarcıların da bütünüyle yok olup gittiği bir olay olmuştu.
– Bunun yanında, Hz. Adem’in tevbesi,
– Hz. İbrahim’in ateşten kurtulması ve
– Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a kavuşması bu güne rastlar.
– Öte yandan Muharrem ayının on altıncı günü Kudüs’ün kıble tayin edildiği ve
– On yedinci günde Fil ashabının geldiği gün olduğu nakledilenler arasındadır.

Muharrem ayının Osmanlılar devrinde de ayrı bir yeri vardı. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve “Muharremiye” adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ayrıca yeni sene başı olması hasebiyle bu ayda, devlet erkanı, padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahın “Muharremiye” denilen hediyelerini alırlardı.

Muharrem ayı Osmanlı arşivlerinde “Muharremü’l-Haram” şekliyle geçmekte ve kısaca “mim” rumuzuyla gösterilmektedir. (Mefail Hızlı-Şamil İslam Ansiklopedisinden)

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Muharrem Ayı ve Âşûre gününün düşündürdükleri

Âşûre Günü bizi bekliyor. Muharrem’in onuncu gününe yaklaşmaktayız. 23 Ekim 2015 Cuma günü inşallah 10 Muharrem 1437.Hicrî yılın Âşûre Gününü karşılıyoruz. Âlem-i İslâm için hayır ve bereketler ile İttihad-ı İslâm’ın muştusunu beraberinde getirsin inşaallah…

Bu kutsal Muharrem ayının üstünlüğü, Müslümanlar için önemi ve değeri oldukça dikkate değer bir aydır.

İçinde barındırdığı olaylar ve zamanımıza kadar İslâm Ümmetinin ciğerini dağlayan tarihî olaylara şahitlik etmesi açısından da önem arz etmektedir.

O, Hicri takvimin ilk ayı ve Allah (c.c)’ın Tevbe suresinde bahsetmiş olduğu dört kutsal aydan birisidir. (1)

Şehrullahil-Muharrem” olarak meşhur olan, yani Allah’ın (c.c.) ayı Muharrem diye bilinen Muharrem ayı, İlâhî bereket, bağış ve feyzin, Rabbânî ihsan, cömertlik ve keremin coştuğu, zulüm, vahşet ve dehşetin dünyayı sardığı, mazlûmiyet ve mağduriyetin kol gezdiği bir atmosferde, rahmetin bollaştığı bir aydır.

Bütün zaman ve mekân Allah’a aittir ve Rahmeti de ezelden ebede her yeri kuşatmıştır. Ancak Allah Teâla’nın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.

Âşûre Günü ise Muharrem’in 10. günüdür. Âşure Gününün Allah (c.c.) katında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Bu önemli günde Cenâb-ı Hak peygamberlerine çeşit çeşit nimet ve ikramlarda bulunmuş ve bu günün kudsiyetine değer atfetmiştir. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletli ve sevaptır.

Bugüne Âşûra denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Cenâb-ı Hakk’ın bu günde bol ikramı vardır.

Bu ikramların aşağıdaki hususlardan kaynaklandığı belirtilmektedir:

1.Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşûre Gününde bir mu’cize ihsan etmiş, denizi yararak Firavunun takibinden O’nu ve inananları kurtarmış, düşmanını sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.)’ın gemisi Cûdi Dağının üzerine Âşûre Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.)’ın balığın karnından kurtuluşu Âşûre günü gerçekleşmiştir.
4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşûre günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf (a.s), kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyudan Âşure günü çıkarılmıştır.

  1. Hz. İsa (a.s) o günde dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
    7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
    8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
    9. Hz.Yakub’un (a.s.), hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
    10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)
    11. Ayrıca, Hz. İbrahim’in bugünde ateşten kurtulduğu
    12. Hz.Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’a bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır.

İşte bu kadar anlamlı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saâdet Asrından beri Müslümanlarca hep güzel bir tarzda değerlendirilmiş ve kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet cihetiyle daha çok yoğun mesai harcamışlar, daha müteyakkız ve şuurlu bir hayat geçirmeye, derûnî alemlerini zenginleştirmeye daha çok gayret sarf etmişler, hasenat hanelerini zenginleştirmeyi bir mânevi kazanç olarak görmüşlerdir. Daha çok tefekkür, tezekkür, tövbe/istiğfar, okuma/anlama gibi faaliyetlerini artırmışlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tövbeleri kabul edeceğine dair hadisler ve rivayetler mevcuttur.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.

“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselam da, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)

Tirmizî’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

Âşure Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.” (4)

İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm’ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstahap olmuştur. Ayrıca Yahudiler’e benzememek için Muharrem’in 9,10 ve 11’nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.

Bu mânâdaki bir hadisi İbn-i Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstahap olan, aşure gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonrasıyla oruç tutmaktır.

Bu günler bize bir de Musa (a.s)’ın Firavun’a karşı mücadelesinin hikâyesini hatırlatıyor. (5) Ve yaşanılan zamanın Firavunlarıyla mücadele yollarını anlatıyor.

Yine Allah (c.c) bize Firavun’ın nasıl insanlara zulmettiğini, insanları baskıyla küçük gruplara böldüğünü, insanların yeni doğmuş erkek evlatlarını öldürdüğünü , insanlara nasıl baskı uyguladığını, inanç hakkı tanımadığını, zorbalık ve zulümle tek adam olarak hükmettiğini anlatmaktadır. Her devirde o devrin mütegallibeleri/baskıcı güçleri/güç odakları tarafından Tevhîd ehline uygulanabilecek işkence, zulüm, sürgün, hapis ve entrikaların zındıka komitasıyla işbirliği içinde ve Hamanların desteğiyle yapılacağına işaret edilmektedir.

Milletçe yaşanılan günümüz olaylarının derin bir tefekkürle analizi, içinde bulunduğumuz şartların ağırlığı ve Müslümanların üstlenmeleri ve idrak etmeleri gereken mânevî sorumluluğu bir kez daha yeniden ve derinden hissetmelerinin en ehemmiyetli zaman dilimlerinden birini yaşamaktayız!

Çünkü Firavun o ülkede son derece despot (ululuk taslıyan) ve çok aşırı gidenlerdendi” (6)âyetiyle nice diktatörleri feci ve acı âkibetlerin beklediğini vurgulamaktadır.

Diz çökmeyen ve çöktürülemeyen kahramanlara aynı yaftanın reva görülmesi algı operasyonunun halkalarından biri olarak Milletin nazar-ı dikkatinden kaçmamalıdır.

Süfyanizmin kalıntıları ve O’nun tahribatını/saltanatını koruma çabaları, dış mihrakların desteğiyle çok yönlü bir kumpasın; din, vatan ve milletin parçalanması uğruna sergilenmesi, bu manevî zaman diliminde inşallah akamete uğrayacaktır.

Bu gün dünyanın küstah ve kibirli Firavunları, siyonist mihrakları ve süper zalimleri Musaları yok etmek, yeniden diriliş ve iman hareketinin önünü kesmek, nûrânî muştularını söndürmek için gaddarâne, sinsice ve orantısız bir güç kullanmaktadırlar. Rabbânî kafilelerin, nur kervanının seyr u seferini, firavunvârî taktik ve engeller durduramayacaktır inşallah.

Musa (a.s) İsrail oğullarını Firavun’dan kurtardı. Hak’da sebat edenler de inşaallah Muhammed (s.a.v) Ümmetini ve tüm insanlığı şirkten, sanemperestlikten, izmlerden, küfür ve delâletin dehşetinden, Kapitalizmin sömürü düzeninden, ahlâksızlıktan, ebedî idam ve yokluktan, ihtilaf, cehâlet ve fakirlikten kurtarıp huzura, nura, ilme/ümrana, hakiki medeniyete, ebedî saâdet ve dirilişe kavuşturmak zorundadır.

Firavun’ın saltanatı, tüm güçlerin elinde olduğuna inandığı halde feci bir şekilde son buldu. İnşaallah devrimizin Firavunları, süfyan ve deccal ruhlu karanlık mihrakları da zaman gelecek ki, Müslüman dünyasında akıttıkları kan gölünde ve kustukları küfür deryalarında Muharrem ve âşûre hürmetine, aynı Firavun ve adamlarının denizde boğulduğu gibi boğulacaklardır.

Yeterki bir olalım, kardeş olalım, diri bir Ümmet, kenetlenmiş bir millet olalım..!

 İsmail AKSOY

Dipnotlar:

1-Tevbe: 9/36

2-Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140

3-İbn Mâce, Siyam: 31.

4-Tirmizî, Savm, 47.

5-Kasas: 28/1-6

6-Yunus: 10/83

Hicri Yılbaşı Nedir? (Yeni Yılınız Hayırlı Olsun)

Hicri takvim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesiyle başlamış olmaktadır. Bu tarih, 16 Temmuz 622’dir. Ayın yörüngesi üzerinde dönüşüne dayanılarak düzenlendiği için una (Hicri Kameri” veya “Sene-i Kameriye” gibi adlar verilmiştir. Hicri takvim, Peygamberimizin vefatından sonra, günlerin hesaplanmasında ortaya çıkan bazı karışıklıklar üzerine düzenlendi.

Hicri takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul eder. Ayın tekrar görünüşüne kadar geçen süreyi bir ay; on iki ay da bir yıl sayılır. Bu takvime göre ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün olarak kabul edilir. Bu sebeple bir ay 29, bir ay da 30 gün olarak kabul edilir. Böylece miladi takvimde bir yıl 365 gün, Kameri’de de 354 gün olarak hesaplanır. Bu yüzden hicri aylar miladi aylardan her yıl on bir gün önce gelir. Bu durum, hicri ayların mevsimlere denk düşmesine sebep olur. Bu yüzdendir ki, hicri takvimin bir ayı olan Ramazan, bazen kış, bazen de yaz mevsimlerine veya diğer mevsimlere rast gelerek, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşır. 36 yıl oruç tutan biri de yılın her ay ve günlerinde oruç tutmuş olur.

Hicri takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1. günüdür. Muharrem ayını, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülâhır, Cemaziyelevvel, Cemaziyelâhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayları takip eder.

                                                         *                                          *                                         *

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Sahabiler Hz. Ömer (r.a.) devrinde Müslümanlar için bir takvim tesbit ederken, daha birçok önemli olay arasından Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarihi esas almaları çok büyük bir önem arz etmektedir.

Diğer taraftan Hicret, İslâm inkılâbının bir dönüm noktası olmuştur. Hicrete kadar geçen dönem zulüm ve işkence altında yaşanan eşi görülmemiş bir sabır ve metanet devresidir. Hicret, bu sabır ve metanetin İslâmın kutsal değerlerine olumsuz etkilerden başka birşey getirmeyeceğinin anlaşılması ve Cenab-ı Hakkın izniyle gerçekleşmiştir.. Böylece Hicret basit bir göç hadisesi değil, İslâmı kurtarma taktiği ve onu daha geniş kitlelere yayma idealinden kaynaklanmaktadır.

Gerçekten Hicretle hem Müslümanların hayatları kurtulmuş, hem de şahıslarında İslâmiyet kurtulmuştur. Yeni bir çevrede, yeni bir dostluk ve kardeşlik muhitinde yeni mü’minlerle kısa zamanda güçlenme imkânına kavuşmuştur.

Hicret eden mü’minlere “Muhacirler” ismi verilmiş ve bunların faziletleri ifade edilmiştir. Bu sebeple Hicretin İslâm tarihinde yeri büyüktür. Herkes bu fazilete sahip olma arzusunu içinde taşımıştır.

Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hicretin sadece Mekke’den Medine’ye göç eden mü’minlere bağlı bir fazilet olarak kalmaması, daha sonraki insanların da bundan nasiplenmesi için “Hicret”i önemli bir İslâmî kavram olarak değerlendirmiştir:

“Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan, onları terk eden kimsedir.” (2)

“Hicret, kötülüğü terk etmendir.” (3)

“Gerçek muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (4)

“Gerçek muhacir, Allah’ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir.” (5)

Bir seferinde hicretin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda, Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamın verdiği cevap şu olmuştur:

“Rabbimin hoşlanmadığı şeyleri terk etmendir.” (6)

Görüldüğü gibi Hicret mü’minlerin hayatında sadece belli bir tarih olayı olarak kalmamış, bir irşad kavramı olarak da varlığını devam ettirmiştir. Şu hadis-i şerif bir gerçeği çok daha açık ifade etmektedir:

“Mekke fethinden sonra hicret yoktur, ancak aynı derecede sevap olan cihad ve iyi niyet var. Cihada çağrıldığınız zaman severek koşun.” (7)

Bu sebepledir ki, Sahabiler tarih tesbitinde Hicret üzerinde görüşbirliği içindedirler. Müslümanlar o günden bu güne yılbaşını bu eşsiz olaya dayandırarak gelmişlerdir.

O günden bu güne 1400 yıl geçti. Dalâletten hidâyete, zulmetten nura, şirkten tevhide, günahtan sevaba, sebeplerin karanlık perdelerinden Allah’ın yüce Kudretine hicret edip iltica eden milyarlarca Müslüman muhacir dünyayı şereflendirmiştir.

İslâmın 15. asırda 1 milyarın üzerinde Müslüman aynı davaya gönül vermekte ve hicret kervanı Kıyamete doğru bir çığ gibi akıp gitmektedir.

(1) – Bakara Suresi, 189.
(2) – Buhari, Rikak: 26.
(3) – Müsned. 4:114.
(4) – Ibni Mace, Fiten: 2.
(5) – Ebu Davud. Vitr: 12.
(6) – Müsned. 2: 160, 191.
(7) – Müslim, imaret: 85.

(Kaynak: Sorularlaİslamiyet )

Aşure Günü Neler Oldu? Muharrem Ayı Neden Önemli?

Âşûre Günü bizi  bekliyor. Muharrem’in onuncu gününe yaklaşmaktayız. Âlem-i İslâm için hayır ve bereketler ile  İttihad-ı İslâm’ın muştusunu beraberinde getirsin inşâallah…

Bu kutsal Muharrem ayının üstünlüğü, müslümanlar için önemi ve değeri oldukça dikkate değer bir aydır.

İçinde barındırdığı olaylar ve zamanımıza kadar İslâm Ümmetinin ciğerini dağlayan tarihî olaylara şahitlik yapması açısından da önem arz etmektedir.

O, Hicri takvimin ilk ayı ve Allah (c.c)’ın Tevbe suresinde bahsetmiş olduğu dört kutsal aydan  birisidir. (1)

“Şehrullahil-Muharrem” olarak meşhur olan, yani Allah’ın (c.c.) ayı Muharrem diye bilinen Muharrem ayı, İlâhî bereket, bağış ve feyzin, Rabbânî ihsan, cömertlik ve keremin coştuğu, zulüm, vahşet ve dehşetin dünyayı sardığı, mazlûmiyet ve mağduriyetin kol gezdiği bir atmosferde, rahmetin bollaştığı bir aydır.

Bütün zaman ve mekân Allah’a aittir ve Rahmeti de ezelden ebede her yeri kuşatmıştır. Ancak Allah Teâla’nın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.

Âşûre Günü ise Muharrem’in 10. günüdür. Âşure Gününün Allah (c.c.) katında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Bu önemli günde Cenâb-ı Hak  peygamberlerine  çeşit çeşit   nimet ve ikramlarda bulunmuş ve bu günün kudsiyetine değer atfetmiştir. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletli ve sevaptır.

Bugüne Âşûra denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Cenâb-ı Hakk’ın bu günde bol ikramı vardır.

Bu ikramların aşağıdaki hususlardan kaynaklandığı  belirtilmektedir:

  1. Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşûre Gününde bir mu’cize ihsan etmiş, denizi yararak Firavunun takibinden O’nu ve inananları kurtarmış, düşmanını  sulara gömmüştür.
  2. Hz. Nuh (a.s.)’ın  gemisi Cûdi Dağının üzerine Âşûre Gününde demirlemiştir.
  3. Hz. Yunus (a.s.)’ın  balığın karnından kurtuluşu Âşûre günü gerçekleşmiştir.
  4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşûre günü kabul edilmiştir.
  5. Hz. Yusuf (a.s), kardeşleri tarafından  atılmış olduğu kuyudan Âşure günü   çıkarılmıştır.
  6. Hz. İsa (a.s) o günde  dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
  7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
  8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
  9. Hz.Yakub’un (a.s.),  hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
  10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)
  11. Ayrıca, Hz. İbrahim’in  bugünde ateşten kurtulduğu
  12. Hz.Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’a bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır.

İşte bu kadar anlamlı  ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saâdet Asrından beri Müslümanlarca hep güzel bir tarzda değerlendirilmiş ve kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet cihetiyle daha çok yoğun mesai harcamışlar, daha müteyakkız ve şuurlu bir hayat geçirmeye, derûnî alemlerini zenginleştirmeye daha çok  gayret sarf etmişler, hasenat hanelerini zenginleştirmeyi bir mânevi kazanç olarak görmüşlerdir. Daha çok tefekkür, tezekkür, tövbe/istiğfar, okuma/anlama gibi faaliyetlerini artırmışlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tövbeleri kabul edeceğine dair hadisler ve rivayetler mevcuttur.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi. “Bu ne orucudur?” diye sordu.

Yahudiler, “bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.

Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselam da, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)

Tirmizî’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âşure Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.”(4)

İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm’ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstehap olmuştur. Ayrıca Yahudiler’e benzememek için Muharrem’in 9,10 ve 11’nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.

Bu mânâdaki bir hadisi İbn-i Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonrasıyla oruç tutmaktır.

Bu günler bize bir de Musa (a.s)’ın Firavun’a karşı mücadelesinin hikâyesini hatırlatıyor. (5)  Ve yaşanılan zamanın Firavunlarıyla mücadele yollarını  anlatıyor.

Yine Allah (c.c) bize Firavun’ın nasıl insanlara zulmettiğini, insanları baskıyla küçük gruplara böldüğünü, insanların yeni doğmuş erkek evlatlarını öldürdüğünü , insanlara nasıl baskı uyguladığını, inanç hakkı tanımadığını, zorbalık ve zulümle tek adam olarak hükmettiğini anlatmaktadır. Her devirde o devrin mütegallibeleri/baskıcı güçleri/güç odakları tarafından Tevhîd ehline uygulanabilecek  işkence, zulüm, sürgün, hapis ve entrikaların zındıka komitasıyla işbirliği içinde ve Hamanların desteğiyle  yapılacağına işaret edilmektedir.

“Çünkü Firavun o ülkede  son derece despot (ululuk taslıyan) ve çok aşırı gidenlerdendi”(6) âyetiyle nice diktatörleri  feci ve acı âkibetlerin beklediğini vurgulamaktadır.

Günümüzde de bir çok modern Firavunlar, müsrifler/haddi aşanlar, hak/hukuk tanımayan zalimlerle karşı karşıyayız. Süfyanizmin kalıntıları ve O’nun tahribatını/saltanatını  koruma çabaları, rejim/sistem baskısına dönüşerek  nice mazlumların göz yaşlarını sel haline getirmiştir.

Bu gün dünyanın küstah ve kibirli Firavunları ve süper zalimleri Musaları yok etmek, diriliş ve iman hareketinin önünü kesmek, nûrânî muştularını söndürmek için  gaddarâne ve orantısız bir  güç  kullanmaktadırlar. Rabbânî kafilelerin, nur kervanının seyr u seferini, firavunvârî taktik ve engeller durduramıyacaktır inşallah.

Musa (a.s) İsrail oğullarını Firavun’dan kurtardı. Hak’da sebat edenler de inşâallah Muhammed (s.a.v)  Ümmetini ve tüm insanlığı  şirkten, sanemperestlikten, izmlerden, küfür ve delâletin dehşetinden, Kapitalizmin sömürü düzeninden, ahlâksızlıktan, ebedî idam ve yokluktan, ihtilaf, cehâlet ve fakirlikten kurtarıp huzura, nura, ilme/ümrana, hakiki medeniyete, ebedî saâdet ve dirilişe kavuşturmak zorundadır.

Firavun’ın saltanatı,  tüm güçlerin elinde olduğuna inandığı halde feci bir şekilde son buldu. İnşaallah devrimizin Firavunları, süfyan ve deccal ruhlu  karanlık mihrakları  da  zaman gelecek ki, Müslüman dünyasında akıttıkları kan gölünde ve kustukları küfür deryalarında Muharrem ve âşûre hürmetine, aynı Firavun ve adamlarının denizde boğulduğu gibi boğulacaklardır.

Tıpkı Müslümanları terörist ilân eden bu günkü  siyonist ve terörist İsrail’in yandaşları ve taraftarlarıyla  birlikte mazlum ve masumların “ah”larında boğulacağı gibi.

İsmail Aksoy / www.NurNet.Org

Dipnotlar:
1-Tevbe: 9/36

2-Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140
3-İbn  Mâce, Siyam: 31.
4-Tirmizî, Savm, 47.
5-Kasas: 28/1-6
6-Yunus: 10/83

Aşure Günü Nedir? Aşure Orucu Var mıdır? Aşure’de Yas Tutulur mu?

AŞURE NE DEMEKTİR?

Arapçada “aşere” on, “âşironuncu demektir. Halkımız onuncu gün mânasına gelen “âşir”i, aşure şeklinde telâffuz ederek Muharrem’in onuncu gününe aşure günü ismi vermiş, böylece tarihe de aşure günü olarak geçmiştir.

AŞURE ORUCU VAR MIDIR?

Aşure gününün içinde bulunduğu ayın adı Muharrem‘dir. Bu ay hicri takvimin başı olmakla önem kazanmıştır. Bunun yanında, bazı tarihî olaylara mazhar olmakla da ayrı bir özellik kazanmıştır. Dört haram/muhtereme aylardan biri olarak da eskiden beri bir ayrıcalığa sahiptir. Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asv)’in Ramazan’dan sonra en çok oruç tuttuğu bir ay olarak da bilinir.

Müslim’in rivayetine göre Hz peygamber (a.s.m) “Ramazan ayından sonra oruç için en faziletli ay Muharrem ayıdır.” (Müslim, Sıyam, 202-203) diye buyurmuştur.

Aşure gününün orucu, kendisinden önceki bir yılın günahlarına kefaret olacağına dair rivayetler de vardır.

Aşure ile ilgili bir ayet yoktur. Ancak Tevbe Suresi’nin 36. ayetinde, ayrıcalıklı olarak söz konusu edilen haram/muhterem dört aylardan biri de Muharrem ayıdır.

Şu anda takvimlerimizde iki tarih vardır. İkisi de peygamberlerle alâkalıdır. Biri İsa Aleyhisselâm’ın doğumunu temel kabûl eder, biri de Muhammed Aleyhisselâm’ın hicretini…

İsâ Aleyhisselâm’ın doğumundan başlayan tarihe, “Milâdî Tarih” adı verilmiştir. Âhir zaman Nebîsi (asv)’in hicretini temel kabûl eden tarihe de “Hicrî Tarih” adı verilmiştir. Demek her iki takvim de peygambere dayanmaktadır.

Milâdî takvimde sene, nasıl Ocak ayı ile başlarsa, hicrî takvimde de Muharrem ayı ile başlar; ilk hicret kafilesinin yola çıktığı bu ay, hicrî senenin ilk ayı olarak bilinir.

Muharrem ayının, senenin ilk ayı oluşuna sadece hicret kafilesinin bu ayda harekete geçmesi sebep olmamıştır. Bu ay, ayrıca tarih boyunca fevkalâde hâdiselere menşe’ ve mebde’ olmuştur. Bu hâdiselerle de Muharrem ayı hicrî takvimin birinci ayı olmaya lâyık görülmüştür.

Hele bu ayda bir de aşure günü vardır ki, geçmiş bütün peygamberlerce farklı bir gün olarak kabûl edilmiş, birçok hayırlı ve hattâ hüzünlü hâdiseler bu Muharrem ayının onuncu günü içinde kaderin çizgisine aksetmiştir.

Kaynaklarda geçtiğine göre ise bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunduğu içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:

1. Allah Hz. Musa’ya (a.s.) aşura gününde bir mucize ihsan etmiş denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağı’nın üzerine aşure gününde demirlemiştir.

3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından aşure günü kurtulmuştur.

4. Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesi aşura günü kabul edilmiştir.

5. Hz. Yusuf (as) kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşura günü çıkarılmıştır.

6. Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.

7. Hz. Davud’un (a.s) tevbesi o gün kabul edilmiştir.

8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail (as) doğmuştur.

9. Hz. Yakub’un (a.s.) oğlu Hz.Yusuf (as)’ın hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.

10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur. (bk. Sahih-i Müslim Şerhi 6:140)

AŞURE’NİN İSLAMDA YERİ VAR MIDIR?

Bu yüzdendir ki, hemen bütün İslâm ülkelerinde 10 Muharrem’de çeşitli tahılların bir araya getirilerek yapıldığı aşure tatlısı yapılır, bu tarihî hâdiselerin hatırlanması mânasında sevinçli ve neş’eli günler yaşanır, eş dosta aşure yedirme âdeti devam eder.

Aslında böyle bir tatlı İslâmî bakımdan ne emredilir, ne de nehiy… Yâni, ne yapana yapma denir, ne yapmayana yap… Anlayış ve âdet mes’elesi…

Nûh Aleyhisselâm’ın gemisinden karaya çıktığı günü, geride kalan çeşitli tahılları bir araya getirip de pişirdiği şükür tatlısının hatırlanması mânasında yapılan aşureler, herhalde gönüllerde bir canlanma, çoraklaşan maddî hayatımızda bir tebessüme imkân vermektedir. Kendi gibi, mânası da tatlıdır.

Hz. Peygamber (asv) Medîne`ye geldiği zaman Yahudilerin aşûre günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu; cevap olarak şöyle dediler:

Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrailoğulları`nı Firavun`un zulmünden bugün kurtarmıştır. Musa (a.s.) Allah`a şükür için bugünde oruç tutmuştur. Biz de tutarız dediler. Hz. Peygamber; “Biz Musa`nın sünnetine sizden daha yakınız.” dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu. (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI, 308, 309)

Hz. Âişe`den nakledilen şu hadiste, Allah Resulu (asv)`ın Mekke döneminde de aşûre orucu tuttuğu anlaşılır.

Cahiliye devrinde Kureyş, aşûre gününde oruç tutardı. Hicretten önce Hz. Peygamber (asv) de aşûre orucu tutardı. Medine`ye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti; ashabına da tutmalarını emretti. Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınınca, aşûre günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı.” (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarîh, VI, 307, 308).

İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm`ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstehap olmuştur. Ayrıca Yahudilere benzememek için Muharrem`in 9 ve 10 veya 10 ve 11`nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.

Bu günde, oruçtan başka hayır hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa Peygamberimiz (asv) mü’minin aile efradına aşura gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.

Bir hadiste şöyle buyurular:

Her kim aşura gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.”(et-Tergîb ve’l-Terhİb 2/116)

Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.

AŞURE’DE YAS TUTULUR MU?

Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem’ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ’da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimiz (asv)’in bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay, Hazret-i Hüseyin (ra)’i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.

Şehitler mükâfatını almış, en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah’ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kaderin verdiği hükme boyun eğen her mü’min, bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları, yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar, ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir “yas merasimi” haline dönüştürmek ehlisünnetin itikat ve inancına aykırıdır.

Kaynak: Sorularlaislamiyet.com