Etiket arşivi: mühtedi

Alman Futbolcu Danny Blum Nasıl Müslüman Oldu?

Almanya 2. Futbol Ligi ekiplerinden olan FC Nürnberg’te forma giyen Danny Blum’un Müslüman olduğunu açıklandı.

Almanya’nın en çok satan gazetesi Bild yer verdiği bir haberinde, Belek’te devre arası kampı yapan FC Nürnberg’in formasını giyen 24 yaşındaki oyuncu Danny Blum’un İslam dinini seçtiğini ve bunun içinde Belek’te bulunan Mecekler Camii’nde ibadet ettiğini okurlarına duyurdu.

Alman oyuncunun camide ibadet ederken çekilmiş fotoğraflarına yer veren Bild, Müslüman olan Danny Blum’un “İslam bana güç ve kuvvet veriyor, dua ruhumu rahatlatıyor” dediğini aktardı.

5 VAKİT NAMAZ KILIYOR

Mannheim şehri yakınlarında bulunan Frankenthaler kasabasında doğan orta saha oyuncusu Danny Blum Bild’e, İslam dinine geçişini şu ifadelerle anlattı:

Önceleri futbol dışından oldukça eğlenceli ve bir o kadarda sorumsuz bir yaşamım vardı. Zaman zaman yaşadığım bu hayatın her şey olamayacağını düşünmeye ve sorgulamaya başladım.”

Ardından arkadaş çevremle dini konuşmalar yapmaya başladım. Hem kitaplardan hem de İnternetten din araştırması yaparken İslam dini bana çok enteresan geldi. Araştırdıkça da öğrendiklerim beni bu yola yani İslam’a yaklaştırdı ve böylece Müslüman olmaya karar verdim. Artık hayata hep pozitif bakıyorum.”

Alman oyuncunun 5 vakit namaz kıldığını, helal yiyecekleri tercih ettiğini ve alkolden de uzak durduğunu yazan Bild, Danny Blum’un ibadet etmek isterken kimseye rahatsızlık vermemeye de özen gösterdiğini aktardı.

Takımda kendisine oldukça tolerans gösterildiğini Bild’e anlatan Danny Blum’un, “İslam barışçıl bir din. İnancım kimseyi yapmak istemediği her hangi bir şey için zorlamıyor. Tercihimden sonra bana bu yönde kötü söz söyleyen olmadı. Olsa bile bu beni yolumdan döndürmez. Herkesin kendine göre inancı var” dediği ayrıca kaydedildi.

AİLESİ ÖNCE ŞAŞIRDI SONRA DA “SEN BİLİRSİN” DEDİ

Danny Blum’un, Hristiyan olan ailesine Müslüman olduğunu ilk açıkladığında ailesinin önce büyük bir şaşkınlık yaşadığını ardından da, böyle inanıyorsan inandığını yaşayabilirsin diyerek karşı çıkmadıklarını anlattığı belirtildi.

Sabah

Arjantinli Öğretmen Aquiles Leonardo’dan Türkiye’ye Mektup

İçtenlikle sizleri selamlıyorum.

Bir öğretmen ve aynı zamanda hümanist ve akademisyen birisi olarak felsefe, edebiyat ve tarih alanındaki serüvenimde Risale-i Nur’la,  Nur talebeleri sayesinde tanışmamı onlardan aldığım desteği çok ehemmiyetli görüyorum .

Seneler boyu bazı şüphelerime ve dertlerime cevap niteliğinde beni tatmin edecek devalar aradım. Şu anda devam etmekte olan çok dinlerlerle veya o dinlerin müntesibleriyle muhatap oldum, konuştum. Aslında çocukluğumda katolik olarak yetişmiştim. Ama beni tatmin etmediği için ergenlik döneminde katolik dininden uzaklaştım. Bir kaç sene evvel manevi kızım İslam dinini kabul edince bende de acaba bu din diğer şimdiye kadar bildiğim dinlere nisbeten beni daha da aydınlatır mı diye bir merak içimde tekrar yeşerdi.

Bir kaç ay oldu ki Risale-i Nur ismini manevi kızımın bana hediye ettiği ve neden bahsettiğini bilmediğim Hastalar Risalesi vesilesiyle duydum. Kitabı okudum fakat tam istifade edememiştim. Kızım bana Risale-i Nurların bir kitap külliyatı olduğunu, müellifinin Said Nursi olduğunu söyledi. Risale-i Nurların tercümelerinin tashihi hususunda benden yardım istedi. Ben de İslami bir bilgim olmamasına rağmen  edebi bilgi ve tecrübemle yardım ettim.

Kısa bir süre sonra bir Nur talebesini evimde misafir etmek fırsatı elime geçmişti. Bu kişi İslamın Nurunu meskenime taşımıştı. Genç birisi olmasına rağmen nezaketi, güven ve etkileyiciliği, tevazusu sühuletle mesajını insanlara ulaştırmasına vesile oluyordu. Evimde kaldığı sürede sıkı bir şekilde ve büyük bir şevkle çalışıyordu. Ben ona gerekli yerlerde dil bilgisinde ve metinlerin daha anlaşılır olmasında yardımcı oluyordum. Zamanla o bana Risale-i Nurdan aldığı izahlarla beyanda bulunuyor İslam’ın manevi büyük ilmine benim için kapılar açıyordu.  Bana rehberlik ediyordu, şimdi anlıyorum ki benim dini şüphelerimi izale edip beni tatmin ediyordu. Bu işle meşgul olurken bazen müellifdeki tesir beni kalbimin derinliklerinden etkiliyordu.

Kısa bir süre önce tashih etmek için yeni metinler elime geçti. Şimdi daha fazla bir İslami bilgi ve memuniyetle bunları yapmaya çalışacağım. Bunların yanısısıra metinlerde büyük bir nur ve bir berraklık var. Bana önceden hediye olarak gelen kitapların hemen hepsini okudum. Bunlar Hastalar Risalesi, 33 Pencere, Tabiat Risalesi, Ayet-ül Kübra ve Sözler Kitabı. Bir sonraki ziyaretinizde bunlar hakkında sohbet etmeyi çok arzuluyorum. Ve yeni tercümelerde beraber çalışmaya devam etmeyi İnşaallah bekliyorum. Bu şekilde İslama girmek için hazır olduğumu size bildireceğim. Manevi kızım ve siz kalbimi imanın nuru ile doldurdunuz ve Kuran tefsiri Risale-i Nur sayesinde İslamı en mükemmel ve açık bir şekilde anladım.

Ezcümle, Hastalar risalesi dördüncü ve beşinci devalar menfi olaylar karşısında şekva etmenin hikmetsizliğini ve bunun yerine Allah’ın bize vermiş olduğu hayırlar karşısında şükür ve memnuniyet gösterilmesi gerektinini idrak ettirdi. Said Nursi bunu duygusal bir dil ile değil akılcıl bir dil ile ifade ediyordu. (Bir filozof olmama rağmen şu cümleye çok kıymet veriyorum: “Kalbin çok hikmetli şeyleri vardır ki akıl onlardan bihaberdir.”)

Sözler kitabının birinci sözünde bir şüphemi izale eden bir sual ve cevap var.

Sual: Allah’ın bizden isteği nedir?

Cevap: Üç şeydir: zikir, şükür, tefekkür.

Allah kamil-i mutlak ve kadir-i külli şey olmasıyla birlikte niye herhangi bir şeye ihtiyacı olsun ki? gibi bir sual aklıma geliyordu. Mutlak bir mükemmeliyette eksik bir şey yok ki… bu şüphe beni huzursuz ediyordu.  Fakat aynı kitabı okumaya devam etmekle bu şüphem izale oldu. Ben hayatımda benden kişilik ve ilim noktasında aşağı olan çok kişilere hürmet  ve itaat etmişim. Var olmayı ona borçlu olduğum ve bütün güzel mutlu dakikalarımı bana ihsan eden bir zata karşı onu tanımamak, şükretmemek ve ona itaat etmemek benim için nasıl mümkün olabilir? Şimdi benim için o Zat ALLAH’dır.  Bu vesile ile Risale-i Nur’a ve Risale-i Nur ile benim hayatıma İslam’ı taşıyan kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum.

69 yaşında olmakla birlikte sizlere çok teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda sizin emrinizdeyim. Bir dahaki sefere sizinle buluşmayı bekliyorum. Bu şehrin ve evimin kapıları sizlere her zaman açıktır.

Muhabbetle

Aquiles Leonardo Price Toro

www.NurNet.Org

Latin Amerika’da Müslüman Olan Maria Price’dan Nur’un Talebelerine Bir Mektup…

Kardeşlerim!

Her şeyden evvel besmele ile başlarım. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun. Kalplerinizi iman nuruyla doldursun.

Benim için İslam’ın nuruyla yeniden doğmanın manasını ve bir kaç ay oldu ki Risale-i Nur ile ilm-i imanı temin etmenin kıymetini ifade etmeye çalışacağım.

Dokuz yaşından beri kendimi manevi bir cazibenin içinde hissediyorum. Ben bir katolik okulunda yatılı olarak okuyordum, papazların çok duygulu bir şekilde vaaz etmelerine rağmen öğretmek istediklerini kendilerinin de uygulamadığını gördüm. Farkettim ki katolik dini benim dinim olamazdı. Daha sonraları evangelist, mormon ve protestanlık gibi çok dinlerde dolaştım. Ama hiç birisi ruhumu tatmin etmedi. O zamanlar İslam hakkında tarih derslerinden bildiğim savaş, kavga, cihad ve harb gibi şeylerdi. Ama dini öğretisi hakkında hiç birşey bilmiyordum. Dahası burada, Latin Amerikada Peygamberimizin ismi bile Mahoma olarak biliniyor.

O zamanlarımda rüyalarım başladı. Tekrar tekrar ve devamlı olarak ve rüyamda devamlı bir ihtiyar zat görüyordum. Çocukluktan, yetişkinlikten ihtiyarlığa kadar hayatının safhalarını görüyordum. Yüzünü görmemekle birlikte mükemmel tevazu ve merhamet sahibi olan bu zat bana huzur veriyordu. Diğer bir rüyamda saydam bir deniz ve üzerinde bir kaç gemi görüyordum. Bir geminin üzerinde “sura 14:23” yazılı idi. (sura burada kırbaçlamak manasına geliyor) Ben bu rüyalara ehemmiyet vermemekle birlikte o gemilerin ev ve üzerindeki numaraların onların adresleri olduğunu sanıyordum. Ya da üzerindeki sayı kadar beni kırbaçlayacaklar sanmıştım. Anlam da veremiyordum. Daha sonra bu rüyamı bir müslümana anlattığımda bunun bir ayet numarası olduğunu ve ibrahim suresinin 23 ayeti olan meali “İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: “Selam”dır.” olduğunu söyledi.

Aklımdaki soruları müslüman arkadaşıma soruyordum ama eve geldiğimde rüyalarımda sorularımın cevabını daha mükemmel alıyordum. Rüyaların ehemmiyetinden dolayı bazen çok tedirgin oluyordum ki uyumak bile istemiyordum. Halis bir kalple ve rüyalarımdan sonra aldığım kararla Islam’a girmekle yeniden doğdum. Tabi ki bu süreçte koyun postunda çok kurtlar gördüm. Risale-i Nur’un hakikatını altı ay oluyor yeni öğreniyorum. Çünkü Nur talebeleri hakkında önceden bildiğim ayrı bir mezhep oldukları ve kitaplardan maddi çıkar amacı güttükleri idi. Sonradan Nur talebesi bir kaç kardeşle tanışmak nasib oldu. Sohbetimiz sırasında bana en büyük tavsiyeleri Risale-i Nur’u her gün en az 20 dakika da olsa okumamdı. Bu şekilde hayatının rızay-ı ilahi yolunda değiştiğini göreceksin ve bütün vesveselerden ve şüphelerden kurtulacaksın diyorlardı. Risale-i Nurun bu nurlu talebelerine bu tavsiyelerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Bu sayede benim İslam’a daha da yakınlaşmama ve derinleşmeme vesile oldular. Dahası kemiyete değil keyfiyete ehemmiyet veriyorlardı ki bu da beni etkilemişti.

Daha sonraları ki, bu kitap fuarının olduğu zamanlara rastlıyor, tekrar rüya görmeye başladım. Rüyamda dağlar, yeşil kırlar ve yedi renkli gökkuşağı ile deniz görüyorum. Bir dağda bir zat var ve biz kardeşlerle mütemadiyen o dağda yaşayan zatın yanına çıkıp, fevkalade parlak, ışıl ışıl sayfalar alıyoruz, dönerken kucağımız dolu dönüyoruz, bunları halka dağıtyoruz fakat söyle bir tuhaflık var ki biz dağıtırken sayfalar ekmek ve tatlılara inkilab ediyor. Yine bir rüyada bir zat dağın zirvesinden dağın eteklerine düşüyor fakat düştüğü yer birden gül bahçesi oluyor. Diğer bir rüyamda ise iki grup insan var, herkesin göğsünde sanki bir lamba gibi bir ışık var. Ama gece olduğunda diğer grubun göğsündeki ışık kayboluyor ve onlar bizim gittiğimizin tersine gidiyorlar. Bizim bulunduğumuz grup ise bir yöne sevkediliyor ki orada gökkuşağı, üç tane dağ ve ışıldayan saydam bir deniz var. Bu gurubun göğsündeki nur hiç sönmüyor ama diğer gurupta tam tersi gece olunca göğüslerindeki bütün ışıklar zulumatta kayboluyorlar ve onlar kara bir buluta doğru sevk olunuyorlar. Bu zulümatlı kalabalık içinde tanıdığım kişileri de görüyorum. Rüyalarım bu şekilde devam ediyor ki burada hülasa ediyorum. Risale-i Nur’un irşadıyla rüyalarımın tabirlerini daha iyi anlıyorum ki benim için mühim ikaz nevinden olduğu kanaatindeyim.

Risale-i Nur bana Cenab-ı Hakk’ın azametini, merhametini, şefkatini ve inayetini onun nurlu yoluna irşad etmesiyle isbat etti, gösterdi. Hüzünlü olduğum bir zamanda, otuzüç pencere risalesinden tevafuken açtığım yedinci pencerede “Şimdi ey bedbaht gafil! Şu halde Onu görmek ve tanımak istemezsen; aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul…” diyordu. Diğer bir risale olan küçük sözler kitabında sekizinci sözde “Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer din-i hak olmazsa, dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahluk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran يَا اَللّٰهُve لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُolduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle” diyordu. Bana devamlı muntazır kaldığım ve beni irşad edecek olan dinden cevaplar veriyorlardı, rüyalarımın tabirlerini gösteriyorlardı.

Kardeşlerim her zaman dualarımda Cenab-ı Hakk tercümelerin hitama ermesi hususunda size ihtiyacınız olan güç ve kuvveti ihsan etsin diyorum. Ta ki kalplerine şifa bekleyen çok kişiler var ki bu Nurlar onlara ilaç hükmüne geçecek. Zira biz öyle muazzam bir hazineyi kaldırıyoruz ki bu bizim kuvvetimiz fevkinde, bu hizmeti yüklenme ve yürütmede başka daha kuvvetli eller yardım etse çok memnun olmak lazım. Allah’a tevekkül edin, ta ki Cenab-ı Hak sizi istihdam etsin. Nefsin hastalıkları olan enaniyetin, hodfüruşluğun ve hırsın damına (tuzağına) düşürmesin ki bunlar bütün ihlası ve mahviyeti izale ediyor. Eneden dolayı riya ve kibre kapı açıyor. Cenab-ı Hakk sizi bu hastalığa düşürtmesin, iman ve ihlas ile O’nun rızasını kazanmak nasib etsin.

Ey Risale-i Nur talebeleri! Risalelerin nefsime verdiği deva ve tecrübelerden birisi de çok tefekkür ettiğim ve müstefid olduğum İHLAS VE UHUVVET’tir. Hususan Beşinci Sebepte olan ayet ki وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى Birbirinizle hayır ve takvada yardımlaşın. Diğer bir yerde “Bir zerre ihlaslı amel batmanlarla ihlaslı olmayana müreccahtır.” Ve yine Altıncı Sebep’te Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarîkat! Bu müdhiş maraz-ı ihtilafa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz! وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edebleniniz! buyrulmaktadır. İhlas hakkında yirmibirinci lema bütünüyle büyük ehemmiyete haizdir.

Ben İslam içinde bulunmam kısa bir süreç olmasına rağmen huzurunuzda acizane bu cümleleri söylüyorum. Bunun nedeni bunların benim için ilahi buyruk tarzında idrak etmiş olmam ve beni bu yolda devam etmeye zorlamış olmalarıdır. Samimiyetle söyle inanıyorum ki eğer bir kişi diğer kardeşlerine ya da diğer kişilere karşı halatında ve fiiliyatında sadık ise müttaki ise hakikata olan bu aşk vasıtasıyla nefsin hevesatı hakikatın gereklerine ve hakkın marziyyatına rızay-ı ilahi için boyun eğecektir. Hakkı ve hakikatı karşı tarafta görse bile onu kabul edip memnuniyetle destek olacaktır. Biz bütün gayret ve himmetimizle ihsan-ı ilahi ile bize verilmiş olan bu sorumluluğu kaldırmaya ve iman ve Kuran hizmetinde ihlasla çalışmaya mecburuz.

Size bu şekilde hitab edebilmiş olmakla Allah’a şükrediyorum. Her zaman Nur talebeleri olarak dualarımdasınız.  Allah size rahmet etsin, sizi muhafaza etsin, sizi korusun. Rüyamdaki zatın dediği gibi ki “Güneş benim lambam, yıldızlar mumlarımdır” ben de Allah ömrünüzü ve Kuran ve iman hizmetindeki yüksek gaye ve vazifenizde sayinizi nurlandırsın diye dua ediyorum. 

Hürmet ve sevgilerimle kardeşiniz Maria Price

www.NurNet.Org

Hollandalı Genç Namazını Rektörün Odasında Kıldı

odaAllah’a ne kadar şükretsek azdır ki, her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalnız tahsilsizler değil, entelektüel tabaka da, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi.

Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalnız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülillah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalacaklarını  unutmasınlar. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için bir hadise anlatacağım:

Hollandalı bir gencin eline İngilizce tercüme edilmiş bazı Risale-i Nur eserleri eline geçmiş. Delikanlı o eserleri okuyunca Müslüman olup adını değiştirerek Abdürrahman koymuş.  İslam dininin şartlarını yerine getirmeye karar vererek kendine: “Ben bu kitapların orijinalini, Yani yazıldığı dilin kendisinden okumalıyım” diyerek Türkiye’ye gelmiş. Balıkesir’in Akhisar ilçesinde Rahmetli Şahin Hocanın açtığı Kur’an Kursuna,Türkçeyi ve Kur’anı Kerimi  örenmek için Kur’an  kaydolmuş. Orada iki sene kalarak hem Kur’anı Kerimi  hem de Türkçeyi öğrenmiş.

Bir ara İstanbul’a geldiğinde. Tevafuk o gece Abdürrahmanı bir kardeş bizim evde ki sohbete getirdi. Dersten sonra  Abdurrahman başından geçen bazı hatıralarını anlattıktan sonra bizlere iyi bir ders yaptı, gençleri önüne alarak onlara dedi ki

“Kardeşler! Bakın şu Türkiye gençleri ne kadar vebal altındadır. Benim soyum, dedelerim, annem, babam, arkadaşlarım gayri Müslim. Ben bütün bu engelleri aşarak  hak din olan İslamiyet ile şereflendim. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Müslüman olmam nerede! Türk gençleri, asırlarca İslama bayraktarlık yapan şehit dedelerin torunları, anneleri babaları ve bütün akrabaları Müslüman olduğu halde Müslümanlıktan uzak kalmalarının vebali nerede!”

Bu sözleri dinleyenlerede derin bir vicdan azabı bıraktı Abdurrahman Müslüman olduktan sonra hayatından bazı kesitleri anlattı: “Ben Müslüman olduğum zaman Müslümanlığın en büyük şartı namaz olduğunu öğrendim ve nerede olursam namazımı terk etmemeye karar verdim. O sırada üniversite öğrencisi idim. Okulda bir gün rektörün önüne çıktım ona: Bana bir namaz yeri göstereceksin. Rektör sen buralı değil misin? Evet ama İslam dinini kabul ettim. Peki, şu oda benim odamdır; orada namazını kılabilirsen kıl dedi. O iş halloldu.

Sonra üniversitede kalabalık öğrencilerde abdest alma sıkıntısıyla karşılaştım. Yine rektörün önüne çıktım, rektör bey ben namazdan önce el, yüz, ayak yıkayıp yani “Abdest” almam gibi bir vazife yapmak icap ediyor. Bunun sıkıntısını çekiyorum. Bana yardımcı olabilir misin deyince? Kendi el yüz yıkadığı yerin anahtarını kopyalamam için bana verdi. Anahtarı alıp kopyaladım, o işte halloldu. Fakat kış günlerinde öğle namazıyla ikindi namazı biri diğerine yakın olduğu için okulda sıkışıyordum. Yine rektörün makamına çıktım. Kendisine : Rektör bey namazlarımı daha rahat kılmak için günlük derslerimden 10 dk lık bir izin kağıdı verir misin? Verdi ve rahatladım. Namaz vakti profesörüme kağıdı göstererek, çıkıp namazımı rahat kılıyordum. Sonra Allah’ıma şükür haccımı da yaptım ve hak din olan İslamiyet ten aldığım bir lezzeti tarif edemem.!”Risale-i Nur eserleri beni böyle bir fedakarlığa sevk ederken,  bu vatanda yaşayan Türk gençleri  nasıl Risale-i Nur eserlerden eserlerinden uzak kalabilirler?

Abdülkadir Haktanır

Romanya’da yaşanan bir ihtida hikayesi!

İlan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevdanın hikayesidir Victor’un hayatı.

UNESCO Romanya Temsilcisi Victor Nitelea Romanya’da Kültür merkezi açan Türklerle irtibata geçer. Bunda Osmanlı’ya doğru bir yerden bakmasının ve Türklere karşı sempati duymasının etkisi de vardır. Bir zaman sonra Türk kültürüyle tanışan Nitelea, vakfın faaliyetlerine aktif destek verir. Vakfın Kurban faaliyetlerinde ve iftar proğramlarında hep vakıf üyelerinin yanında bulunur. Victor Nitelea vakıf temsilcilerinin samimiyetinden ve dostluklarından etkilenmiştir.

Romanya’daki Türklerle gönül bağı kuran Victor Nitelea bir zaman sonra kanser olur. İyi ilişkiler kurduğu Türkiyeli Mustafa o ara vefat edince Victor buna çok üzülür. Hastalığı günbegün ilerler. Ziyaretine gelen Türk dostlarına ‘’Mustafa beni çağırıyor bunu hissediyorum” der. Victor geri dönüşü olmayan bir sürece girer. Ayağa kalkamaz. Vücut fonksiyonları devre dışı kalır. Konuşmada dahi sıkıntı yaşar. Sürekli ziyaretine giden Türk kültür vakfının temsilcisi Victor’un geri dönülmez bir sürece girdiğini görünce ona açıkça tebliğde bulunur. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:

‘’Victor, gel İslam ol!”

‘’Ben zaten bir olan Allah’a inanıyorum!”

‘’ Öyle değil! Seni çağırdığını söylediğin Mustafa ile ve bizlerle diğer alemde de birlikte olmak istemez misin?”

‘’Tabi ki sizlerle birlikte olmak isterim!”

‘’Bizimle birlikte olman için, kelime-i şehadet getirerek, İslam dinine girmen gerek, bu şart” der, vakfın temsilcisi.

‘’Peki ne yapmam gerekiyor”

Victor, hiç tereddüt etmeden söylenen kelime-i şehadeti tekrarlar.

‘’Hepsi bu kadar mı?” der Victor.

‘’Hayır, İslam’ın beş şartı vardır. Bunlardan birisini şimdi yerine getirdin. İkincisi oruç tutmaktır. Senin durumun bu şartı yerine getirmeye müsait değil. Dolayısıyla bu şarttan muafsın. Üçüncüsü zekat vermektir. Sen şimdi muhtaç durumdasın. Bu şarttan da muafsın. Dördüncüsü hacca gitmektir. Bu vaziyette bu şartı da yerine getirmen mümkün değil, bundan da muafsın. Beşinci şart namazdır ki bu konuda yapacak bir şey yoktur. Ancak şu anda yatalak vaziyetteyken bunu tam olarak yerine getiremezsin. Fakat namazını gözünle dahi kılabilirsin. Bu durumda sureleri ezberlemen de mümkün gözükmüyor. Şimdi sen şu kağıda yazdıklarımı, namaz vakitlerinde tekrar et inşallah namaz da yerine gelmiş olur. Allah’ın rahmeti boldur.”

Victor’un eline uzatılan kağıtta; ‘’Sübhanallah, elhamdülillah, Allahu Ekber” yazmaktadır.

Türk vakfının temsilcisi orada namazın nasıl, hangi vakitlerde kılınacağını anlatır.

Vakıf başkanı ve arkadaşları Victor ölmeden önce yine ziyaretine gelir. Artık kımıldayamaz ve konuşamaz vaziyettedir Victor. Başucunda dua okuyup kalkarlar. Tam kapıdan çıkarlarken, elindeki kağıdı kaldırır ve ‘’Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber!” der Victor.

Victor birkaç gün sonra Hakk’a yürür. Romanya geleneklerine göre ölen biri bazı değer verdiği eşyalarıyla gömülür. Mezarlıkta vakıf temsilcilerini gören hanımı, Victor’un cebinden kağıdı çıkarır gösterir ve tekrar cebine koyar. Victor öylece gömülür.

Büyük çoğunluğu komünizm döneminde geçen Victor’un hayatı; yeşili yorulmuş yabani otların arasından boy veren kırmızı bir gül olur, ilan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevda olur.

Arif Akpınar

Arifakpinar1@twitter.com

arifhanakpinar@hotmail.com