Etiket arşivi: müsbet hareket

Hollanda’lı Kahraman Gençler!

Büyük dünya ailesinin 2 milyarı okuyor. İrili ufaklı 200 devletin içinde 17 milyonluk Hollanda’nın da üçte biri okumaktadır. Bütün Avrupa’da olduğu gibi Hollanda da bir mânâda kundakta iken çocuklara çeşitli yöntemlerle el konulmaktadır. Tartışılan tarafı var, tartışılmayan tarafı var. Aile hayatı ve ebeveynler ayrı birer konu ve problemlerle dolu. Rehber ve önder mükemmel olmaz ise sonuç hicrandır. Hz. Bediüzzaman “Gayr-ı meşrû tarîk zıdd-ı maksuduna inkılab eder” buyuruyor.1

hollanda yel değirmeniÇalkantılı giden manevî boşluğu çok olan bu gençlik ordusunda, Müslüman gençlerin geleceği için ehemmiyetli murakabe ve çalışmalar ve himmetler vardır ve cârîdir. Küçük aile hayatından tâ Rotterdam İslâm Üniversitesi’ne kadar. Tedbirler zincirinin halkalarıdır. Hollanda diğer bir mânâda göçebeler ülkesi haline gelmiştir. Resmî 450 caminin 160’ı Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait. Diğer camiler ise 57 İslâm ülkesinden gelen Müslümanların inşaa ettiği veya kileselerden camiye intikal. Müslümanlar Hollanda resmî okullarının dışında bu camilerde kendi meslek, meşrep ve inançlarını bir programlar silsilesi içinde anlatmakta ve eğitimi vermektedirler.

Hollanda Eğitim Bakanlığı istatistik kurumuna göre; Hollanda’da toplam nüfus 17 milyon, genç nüfus takriben 5 milyon (nüfusun yüzde 31’i). Öğrenci sayısı 3,5 milyon (nüfusun yüzde 21,9’u) (İlkokuldan üniversite seviyesi dahil toplam öğrenci sayısıdır). Kurban bayramından önce gittiğim Hollanda’da bizim gençleri gördükten sonra ümidim ve şevkim biraz daha arttı. Orada doğmuşlar, oranın vatandaşı olmuşlar, fakat Türkçe’yi arz ettiğim programlar içinde öğrenmişler ve öğrenmektedirler.

Bu gençlerden İlhan Doğan ve Ömer Faruk beylerin organizesi ile üniversite düzeyinde “SEVA” vakfı külliyesinde benden bir seminer istediler ve seminerin akabinde sıra ile sualler sordular. Seminerde “İnsanın mahiyeti ve Batı dünyasında İslâmî inkişafta gençlerin yeri” başlıklı tesbitlerde bulunduk. Katılan bu cengâverlerin, Karamanlı Abdurrahman, Yozgatlı Levent, Karamanlı İsmail, Konyalı Hamza, Iğdırlı Bora, Şahin, İsa, Mustafa, Bekir, Fırat, Muzaffer, Tarık ve isimlerini sayamadığım nice kardeşlerimizin bütün sevdası bu laleler diyarında “İslâmı, Kur’ân’ı ve imanı“ yaymak. Risale-i Nur’un ölçüleri içerisinde…

Bu üniversiteli gençlerin en büyük hedeflerinden bir tanesi zaman seyli içinde Hollanda’nın bütün birimlerinde görev almak. Gidebildikleri yerlere kadar gidecekler ve “Artık burası bizim vatanımız, biz buralarda doğduk ve buralarda başta Müslüman kardeşlerimiz olmak üzere bütün milletlerin gençlerine ve ailelerine İslâm hakikatlerini tebliğ ve takdim edeceğiz” demektedirler. Onları hayranlıkla izledim. Çılgınlık yok, alayiş nümayiş yok. Akl-ı selim içinde hüşyar kalplerle yürümektedirler. Duygulandım, gözlerim yaşardı.

Yine bu gençlerden ve Hollanda doğumlu ve İslâm Diyalog Cemaati’nin sözcüsü Nur Muhammed Başoğlu bize gönderdiği son haberde, bu gençlerin ve Müslüman kardeşlerimizin aktif çalışmalarının yüzlerce semerelerinden bir tanesini aktarmaktadır. “Hollanda’da Amsterdam şehrinde Müslümanların yaşamını kolaylaştırma yolunda atılan adımlara yenisi eklendi. Çoğu üniversite, hastane ve resmî dairelerde açılan ibadethanelere ilâveten Hollanda’nın en büyük lunaparkı kabul edilen Walibi World Parkında mescit açma kararı aldıklarını duyurdular. Walibi World’un yıllık bir milyondan fazla ziyaretçisi bulunuyor. Müstakil bir mescit açılması Hollanda’daki eğlence mekânları için bir ilk. Walibi World resmi sözcüsü sözcüsü Lindy açıklamada bulundu: ‘Dindar ziyaretçilerimizin ibadethane ihtiyacı olduğunu gözlemledik. Yetkililere bir ibadet yeri gösterilmesi için dilekçeler verildi. Müslümanlar için yep yeni bir mescit açtık.’”

Yep yeni bir nesl-i cedid ile karşı karşıyayız, alkışlar onlara…

Dipnot: 1- B.S. Nursî, Lemaat.

04.01.2013

Halil USLU

haliluslu1951@mynet.com

Kaynak: YENİ ASYA

Müsbet Hareket Mektubunun Yazılması

İkinci ziyaretim, ilk ziyaretimden altı ay sonra, 1960 senesinin başlarında oldu. Üstad’ımız bundan 2,5 ay kadar sonra vefat etti.

Bu ziyaretim Emirdağ Lahikası’nın en sonundaki mektubun yazılması anında olmuştu. Bu mektup, Ankara Ulus’ta bulunan Beyrut Palas Oteli’nde yazıldı. İşte o sırada, yazıldığı anda Üstad’ın yanında idim. Mektup şöyle başlar:

Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.

Aziz kardeşlerim!

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değil¬dir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz… (devamını okumak için tıklayınız.)” diye devam eden, oldukça etkili uzunca bir mektuptur.

O zaman Ankara’da askerdim. Yedek subaylığım bitti ve çekilen kuram Manisa’ya çıktı. Ben evliydim. Diyarbakır’da olan evimi de Manisa’ya getirmeye karar vermiştim. Diyarbakır’a giderken önce Üstad’a uğrayayım dedim. Ve doğruca Isparta’ya gittim.

Karlı bir gündü. Bir otele indim. Bir gazetede “Bediüzzaman Ankara da” diye bir haber gördüm. Orada bir terzi vardı, onu buldum beni Üstad’ın evine doğru götürürken, oradan geçmekte olan Tâhirî Ağabey’i gösterdi. Bak “Tâhirî Ağabey geçiyor” dedi.

Tâhirî Ağabey, velayeti büyük bir zattı. Beni görünce “Kardeşim seni gökte ararken yerde bulduk” dedi. “Buyurun ağabey” dedim. Üstad Ankara’dadır. Bir emanet götürecek birini arıyorduk, onu Üstada sen götür” dedi. “Siz emaneti terziye bırakın, ben götürürüm” dedim. Hakikaten bırakmışlar. Emaneti aldım. Emanet, bir bohçaydı; içinde yumuşak bir şeyler vardı. Muhtemelen çamaşır gibi şeylerdi.

O kış günü Isparta’ya gelmişken Hüsrev Ağabey’i de ziyaret edecektim: heyecandan unuttum.

Trenle yalnız gittim Ankara. Kompartımanımda bir polisin beni takip ettiğini fark ettim. Başımda Mehmet Kayalar ağabeyin takkesi vardı. Onun takkesi değişiktir. Sarık vazifesini de görecek şekilde dikilmiştir.

Ankara garında iner inmez doğruca medreseye gittim. Medrese Ulus’ta, Murat Lokantasının üstüydü o zaman. Belki 500 kişi vardı içeride. Kayalar Ağabey kürsüde oturmuş ders okuyordu. Beni görünce şaşırdı. Kalktı, kucakladı. Ben, “Emanet getirdim. Buyurun” dedim. Kayalar Ağabey üç defa öptü, başına götürdü ve Said Özdemir Ağabey’e verdi. O da dolaba koydu. Kayalar ağabey dersten sonra oteline gitti. Biz cemaatle oturduk akşama kadar oradaydık.

Sonra öğrendim ki Üstad Hazretleri Diyarbakır’da bulunan Mehmet Kayalar’a ‘Acilen gel” diye bir telgraf çekmiş. Yani Kayalar Ağabeyi hususi olarak çağırmış Ankara’ya. Bu arada Üstad’ın İstanbul’a gittiğini duyduk. Gitmeden Mehmet Kayalar Ağabeyle biraz görüşmüş, “İstanbul’a gidiyorum, bekle döneceğim” demiş. Biz de Üstadı bekliyorduk.

Gece, saat tahminen 00.30 gibiydi. Beyrut Oteli’nin önünde Üstad’ı bekliyorduk. Etraf tenha idi, pek fazla kimse yoktu. Birden “Üstad geliyor!” dediler. Nereden geldi bilmiyorum; aniden mahşerî bir kalabalık çıktı ortaya. O kalabalığın nereden geldiğini hâlâ çözmüş değilim.

Üstad çok şatafatlı geldi. Hani kortejle, eskortla liderleri karşılıyorlar ya, sanki onun gibi… Üstad’ın arabasının etrafında motosikletler, ışıklı arabalar vardı. Bütün bunlar çok ihtişamlı geldi bana. Ancak birazdan anladık ki bunlar Üstad’ı kontrol ve takip için görevlendirilen emniyet kuvvetleri imiş.

Üstad’ın arabası otelin önünde bir ileri bir geri yaptı hızla, “tak” diye tam önümde durdu. Etraf gazeteci kaynıyordu. Ben hemen arabaya yaslandım. Üstad’ı görmeyi başardım. Hemen şemsiyeler açıldı. O halde bile Üstad’ın elinde Cevşen olduğunu fark ettim. Arabadan inerken kapattı. O patırtının farkında değildi sanki. Said Özdemir, Üstad’ın koluna girdi, otele çıkardılar. Polisler içeri kimseyi sokmuyordu. Said Özdemir beni tanıdığı için polise “bizdendir” diye işaret etti ve beni de içeri aldırdı. İçeri girmesine girdim, ama yine Üstad’ı göremedim.

BU DERS MEHMET’İN DERSİDİR

Sabahleyin, namazdan sonra Kayalar Ağabey ve diğer yakın talebeleri, toplam 13 kişi vardı. Bu 13 kişinin hepsini tanımıyordum. Hatırımda kaldığı kadarıyla Mehmet Kayalar, Zübeyir, Sungur, Said Özdemir Ağabeyler vardı. Onların içinde ben de vardım.

Üstad, ayakları yerde, karyolasının üzerinde oturuyordu. Mehmet Kayalar’ın iskemlesini karşısına çektirdi. Kayalar Ağabeyin dizleri Üstad Hazretleri’nin dizlerine değiyordu. Bizler de yanda sıralanmış oturuyorduk, iki-üç kişi ellerinde kâğıt kalem Üstad ne derse anında yazıp kaydediyordu. Üstad bir ara bize baktı ve “Bu ders Mehmet’in dersidir. Bunda asla enaniyet yoktur” dedi. Üç kere “Bunda asla enaniyet yoktur” diye tekrar etti. Sonra birden, “Bırak kardeşim, cehennemi onlar doldursun!” dedi. Üstad konuştukça oradaki talebeler mütemadiyen yazıyorlardı. Toplantı böyle devam etti. Sonra biz dağıldık.

Bu hâdiseden benim anladığım, Üstad Hazretleri, Mehmet Kayalar’ı cemaate tanıtmak için bu toplantıyı yapmıştı. Yalnız ondan sonra Sungur Ağabey, Kayalar Ağabeyin odasına girdi. “Ağabey elini öpeceğim. Şimdiye kadar seni anlayamamışız. Üstad’ın bu dersinden sonra anladık” dedi.

Üstad Hazretleri, bu hadiseden üç ay kadar sonra Urfa’da vefat etti. Allah onun hizmetinden bizleri ayırmasın, âmin.

İrfan Haspolatlı’nın hatıratıdır….

Ömer Özcan / Ağabeyler Anlatıyor 3

Müsbet Hareket Mizacı

Risale-i Nur’un hizmet metodunda en önemli esaslardan biri olan “müsbet hareket esası”nı uzun zamandır düşünüyorum. Hakiki Nur talebelerinde gördüğümüz çöldeki vahalar gibi serinleten, ferahlatan halet-i ruhiyelerin temelini “müsbet hareket”in oluşturduğunu nurları mütalaamız neticesinde görebiliyoruz. Bazen bin ilaçtan daha fazla tesirli ve onarıcı; “yıkıldım” dediğimiz anda Ağrı dağı gibi, bizi dimdik ayağa kaldırıcı; “buraya kadar, pes” dediğimizde tekrar işe koyulmaya teşvik edici; bir kaç kelime veya bir gülümseme ile manevi vücudumuzda elektrik etkisi yapan bu nurlu halet-i ruhiyelerin temelini araştırdım.

Şener Dilek Ağabey’den:

Bir Nur Talebesinin idrakı ve hali Nurcu olacağı gibi, tab’ı yani mizacı da Nurcu olacak. Mizaç, Nurcu olunca sırr-ı ihlasa vasıl olunur. Risale-i Nurun kudsiyyet manası tab’a nüfuz etmezse, o Risale-i Nuru kendi mizacına uydurur. Fakat mizaca Risale-i Nur müessir olursa o vakit mizacı Risale-i Nurda esir olur. Makam-ı rızaya vusül, mizacını da Risale-i Nur’da eritmekle olur.” tesbitlerini de değerlendirince nurcu mizacın yani müsbet hareketin ne olduğu, nasıl kazanılacağını anlamaya başladım.

Ne demek mizacını nurcu yapmak?

Mizac insanın karakteri, bununla bağlı olarak huyları, eşya ve hadiseleri algılama, değerlendirme bakış açısı demektir. Kimimizde kötümser ve sabırsız bir algılama hakimken, kimimizde daha temkinli ve olumlu algılamalar olabilmekte. İşte Şener Ağabeyden nakledilen not bize mizacımızı nurcu, yani müsbet hareket edici bir seviyeye getirmemizi tavsiye ediyor.

Müsbet hareket: yapıcı, onarıcı, tamir edici fikir, his ve davranışlar içinde olmak; dolayısıyla kırıcı, bozucu, tahrip edici, iğneleyici halet-i ruhiye ve lafızlardan uzak durmak; problemi büyütücü değil, çözümleri üretici şekilde hareket etmek demektir. İsminden de anlaşıldığı gibi bu anlayış bir harekettir, yani uygulamada kendi gösteren bir bakış açısıdır. Manen hidayetin taşıyıcısı olan bir nur talebesinin en dar dairede etrafındaki insanların ve daha geniş dairede içinde bulunduğu cemiyetin problemlerine karşı sunduğu çözümler daima yapıcı, onarıcı, iyiye doğru yol aldırıcı nitelikte olmalıdır.

Neden müsbet hareket?

Bu asırda insanlık ve cemiyete en müessir hizmet ancak müsbet hareket yani “nurcu mizac” ile mümkündür. Çok fazla tahribatın olduğu bu asırda, kalp ve ruhların gerek günahlar gerekse enaniyetli tahakkümlerle ezilip yıprandığı asr-ı hazırda, insanlara “Allah’ın kulu ve yalnız Allah’ın kulu olduklarını” ihsas edebilmek öncelikle Allah’ın Rahmetiyle bağlantılarını onlara buldurmakla mümkündür. Bu yüzden nurların mesleği hadiselere ve kainata “hikmet ve rahmet” penceresinden baktırır. Yani hikmet ile akla kapı açar, kalbe rahmeti fark ettirir ve Halık’ını Rahmet tecellileriyle tanıttırır. İnsan ruhu rahmet ile teneffüs edemezse, nokta-i istinad (dayanma noktası) ve nokta-i istimdadsızlıktan (meded bulma noktası) dünyanın çalkantıları içinde güvenecek sağlam bir dayanak bulamadığı için vahşet-i mutlakada kalır; dünya ve hadiseler insanı tazyik eder, azap verir; giderek insan, ruhuna sıkıntı veren bu kadar çok hadiseyi yorumlayamaz hale gelir; yorumlayamadığı için aklı sebepler arasında dönüp durur, uzun vadede çözüm bulamaz ve üstesinden gelemezse  -Allah muhafaza- içsel dengenin tamamen yitirilmesi derecesine kadar gidebilir. Mutsuzluk, yeis, sıkıntı, bunalım gibi hallere giriftar olur.

İnsanı bu girdapta boğulmaktan kurtarmak için Risale-i Nur “insan”ı ilgilendiren problemlerin tamamında hikmet kapısından rahmeti gösteren çözümler sunar. İnsana Rahim ve Kerim Malik’ini buldurur, kadere teslimin verdiği emniyet ve ferah ile insandaki acizlik ve fakirlik yaralarını tedavi eder. Sebepler arasında dönüp durmak değil, hadiselerin asıl kaynağına yani bizim Rabbimizle olan irtibatımıza, yakınlığımıza nazarımızı çevirir. Yaşadıklarımızı dünya denen geçici okulumuzdaki uygulamalı dersler olarak görmemizi sağlar. O zaman hatalarımız dahi, eğer fark edip ders aldıysak, gelecekteki hatalardan bizi muhafaza ettiği için kıymetli ve eğitici olur; iç yakan pişmanlıklar böylece ferahlatıcı tevbe hallerine ve hayat tecrübelerine dönüşür. Mahiyetimize konulmuş ve muhakkak terbiye etmemiz gereken nefsimiz de bu muhasebelerle yumuşar, kusurunu anlar, dergah-ı İlahi’den af istemekle dehşetli Rablik iddiasından sıyrılır. “Hayat musibetlerle tasaffi eder, terakki eder” sırrı anlaşılır.

 Yaşadığımız hayata farklı pencereden bakabilmenin yolu olayları “müsbet şekilde değerlendirmek”ten geçer.

“Bu hadisede Rabbim neyi fark etmemi kast etmiştir?“ ya da “Rabbimle irtibatımda eksik olan hangi noktaya bu hadise vurgu yapıyor?” soruları ile aklımıza kaderin koyduğu hikmeti buldurmaya çalışmak gerektir. Abes, hikmetsiz hiçbir takdiri olmayan kader programı bize insaniyetimiz için en güzel eğitimi kast eder, bunu da hadiselerle bizi eğitmek suretinde gösterir. Bu bakış açısını öğrenmemiz için nurlar bize her hadisede rahmetin izini, özünü, yüzünü görmeyi öğretir. İnsanın bizzat yaşadığı hayat içinde Rabbisinin muhatabı olduğunu fark etmesi, ne kadar üzücü ve sıkıcı da olsa boş anlamsız şeyler yaşamadığını, tersine ebedi seyahatinde gerekli levazımatı almak için, gerekli idmanları yapmak için hadiseler zincirinden geçirildiğini anlaması Allah’ın rahmetiyle kurduğu en önemli ve daimi bağdır.

Rahmetin izini, özünü en zorlu hadiselerde de görmeyi bizzat Nurların Müellifi Bediüzzaman Hz(RA)’nde görüyoruz. “Konuşan yalnız hakikattir” isimli parçada Bediüzzaman Hz. (RA) yirmisekiz senelik tecrid, tahakküm ve sıkıntı ile geçen ömrünü “ihlası bozmamak” noktasında kaderin adaleti olarak yorumlamış, böylece kadere küsmemiş, her şeyde olduğu gibi bunda da rahmet ile muamele gördüğünü vurgulamıştır.  Üstelik nefsini de hissesiz bırakmamış, iki sünneti terk etmeği en büyük bir kusur addedip,  bilkuvve de olsa ihlası kaybetmek tehlikesine karşı kaderin adil muamelelerine maruz kaldığını ifade etmiştir. En sıkıntılı hallerde de “güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır” hakikatine ayine olmuştur. Kendi hayatına dair yaptığı bu hakikatli tahlil ve rahmeti görebilme talimi ile Üstad Hz. “müsbet hareket eden nur talebesi” kavramını en nihayet mertebesinde bize ders vermiştir. Kendisi hiçbir zaman ümitsizlik, bıkkınlık, hayata küskünlük hallerine düşmediği gibi tersine sıkıcı hallerin artmasıyla daha fazla İlahî Rahmeti fark ettiğini, acz ve dua kapısı ile rahmetten istifade ettiğini lahika mektuplarında ifade etmiş, adeta bizim de muhakkak onunkinden çok daha hafif olan sıkıntılarımıza “Rahmeti görmekle ferahlayın” çözümünü göstermiştir.

Müsbet hareketin ilk temelinde yer alan “rahmet ve hikmet penceresinden hayata bakabilmek” düsturunu yakaladık, inşallah Rabbimiz diğer esasları da fark edip anlamayı lutfetsin.

Hayatı güzel görebilmek duasıyla..

Hayırlı Ramazanlar

Nâbi

www.Nurnet.org

Müsbet Hareket

Müsbet hareket, Risale-i Nur’un ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan irşad metodu. Bu meslek bütün mücedditlerin ortak yoludur. Hepsi, Allah Resulü’nden (a.s.m.) aynı dersi almış ve asırlarının şartlarına göre bu yolda yürümeğe azamî hassasiyet göstermişlerdir. Gazzalîler, Rabbanîler, Geylanîler, Mevlânalar hep bu mukaddes yolun yolcularıdır. Hepsinin ortak gayesi, insanları Hakkın rıza çizgisine çekmek, ebedî saadetlerine vesile olmaktır.

Âlimler peygamberlerin varisleridir” hadis-i şerifine en ileri mânâsıyla mazhar olan bu kutlu zevat içerisinde Bediüzzaman Hazretlerinin hususî bir yeri vardır. Onun bu hususiyeti, asrının dehşetinden ileri gelmektedir.

Rüyada Bir Hitabe” başlıklı yazısında, her asrın mebusları içinde bulunan mübarek bir heyetin kendisine şöyle hitab ettiğini haber verir: “Ey helâket ve felaket asrının adamı, senin de bir reyin var. Fikrini beyan et.

Diğer mücedditlerin mücahedeleri, İlâmı ana istikametinden uzaklaştırmak isteyen ve müminleri ehl-i sünnet itikadından saptırmaya çalışan birtakım gafillere ve bedbahtlara karşı olmuştur. Bediüzzaman’ın asrı ise çok daha farklıdır. Onun zamanında, imanın erkânına ilişilmiş, neden ve niçin yollu sorularla müminlerin kalblerine şüpheler sokulmuş, imanları tehlikeye atılmıştır. Ayrıca, küfür, dalâlet ve sefahat birer şahs-ı manevî halinde ve dünya çapında organize edilmiş olarak imana, İslâma ve ahlâka musallat olmuşlardır.

İşte tarihte misli görülmemiş bu ifsat hareketlerine karşı, tebliğ ve irşad vazifesini manen yüklenen o büyük Üstad, bir yandan şüpheleri giderici ve müminlerin imanlarını taklidden tahkik seviyesine çıkarıcı kıymetli dersler verirken, diğer yandan bu engebeli, dikenli, mayınlı ve uçurumlarla dolu yolda Müslümanların nasıl yürümeleri gerektiğini ders veren lahika mektupları kaleme almıştır.

İşte müsbet hareket, bu ulvî yolculuğun esası ve yürüyüş ritmidir.

Bediüzzaman Hazretleri, kendisini menfi bir harekete sevketmek için yapılan bütün işkencelere, zulümlere, oynanan bütün şeytanî oyunlara sadece acı bir tebüssümle karşılık vermiş. O’na zulmedenler de dahil olmak üzere, bütün bu beşeriyetin imanını kurtarmak için çıktığı o mukaddes yolculuğunu, itidal-i dem ile, sarsılmadan ve adavete girmeden tamamlamıştır.

Bediüzzaman Hazretleri, bütün ömrü boyunca tatbik ettiği tebliğ ve irşad pren­siplerinin bir hülasası mahiyetinde olan ve bir cihette Allah Resulü’nün (a.s.m.) Veda Hutbesi’ni andıran son mektubuna şu cümlelerle başlar:

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı ilâ­hiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır; vazife-i ilâhiyeye karışmamaktır. Biz­ler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Bu cümlelerde müsbet ve menfi hareketlerin en önemlileri nazarımıza sunulmuş durumda.

Rıza-yı İlâhi için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfi.

Hizmet-i imaniyye müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfi.

Allah’a tevekkül müsbet; vazife-i ilahiyyeye karışmak menfi.

Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilaf çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlal et­mek menfi.

Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfi.

Müsbet, kelime mânâsıyla isbat edilmiş demektir. İsbat edilen, ortaya konulan, istifadeye sunulana müsbet denir.

Müsbet imardır, menfi ise tahrip…

(…)

Prof. Dr. Alaaddin Başar

Yazının tamamını okumak için tıklayınız…