Etiket arşivi: Müslümanların Masumiyeti

İslam’ı doğru tanıtacak tepkiye ihtiyacımız var!

Bugünlerin en yaygın sorusu şöyle geliyor bizlere:

Yabancıların Peygamberimiz’e (sas) karşı takındığı saygısızca tavrı protesto etmek için Müslümanların devam eden tepkilerini nasıl buluyorsunuz? Cevabım kesin ve net:

-Ben İslam’ı doğru tanıtan tepkileri tasvip ediyorum. Korku hissi veren menfi tepkileri doğru bulmuyorum.

– İslam’ı doğru tanıtan tepki nasıl olur?

– İslam’ı doğru tanıtan tepkide en azından yakıp yıkmalar, vurup kırmalar asla söz konusu olamaz. Farklı bir terbiye ve saygı örneği hemen dikkati çeker. Sadece düşünceler dile getirilir, İslam hakkındaki yanlış anlaşılan konuların doğrusu dikkatlere verilir. Ama yakıp yıkma, kırıp dökme asla olmaz.

Zaten yakıp yıkan, vurup kıran tepkiler hem Müslüman’a yakışmıyor; hem de Peygamberimiz’in sünnetinde böyle şiddet tepkisi hiç görülmüyor. Yakıp yıkan tepkilerden ancak bu tepkiye zemin hazırlayan İslam karşıtları memnun oluyor. Çünkü istedikleri malzeme bu vurup kırmalarla onlara verilmiş olunuyor. İslam’a sempati duyan çevrelere bu vurup kırmaları örnek göstererek İslam’a duydukları sempatilerini geri almaları mesajı veriliyor.

Aslında böylesi tepkiler fırsat bilinerek Peygamberimiz’in İslam’ı nasıl bir sabır ve saygıyla anlattığı anlatılmalı, tüm dünyaya bu müstesna örnekler duyurulmalıdır. Özellikle müşrik Hakem bin Keysan’ın Müslüman olmasına sebep olan şu tarihi tavrı her fırsatta hatırlamalı, hatırlatmalıyız.

Hakem bin Keysan, Taif’teki çatışmada esir alınarak Medine’ye getirilen Mekkeli bir müşriktir. Aleyhte konuşmalarıyla bilinen bu adama Efendimiz (sas) Hazretleri yumuşak üslubuyla önce İslam’ı etraflıca anlatır, sonra değerlendirmesini bekler. Hakem tebliği dinledikten sonra, ben bundan bir şey anlamadım, şeklinde saygısız sözlerle çıkıp gider.

Bu tavırdan rahatsız olan Hazret-i Ömer:

– Ya Resulallah izin ver de bu saygısız adama haddini bildireyim, der. Ama Efendimiz’in şu önemli uyarısına muhatap olur:

Ya Ömer, bize düşen, insanları düşündürecek kadar bilgi verip vicdan muhasebeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Yoksa hemen haddini bildirmek değil!..

Bir zaman sonra Hakem yine huzura getirilir. Efendimiz yine aydınlatıcı üslubuyla İslam’ı anlatır. Ama Hakem’de bir saygı işareti yine görülmemektedir. Yine saygısız sözleri tekrarlar. Hazret-i Ömer Efendimiz de tepkisini tekrarlar.

-Ya Resulallah izin ver de şu saygısız adama haddini bildireyim! Bunun imana geleceği filan yok!. Aynı tarihi ikaz yine gelir:

Dur ya Ömer! Bize düşen insanları düşündürecek kadar bilgi verip vicdan muhasebeleriyle karar vermelerini sağlamaktır. Yoksa hemen haddini bildirmek değil!.

Aradan zaman geçer. Hakem bin Keysan verilen geniş bilgi ve gösterilen samimi saygıyı vicdan terazisinde tartarak düşünmeye başlar. Sonunda kararını kendi iradesiyle verir, gelip imanını herkesin gözü önünde gürül gürül ilan eder:

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulüh!.

Bu defa Hz. Ömer gelir Efendimiz’in huzuruna:

-Ya Resulallah, haddini bildirmek istediğim Hakem bin Keysan’ı hiç böylesine samimi halde görmemiştim. Mutlak küfürden tam bir imana giriş yaptı..

Efendimiz’in tarihi uyarısı bu defa şöyle olur:

Ya Ömer! İzin verseydim de ona haddini bildirseydin, cehenneme bir adam atmış olurdunuz. Sabrettik, verdiğimiz bilgilerle kendi vicdan muhasebesiyle karar vermesini bekledik, cennete bir adam kazanmış olduk! Bizim meselemiz, cehenneme adam atmak değil, cennete insan kazanmaktır. Bunu hiç unutmamak gerek!..

İşte burada bizim de unutmamamız gereken sorumuz bu olmalıdır.

-Acaba biz de meydanlarda verdiğimiz öfkeli tepkilerimizle cehenneme adam mı iteliyoruz, yoksa cennete insan mı kazanıyoruz? Gösterdiğimiz şiddet tepkilerinin dünyaya verdiği mesajı ne oluyor, düşünmemiz gerekmez mi?

Ahmed Şahin / Zaman

Biz Peygamberimizi (ASM) Yeterince Anlatamadık!

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Afyonkarahisar’ın Sandıklı ilçesinde Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ‘Vaaz ve Hitabeti Geliştirme Semineri’nde yaptığı konuşmada, ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı filme sert tepki gösterdi.

Sandıklı Hüdai Kaplıcası Safran Otel’de, İlçe Kaymakamı Ali Candanve İl Müftüsü Mustafa Kaya tarafından karşılanan Diyanet İşleri BaşkanıMehmet Görmez, bin 500 imam ve müezzinin katıldığı seminerde yaptığı konuşmada, İslam dünyasında tepkilere yol açan ‘Müslümanların Masumiyeti’ filmi ve ardından yaşananlarla ilgili açıklamalarda bulundu.

İLK BÖLÜMDE İRKİLDİM

Görmez, filmi Basın Müşaviri arkadaşının ikazı ile İngiliizce versiyonlu olarak internette izlediğini belirterek şöyle konuştu: “Daha birinci bölümde irkildim. Bayağı, aşağılık bir film.14 dakika izleyebildim.Tamamını izlemek mümkün olmadı. Filmi izlerken iki duygu hasıl oldu. Birincisi içim yandı. Neden yandı. Çünkü biz Resulü Ekremi yeterince anlatamadık.Hatırlayın Veda Hutbesi’nde Resulü Ekrem 100 bin kişiye hitap etti. Biz 120 bin hatta yıl sonuna kadar 130 bin, 150 bin kişi olacağız.Ama anlıyorum ki İslam’ı hala yeterince anlatamıyoruz”

KÜRESEL PROVOKASYON

Küresel ideolojinin İslam’ın tırmanışını kabul etmediğini anlatan Görmez, şunları söyledi: “Acaba Resulü Ekrem aramızda olsaydı bu filme gösterilen tepkileri nasıl karşılardı, duygusunu yaşadım. Bir oyun oynanıyor. Küresel bir provokasyon devam ediyor. Hatırlayın Salman Rüştü’nün o kitabı. Hollanda’da yayınlanan fitne film. Papa’nın o dönemlerdeki tavrı. Kur’an yakılması. Sonra Danimarka’da karikatür krizi bunların tamamına baktığımızda anlıyoruz ki küresel ideoloji İslam’ın tırmanışını kabul etmiyor.”

Görmez: Film, küresel bir provokasyondur!

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Hz. Peygambere hakaret içerdiği gerekçesiyle İslâm dünyasında protesto gösterilerine neden olan “Müslümanların Masumiyeti” filmini ve dün Bingöl’de 8 polisin şehit düştüğü olayları değerlendirdi.

Amerika’da yayınlanan film, küresel bir provokasyondur. Öyle bireysel veya toplumsal değil, küresel bir provokasyondur. Çünkü bir kısır döngüye girildi ve provokasyonların sayısı çoğaldı.” diyen Diyanet İşleri Başkanı Görmez, tarih boyunca İslâm’a yönelik birçok eleştiri olduğunu ancak son dönemlerde bu eleştirilerin aşağılama ve hakaret boyutuna vardığını söyledi. İslâm dünyasında ortaya çıkan tepkilerin sadece bir filme yönelik olmadığının altını çizen Başkan Görmez, şöyle konuştu:

“Salman Rüşdî ile başlayan aşağılamaya varan eleştiriler Fitne filmi, karikatür krizi, Papa’nın Regensburg konuşması, İsviçre’deki minare referandumu, Almanya’da son zamanlarda gündeme gelen sünnet yasağı ve Müslümanların varlığını sadece bir güvenlik meselesi olarak ele alan başörtülü afişler ve son olarak da Amerika’da ortaya çıkan bu bayağı, pespaye film. Bütün bunlara baktığımızda ortak noktaları, bunların hiçbir düşünsel, bilimsel, kültürel, sanatsal değerlerinin olmayışıdır. Filmin, sadece aşağılamak, sadece kutsala saldırmak, sadece tahkir etmek üzere bina edilen bir provokasyon olduğu anlaşılıyor.”

“İslâm bu topraklarda kaldıkça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam edecektir”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, dün Bingöl Karlıova’da meydana gelen terör saldırısı nedeniyle şehit düşen 8 polisle ilgili de şunları söyledi:

“Aslında sözün tükendiği bir zaman diliminde olduğumuzu biliyorum. Artık başsağlığı dilemenin, mesajlar yayınlamanın çok anlamsızlaştığını biliyorum. Ancak bununla birlikte öncelikle bütün şehitlerimizin yakınlarına, ailelerine başsağlığı; milletimize sabır ve metanet diliyorum. Bütün bu olup bitenlere rağmen, bizim millet olarak, hangi düşünceden, hangi inanıştan, hangi ırktan, hangi dilden olursa olsun, milletimizin her ferdinin kardeşlikte ısrar etmesi gerekiyor. Terörün otuz yıldır bir amacı var: Sahip olduğu ideolojiyi toplumsallaştırmak, toplumun fertlerini karşı karşıya getirmek. Ancak hesap etmedikleri bir şey var. Din-i mübin-i İslâm bu topraklarda kaldıkça, bizi birbirimize kardeş kılan ortak değerlerimiz var oldukça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam edecektir. Şehitlerimizin bize bıraktığı en büyük emanet, her birimizin onların bu ideolojisinin toplumsallaşmaması için çaba göstermek, birbirimize daha da yakınlaşmak, kardeşliğimizi daha da pekiştirmek olmalı. Ben tekrar bütün milletimize başsağlığı diliyorum.”

“Kardeşliğimizi pekiştirmek, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak için çaba sarf ediyoruz”

Diyanet İşleri Başkanlığının görev alanlarının yanında toplumsal konularda da duyarlılık gösteren bir kurum olduğuna işaret eden Başkan Görmez, şöyle devam etti:

“Diyanet İşleri Başkanlığının görevi yalnızda camileri yönetmek, sadece cami içinde topluma manevi rehberlik yapmak değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak aynı zamanda kardeşliğimizi pekiştirmek, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak için de bir çabamız, gayretimiz, görevimiz var. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, on dokuz bin arkadaşımızla çalışıyoruz. Onların her birisiyle ben bizzat bir araya geliyorum. Onlarla birlikte bunları değerlendiriyoruz. Hatta birlikte özeleştiri yapıyoruz. ‘Demek ki biz, bizi kardeş kılan değerleri aktarmakta zaaf gösteriyoruz. Demek ki biz görevimizi hakkıyla ifa etmiyoruz.’ diye sürekli özeleştiriler yapıyoruz. Sadece bu tür konuları gündemine alarak çaba göstermek zaman zaman çok fayda vermiyor. Ama görünmeyen çabalarımızın çok daha farklı olduğunu ifade edebilirim.

“Mele projesiyle bilge şahsiyetlerin bilgi ve irfanlarından yararlanmayı hedefliyoruz…”

Mele projesinin, terör hareketinin başlattığı bir proje olmadığına vurgu yapan Başkan Görmez, şunları söyledi:

“Bu proje, bizim tarihimizin, kültürümüzün bir değeri olarak ortaya çıkan; ancak zamanla ötekileştirdiğimiz bilge şahsiyetlerin bilgisinden de istifade etmeyi de amaçladığımız, yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle sınırlı olmayan, Karadeniz ve Marmara’da, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde eserleriyle kendilerini ortaya koymuş bilge şahsiyetlerin bilgilerinden, kültürlerinden, irfanından, tabiri caizse ustalıklarından yararlanmayı hedeflediğimiz bir proje oldu. Şu anda bin kadar arkadaşımız göreve başladı. Bununla birlikte projenin ilk olumlu, müspet sonuçlarını aldığımızı söyleyebilirim. Gayet güzel bir şekilde gidiyor. Şimdi yakında o arkadaşlarımızla bir eğitim yapacağız. Hem onların birikimlerinden faydalanacağız, hem de Diyanet İşleri Başkanlığının birikimini, tecrübesini arkadaşlarımıza, hocalarımıza aktarmaya çalışacağız.”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in açıklamalarından diğer başlıklar şöyle:

“İslâm, hiçbir zaman şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru görmez…”

Libya’da, Mısır’da ve dünyanın farklı bölgelerinde feryat eden insanların yaşadığı 200 yıllık yaralanmış bir bilinç var. Ben insanların sadece bu filme tepki gösterdiklerini zannetmiyorum. Sömürge dönemi var. İşgaller ve işgallerin bıraktığı 30- 40 yıllık yönetimler var. Müslümanlar gösterdikleri tepkiyle aslında şunu söylüyorlar: “Yer altındaki bütün kaynaklarımızı aldınız, götürdünüz. Sizin olsun. Her yerde canımızı aldınız, kanımız aktı. Ama hiç olmazsa bizim kutsallarımıza dokunmayın.” Ancak bu, hiçbir zaman sokağa çıkıp provokatörlerin emellerine alet olmayı, İslâm’ın hiçbir zaman uygun görmediği şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru kılmaz. Zaten bu kısır döngüde beni en çok üzen şey, en büyük zararı İslam’ın görmesi. O film kendi başına kalsaydı dünyada kaç kişi izleyecekti o filmi? Ama o film bütün dünyanın izlediği bir film haline getirildi. Bu film niçin Arapça alt yazı yazılıp, internet erişiminin en düşük olduğu Mısır ve Libya’da piyasaya sürülüyor? Amaç çok açık. Dolayısıyla bütün bunlardan en büyük zararı İslâm görüyor. İslamofobia bundan besleniyor. Onun için tabii ki Müslümanların bu gösterdiği tepkinin sebeplerini tahlil ettiğimizde, gösterilen tepkilerin sadece o filme bir tepki olarak gösterilmediğini ben şahsen biliyorum. Derin bir tarihi birikim, aşağılama, tahkir, iki yüz yıllık yaralı bir bilinç ve kültürel işkenceye varabilecek saldırılar var. Ancak bu film ne kadar bayağı, ne kadar pespaye, ne kadar provokatif olursan olsun bu hiçbir zaman herhangi bir Müslümanın sokağa çıkıp, ilgili veya ilgisiz demeden rastgele insan öldürmesini asla meşru kılmaz.

Tepkiler Hz. Peygamberin hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun olmalı

İslâm dini bize hak aramanın da bir hukuku olduğunu öğretmiştir. Acaba hukukunu savunmak için sokağa çıktığımız peygamber, bizim eylemlerimizin, hareketlerimizin, tavırlarımızın hangilerini beğenir? Hiçbir Müslüman bunun izahını yapabilir mi? Resul-i Ekrem’e hayatı boyunca defalarca saldırılar yapılmıştır ve onun bütün saldırılara verdiği karşılıklar bellidir. Bütün bu provokasyonları boşa çıkarmanın yolu, hikmetten ve adaletten, ahlaktan ve hukuktan ayrılmadan tepkilerimizi dile getirmekten geçer. Peygamberimizin hukukunu korumak her Müslümanın görevidir. Ama O’nun hukukunu korumak, Peygamber ahlakına ters bir şekilde sokağa çıkıp gördüğümüz bütün dükkanları, Batılı ifadelerin bulunduğu bütün iş yerlerini yağmalamak, saldırmak şeklinde olmamalı. Zaten provokasyonun amacı da bu olsa gerektir. Müslümanların göstereceği tepki mutlaka Peygamberin hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun olmalı.

İslâm algımızı yeniden gözden geçirmeliyiz…

Küreselleşme, insanlık tarihinde gerçekten çok büyük bir gelişme. Bu büyük gelişme karşısında insanlık bu duruma uygun bir dil geliştiremedi. Bu duruma uygun bir ortak yaşama kültüründen aciz kaldı. Bu duruma uygun bir düşünce gelişmedi. Böyle olduğu için de ciddi sorunlar çıkmaya başladı. Buna paralel olarak insanlar kimliklerini korumak için dinlerine sarıldılar. Başta İslâm olmak üzere bütün ilahi dinler, evrenseldir. Yani tam da bu durumu dikkate alarak, bütün insanlığa, kâinata, varlığa karşı bize sorumluluk yükleyen inançlarımız var. İslâm’ın Rabbi, bütün âlemlerin Rabbidir, İslâm’ın peygamberi bütün âlemlere rahmettir. Biz Müslümanların İslâm anlayışı, İslâm algısı, İslâm tatbikatı, İslâm’ın evrenselliğine yakışıyor mu? Yakışmıyor. Bizim İslâm algımız ve anlayışımız, İslâm’ı yerelleştiriyor, bölgeselleştiriyor, mevzileştiriyor. Böyle olduğu için, bütün bunların üstesinden gelmekte sıkıntılar yaşıyoruz.

Küresel provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde soyut ve kültürel bir işkenceye dönüşüyor…

Bu tür provokasyonlara karşı iki şey çok önem arz ediyor. İlk olarak bütün İslâmî kurumların ve Müslüman kanaat önderlerinin, Müslüman bilim adamı, fikir ve düşünce insanlarının bu türden provokasyonların devamının geleceğini de dikkate alarak bir araya gelmek suretiyle Müslüman toplumlarda bu tür küresel provokasyonlara karşılık vermenin ortak bilincini, ortak kültürünü oluşturmanın yollarını aramalıdır. Örneğin bunların İslâm dünyasındaki tüm camilerde vaaz konuları içerisinde yer almasını sağlayabilmeliyiz. Uluslararası toplantılar düzenlenerek bir daha böyle bir küresel provokasyon olduğunda Müslümanların tepkilerini nasıl ifade etmeleri gerektiği ile ilgili çok ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Bu küresel provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde soyut ve kültürel bir işkenceye dönüşüyor. Çok farklı bir algı ile bilinçsiz kitleler öfkelerine hâkim olamıyorlar. Elbette kitleler kendi tepkilerini muhakkak vereceklerdir. Ama bu tepkiler nasıl olmalı, her şeyden önce bilinçli olarak bunun çalışmalarını yapmak zorundayız.

Kutsal değerlere hakaret, tüm dünyada suç olarak kabul edilmelidir…

Ama bununla birlikte uluslararası kurumların ve uluslararası camianın da atması gereken adımlar var. Aslında karikatür krizinden itibaren İslam İşbirliği Teşkilatının da bu konuda yoğun bir çabası oldu. Öncelikle bu tür provokasyonların tüm hukuk sistemleri tarafından suç olarak tanımlanması gerekiyor. Bugün dünya üzerinde ırkçılık ve ayrımcılık nasıl suç sayılıyorsa, nasıl nefret suçları diye bir suç çeşidi varsa, bu şekilde kültürlerin ve milletlerin kutsal değerlerini aşağılamak, tahkir etmek, bilimsel, sanatsal, kültürel hiçbir değeri olmayan, sadece provokasyon olan bu tür operasyonlar da aynı şekilde bütün hukuk sistemleri tarafından nefret suçları kapsamına alınmalıdır. Çünkü bu tür küresel provokasyonlar sadece Müslüman kitlelerin sabrını, sadece Müslümanların masumiyetini test etmeye yönelik değil, aynı zamanda batı dünyasında yüreklere yerleştirilen İslamofobiayı da tahriktir. Nitekim bunu Norveç’te gördük yakın zamanda. Breivik diye birisi ortaya çıkıp kendisini Hıristiyanlığın kurtarıcısı olarak lanse ediyor ve 77 masum insanı katledebiliyor. Dolayısıyla bu tür provokasyonlar, sadece Müslümanlara ve İslâm dünyasına zarar vermeyecek aynı zamanda batı dünyasında da ayrımcılığı, İslamofobiayı, ırkçılığı, körükleyecek ve küresel ölçekte bir şiddeti, terörü besleyecektir.

Uluslararası camia bu provokasyonları ifade özgürlüğü olarak değerlendirmemeli, ırkçılık gibi nefret suçu saymalı…

İslâm dünyasında zaten zihinler, bilinçler yaralı. 3 milyon insan ölmüş Irak’ta. Yanı başımızdaki Suriye’de 30-40 bin insan öldü. Afganistan’da, Filistin’de, Arakan’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde zaten açılmış birçok yara var. Bütün bu yaraların her Müslüman bilinçte meydana getirdiği bir zedelenme var. Bunun üzerine bir de tahkir, kutsal değerlere, toplumun canından aziz bildiği peygamberine böyle bir saldırı olduğunda, işte böylesine hiç tasvip edilmeyen, İslâm’a da uygun düşmeyen tepkisel davranışlar ortaya çıkabiliyor. Ancak tekrar ifade ediyorum, bütün bunlar karşı şiddeti, saldırıyı, öfkeye hâkim olmadan yanlış işler yapmayı meşru kılmıyor. İkisini birbirinden ayrı ayrı ve çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Hem o küresel provokasyonu ve artık bunun kültürel bir işkenceye dönüştüğünü, hem de bunun doğu-batı çatışmasını, medeniyetler çatışmasını nasıl körüklediğini; bunun, ifade ve inanç özgürlüğü ile ilgisinin olmadığını çok güzel değerlendirmek lazım. Bir daha bu tür provokasyonlara gelinmemesi için kendi aramızda nasıl ortak bir bilinç geliştirebiliriz, peygamberî ve hikmetli bir tavır nasıl geliştirebiliriz, bunun üzerinde çalışmamız lazım. Aynı zamanda uluslararası camianın da bu tür provokasyonları suç sayacak ve bunun ifade özgürlüğü ile hiç alakası olmadığını ortaya koyacak, bunun bir ırkçılık ve ayrımcılık gibi bir nefret suçu olduğunu ortaya koyacak bir takım kararlar alması gerekiyor.

İslâm düşmanlığı batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmalı…

İslamofobia hakikaten özellikle batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmıyor. Ben bütün batılı ülkelerin İslamofobiayı çok çok ciddiye almaları gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışındaki müşavirliklerimiz aracılığıyla günlük olarak Avrupa’da yaşanan İslamofobik hadiselerin bilgileri bize geliyor. Son aylarda bu sayı öylesine hızlı bir şekilde kabarıyor ki. Mesela Avrupa ülkelerinde son yıllarda çok bayağı bir davranış ve öfkeyi ifade ediş biçimi var. Bir gece biri bir domuz kesiyor ve domuzun kafasını caminin kapısına bırakıyor. Bu, o kadar çok yaygınlaştı ki! Peki bunu neden yapıyor? Çünkü, bunun karşı taraftan nasıl bir soyut işkence olarak algılanacağını biliyor. Tüm bunları sadece dinlerden kaynaklanan bir çatışma olarak yorumlarsak eksik değerlendirmiş oluruz. Bunun siyasi sebepleri var, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri var. Son aylarda Almanya’nın sünnet yasağını telaffuz etmeye başlaması; “Aranıyor!” başlığı altında Müslüman insanların fotoğraflarını da koyarak afişler hazırlamaya kalkışması, Avrupa’da her ülkede ırkçı bir partinin ortaya çıkması, Avrupalı yetkililerin İslamofobik hareket, davranış ve düşünceleri hala hafife almakta olduğunu gösteriyor. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Herkesin bu konu üzerinde ısrarla durması gerekiyor.

İslamofobia, provokatörlerle kavga ederek ortadan kalkmaz…

Biz bu tespitleri yapıyoruz ama daha önemli bir şey var: İslamofobiayı önlemenin yolu, bunu üreten provokatörle kavga etmekten geçmiyor. Çünkü o kavga, hakikaten kirli bir kavga. Bizim Müslüman olarak o kavgayı yapanların seviyesine inmemiz mümkün değil. Çünkü o dil farklı bir dil, bizim bilmediğimiz bir dil, bizim anlamadığımız bir kültür. Hz. Peygamberin Hira’dan inerek Hz. Hatice’ye gelişini bu pespaye filmde ortaya koyan sahneyi gördüğüm zaman gerçekten bunlarla konuşmanın mümkün olmadığını gördüm. Ama biz Müslümanlar olarak iki şey yapabiliriz. Topyekûn Müslümanlar olarak yüreklere yerleştirilmek istenen İslâm korkusunu nasıl izale edebiliriz, bunu düşünmeliyiz. Elbette işin bilgi boyutu da önemli ancak bu hedefi sadece kitaplarla, filmlerle gerçekleştirmek mümkün değildir. Bunun en güzel yolu, bizatihi yaşayarak göstermek. Bu, özellikle gayrimüslimlerle iç içe yaşayan toplumlar için yani batıda yaşayan Müslüman topluluklar için çok daha önemli. O kardeşlerimiz, gayrimüslim komşularıyla daha yakın ilişki içinde olmalı. Biz de onların kendilerini çok daha yüksek bir özgüvenle ifade etmelerine yardımcı olmalıyız.

Medeniyetimiz içerisinde çatışma çıkarmak isteyenlere karşı dikkatli olmalıyız

Bütün bunların haricinde başka bir şey daha yapılıyor. Sadece medeniyetler arası çatışma değil, bir taraftan da medeniyet içi çatışma körükleniyor. Bir Şii-Sünni çatışması ve dinî azınlıklar meselesi çıkarılmak isteniyor. Bizim medeniyet havzamızdaki dinî azınlıklar tarih boyunca İslâm’ın verdiği o ahlak ve hukuk çerçevesinde varlıklarını gayet rahat bir şekilde idame ettirebilmişlerdir. Ama şimdi o emanete de dokunmak için bir takım şeyler yapılıyor. Bu, biraz daha yüksek bir özen ve dikkat gerektiriyor. Bu, artık küresel ideolojinin bir klasiği haline geldi. Bu klasik oyuna artık gelmemek gerekiyor. Biz Müslümanlar bir taraftan kendi kutsal değerlerimize hakaret edilmemesi için her türlü yola başvurmalı bir taraftan da bu tür provokatörlerin provokasyonlarına gelmemek için kendi öfkelerimize ve kitlesel öfkelerimize de hâkim olarak bu kültürel işkenceyi toplumlarımızın üzerinden nasıl hikmetle atmamız ve peygamberî bir tavırla nasıl karşılık vermemiz gerektiği üzerinde çalışmamız lazım.

Diyanet

Peygamberimize Hakaret İçerikli Yayınlara Karşı Duruşumuz?

Peygamber Efendimiz Sav Karşı Yapılan Hakaret İçerikli Yayınlara Karşı Hangi Tavrı Almayılız?

Son günlerde Peygamberimiz Sav hakaret içerikli yayınlar artmaya başlamışken en sonuncusu olan, film krizi hakkında yazarından politikacısına kadar herkes, yaralanan kalbinin ızdırabını bir türlü dile getirdi ve haklı tepkisini gösterdi. Yazılanların hepsi doğru, söylenenlerin hepsi güzeldi.

Ama aynı şeyi sokak nümayişleri için söylemek mümkün değildi. Çünkü iş fikirden eyleme döküldüğünde söz sokağın eline geçiyor ve çoğu zaman, söven kişilerle dövülen kişiler farklı oluyordu. Her ne ise… Olan olmuştu. Hisler galeyana gelmiş, akıl için bir köşede büzülüp beklemeden başka yapılacak bir şey kalmamıştı.

Ben konuya bir başka yönüyle bakmak istiyorum:

O yönetme cevap vermek öncelikle papazlara ve Garbın şarkiyatçı öğretim üyelerine düşerdi. Çünkü onlar Peygamber Efendimizi (asm) çok iyi tanıyorlardı. Onun nurlu meyvelerinden bir kısmını da olsa incelemişlerdi. Gazali’yi çok iyi tanıyorlar, Geylani’ye hayranlık duyuyorlar, Mevlana’yı ciddi seviyorlardı. Bilim alanında bugün ulaştıkları seviyede İslam medeniyetinin Avrupa uzantısı olan Endülüs Emevi Devletinin büyük payı olduğunu inkar edemiyorlardı.

Onlar şunu da hayretle görüyor ve çerçevelerinden özenle saklıyorlardı: İslam dininde Hz İsa’nın (as.) peygamberliğini kabul etmeyen kişi dinden çıkıyor, küfre düşüyordu. Öyleyse bu din semavi olmalıydı. Aksi düşünülemezdi. Kim kendi taraftarlarına rakibini kötüleme yasağı getirebilirdi.

Bütün peygamberler aynı davanın davetçileriydiler ve Müslümanlar o hak elçilerinin hepsine imanla ve hürmetle mükelleftiler. İslam dünyasında Hz İsa’nın (as) karikatürü çizilseydi, buna en büyük tepkiyi İslam alimleri gösterirlerdi. Aynı hassasiyeti Batının din adamları da sergileselerdi, İslam aleminde her gün biraz daha tırmanışa geçen Hristiyan düşmanlığı yönünü değiştirecek, “ateizm düşmanlığına” dönüşecekti.

Bu film neyin nesiydi? Film seneryo edenin inanç alemi nasıl bir görünüm arz ediyordu? Bunu başkaları namına ücretle mi yapmıştı? Yoksa kendi sapık ruhunun bir isteğini mi ortaya koymuştu?

Bana göre olay ideolojik değil ekonomik ağırlıklı olmalıydı. Çünkü dünyanın bu günkü gündeminde ağırlık ekonomideydi.

Bu olayla İslam’ın Avrupa’da her gün biraz da gelişmesine perde çekilmek de istenmiş olabilirdi.

Öte yandan Türkiye’nin Avrupa birliğine girmesini engellemenin hedef alınmış olması da ihtimalden uzak değildi.

Bu ve benzeri tüm art niyetler bizim için karanlık bir dehlizdi

İkinci ihtimale gelince, bu noktada şöyle bir soru hatıra geliyor: Bu adam mutaassıp bir Yahudi mıydı, Hıristiyan mı yoksa dine düşman bir ateist mi? Ben bu ikinciye daha fazla ihtimal veriyorum. Çünkü, Batı aleminde çoğu insanın artık teslise inanmadıklarını, papazların günah affetme hurafelerini gülünç bulduklarını ve bu yüzden ateizmi tercih ettiklerini biliyorum.

Bu adam belki de Peygamber Efendimizin (asm) verdiği bir haberden çok rahatsız olmuştu. Ahir zamanda Müslümanlar, Hristiyanların dindar ruhanileriyle ittifak edip müşterek düşmanları olan dinsizliğe karşı mücadele edeceklerdi. Yoksa bu adam o haber verilen düşmanların safında mıydı?

Bu adam bir uyuşturucu müptelası da olabilirdi. Çünkü yaptığının akılla uyuşur yanı yoktu. İhtimaller çoğaltılabilir.

Şu var ki ben bunları sıralarken bir şeyi unutuyordum: Bu çirkin fiilin, şöyle veya böyle, bir fikir mahsulü olduğunu düşünüyor, ona izah getirmeye çalışıyordum. Halbuki ortada bir fikir yoktu. Bu “peygamber düşmanlığı” bir makale içinde sergilenseydi, o yanlış düşüncelere karşı cevap verilir, iddiaların delillerle çürütülmesi yoluna gidilirdi. Ama ortada fikir değil kin, haset, ahlaksızlık ve inanca hürmetsizlik vardı. Bunlara ise ilmen cevap vermenin anlamı olmazdı. O halde ne yapmak lazımdı? İşte ben bu “lazımı” düşünürken birden içimde garip bir his hakim oldu. Hiç düşünmediğim ve heveslenmediğim halde ” keşke” dedim kendi kendime “iyi bir karikatürist olsaydım ve bu adama bir karikatürle cevap verseydim”. Bu isteğimi şu hayali karikatür takip etti:

“Yan yana dört tane dikdörtgen.

– Birincisinde: İnsan bedeni giymiş bir canavar, güneşe öfkelenmiş, ona karşı var gücüyle bağırıyor, hakaretler yağdırıyor.

– İkincisinde: Öğle vakti başlayan bu bağırtı akşama kadar aralıksız sürüyor.

– Üçüncüsünde; Güneş batmak üzere, o ise öfke ile karışık bir sevinçle iğrenç görevini yine sürdürüyor.

– Dördüncüsünde; Güneş batmış, o ise aksi istikamete doğru neşeyle yürüyor ve kendi kendine şöyle söyleniyor:

“ Batırdım onu!..”

Gerçekte güneş batmış değildi. Kendisine sırt çevirenleri karanlıkla baş başa bırakmış, başka beldeleri aydınlatmaya başlamıştı.

Risale Ajans