Etiket arşivi: Mustafa Ulusoy

İnsan Kendini Sevmeli midir?

İnsan kendini sevmeli midir? Kendini seven insan bencillikten kendini nasıl koruyacaktır? İnsanın kendisini sevmemesi kendinden bir vazgeçiş, başkasına bir yöneliş midir?

Bu sorular önemli. İnsanın başkalarıyla kuracağı ilişkiyi kendiyle kuracağı ilişki belirler çünkü.

İnsan değerli addettiği şeyi sever. İnsanın kendini sevip sevmemesi ve sevgisinin onu sürükleyeceği yol kendine biçtiği değerle ilintilidir. İnsanın kendine biçeceği değer, iki farklı ve birbirine zıt referansa dayalı olabilir. Birinci referans, kendi aklının belirlediği, “kendince”, “arzularına göre şekillenen” ölçütlerdir. Hakikate dayalı bir sabitesi yoktur bu ölçütlerin. Kişinin, “hedeflerime ulaşabiliyorsam, başarılı, zengin, güzel vb. olursam-değerliyim” diye kabulleri mevcuttur.

Kutsalla bağını koparan kişi artık varoluşunu hep kendiyle ilintilendirir. Kendi kendinin sahibi olduğuna inanan, kendi adına yaşayan ve var olan; varlığının amacını, kişiliğini ve hayatını mükemmele ulaştırmak olarak güdümlemiş büyüklenmeci bir insan, zahiren kendini sever görünürken; kendini sevmeyle kendinden nefret etme salınımında savrulur. Çünkü kendine biçtiği değer gelgitlerden kurtulamaz, anlık iniş ve çıkışlara gebedir. Bir gün başarılıdır, kendini sever, takdir eder hayran kalır. Bir gün ise değildir, kendine kızar, hatta nefret eder. Bir gün güçlüdür, kendinden geçer; bir başka gün zayıftır, kendini yerin dibine batırır. Bugün kazanır, yarın kaybeder. Bugün genç ve güzeldir, yarın bir trafik kazasında yüzü yaralanır, aynayı eline bile almaya cesaret edemez. Ya da yolunun üzerinde yaşlılığın alametleri belirir günbegün. Her gün biri siyah biri beyaz iki fare hayatını kemirmektedir.

Kutsal bir referansa dayanmayan bu sözde kendini sevme biçiminde gene sözde bir değer biçer insan kendine. Narsisistik doyumlarla oyalanır durur. Heva ve hevesin peşinde harcar hayatını. Kusursuzluğa, muhteşem olmaya, tanınmaya, ilgi gören olmanın peşindedir. Kendini yüceltmek, büyüklenmeci bir tutumun içine girmek zorundadır. Çünkü işin aslında kendini sevmek de yetmez ona. Başkalarının sevgisine bağımlıdır. Ne kadar yüce olursa o kadar sevileceğini sanır. Hem yüceliğine inanır hem kendinden aşağı gördüğü varlıklara ve insanlardan sevgi ve ilgi dilenciliği yapar, zillete düşer. Sürekli kendini başkalarıyla kıyaslayarak varlığının değerini ölçüp biçer. Hep başkalarının üstüne çıkmayı arzular. Bu ancak “olmayla” değil “görünmeyle” mümkündür. Hep iyi ve mükemmel görünme tutkusu insanın kimyasını bozar, onu kendine yabancılaştırır. Çünkü olduğuyla göründüğü arasında dağlar vardır. Kutsalla bağını koparan insan ne kadar kibirlenirse kibirlensin, kendini ne kadar üstün ve değerli görürse görsün, kendini ne kadar sevdiğinden dem vurursa vursun, sarkaç eninde sonunda bir nihilizm noktasında durur. Hayatın yükünü ve tekâlifini kaldıramayan insanın eninde sonunda kendiyle arası bozulur. Artık kendi ve her şey bir hiçe dönüşür. Kendine ve her şeye bir kızgınlık duyar.

İkinci değer arayışı Mutlak Varlık kaynaklıdır. İnsan Mutlak Varlığı referans aldığında artık kendisi aradan çıkar. Kendini “her şeyi sanatla yaratan bir Yaratıcının” yarattığı ve onun rahmet ve keremine mazhar olan sonsuz değerli bir varlık olarak addeder. Bu bakış açısıyla kendindeki Mutlak Varlığın sanatlı nakışlarını da idrak eder. Kendiyle Mutlak Varlık arasında bir intisap, bir bağ kurmuş olur. Kendinin kıymeti O’nun sanatı ve O’nun isimlerinin tecellisini gösteren bir ayna olması cihetiyledir.

Artık, sevdiği kendisi olmaktan da çıkar. İnsan kendinde tecelli eden isim ve sıfatları seviyordur. Çünkü Mutlak Varlık’tan bağımsız değil, O’na aittir. Kendiyle kurduğu ilişki Yaratıcı’yla kurduğu intisap ve bağlılık itibarıyladır. İnsanın hakikati de bu değil midir? O olmaksızın insan denilen varlığın ne önemi kalır ki? Yiyen içen sonra da ölüp hiçliğin içinde yok olup gidecek bir varlığın ehemmiyeti nedir ki?

Kutsal bir referansa dayalı kendimizle kurduğumuz ilişki bizi hem zillete düşmekten hem de kibirden kurtarır. Sadece biz değil, her varlık Mutlak Varlık tarafından yaratılmıştır. Yaratılmışlık açısından onlarla bizim aramızda tam bir eşitlik söz konusudur. Her varlık kendi kabiliyeti nispetinde O’nun sonsuz isimlerini gösteren bir ayna, O’na hizmet edenlerdir. İnsan bu açıdan daha kabiliyetlidir ve diğer varlıklarla yaratılmışlık noktasında eşit, ancak O’na hizmet açısından üstün bir konumdadır.

Artık kendi değerini belirlemek için başkalarıyla kıyaslamasına da gerek yoktur. Çünkü referans noktası başkaları değil, Mutlak Varlık’tır. Yine bu bakış açısında insanın kendini sevmesi büyük iniş çıkışlara gebe değildir. Mutlak Varlık’la kurduğu ilişki dışındaki hiçbir şey onun değerini elinden alamaz. Yaşlanmak bile O’nun sanatının üzerinde tezahür edişidir. Ölüm bile O’nun yarattığı sonsuzluğa açılan bir kapıdır.

MUSTAFA ULUSOY/PSİKİYATRİST

Sınırsız Şartlara Bağlı Mutluluklar

Mutsuzluk ve hayatından memnuniyetsizlik, insanın temel sorunu. Bu temel sorun ona dışarıdan dayatılmıyor. İnsanlar bu gezegen üzerindeki varlıklarını, gezegenle birlikte yaptıkları yolculuğun anlamsızlığını bir takım sınırsız şartlara bağlıyorlar. Kendi yaşamları için olmazsa olmaz kurallar koyuyorlar. Olmazsa olmaz şeklinde getirilen beklentiler, istekler, arzular, hedefler kişilerde düş kırıklıkları yaşanmasına yol açıyor. Bu da hayatın yaşanmaya değmez olduğu fikrini uyandırıyor.

Sabah yatağından kalkan bir insanın o günkü hava şartları ile ilgili “Mutlu olmak için ılık bir hava olmalı. Gökyüzü açık olmalı, hava ne soğuk ne sıcak olmamalı, yollar karlarla kaplı olmamalı”şeklinde bir kuralı varsa, yağmurlu bir günde bu kişinin yaşamını düşünün. Aklından geçireceği ilk düşünce “Ne berbat bir gün” olacaktır. Sabahtan akşama kadar bu yağmurlu ve kapalı hava için yüzlerce kez söyleyeceği ‘berbat’ sözcüğü onun o günkü hayatının psikolojisini belirleyecektir.

Yaşadığı gün için berbat yakıştırmasını kullanan bir kişinin, kendi içsel dünyasında berbat bir gün yaşaması da oldukça muhtemeldir. Peki ‘berbat’ yakıştırmasının arkasındaki temel yanılgı nedir?

Kanaatimce, bu yanılgı, insanın iradesine bırakılmamış olayları kendi iradesi ile oluyormuş gibi düşünmesidir.

Oysa insan aklı kainatın işleyişinde mühendis kılınmamıştır. Mutlu ve memnun bir gün yaşamayı yağmursuz bir hava şartına bağlayan kişi, farkında olmadan da yapsa, yağmurun yağıp yağmamasının onun istek ve arzularına göre ayarlanmasını talep etmektedir.

İnsanın buna hakkı yoktur. Çünkü her ferdin keyfine göre hareket edilirse dünyanın nizam ve intizamı fesada gider. Bir ferdin istek ve arzularının hilafına, kainatın idare edilmesi için, kainatta binlerce hikmetin gözetilmesi icap eder. Cenab-ı Hak her an bu hikmetlere göre kainatı idare eder; yoksa, bir ferdin istek ve arzusuna göre değil.

İnsan, yaşamını ‘olmazsa olmaz’lar üzerine kuramaz. Buna hakkı yoktur. Kendisine sunulan ve iradesine bağlanmamış olayları, durumları tenkit etmeden, mevcut nizam ve intizama uyabilir. Çünkü yaratılan her şey sonsuz hikmetle yaratılmaktadır; insanın cüz’i aklına göre değil.

İkinci yanılsama ise ‘olmazsa olmaz’ denilen her şeye bir mutlakiyet verilmesidir. Aşık olduğu insana “Sensiz yaşayamam” diyen bir insan, şu gezegendeki varlığını kendisi gibi aciz ve fani bir başka insana bağlamış olur. Bu, büyük riskler taşıyan çok ağır bir yatırımdır. Oysa olmazsa olmaz denilen her şey geçici ve fanidir. Her şeye hayat ve ölüm verilmektedir. Yani, her bir şey, belli bir noktadan sonra zaten bu dünyadan göçüp gitmektedir. Dünya içindeki hiçbir şey, bu yüzden, olmazsa olmaz demeye layık değildir. Onların dayanak noktaları da kendileri değildir.

Olmazsa hiçbir şeyin olmayacağı, varlığı başka bir varlığa bağlı olmayan tek bir varlık vardır. O da, bütün kainatı yaratan bir Yaratıcıdır. Bizim ve tüm kainatın varlığı O’nun varlığına bağlıdır. Sonsuz ihtiyaçların giderilmesi O’nun irade, kudret ve hikmetine bağlıdır. O’nun kudreti olmaz ise, hiçbir şey olmaz. 

‘Olmazsa olmaz ‘ın alternatifi hiçbir istek ve arzu duymamak, bir şeyler hedeflememek, çalışmamak değildir. Kişi havanın açık ve güneşli olmasını talep edebilir. Veya yağmura ihtiyacı vardır, yağmurun yağmasını ister. Mesele, bu talebi olmazsa olmaz sınırına getirip getirmeme noktasında düğümlenmektedir. İnsan Rabbinden her şeyi isteyebilir. O’na dua eder, hatta istekleri için yalvarır. Fiili olarak durmadan çalışır. Ama neticeyi Rabbinin bir iradesi ve hikmeti olarak görür. Her şeyi, her hali nimet olarak görür. Olmazsa olmaz olan O’dur. Onsuz yapamayacağımız şey, O’nun rahmetidir. O’nun rahmetide her an vardır ve ebedî olarak da var olacaktır. O zaman, insan için her şey vardır.

Mustafa Ulusoy / Zafer Dergisi