Etiket arşivi: mutluluk

Mutlu Olmak İçin Daha Ne Lazım Ki?

Daha birkaç yıl önce evlenen kızının sızlanmaları son günlerde iyiden iyiye artmıştı. Görünürde bir sıkıntıları yoktu halbuki. Kocasının iyi bir işi vardı. Evini, ailesini ihmal etmezdi. Biraz huysuzluğu vardı ama olurdu o kadar. Kızı da yıllardır hayal ettiği mesleği yapıyordu. Sağlıkları, sıhhatleri yerindeydi. Birkaç kez torun beklediğini çıtlatacak olmuştu, ama daha zamanı değil deyip susturmuşlardı. Anlayacağınız her şey istedikleri gibiydi. O zaman neden her geldiklerinde suratları bir karış oluyordu bu çocukların… Geçenlerde kardeşine “Çok mutsuzum” demiş. Sebep? İstedikleri eve paraları yetmiyormuş, daha çok çalışmaları gerekiyormuş. Tanıdık geldi değil mi bu hikaye? Pek çok anne baba son zamanlarda sıkça karşılaşıyor böylesi durumlarla.

TEK GAYEMİZ MUTLULUK OLUNCA

Geçenlerde bir televizyon dizisinde birbirini seven bir adam ve kadın evlilik konusunda konuşuyorlardı. Adam “Ama ben seni mutsuz ederim” dedi. Kadın hiç oralı olmadı, “Ben seninle mutsuz olmaya da razıyım” diye cevapladı sevdiği adamı. Doğrusu hiç de alışık olmadığımız türden bir diyalogtu bu. Çünkü artık bütün evlilikler, birliktelikler, aile ve arkadaşlık ilişkileri ‘mutluluk’ şartıyla kuruluyor. Tersi olduğu anda ipler kopuveriyor. Mutsuz olmayı bile göze alarak, birini yaşatabileceği sıkıntılara, zorluklara rağmen sevebilmek dünyanın en zor işi. “Mutsuzluk korkusu, bu kuşağın hastalıklardan biri. Reklamlar, diziler, filmler, çevremizde öyle bir mutluluk balonu şişirdi ki, uçup gidişini hayranlıkla izlediğimiz bu balon, bir türlü binemediğimiz, umutla beklediğimiz bir hasrete dönüştü. İdealize ettikçe şişen talepler, çekingenliği de büyüttü. Mutluluk beklentisini abarttıkça mutsuz olduk.” diyor Can Dündar bir yazısında. Haklı da…

Bu dünyanın büyük bir imtihan salonu olduğunu çok sık unutmaya başladık. En ufak bir kedere, en küçük bir sıkıntıya tahammülümüz yok. Sabrı, tevekkülü aklımızın ucundan geçirmiyoruz. Hastalandığımızda dünya başımıza yıkılıyor, işten atılıyoruz; acep nedendir diye sormayıp suçlu arıyoruz. Ailemizde bir sıkıntı baş gösteriyor, “Bu imtihanın hikmeti nedir?” diye düşünmek yerine “Eyvah mutluluğumuz alt üst oldu” diye karalar bağlıyoruz.

“MUTSUZ” OLMAKTAN AKLIMIZ ÇIKIYOR

Başına bir musibet gelen pek çok kişinin ilk söylediği söz artık “Neden ben?” oluyor. “Mutsuz” olmaktan aklımız çıkıyor. Ömrümüzün her anını güllük gülistanlık geçirmek istiyoruz. Hiç üzülmeyelim, gözyaşı dökmeyelim, gülelim, eğlenelim. İyi hoş da o zaman imtihan sırrı nerede kalacak? Izdıraptan, sıkıntılardan arınmış bir hayat süreceksek neden cennette değiliz de dünyada sürdürüyoruz fani ömrümüzü? Böyle düşünmemizin en temel sebebi dünya hayatına bakışımızın değişmesi. Bizden önceki kuşaklar ‘dünya imtihanı’nın daha çok bilincindeydi. Bu yüzden onlar savaşları, yokluğu, yoksulluğu büyük bir tevekkülle karşıladılar. Her durumda kulluk bilinciyle davranıp şükürden geri durmadılar. Dünya hayatında sevinçler kadar acıların, ızdırapların da olacağı bilgisine sahip olduklarından “mutlu olmak” onlar için hiçbir zaman hayatın tek ve biricik hedefi olmadı. Allah’ın razı olduğu bir kul olmak bizden önceki nesiller için çok daha hayati bir meseleydi.

Bizler ise ne yazık ki yaşadıklarımıza “tevekkül” penceresinden bakmaktan gitgide uzaklaşıyoruz.

Gözümüzü diktiğimiz televizyon ekranında bütün reklamlar neye sahip olursak daha mutlu olacağımızı söylüyor. Falan marka arabamız olursa dünyada bizden iyisi olmaz, filan konutlarından ev alırsak yüzümüz hep güler, şu marka buzdolabı mutluluğumuzu tamamlar, bu cep telefonuyla her sıkıntımız hallolur. Televizyon dizilerinde hikayeler hep mutlu sona ulaşmak içindir; sevdiğine kavuşmak isteyen bir aşık kendi mutluluğu uğruna sayısız insanın hayatını alt üst etmeyi göze alır. Nefes alıp vermemizin tek gayesi, bütün istek ve arzularımızın gerçekleştiği problemsiz bir hayata sahip olmaktır sanki. Çocukluktan itibaren girilen bütün sınavlar, kazanılan başarılar, ailemizi bile ikinci plana atmamıza yol açan kariyer planları hep kusursuz bir ömür geçirelim diyedir. Zaten bütün kişisel gelişim kitapları da bu düşünceyi hakim kılma anlayışıyla yazılır. “Kendinizi önemseyin, siz önemlisiniz” mesajı verilirken hayatın gerçekleri ve “mutluluk”un nerede aranması gerektiğinden ise bahsedilmez çoğu zaman. Mutluluk hiç de uzakta değil halbuki; sahip olduklarımıza şöyle bir baksak göreceğiz.

Hilal Arslan / Semerkand Aile Dergisi

Bir Mutluluk Formülü

Onlardan bir kısmına, kendilerini sınamak için nasip ettiğimiz dünya hayatının gösterişine gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.Tâhâ Sûresi, 20:131

Bu dünya hayatında huzur isteyen insanlar, en ziyade muhtaç oldukları öğütlerden birini bu âyette bulacaklardır. Özellikle zamanımız insanının, bu öğütü hergün tekrar tekrar hatırlamasında yarar bulunduğunu söylemek herhalde mübalâğa olmaz.

Özellikle zamanımız insanı” diyoruz. Zira modern hayatın işleyişi, tamamen bu âyete ters düşecek şekilde programlanmıştır. Bu hayatı yaşayan insanlar, “Gözünü sadece dünya hayatının gösterişine dik” şeklindeki telkinlere hergün tekrar tekrar maruz kalmaktadır.

İsterseniz, sıradan bir günün sıradan bir saatinde sizi dünyanın gösterişine çağıran telkinlerin sayısını bir hesaplamaya çalışın. Belki de bu çok sağlıklı bir hesaplama olmayacaktır; çünkü o tür telkinler öylesine yaygınlaşmış ve hayatımızın bir parçası haline gelmiştir ki, onları bu hayatın içinden bulup çıkarmak, neredeyse çayın içinden şekeri ayırmak kadar imkânsızlaşmıştır.

Meselâ, tutkun olduğunuz bir dizinin mekânları, sizin hiçbir zaman sahip olamayacağınız mekânlardır. Oralarda, sizin hiçbir zaman erişemeyeceğiniz imkânlara sahip olan insanlar yaşar. Siz bir yandan ipe sapa gelmez maceraların peşine takılmış diziyi izliyorken, bir yandan da, önünüze hedef olarak konmuş bir hayat modelini yavaş yavaş benliğinize sindirirsiniz.

Medyanın putlaştırdığı ve özel hayatının en saçma ayrıntıları hakkında kamuoyunu sürekli olarak bilgilendirmeyi görev edindiği starların yaşam düzeyleri de herkesin iştahını kabartan hedefler olarak ortadadır. İnsanlar onların nerede yaşadıklarını, nerelerde dolaştıklarını, ne yiyip ne giydiklerini tatmin olmaz bir merakla izledikçe, “Nerede bizde o talih!” diye iç geçirirler.

Oysa onlara o imkânları sağlayan kendilerinden başkası değildir. Onların yaptıkları programları izlemek, onların sundukları ürünlere müşteri olmak gibi otomatik davranışlarıyla onlara dünyanın parasını kazandırırlar; sonra da başkalarına kazandırdıkları şey karşısında parmak ısırırlar.

Bu arada dikkatlerden kaçan iki önemli nokta vardır.

Birincisi: Dünya hayatının göz dikecek gösterişleri hiçbir zaman tükenmez. İnsan bu kısacık ömür içinde dünyanın hangi lüksüne erişecek olsa, önünde daima imrenilecek hedefler bulur.

İkincisi: Yaşanan sayısız deneyimler göstermiştir ki, bu hayatın huzur ve mutluluğu böyle şeylerle ele geçmez. Çünkü insan hangi hayat seviyesine erişecek olsa, gözü daima daha yukarılardadır. Gözünü başkasının elindeki imkânlara dikmiş bir kimsenin ise tatmin, huzur, sükûn, mutluluk gibi kavramlarla arasındaki mesafe asla küçülmez.

İşte, âyet, dünyanın süsüyle başı dönmüş modern insana, hasret kaldığı huzurun reçetesini bir cümle ile sunuyor:

“Dünyanın gösterişine gözünü dikme!”

Çünkü bu onlara bir ödül olarak değil, imtihan için verilmiştir. Belki de o imrenilecek imkânlar, sahipleri için bir pişmanlık sebebi olacaktır.

Bu âyetten, din ehlinin alması gereken pay, dünya ehlinin payından hiç de az değildir. Zira, dine hizmet ediyorum zannıyla dünyaya hizmet edildiğini gösteren nice örnekler vardır. Dünya hayatının sevgisi her taraftan maruz kaldığımız telkinler yüzünden iliklerimize öylesine işlemiştir ki, dünyanın gösterişi olmadan dine hizmet edilemeyeceği, yahut içinde dünyanın gösterişi olmayan bir hizmetin Allah katında da bir değerinin bulunmayacağı sanılmaktadır. Oysa Allah rızasının dünya gösterişiyle kazanılmayacağını herkesten iyi bilmesi gerekenler, dindar ve hizmet ehli olanlardır. Onun için, bu âyetin öğütünü hergün tekrar tekrar hatırlamaya, herkesten ziyade onların ihtiyacı vardır.

Hangi açıdan bakılacak olursa olsun, bu âyetin içerdiği öğütte, bir mutluluk formülü bulunacaktır.

Bu formülün uygulandığı yerde insanlar, erişemedikleri şeyin kıskançlığını değil, eriştikleri şeyin mutluluğunu yaşarlar.

Orada insanlar birbirlerinin elindekine göz dikmez, birbirlerine karşı haset ve düşmanlık beslemezler.

Ve orada insanlar, bir kısa dünya hayatından ibaret sermayelerini, ele geçmeyen şeyler için dövünerek tüketmek yerine, Rablerinin daha hayırlı ve daha sürekli olan ödülüne hak kazanmak için en verimli bir şekilde kullanma imkânını bulurlar.

 Ümit Şimşek

Risale-i Nurları neden tekrar tekrar okuyoruz? (2)

6- Tekrar tekrar okunmasının bir sebebi de, Bediüzzaman’dan ve onun meydana getirdiği eserlerinden, 7’den 70’e herkesin istifade edebilmesidir. Hatta dünyanın bir çok yerlerinde yapılan sempozyumlarda ilan edilmesidir, muhtelif dallarda ihtisas görmüş kariyer sahibi muhtelif milletlerden bine yakın profesörün tasdikini görmüş eserler olmasıdır. Onlardan biri olan Süriyeli Muhammed Ramazan Elbuti, sempozyumda o kalabalık halkın huzurunda: “Ben kırk seneden fazla bir zaman diliminde profesörüm. Bediüzzamanın talebesi olmasa idim hayatım boşa gitmişti” diyebilmesidir. Zaten İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’da, bir ifadesinde: “Şekspirler ve arkadaşları ancak Bediüzzamana talebe olabilirler“, demiş.

7- Peygamberimiz (a.s.m.), 1400 sene önce, “Allah (c.c.) her asırda bir müceddid-i din gönderecektir” buyurmuş. Bediüzzaman Hazretleri bu haberdeki tebşirata mazhar olmuş bir şahsiyettir. Bunun delilini şöyle izah edebiliriz; Hicri on üçüncü asırda, dinin müceddidi Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri olduğuna bütün âlimler ittifak etmişlerdir, O Zatın doğum tarihi Hicri 1193 tarihine isabet eder. Bediüzzaman Hazretlerinin doğum tarihi ise tam 100 sene sonra Hicri 1293 tür. Mevlana Hazretleri Müceddidliğine 1224 te başlamış. Bediüzzaman Hazretleri ise, tam 100 sene sonra 1324 te başlamıştır. Mevlana Halid Hazretleri 20 yaşında iken bütün ulemanın fevkinde bir mevki kazanmış. Bediüzzaman Hazretleri ise, daha 14 yaşında iken o zamanın uleması tarafından ona zamanın harikası manasında Bediüzzaman unvanı vermişlerdir. Böylece üç noktada Bediüzzaman Hazretleri tam önceki asrın müceddidi ile birleşip, ondördüncü asrın müceddidi olduğu ortaya çıkmaktadır. Hatta Mevlana Halidi Bagdadi Hazretlerinin torunu, Ankaralı Asiye hanımla cübbesini Bediüzzaman hazretlerine verilmesini vasiyet etmiş ve verilmiştir.

8- Nasıl ki bir doktor hastasının tedavisine başlamadan önce teşhisini koyar, ondan sonra tedaviye başlar. Aynen onun gibi, her müslüman, asrının problemini bilecek ki az yarayla kurtulsun. Buna binaen, bu zamanda ister ahlaksızlığın, ister sahtekârlığın ve ister ibadetsizliğin ana sebebi, iman zayıflığından başka birşey değildir. Bu eserlerin tamamı da iman esaslarını ispatladığı için, onları çok okumak ihtiyacı hissediyor ve çok okuyoruz.

9- Bediüzzaman Hazretleri risalelerde diyor: “Ya halledilmesine ihtiyaç yokmuş veya halledemediklerinden ötürü, daha önce çözülmemiş 100 meseleyi Risale-i Nurlar çözmüştür”, halbuki Risale-i Nurları okuyan insaflı âlimler “100 değil, belki beş yüz adet halledilmemiş dini meseleyi Risale-i Nur eserleri halletmiştir” diyorlar.

10- İhtisas sahipleri diyorlar ki: Kur’an-ı Kerim ve Hadisi Şerifler dışında, eski zamanın ihtiyacına cevap vermek için yazılan eserlerin 15 sene tahsili ile insana kazandırdıkları iman kuvveti ve dine bağlılık. Risale-i Nur, bazısına 15 günde bazısına 15 haftada o kuvvet ve bağlılığı kazandırıyor.

11- Bunlar başka kitaplardan nakil olmamalarıdır. Çünkü Bediüzzaman hazretleri hapishanelerde ve sürgünlerde Risale-i Nurları yazarken, Kur’an-ı Kerimden başka eser yanında bulundurmamıştır. Bu eserler yegane Kur’an semasından ve Âyet-i Kerime’lerin yıldızlarından nazil olmuş eserlerdir. Bunun için yakînim var ki islama saldıran bu yangınların ve bu fırtınaların karşısında insan ancak bu eserleri okumakla ve bu topluma dahil olmakla kendini kurtarabilir. Çünkü Risale-i Nur insana öyle sağlam bir iman, bir itikat temin ediyor ki, insan onunla her şeyde Allah’ın Rububiyetini ve rahmet eserini görebilir ve o kuvvetle rahatsız eden sıkıntılara göğüs gererek onları hoş karşılar. Böylece, kendi şefkatini Allah’ın şefkatinin önüne sürmez. Hatta bu dünyada da huzur ve rahat içinde yaşamak isteyen bu eserleri okusun. Çünkü bu kitaplar bu zamanın ihtiyacına cevap veren yegane Kur’an tefsirleridir.

12-Bediüzzaman Hazretlerinin keramet-i ilmiyesindendir ki bu eserleri çok okuyoruz. Her ne kadar maddi kuvvetle erişilemeyeceği hadiseler onda çok vuku bulmuşsada, onlar bizi fazla kendine bağlamamaktadır. Mesela ellerini kelepçeleyip jandarma başka bir yere naklederken, namaz vaktinde jandarmadan namaz kılması için kelepçeyi çözmesini istemiş. Jandarma, “hoca mahkum olduğunu bilmiyor” diye, dalga geçmeye başlarken, Bediüzzaman Hazretleri kelepçeyi çözerek jandarmaya verince, jandarma şaşırarak yaptığına pişman olmuş ve demiş, “şimdiye kadar ben senin muhafızın idim, bundan sonra sen benim muhafızım ol. Bana hakkını helal et” der. Bunun için bile, Bediüzzaman Hazretleri, namazın kerameti kelepçeyi çözdü der. Buna benzer ileride olacak çok hadiseleri kerameti ile bilmiştir. Mesela: İnsanlar yirmi küsur sene aya gitmeden önce: “Ey katre içinde giren hakim feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünü ile, felsefenin merdiveni ile, tâ kamere (aya) kadar terakki ettin. Kamere girdin. Bak Kamer kendi zatında kesafetli, zulumatlıdır. (karanlıktır) Kamerin ne zıyası (ışığı) ne hayatı var.” demiştir.

Yine Risale-i Nurdaki: “Yıkılmış bir mezarım var ki” cümlesinin manasını, Bediüzzaman hazretleri ölmeden önce hiç kimse anlamamıştı. Fakat öldükten birkaç ay sonra, jandarmalar mezarını yıkıp cesedini uçakla başka bir yere naklettikten sonra o manayı herkes anlamış ve hakikaten yıkılmış bir mezara sahip olduğunu görmüşler.

Bunlara benzer daha birçok meseleler var, fakat Risale-i Nurun okuyucuları, onun ilmi kerametinden ötürü Nur eserlerine bağlanıp onları okuyorlar.

13-Risale-i Nur eserlerinin ortaya serdiği inkâr edilmez deliller haricinde hangi eserdeki malumatla ateistin karşısına çıkabilirsin? 20 sene Arapça tahsil eden hoca efendinin biri bana: “Biliyor musunuz biri bana ne dedi“, ne dedi Hocam? “Ben Allaha inanmıyorum” dedi. Peki ona ne cevap verdin? “Nasıl öyle diyebilirsin? Bak Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerimde: “Kul hü Vallahu Ehad Allahus-samed, diyor” dedim. Peki Hocam sen ona İhlas suresini okumakla işi hallettin mi? “Peki ne diyeyim“? Hocam ona Risale-i Nur okuyacaksın. “Hangi kitaptan okuyayım?”. “Hocam sen önce kendine okuyacaksın, ondan sonra bu gibiler karşına çıktığı zaman cevabını vermeyi bileceksin” dedim. Bunun gibi Risale-i Nur eserlerini okuyan bir çok hocalar şöyle diyorlar, “Biz bu eserleri okumadan önce, profesörler şöyle dursun, herhangi soru soracak korkusuyla, ilkokul öğretmenin karşısına bile çıkamazdık. Şimdi çok değiştik”.

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri

 Florida State Üniversitesi’nden Furkan Aydıner ve Eron Manusov’un, mutluluk kavramını Risale-i Nur okuyanlar üzerinde sorguladığı ankete göre Bediüzzaman’ın eserlerini okudukça, insanların hayattan memnun olma seviyeleri yükseliyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin meşhur sözlerinden biri şöyle: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Nursi, insanoğlunun var olduğu günden bu yana aradığı mutluluğu bulmanın yolunu sanki bu tek cümle ile özetler. ‘Güzellik’ kavramını âdeta üç boyutlu gözlük hâline getirir ki, onu takanlar yaşadıkları her olayın sonucunda mutluluk görüntüsünü yakalayabilsin. Bediüzzaman, insanın fıtratı gereği mutluluk arayışının hiç bitmeyeceğini hatta bu arayışın hem bu dünyayı hem de ahireti kapsadığını bildiği için belki de gerçek mutluluğun formüllerini müellifi olduğu Risale-i Nur külliyatının pek çok yerine serpiştirir. Mesela Sözler’de mutluluğun kaynağının sınırsız olmadığını vurgular: “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye lüzum yoktur.” gibi. 

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri, ABD Florida Üniversitesi’nde Nöroiktisat dersleri veren Furkan Aydıner ile aynı üniversitede tıp alanında öğretim görevlisi olan Eron Manusov’un ilgisini çeker. Nöroiktisat, beyindeki faaliyetlere dayalı olarak insanların acı duyusunu, lezzet algısını ve taleplerini ölçmeye çalışan bir bilim dalı. Manusov ve iki senedir Florida Üniversitesi’nde çalışmalar yapan Aydıner, farklı hayat tarzına sahip ve değişik yöntemlerle mutluluk arayan insanlar üzerinde bir araştırma yapmaya karar verirler. Ekim ayında düzenlenen Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu’nun ‘İnsanlık Onuruna Layık Bir Gelecek İçin İlim, İman, Ahlak’ söylemi de çalışmak istedikleri alanla örtüşünce Risale-i Nur okuyanların hayattan memnuniyetlerini ölçecek bir anket yaparlar. 2010 yılının yaz aylarında 1.523 Risale-i Nur okuyucusuna e-posta yoluyla mesaj gönderen ikili, yüzü aşkın sorunun yarısından fazlasına cevap vermeyenleri dikkate almaz. Sonuçta 341 kişinin anket sonuçlarını değerlendirerek bir tebliğ hazırlar ve sempozyuma katılırlar. 

Furkan Aydıner, bugüne kadar Batı’da mutluluk konusunda yapılmış pek çok çalışmada, daha fazla tüketim ve eğlenceye dayalı hayat tarzının insanlara mutluluk değil, psikolojik ve sosyal sorunlar getirdiğinin ortaya çıktığını vurguluyor. Ona göre Said Nursi, eserlerinde bu sonucu manevi değerler ve moral değerlerinden uzaklaşıp hazcı ve materyalist değerlere yönelmeye bağlıyor. İnsanın beşerî ihtiyaçlarının ötesinde manevi, sosyal, zihinsel ve vicdani ihtiyaçlarının olduğuna dikkat çekiyor. Hakiki ve daimi huzurun, bu ihtiyaçları dengeli bir şekilde karşılamakla mümkün olabileceğini söylüyor. Materyalist ve hazcı hayat tarzlarını benimseyen insanların bu dünyada inşa etmeye çalıştıkları yalancı cennetlerin aslında bir nevi cehennem olduğunu, öte yandan hayatını manevi değerler ve moral değerleri üzerine inşa eden insanların daha dünyada iken bir nevi cenneti yaşamaya başladıklarını iddia ediyor. İşte Aydıner ve Manusov yaptıkları ankette Said Nursi’nin bu mutluluk tezinin doğru olup olmadığını Risale-i Nur okuyanların hayat görüşleri üzerinden anlamaya çalışıyor. 

Ankette Risale-i Nur külliyatında yer alan pek çok eserden faydalanılsa da en fazla başvurulan kaynak Gençlik Rehberi oluyor. Yaşam Memnuniyeti Skalası, Aspirasyon İndeksi ve Lezzetler Skalası şeklinde üç bölümden oluşan anket sonrası yapılan analizde Risale-i Nur okuyanlar başlangıç, orta ve ileri seviye diye gruplara ayrılıyor. Bu gruplar Risale-i Nur külliyatını bitirme, günlük okuma, tesbihat yapma ve haftalık sohbetlere katılma sıklıklarına göre belirleniyor. 

Yaşam Memnuniyeti Skalası’nda başlangıç düzeyindekilerin yüzde 62’si, orta düzeydekilerin yüzde 82’si ve ileri düzeydekilerin yüzde 93’ünün hayatlarından memnun olduğu ortaya çıkıyor. Bu oranları Türkiye İstatistik Kurumu’nun bu yıl yetişkin nüfus için ölçtüğü yüzde 54’lük yaşam memnuniyeti oranıyla kıyaslayınca başlangıç seviyesindeki Risale-i Nur okuyucuları yüksek memnuniyet kategorisinde, orta ve ileri düzeydekiler ise en yüksek memnuniyet kategorisinde yer alıyor. 

Aspirasyon İndeksi’nde ise Risale-i Nur okuyanların hayata dair pozitif ve negatif değerlerinin Bediüzzaman’ın fikirleriyle ne oranda örtüştüğü ortaya çıkarılıyor. Bu sebeple katılımcılara 14 farklı alanda 86 soru yöneltiliyor. Çıkan sonuçlara göre maneviyat, dürüstlük ve hakkaniyet, aile ve arkadaşlık bağları, entelektüel faaliyetler, kişisel gelişim, estetik deneyim, çevreye uyum, yardımlaşma ve fedakârlık, sağlık gibi pozitif değerlerin yanı sıra hazcılık, şan-şöhret, para, imaj, endişe ve korku gibi negatif değerlere belli puanlar veriliyor. Sonuçta Risale-i Nur okuyucularının pozitif değerleri önemsediği ölçüde, negatif değerlerden uzaklaştığı görülüyor. 

Lezzetler Piramidi’ne gelecek olursak, Aydıner, Maslow’un meşhur ihtiyaçlar piramidinin dışında yaptıkları çalışmanın alanında belki de ilk olabileceğini düşünüyor. Risale-i Nur okurlarının en çok nelerden lezzet aldıklarının bulunmaya çalışıldığı bu bölümde manevi yaşam, zihinsel faaliyetler, sevgi ve şefkat gibi duygusal lezzetler piramidin zirvesinde yer alırken, yeme-içme gibi duyusal lezzetlerin en alt sırada olduğu görülüyor. 

Furkan Aydıner, anket sonuçlarında içsel değerlere ağırlık verenlerin en yüksek seviyede olmasını, günümüzde insanların çoğunun mutluluğu yanlış yerde aradığının göstergesi olarak yorumluyor: “Bediüzzaman’ın ‘meşru daire’ diye tarif ettiği manevi değerler ve moral değerlerine dayalı hayatın en yüksek mutluluğu sağlaması, söz konusu meşru dairenin keyfe kâfi olduğunu gösteriyor.” 

Eron Manusov da maneviyatın mutluluk getirdiği görüşünü destekliyor: “Özellikle, ‘Ne kadar okur, öğrenir, maneviyatta güçlenirsen, o derece hayatından keyif alırsın’ diyor bizim çalışmamız. Şu gayet açık ki, Risale-i Nur, okuyucularına hayattan memnun olmanın yolunu gösteriyor. Daha ötesi, ne kadar çok kendini Risale-i Nur öğretisine adarsan, o kadar çok mutlu oluyorsun.” Ama Manusov, bunun genel olarak maneviyata yoğunlaşmaktan da kaynaklanabileceğine, bu sebeple başka gruplar üzerinde benzer çalışmalar yapılırsa, Risale-i Nur’un spesifik etkisinin daha iyi anlaşılabileceğine dikkat çekiyor. “Bir âlimin insanların hayatı üzerinde bu denli tesirli olabileceğine şaşırmadım.” diyen Manusov, Türkiye dışında insanların Nursi gibi bir âlimin öğretisinden haberdar olmayışını ise şaşkınlıkla karşılıyor. 

Aydıner’e göre, Said Nursi’nin anlattığı şeyler evrensel değerler ve bunlar bütün dinlerde hatta Aristo gibi filozofların söylemlerinde bile ortak: “Herkes dürüstlük, dostluk, samimi arkadaşlık gibi değerlerin iyi olduğunda hemfikir. Ancak mesele bunları hayata geçirmek. Özellikle bireyselliğin, hazcılığın, egoistik tatminin, gösterişin, şan ve şöhretin bütün cazibesiyle insanları kendine çektiği bir asırda moral değerlerine ve manevi değerlere dayalı hayat tarzı hayli zorlaşmış. Nursi, okuyanlarını bu zoru başarmaya teşvik ediyor.” Bu sebeple Aydıner ve Manusov, anket sonucunda elde ettikleri bulguların evrensel geçerliliğe sahip olduğunu ve benzer manevi değerleri tatbik eden herkes için geçerlilik arz ettiğini düşünüyor. Bunu ispatlamak içinse geriye, çalışmalarını farklı ülkeler ve sosyal gruplar üzerinde de uygulamak ve karşılaştırma yapmak kalıyor. Zaten ikili de bu konu üzerinde çalışıyor. 

Risale-i Nur okuyanların pozitif ve negatif değerleri Bediüzzaman’ın fikirleriyle örtüşüyor 

Furkan Aydıner, Aspirasyon İndeksinde ortaya çıkan tablonun Risale-i Nur’da yazılan fikirlerle nasıl örtüştüğünü bazı maddeleri Bediüzzaman’ın düşünceleriyle kıyaslayarak şu şekilde yorumluyor: 

Pozitif Değerler 

Nursi, delil ve bürhana dayalı tahkiki iman esaslı bir manevi hayata eserlerinde vurgu yapıyor. İbadet kavramının manasını geniş tutup, okuyucularını öğrenmeye ve tefekküre teşvik ediyor. Tahkikî imanın verdiği nurla okuyucularını huzuru aramaya davet ediyor. Dolayısıyla, Risale-i Nur okuyanların dünyasında maneviyatın en yüksek öneme sahip olması şaşırtıcı değil. 

Sigmund Freud’daki ‘süperego’ya denk gelen vicdan olgusuna dikkat çekip, okuyucularını dürüst ve hakkaniyetli yaşamaya teşvik ediyor. Tahkikî imanla, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu görürcesine iman eden için yalana ve hileye yer olmadığını ısrarla vurguluyor. Bunun içindir ki, anketin sonuçlarına göre, katılımcıların Risale-i Nur okuma seviyeleri arttıkça dünyalarında dürüstlük ve hakkaniyete verdikleri önem artıyor. 

Entelektüel hayat, aile ve arkadaşlık bağları ile kişisel gelişim puanlarının yüksek çıkması Risale-i Nur öğretisiyle paralellik arz ediyor. Risale-i Nur söz konusu değerlere büyük vurgu yaptığı gibi okuyucuları da yoğun entelektüel ve sosyal aktivitelerle bu değerleri öne çıkarıyor. 

Estetik deneyim için hesaplanan pozitif değer, Nursi’nin eserlerinde kâinatın estetik boyutundan Allah’ın isimlerinin tecellisi olarak söz etmesiyle uyumluluk gösteriyor. Nursi, okuyucularına bu güzellikleri görüp, onların sanatkârını tespih etmeye davet ediyor. 

Nursi eserlerinde okuyucularını herkesle hatta her şeyle olan kardeşliği görmeye teşvik ediyor. İnsanı da söz konusu evrensel harmoniye katılmaya çağırıyor. 

Fedakârlık ve yardımlaşma için pozitif puanın çıkması da, Nursi’nin gerçek arkadaşlığı, sahabelerde olduğu gibi, ihtiyacın karşılanmasında kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacının önünde tutmak ve kardeşinin başarısına kendi başarısı kadar sevinmek gibi fedakârlık değerlerine dayandırmasıyla açıklanabilir. 

Negatif Değerler 

Hazcılığın en kötü puan alması şaşırtıcı değil. Çünkü Nursi eserlerinde hazcılığa karşı kuvvetli argümanlar ortaya koyuyor. Gayrimeşru lezzetleri zehirli bala benzeten Nursi, insanların onlardan sadece sahte ve elemli lezzet aldıklarını ifade ediyor. Ayrılık, yokluk, kıskançlık gibi elemleri içerdiği için uzun vadede insana öldürücü zehir tesiri yapar. İnsana layık olan, meleki ve insani lezzetlere talip olmaktır. Nursi, okuyucularını hazcılık ve sefahetten uzaklaştırmaya çalışırken, alternatif olarak, ‘daha yüksek lezzetler’ diye tarif ettiği, manevi, entelektüel, sosyal, vicdani, özverisel, estetik lezzetleri öneriyor. Bundandır ki, insanlar Risale-i Nur okudukça hazcılıktan nefret edip uzaklaşıyor ve içsel değerlere yoğunlaşıyor. 

Şan, şöhret ve imaj değişkenleri için hesaplanan yüksek negatif değerler, Nursi’nin enaniyeti ‘en tehlikeli tuzak’ olarak tarif etmesinden kaynaklanabilir. Nursi’ye göre, benlik, şan ve şöhret, bir nevi ilahlık iddiasıdır. Oysa, insan, fıtraten sonsuz acizlik ve fakirlikle yoğrulduğu için şirk olan enaniyeti bırakıp hakiki kulluğa bürünüp kendisine verilenler için şükretmeli. 

Para ve materyalist değerler için hesaplanan negatif değer, Nursi’nin dünyevi serveti amaç değil sadece araç olarak görmeye insanları teşvik etmesiyle açıklanabilir. Nursi, ‘bir lokma bir hırka’ felsefesini kabul etmiyor, aksine maddi servetin araç olarak gerekli ve faydalı olduğunu; ancak, maddiyatı amaç olarak görmenin çok büyük hata olduğunu söylüyor. 

Endişe ve korku için hesaplanan negatif puan, Nursi’nin her şeyi her an tasarrufu altında tutan ve bizatihi kendisi yapan mutlak iyilik sahibi bir ilah anlayışını anlatmasıyla açıklanabilir. Çünkü, böyle bir Allah’a iman eden, imanının derecesine göre, O’na teslim olarak tevekkül edeceği için korku ve endişelerden uzak olur. Üzerine düşeni fiilî dua kabilinden yapar, gerisi için endişe etmez. 

15.11.2010

ELİF NESİBE ÖZBUDAK / Aksiyon