Etiket arşivi: nagehan ipek

Söze Limon Sıkmak

Söze Limon Sıkmak

Son yıllarda hızlıca yükselen bir trend var, özellikle gençler arasında: Sınırsız eleştiri hali.

Dikkatten kaçmayan ve rahatsızlık veren kısmı da anneyi, babayı, çevresindekileri eleştirme ve hep bir açık arama durumu.
Anne tam bir söze başlıyor, müdahale şimşek hızıyla yetişiyor, tekrar toparlamaya çalışıyor, vurucu bir hamle daha geliyor.
Öyle bir sıkıntılı durum yaşıyor ki anne “sus” dese olmaz, azarlama kısmı devreye girmiş olacak ve evladın kalbi kırılacak.
Müsaade edersen bitireyim sözümü”  dese kibarca “tamam bitir ama orası öyle değil ” demeye devam eden bir çocuk var karşısında.
Ve bakışlarında “eleştiride sınır tanımam bilesin” ışığı ile.
Velhasıl, ağız tadıyla başlanan kelam, zehir tadına itinayla ulaşmış oluyor.
Gördüğüm kadarıyla bu duruma maruz kalan ama bu durumun ehemmiyetinden bir haber çok  ebeveyn var.
Üzücü olan kısmı zaman içinde bu durum kanıksanıyor: ” Dağ yürü, dağ yürü, yok dağ yürümez, abdal sen yürü ” atasözü canlandırılıyor.
Yanlışı el mahkum kabul etme durumu.
Unutulan bir şey var: Bu davranışla  büyüyecek, evlenecek, eşine karşı da aynı tutumu sergileyecek. Bir değil, iki değil huzursuzluk silsilesi gelip bir bir onu bulacak ve haliyle  eşten anne tahammülü beklemek ahmaklık olacak.
Ve zaman olacak onların da  ebeveyn olma günleri gelip çatacak “etme bulma dünyası ” sözünden önce daha mühim bir süreç ile karşı karşıya gelecekler.
Çocuğun büyüme, hayatı ve insanları tanıma evresi: Bu zihniyetteki anne haliyle çocuğunun  her hareketine, her sözüne eleştiri ve müdahale edecek çünkü doğru diye bildiği yanlışla büyüdü.
Ve bu müdahalelerin zaman içinde çocuğun  kişilik gelişiminde derin sıkıntılar oluşturacağını uzmanlar açıkça bize ifade ediyorlar.
Sorunlu, güvensiz ve daha kim bilir hangi sıkıntılara gebe bir nesil topluma karışıyor.
Vaktinde yanlışa neşter vurmada gecikmek ve geçiştirmek o yanlışın büyüyüp toplumu etkileme boyutuna ulaşmasına seyirci olma gafletine getirir.
Evet tabii ki sorgulayan, fikir üreten, yanlış karşısında elif gibi doğru ve dik duran bir gençliktir, özlenen ve istenen.
Aynı zamanda dinleme saygısını ve sabrını da öğrenmiş bir gençlik…
Dinlemenin öğrenmenin ilk basamağı olduğunu zihnine kazımış bir gençlik…
Gencin, bedeni  büyürken her aşamasında emek ve gayret gösteren annesinin, ruhunun ilmek ilmek gelişmesine tesir edecek ve hayat rehberi olacak sözlerini dinlemesinin önemini göz ardı etmemesi gerekiyor.
Biz ebeveynlere çok iş düşüyor; azim ile istikrar ve sabır ile  yanlışa  yerinde dokunuş doğruya vaktinde takdir şart.
Bu müdahaleler onun karakter gelişiminde ciddi sağlamlık oluşturacaktır.
Sağlam bir nesil toplumun mihenk taşı özelliğini taşır.
Nagehan İpek
Kaynak: CocukveAile.Net
www.NurNet.Org

Amir Erkek mi Memur Erkek mi?

Günümüzde özlenen bir  erkek profili var.
Dönem dizilerinden olsun, tarih kitaplarından olsun, büyüklerimizin  gözlerindeki o gıpta bakışları ile anlatımlarından olsun ciddi bir özlem aşikare var.
 
Özellikle otuz yaş üstü hanımları zorlayan durumlar olabiliyor.
Çünkü baba profili ve eş profili arasında zıtlık olduğunda hanım nasıl davranacağını bilemeyebiliyor.
 
Şöyle baba profili olan bir hanım düşünün,
 
Babanın akşam eve geleceği vakit evde bir büyüğü ağırlamanın heyecan hali ile harmanlanmış,
tatlı bir telaş, mutluluk ile kapıda karşılanan baba.
Evin erkeği, reisi ağırlığında köşesine geçen, şefkatli ama vakur duruşu
ve  sıcacık bakışı ile ev halkını sarıp sarmalayan bir baba.
Nerde nasıl davranılması gerektiğinin ve had sınırlarının ilk öğreticisi.
Ağzını açıp sözcüklerin bir bir dökülüşü ile tüm dikkatleri üzerine çeken ve tutulması kısmında sürat ve değer gören bir baba.
 
Diğer yanda akşam eve geleceği saati bile dikkate alınmayan,
sürekli evin her köşesinde her işe müdahale eden,
her söze dahil olup laf üreten,
sözlerinin ve duruşunun önemi olmayan
çok konuşan, ağırlığı ve vakur duruşu olmayan bir baba.
Öyle bir baba ile büyüyen kadınlar böyle bir eşe sahip olduğunda ciddi duygu  karışıklığı içinde mutsuz olabiliyor ve eşinin babası gibi olmasını arzu ediyor.
 
Karmaşa zinciri tam da bu kısımda devreye giriyor.
Biz kadınlar evin hükümranlığına baş koymuşcasına mücadele ediyoruz.
Gücü elimize aldığımızda da mutlu olmayan yine biziz.
Ne garip anlaşılmaz bir durum değil mi?
 
Hakikatte gönlümüzde yatan aslan, yanımızda güçlü bir erkek profilidir.
Hem iktidar isteği, hemde güçlü iktidar sahibi bir eş arzusu, ikisi bir arada olmayacağına göre sıkıntı silsilesi başlamış oluyor.
 
Aslında buradaki karmaşaya sebep ise dengelerin yerinden oynatılması.
Çünkü Allah erkeği kavvam yani reis olarak vazifelendirmişdir.
“Gerektiği yerde kadına muhalefet edebilmeli zira bunda bereket vardır” diye ifade eder Hz.Ömer ra.
Erkek karısının görüş ve önerilerini dikkate almalı fakat son sözü evin reisi olarak sorumluluğu üstlenip noktalamalı.
 
“Eşimin yapma deyip itiraz ettiği fakat dinlemediğim her durumda sıkıntı ve problem yaşadım.” diyen bir çok arkadaşımın pişmanlıklarına şahit oldum.
 
Ne yazık ki bu dengeyi bozan çoğunlukla biz kadınlarız.
Denge yerinden oynadığı zaman bu evliliğe de sirayet ediyor, duygulara da.
Ve ne üzücüdür ki isteklerimiz ile yaptıklarımız arasında bocalayıp duruyoruz.
 
Yanımızda güçlü erkek isterken kucağımızda güdümlü erkekler yetiştiriyoruz.
Hayalimizde güçlü erkek var, hayatımızda yönettiğimiz erkek.
Yetiştirdiğimiz erkek eşine bağımlı olsun istemiyoruz.
Oysa örnek aldığı erkek profili baba, hanımına bağımlı.
Durum öyle  bir hal alıyor ki karmaşa yumağı çözümsüzlük yolunda süratle koşuyor.
 
Sadece kadın boyutunda kalmıyor bu durum tabii ki. Bu zihniyet ile büyüyen erkek bulunduğu konum hakkında kavram kargaşası içinde kalıyor.  Rabbinin ona emrettiği gibi amir olamıyor.
 
Kocanın hakkı evinde amir olmaktır, karısının memuru olmak değil.
 
Cenab-ı Hak erkeklerin kadınlar üzerinde hakim olduklarını belirtmiş ve efendi misyonu yüklemiştir. (Nisa suresi 34)
 
Efendi ağırlığını Allah’ın ona verdiği  bir nimet olarak görüp yükünün kıymetinin farkında olan erkeklerin sayısının azaldığını düşünüyorum.
 
Allah’ın emrettiğinin aksi davranan erkekler hatalarının ve vebal altında olduklarının farkına varacaklar mı acaba?
 
Ve erkeği efendiliğinden uzaklaştırıp güdümlü hale getiren kadınlar hatalarının ve vebal altında olduklarının farkına varacaklar mı acaba?
Nagehan İpek – cocukaile.net

Ayakkabıdaki Çakıl Taşı

“Seni tüketen önündeki tırmanılacak dağlar değil, ayakkabındaki çakıl taşıdır.” Muhammed Ali  
Çok  etkileyici bir söz. Yaşadıklarımıza dikkatlice baktığımızda gördüğümüz gerçekler bizi şaşırtıyor.
Gözümüzde büyütüp hayatın merkezine oturttuğumuz, anlamsız sıkıntılarla oyalanırken, esası kaçırmak ne üzücü bir yanılgı.
Yakınlarımızı, çevremizi, dünyalıklarımızı itina ile kontrol ederken,  nefislerimizin kontrolünü  unutarak gaflet içinde bir yaşam sürmemiz nasıl bir iflas hali!
Ayağımıza dolanan çakıl taşlarını hiçe sayarak, karşımızdaki kayalar ile mücadeleye girişen bizler,  unuttuğumuz bir gerçek ile gün gelip acıda olsa, karşılaşıp  öğreneceğiz;
“Önceliğimizin ayağımızdaki çakıl taşları olduğunu.”
Bu hal içinde  kendimizi görmeyişimiz ise ayrıca  yürekler acısı bir durum.
Bizi hakiki hedefe götürecek yol,  kusurunu görmek istemeyen nefsi terbiye etme yolu olarak görünüyor.
Fakat bunun dışındaki meşguliyetler bize daha sevimli ve cazip geliyor ne yazık ki!
Bunları örneklendirmek hiç de zor değil,
Ahkam kesip iyi eş olmanın  kitabını yazıyoruz, uygulamasını ise tabii ki eşimizden bekliyoruz.
Kadim dost olmanın tüm yollarını ballandıra ballandıra anlatıyoruz, tüm anlattıklarımızı mümkünse dostumuzdan aynen bekliyoruz.
Bu arada aksine asla tahammül edemeyen yine biziz.
İyi bir evlat portresi çiziyoruz eksiksiz, beklentiyi ise zirveye taşıyarak.
Tabii ki kendimizi haklı beklenti içinde zannederek. Çünkü  birey olarak değil, proje kapsamında yetiştirdik evlatlarımızı.
Çok yorulduk çok tükendik.
Eee yani tabii ki evladımızdan çizdiğimiz hayatı aynen bekliyoruz.
Tabi  tüm bunları isterken de, kendimizi de  bir  evlat olarak görmeden.
Bizden de beklenenleri hiç mi hiç  fark etmeden.
Gözlerimiz kapalı, sadece egomuza odaklanarak gidiyoruz gündüz gece.
Nasıl bilgiç haller içindeyiz nasıl!
Her şeyin farkında, her duruma hakim, karşımızdakine bir akıllar, bir akıllar… Sayfa sayfa mübarek!
“Hadi bu bilgileri eyleme dönüştür ey nefsim!” dediğimiz anda,  bahane ve şikayet sözcükleri dillendirirken  buluruz kendimizi!
Özü kaçırıp ayrıntıda kaybolmak bu olsa gerek.
Geçmişe dönüp doldurduğumuz hayat kitabımızın yapraklarını bir bir çevirirken nasıl da bencil “ben” ile yüzleşir buluyoruz kendimizi.
Tabi kritik yapmaya, yüzleşmeye cesaretimiz varsa? Nerdeeeeee!
Çoğu zaman  nefisle buluşmaya kaçak haller içinde buluyoruz kendimizi.
Oysa çok yoğun günler, yıllar geçirdik. Peki tüm bunlar neyin çabasıydı?
Hepsi kocaman bir yalan mıydı?  Hepsi anlamsız bir yorgunluk muydu?
Aynen öyle oldu ne yazık ki!
Meğer beni tüketen, karşımdaki dağlar sandığım için yıpranmada sınır tanımayan “ben” ile yüzleşiyor olmak nasıl büyük bir hayal kırıklığı!
Mücadelemizde nasıl da hedefi yanlış seçmişiz. Esas savaşımız nefsi mücadelemiz olacakken.
Tükendiğimize değecek olan nefsin hal yoluna girmesiyken.  Bizi aşan dağlarla ne çok vakit kaybetmişiz.
Oysa akılcı ve kalıcı hayra sebep olacak olan önce kendi ahlakı eğitimimiz.
 Meşguliyetimiz ayakkabımızdaki çakıl taşları olursa kul olmanın erdemini yakalamış oluruz.
Tükeneceksek de bizi dünyada ve ahirette aziz ve kıymetli kılacak olan güzel ahlak sahibi olma yolunda tükenelim.

Nagehan İpek – cocukaile.net

Anlamaya Oruçluyum

Anlaşılmak, günümüzün  en mümkün olmayan hallerinden biri diye düşünüyorum.

Anlaşılmak; güven, huzur ve mutluluk duygusu yükler bize.

Zira bu kıymeti herkes yükleyemez. Çünkü bu yükü sırtlanmaya önce talip olmak gerekir.

İnsanlığın gereği olan bu davranışı göremez ve uygulayamaz hale geldik.

Oysa anlaşılabilmek kime nasip olsa. o gönle  sevgi aşılar.

Sevgi dolu gönüller, iyi haller içinde olur. Birbirlerinin hallerinden hallenirler.

Şu zor ve meşakkatli günlerde nasıl da ihtiyacımız  var bu insanlara.

Kalpler biz kavramına gebe olur anlaşıldığı vakit .

Aslında ne  geldiyse başımıza “ben” den gelmedi mi?

Her söze başlarken “ben” Her işin bitiminde “ben” demiştim vurguları.

Bu nasıl bilmişlik halidir akıllara zarar.

Oysa Âyeti Kerimelerde Yüce Allah (c.c) biz ifadesi ile kullarına seslenirken, biz acizler nasıl bir akıl tutulması içindeysek “ben” nidaları ile dolaşıyoruz yeryüzünde gafil haller içinde.

“Anlamaya ne gerek var ben biliyorum” edaları doyumsuzluğumuza ışık tutuyor adeta.

Aslında empati duygusu devreye girdiği zaman,  umutlarını yarınlara taşır o kalplerin.

Umudun yeşermesi insanlığın canlanıp hareketlenmesi anlamına gelir. Heyecan ve gayret sirayet eder bedenlere.

Anlayan, anlaşılan, farkı farkeden ve ecdadın değerlerine sımsıkı sarılan bir nesil demektir bu.

Bu enerjiyi üstlenen insanlar, başarıya talip olurlar. Başarı değerlerine sahip çıkan  güzel ahlaklı bir toplum demektir.

Din kardeşinin haklarını kendi hakkın gibi gözetmek, toplumun kalite seviyesini ve muhabbetini yükseltir.

Aldığı bu güven ile  ufku genişler, hayaller kurar beyinler. Fikirler büyüdükçe büyür.

Anlaşılmak, sarıp sarmalayan bir etkiye sahiptir.

Anlaşılmak, özel hissettirme halini saklar içinde. Anlaşıldığını hisseden her  kalp güzel bir duygu seline kapılır.

 Çok kıymetli bir duygudur, zira  her kula nasip olmaz. Çokça dua etmelidir insan, bu değerli duygu ile buluşması ve uygulaması için .

Çünkü anlaşılmayı mum ile aradığımız bir dönemdeyiz.

Ne üzücü!  Anlamaya oruçlu zamanlara  girmiş bulunmaktayız. Ölümüne oruçluyum der gibi davranışlarımız.
Bu nasıl bir  inatlaşma halidir? Sanki anlamamaya yeminli gibiyiz.

Çaresiz bir derde yakalandık. Hepimize geçmiş olsun.

Bu dert bizi empatiden uzaklaştırıyor. Bu dert bizi samimiyetten uzaklaştırıyor. Bu dert bizi güvenden uzaklaştırıyor .

Kısacası insan olmaktan yoksun bırakıyor. Giden bu duygunun yerine: ön yargılar, şüphe, kurgu, bencillik ve hayali senaryolar alıyor.

Anlamak yerine yargılıyoruz. Anlamak yerine iftira atıyoruz. Anlamak yerine hüküm veriyoruz.

Hüsnü zan ile bakmak yerine sui zan ile bakmaya doyamıyoruz.

Bakın mübarek  İmam Gazali  ne güzel ifade buyurmuş; “Zan ile başkasının kötü olduğunu kabul eden, gıybet eder, ona dil uzatır. Onu kötü, kendini iyi bilir, bu da helakına sebep olur.”

“Ben biliyorum” bakış açısı bizi dinimizin gereği olan güzel ahlak olgusundan da yoksun bırakıyor.

Bizi biz yapan iyimser düşünmek varken, beni ben yapan kötümser düşünmeyi  daha çok önemser hale geldik.

“Mümin müminin aynasıdır.” Hadisi Şerifi bünyemizde deprem etkisi yapmalı ki hakikati görelim.
Gönüllerimiz  zehirli düşünceler besliyorsa, baktığı yüzlerde de aynısını görmeye mahkumdur.

Gönüllerimiz  şifa ve hayırlı düşünceler besliyorsa, baktıkları yüzlerde de  iyiliğe ve güzelliğe mahkumdur.

Olumlu düşünce içinde olan gönüller olumlu gönülleri görür. Hayırlı düşünceler mıknatıs gibi hayırlı temennileri yakalamalı.

Anlamak kritik yapabilme yetisi kazandırır kişiye. Makul ve mantığı sırtlanarak yükünü hikmetli kılar kişinin.

Peşin kararlı ve ön yargılı  olmak kişiye bencillik  yolunda  kaybettirir hedefini.

Adeta anlamaya oruçluyum diye bağıran hallerimiz, iftarını anlamak ikramı ile ne vakit açar acep ?

Nagehan İpek – cocukaile.net

Sosyal Ağların Deve Kuşları

Sosyal medyada bazı kişiler, deve kuşu misali davranıyorlar. Birilerine gönderme yapıyorlar fakat bunu  başkalarının anlamadığını sadece gönderme yaptığı kişinin anladığını zannediyorlar.

Söz giydirmelerini  sayfalarından yaparak farklı bir rahatlama peşindeler.

Eş, arkadaş, kısacası  çevresinde rahatsızlık duyduğu bir çok kesim bu muameleye maruz kalabiliyor.

Resim, özlü sözler semboller  vs. ile kişilerin yüzüne ifade edemediği düşüncelerini farklı bir yolla, sosyal medya üzerinden gönderiyorlar:” ohh çok isabetli oldu, tam da söylemek istediğim sözler ne güzel denk geldi. ” diyerek paylaşım peşindeler.

Bu kitlenin kiminle problem yaşadığını anlamak için müneccim olmaya hiç gerek yok, şıp diye anlaşılıyor.

Özellikle  eşi ile sıkıntılı bir süreçte ise karşı tarafa olan iğneli sözcükleri sanki evliliğe bir daha devam etmeyecek türden.

Hoş devam etmese bile medeni ve saygı sınırı olmalı, gerçi bu durum çoktan geçmişin tozlu raflarına hapsoldu ne yazık ki.

Aile ve çevresine gönderdiği giydirmeli cümleleri başkalarının da paylaşmasını, beğenmesini beklemesi nasıl bir ruh halidir? Bu paylaşımlar tartışmalara sebebiyet verebiliyor, muhabbete ve sevgi bağına zarar gelmesine neden olabiliyor. Ya da kötü zanna sebep oluyor.

Neresinden bakılırsa bakılsın, haklılık payı bulamadığımız enteresan bir durum.

Nasıl bir psikoloji hali acaba?  Özel şeyler sosyal gün yüzüne böyle çıkıyor?

Sorunlar ve sıkıntılar yabancı  önüne böyle kolay sunulmazdı yıllar önce.

Büyüklerimiz bunları ayıp sayar ve öğütler peşi sıra gelirdi.

Kiminle sıkıntı yaşanırsa mertçe ve çözüm odaklı, yüz yüze, gözlerdeki olumlu ışığı yakalayarak halledilirdi.

Sorun taraflar arasında bilinirdi. Şimdilerde olduğu gibi cümle aleme, duyanlara duymayanlara servis edilmezdi.

Aile mahremiyeti gözümüzden sakındığımız çok özel değerlerimizdendi.

Sorunlar huzur sığınağında dört duvar arasında çözülmeye çalışılırdı.

“Ne kadar az insan şahit olursa yara o kadar çabuk iyileşir” düşüncesi hakimdi.

Sorunlara onca insanı şahit tutarak, iyi olma sürecini beklemek akıl tutulması olsa gerek.

Büyüklerimiz ne güzel ifade etmişler “Sırrını ele güne ifşa edip gülünç olmaktansa, dişlerin arasında hapsedip kulunç olmayı tercih et”

Sizlere sesleniyorum Sosyal Ağların Deve Kuşları!

“Başınızı kuma saklayarak tüm bedeninizin gizlendiğini zannetmek sizi gülünç duruma düşürüyor. “

Nagehan İPEK

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org