Etiket arşivi: namaz

Huzura Durmayan Huzur Bulamaz…

Namaz kılmıyor oluşunu sıradan bir olay gibi söylüyorsun. Halbuki namaz imandan sonra en önemli hakikattir. Namazsız insan nesi varsa yitirmiştir.

Bak ne geldi aklıma. Bir zamanlar bir ressam arkadaşım vardı. Kendisini zaman zaman camide görürdüm. Fakat son zamanlarda göremez olmuştum.

Bir gün ziyaretime geldi. ‘Seni epeydir camide göremiyorum. Hayırdır inşallah’ dedim. Önemsiz bir olaydan söz eder gibi ‘Ben namazı bıraktım, artık kılmıyorum’ dedi.

Üzüldüm elbette. Bir müddet düşündükten sonra, aramızdaki samimiyete güvenerek şunları söyledim:

Kardeşim! Nefsin seni aldatıyor. ‘Namazı bıraktım’ derken yanılıyorsun. Namaz seni bırakmış da haberin yok. Allah seni huzuruna almıyor artık, anlasana.

Allah adildir. Kimseye zulmetmez. Her hak sahibine hakkını verir. Belli ki liyakatını kaybetmişsin. Kim bilir neler yaptın da böyle oldu.

Bundan sonra sana düşen, tevbeyle, istiğfarla nefsini arındırıp tekrar huzura varmak, Rabbine yalvarmaktır.

Bir makam sahibi insan bile herkesi makamına almaz. Makamı yükseldikçe girmek daha da zorlaşır.

Allah da manevi huzuruna herkesi almıyor. Namaz nimetini herkese vermiyor.

Bir süre namaz kılan yani onun divanına varabilen kişinin sürekli orada kalma garantisi yok. Her an düşebilir ve bir daha alınmayabilir.

Bunları düşün de aklını başına topla. Ömrün sular seller gibi akıp gidiyor. Rabbinin davetine huşû duyarak var. Kalbin saygı duysun, ruhun titresin, gözün yaşarsın.

Sen kulsun, tevazunu takın. Kibirden, gururdan arın. Rabbini daha yakından bilmeye, tanımaya, sevmeye çalış. Muhabbetini kazanmak için çaba harca.

İman da elbise gibi eskir, onu yenile. Rabbinin kitabını oku, eserlerini tefekkür et. İnanmak başka, tanımak başka, sevmek büsbütün başkadır.

İnancını derinleştirmelisin. Bunun için de Rabbini tanımalısın. Bu tanıma sebebiyle muhabbetini artırmalı, sevgilisini özleyen, bir an evvel onun yanında olmak isteyen âşık gibi olmalısın.

Sen Rabbini sever de gereklerini yerine getirirsen Rabbin de seni sever. Rabbine sevgini ifade etmenin yolu ise onun habibine benzemektir.

Allah sevgisinin en mühim neticesi ve şiarı namazdır. İblis seni ondan uzak tutmak için vesvese verir.

Dinleme onu! İblisin sözüne aldanan kişi nefsinin şerrinden kurtulamaz.

Unutma! Huzura durmayan huzur bulamaz!

Ömer Sevinçgül

Zafer Dergisi

Davranışa Dönüştürelebilen Kararlar İçin

İnsanın 2 beyni vardır. Bunlardan birincisi üst beyin, buna insan beyni de diyoruz. Çünkü sadece insanda var olan bir yapı. Çok ince bir çizgi halinde primatlarda, maymunlarda da var ama diğer hayvanlarda yok.
Bir de shup corteksimiz var. Bunada biz alt beyin yani hayvan beyni diyoruz. Çünkü diğer hayvanlarla çok benzeşen bir yapı. Fizyolojik olarak benzeştiği gibi işlevleri itibariyle de benzeşen bir yapı sözkonusu.
Alt beyini bizim açımızdan bu kadar önemli hale getiren ne?

Duygularımızın orada oluşuyor olması.

Düşüncelerimiz üst beyinde oluşuyor. Akıl ve vicdan üst beyinde oluşuyor. Kararlar burada alınıyor. Fakat duygularımız hayvan beynimizde oluşuyor. Erişimizin sınırlı olduğu, otonom, özerk, bağımsız çalışma eğiliminde olan bir yapı. Her ne kadar alt beyin ile üst beyin arasında bir koordinasyon söz konusu olsa da bu çoğu zaman istenen tavırları sergilemek açısından yeterli olmuyor. O hayatın doğal seyri içerisinde, aile hayatı içerisinde aldığımız eğitim, okul hayatında aldığımız eğitim, toplumsal hayatta almış olduğumuz eğitim belli ölçüde üst beyin ile alt beyin arasında eşgüdüm oluşturuyor. Üst beyinin alt beyin üzerinde belli bir kontrol oluşturmasını sağlıyor.

Fakat bu çoğu zaman yeterli değil. Çünkü hayatın içerisinde bir yandan aileden eğitim alıyoruz bir yandan okul hayatında, öte yandan da hayat okulundan da eğitim alıyoruz fakat çeldiriciler var. O eş güdümü bozacak olaylar da yaşıyoruz. Dolayısıyla duygu eğitimini önemli bir başlık olarak hayatımızın bir parçası haline getirmek ve beşikten mezara kadar, yediden yetmişe kadar herkesin bu konu üzerinde durması bir gereklilik. Çünkü istediğimiz davranışı oluşturabilmek için o davranışla uyumlu bir duyguya ihtiyacımız var.

Diyelim ki; “bu konuda şöyle bir davranış sergilemeliyiz diye, eşime şöyle davranmalıyım, çocuğuma biraz daha toleranslı davranmalıyım, sabahleyin biraz daha erken kalkmalıyım” gibi bir farkındalık oluştu üst beyinde ve buna bağlı olarak bir karar aldı. Fakat bunu davranış haline dönüştürebilmesi için bir duyguya ihtiyacı var. Çocuğuna o toleransı gösterebilmesi için sabır duygusuna ihtiyacı var. Eşine ilgiyi gösterebilmesi için sevgi, muhabbet duygusuna ihtiyacı var. O şekilde duygu gelmiyor. Tahammülsüzlük, öfke şeklinde geliyor. Duygu ilgisizlik, benmerkezlik şeklinde tezahür ediyor. O zaman kişi düşünce boyutunda almış olduğu o kararları davranışa dönüştüremiyor, hayata geçiremiyor.

Hepimizin hayatında şikayet ettiği durumlardan bir tanesi budur. Eğer bir şeyi davranışa dönüştürebilmek için sadece düşünmek, farkında olmak yeterli olsaydı dünya bir cennet olurdu.

Gerek kendisiyle olan ilişkisinde gerek diğer insanlarla olan ilişkisinde, gerek hayat ile olan ilişkilerinde, gerekse Allahu Teala ile olan ilişkilerinde hatalı yaklaşımlar içinde olan insanlara baktığımız zaman bu insanların bir çoğunun hatalı yaklaşımlarının farkında olduklarını görüyoruz. Kendimi kontrol edemiyorum diye yakındıklarını duyarız. Çünkü duygular, alt beynimizin yani erişimimizin sınırlı olduğu bir yerde oluşmaktadır. Dolayısıyla oraya erişebilmek, oranın üzerindeki kontrolü arttırabilmek ve hepsinden önemlisi orayı terbiye etme zorunluluğu vardır.
Atı kontrol eden süvaridir. Dizginler aracığılıyla kontrol eder. Fakat süvari ile at arasındaki ilişki sadece o dizginlerden ibaret değildir. O sadece zayıf bir bağdır. Dizginler kopabilir. O at aynı zamanda terbiye edilmiştir. O atların eğitiminde iki husus var.
Birincisi, süvarisinden gelecek o yönergeleri anlamak ve tabi olmak konusunda eğitilmiştir. Fakat bu o süvarinin atını özellikle de olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda kontrol edebilmesi içini yeterli değildir.
İkincisi, bu tür olağan ya da olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda at belli bir tepkiyi verecek şekilde eğitilmiştir. Yani o an süvarinin dizginleri ele almaya gerek kalmaksızın süvariden gelecek yönergeye ihtiyaç duymaksızın spontene, süvarinin de onaylayacağı tepkiyi vermesi öngörülmüştür. Bununla beraber süvarinin onaylamayacağı tepkileri vermemesi de sağlanmıştır.

Mesela süvari atlarını göz önünde bulunduracak olursak, normal şartlarda at top sesinden, tüfek sesinden ürker. Çünkü onun doğasında böyle bir ses yoktur. Fakat o süvari atları eğitilirken özellikle de geçmişte o top sesini, tüfek sesini, mermi sesini duyduğunda ürkmiyecek şekilde eğitilir. Süvari düşmanla mücadele etme sürecei içerisinde, bir yandan da atını kontrol etmeye çalışırsa olmaz. O anda at almış olduğu terbiyenin gereğini yerine getiriyor. Bunu neden anlatıyoruz?

Dedik ya; bizim de hayvan beynimiz var. Düşünceler, duygularımızdan ortalama 5 saniye sonra gerçekleşiyor. Hayatımızdaki en önemli 5 saniye bu. Dolayısıyla o duyguyu henüz daha süvari dizginleri ele alıp ata bir emir vermeden de atın bunu tahmin etmesi ve süvarinin öngördüğü bir duyguyu açığa çıkarması gerekiyor.

Şimdi kişi çocuğuna daha toleranslı olma kararını aldı diyelim ki… Çocukta dikkat dağınıklığı var. çocukta arkadaşlarıyla uyumsuzluk var. Kurallara uymama, öğretmenlerine karşı gelme eğilimi var. Okuldan şikayet geldi ve anne baba aldı çocuğu psikologa götürdü. Psikolog çocukla görüştü ve çocuğunuzun duygu durumu bozulmuş dedi. Anne ve baba sordular “neden bu çocuğun duygu durumu bozuldu? Biz her dediğini yapıyoruz. Yediği önünde yemediği ardında. v.s.”

Babasının biraz daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Babası eve gelir gelmez kızım dersini çalıştın mı? Oğlum ödevini yaptın mı? Demeden önce onunla biraz nasılsın? İyimisin? Demesi ve biraz sohbet etmesi gerekiyor. Biraz sabırlı davranacaksın. Şu an biraz ergenlik belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Zaten çocuğun duygu durumuda çok iyi değil. Sosyal anlamda sıkıntıları var. Akademik anlamda başarısızlık yaşıyor. Senin onu tolere etmen gerekiyor.
-eyvallah hocam bunu yapacağız. Diye kararını aldı konuşmadan sonra. Aradan zaman geçiyor ve anne baba yeniden geliyor. Hocam beceremedik, başaramadık. O kararı aldık ama başaramadık. Çünkü alt beyin genellikle üst beyinden önce tepki verme eğilimi içerisinde.

Çocuğun yapmış olduğu bir davranışı alt beyin kendisine yapılmış bir saygısızlık, varlığının dikkate alınmaması, kişiliğinin hiçe sayılması, otoriteye meydan okunması şeklinde algılıyor. Ki öyle bir durum söz konusu değil. Ama öyle algılıyor alt beyin. Geçmişteki yaşantılardan hareketle ve bir anda öfke duygusu açığa çıkıyor. Daha üst beyin devreye girmedi. Akıl ve vicdan daha henüz bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğiyle ilgili verileri işleyip bir çıktı açığa çıkmadı. Yani bombalar patladı, at ürktü şaha kalktı ve süvarisini düşürdü. Onun için atlar öncesinden eğitime tabi tutulur.

Genel itibariyle baktığımızda bizim toplumumuzda altbeyin üstbeyine uyması konusunda bir eğitime tabi tutuluyor. Tamam bu olması gereken Bir şey. Ama ikincisi yapılmıyor. O bombalar patladığında silahlar ateşlendiğinde atın sakin olmasını sağlayacak eğitim verilmiyor.
Ya da at aç olduğu halde, at yorgun olduğu halde bir bağdan geçerken, bir bostandan geçerken, o yeşilliklere dalmamasını sağlayacak ya da yatacağı bir yer olduğunda hemen kendisini oraya atmamasını sağlayacak o eğitim verilmiyor. Eğer o eğitim verilmemiş ise at süvarisini dinlemez o bağa, o bostana kendisini atar ve sıkıntı söz konusu olur.

Alt beynimiz korktuğu şeylerden, acıdan uzak kalmak, ve hazza ulaşma eğilimi içerisindedir. Aynı şey hayvanlarda da söz konusudur.

At neden ürküyor, bombalar patladığında, silahlar ateşlendiğinde,bunun varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyor ve korku tepkisi açığa çıkıyor. Korkuyor şaha kalkıyor ve süvarisi düşüyor. Korktuğu şeyle yüzleşmesi sağlanır, ondan uzak kalmaması sağlanır. Ya da at aç hazza ulaşmak istiyor. O yeşillikleri yemek istiyor. O suyu içmek istiyor. Ya da yorgun dinlenmeye, uyumaya ihtiyacı var. böyle bir imkan söz konusu olduğunda atın oraya meyletmemesi gerekiyor. Kendisine verilen emir doğrultusunda kendisine öngörülen istikamet doğrultusunda işini sürdürmesi gerekiyor. İşte bunun eğitimi de verilir. Ulaşmak istediği hazlardan geri durma eğitimi de verilir.

Şimdi bizlerde alt beynimizi eğitirken, çocukları eğitmekten bahsetmiyorum yanlış anlamayın, kendinizi eğitmekten bahsediyorum. Öncelikli olarak il yapacağımız şey bir acı duyduğumuz durumlarla yüzleşmek. İkincisi de hayatımızda önem verdiğimiz hazlardan kendimizi geri çekmek suretiyle alt beynimizi eğitmek
Bu konuda paket programlar var. Bu paket programlar aracılığıyla bunu yapabiliriz. Bizim dinimizin bize sunmuş olduğu paketler var. Bunun için özel yapılandırılmış programlara gerek yok.

Mesela batı kültüründe böyle bir eğitim yok. Batı kültürü daha ziyade bu eğitimin verildiği uzak doğu ülkerinde özellikle de Hint kültüründe bunun arayışı içerisinde. Çin kültüründe bunun arayışı içerisinde. Orada keşişler kendilerini bu şekilde terbiye ediyorlar. Tabi bu terbiye çoğu zaman istenen sonuçları vermiyor. Çünkü sadece alt beyini terbiye etmek yeterli değil. Süvarinin de atı alıp nereye götürdüğü çok önemli. Evet at süvarisine tabi ama süvari atını uçurumdan aşağı sürüyor. O zaman atın terbiye olması, o duyguların terbiye olması çok da bir anlam ifade etmiyor. Her ikisi de çok önemli.

Bizim paket programımız ne? ORUÇ

Sabahleyin kalktığımızda alt beynimiz kahvaltı yapmak istiyorum diyor. Bakın sahur bu açıdan çok önemli. Sahur alt beynimizi yönetebilmemiz açısından çok önemli. Sahur yapılmadan oruç tutulduğunda alt beyin hadi bakalım kahvaltı yapalım diyor. Diyelim ki her sabah 9 da biz kahvaltı yapmaya alışığız. Sindirim sistemimiz otomatik olarak çalışmaya başlıyor. Alt beyin üst beyine sormadan hemen sindirim sistemine çalış komutunu veriyor. Çünkü alışmış o saatte yemek yemeğe. Ve hemen sabahleyin kalktığımızda açlığında ötesinde midemizde bir kazıntıyla uyanıyoruz. Çünkü sabahleyin kahvaltı vaktimiz geçmiş. Ama biz kahvaltı yapmıyoruz.
Öğlen geliyor yine bir kazıntı. Öglenleyin yemek de yok. Gün içerisinde su kaybettik, su ihtiyacımız var. hayır su da yok. Ne dedik; İhtiyaçların karşılanması nedeniyle hazza ulaşmak. Ve onun hazza ulaşmasına mani oluyoruz.

Biraz serbest gezmek, dolaşmak istiyor. Hayır bu da yok. Oruçluyuz çünkü, halimize, tavrımıza, konuşmalarımıza, bakışlarımıza dikkat etmek zorundayız. Aksi takdirde akşama elimizde kalan açlık ve susuzluk olur. Biz ise bunun ötesine geçmek istiyoruz.
Alt beyin anlayamıyor. Neden böyle yapıyoruz? Bu bir, iki, üç, tekrar edip duruyor. Altbeyin yine yarın sabah kalktığımızda tekrar sindirim sistemine emir veriyor. Hadi hazırlan birazdan kahvaltıya oturacağız. Hayır kahvaltı yok sana. Yine öğlen vakti ayni şey yine yok. Yine yok. Yine yok.

Tabi ilk başta itiraz. O yoksunluk halini oldukça yoğun yaşıyoruz. Çünkü bedenimizi yöneten alt beynimizdir ağırlıklı olarak. Üst beynimizin bedenimiz üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Ancak belli kas gruplarını üst beynimiz kontrol eder. Mesela yüzümüzde 12 tane kas varsa bunun 8 ini alt beynimiz kontrol eder, sadece 4 tanesini üst beynimiz kontrol eder. Dolayısıyla mimiklerimizi kontrol etme sürecinde alt beynimiz çok belirleyicidir. Eğer gülümseme isteği gelmiyorsa bu yüzümüze yansır. İçimzde bir öfke varsa bu yüzümüze yansır.

Ya da diyelim ki o anda çocuğumuza karşı ciddi bir duruş sergilemek istiyoruz veya çevremizdekilere karşı, altbeynimiz bunun ciddiyetinin çok farkında değilse o yüzümüze yansır. Çünkü o kaslar harekete geçmez. Üstbeyin emir verir ciddi bir ifadeye bürün diye. Fakat altbeyin o emri dinlemez. Dolayısıyla karşımızdaki insanda o etkiyi oluşturamayız biz.

Oruç alt beynimizi terbiye etme konusunda harikulade bir araç. Bir paket program. Herşey düşünülmüş ekstra bir şeye gerek yok. Fakat burada usule hürmet edeceğiz. Eğer orucu hayatının bir parçası haline getirirsen bir müddet sonra alt beyinde çok ciddi bir duygu eğitimi söz konusu olmaya başlıyor.
Üç ayların girmesiyle beraber oruca ağırlık verilmesi, özellikle de Recep ayında orucun yoğun olarak tavsiye edilmesinin altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi bu.

Tabi bunu yaparken hergün oruç tutmuyoruz. Özellikle de nafile oruçlarda. Genellikle alt beyin bir müddet sonra o uyarıcının varlığına ve yokluğuna uyum sağlama eğilimi içerisine girer. Dolayısıyla orucun çok düzenli bir şekilde değil de bir tutulup bir tutulmaması beyni şaşırtıyor.
Beyin tam oruçsuzluğa alışıyor. Oh diyor tamam bugün kahvaltı gelecek diyor. Fakat bakıyor o gün oruç var kahvaltı yok.
Ki Allahın Resulünün hayatına baktığımız zamanda her ne kadar belirli zamanlarda tutulan oruçlar olmakla birlikte bazen hiç oruç tutmayacakmış gibi davranırdı. Bazen de hiç bozmayacakmış gibi davranırdı. Bazen pazartesi, perşembe oruç tutardı. Bazende cuma günü oruç tutardı. Hadisi Şeriflerde öyle görüyoruz. İşte bu alt beyini şaşırtmaya yönelik. Alıtbeyin alışmasın diye. Çünkü altbeyin alıştığı zaman kendini ona göre ayarlıyor. O zaman o terbiyenin onun üzerindeki etkisi azalıyor.

Dolayısıyla bu günlerde oruca ağırlık vereceğiz. Altbeyini eğitme, terbiye etme konusunda, duygu eğitimi konusunda başka bir etkinlik, başka bir ibadet söz konusu değil.
Bununla beraber namaz, özellikle de gece namazları (teheccüd), günlerin uzadığı şu günlerde yatsı namazı, hatta erkekler için zorda olsa camiye gitmek. Sabah namazlarına kalkmak. Çoğu anne baba çocuklarına kıyamazlar. Halbuki altbeyini terbiye etme açısından harikulade bir araç sabah namazı. Tabi şefkatle, sevgiyle. Ama öte yandan kararlılıkla ve ciddiyetle yapılması gerekiyor.
Ve altbeyin şu soruyu soruyor; biz bütün bunları niçin yapıyoruz?

Sabahleyin kalkıyor okula gidiyor. Bunun somut kazanımları var. fakat söz konusu ibadetler söz konusu olduğunda pozitif bir geri dönüşüm söz konusu değil. Biz bunları niçin yapıyoruz diye soruyor. Bu ona anlamsız geliyor. Ama bir müddet sonra kişi bunu yapmaya devam ettikçe alt beyin bütün bu çabaların, bütün bu uğraşların belli bir amaca yönelik olduğunu birisinin takdirini kazanmaya yönelik olduğunu farketmeye başlıyor ve bu şekilde kişi alt beynine O nun varlığını anlatmış oluyor. Yaşantılar aracılığıyla.
İşte O nun varlığını anlatmayı başardığı andan itibaren alt beyinde O na boyun eğme, O nun koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşama eğilimi içerisine giriyor. Dolayısıyla unutmuş olan alt beyine O nun varlığını bu yöntemlerle anlatacağız.

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

cocukaile.net

‘Manevî Beslenme’ Yolları

Manevî hayat akan bir su gibidir. Akan su ise hayattır. Dağların ve ormanların içinden doğan su, tazelik ve sağlık getirir; çünkü akmaktadır. Bunun tam aksine, bataklık durgundur ve hastalık üretir; üstelik kendisine akan suyu tutar ve onu da bozar. Öyleyse, tutup biriktirmeye çalışan biri olmak yerine, kendi dışına akmaya ve vermeye çalışan biri olmak gerekir. Eğer içimizdeki iyilik potansiyelini saklı tutar ve onun dışarıya akmasına izin vermezsek, manevî dünyamız çürümeye yüz tutar, duygularımız cılızlaşır. İşte bu nedenle iyi yanlarımıza çektiğimiz setleri paramparça etmeli ve güzel niyetlerimizin bir nehir gibi akmasına izin vermeliyiz. Çünkü, tazelik ve hayat akmaktadır.
Evet, günümüzün artan tüketiciliği, materyalist ve dünyevî atmosferi, bu akışın önünde set olmaya çalışıyor. Ama her set, önündeki suyu bir süre tutabilirse de, ilânihaye tutmaya muktedir değildir. Su, ya seti aşar ya da deler geçer. İşte, insanın manevî dünyası da böyledir. İçindeki iyilik potansiyelini dışarıya akıtmak isteyen bir manevî gücün karşısında hiçbir set duramaz ve tutunamaz. Buna insanı ‘dünya‘ya çağıran ve onda boğmak isteyen her türlü set dahildir. Ancak bunun için gündelik hayat içinde insanın manevî beslenme yollarının farkında olması ve bunları elden geldiğince yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar bir dizi meleke hâline getirilmiş düşünce, tutum ve tavır ile alışkanlık hâline getirilmiş davranışı içerir.
Size yapılan iyiliklerin farkına varın:
İnsan unutkandır. Her an hayatımıza akıp durmakta olan iyilik ve lütufları unuturuz. Şefkatli Yaratıcımızın sonsuz iyiliklerini, başka insanların bizim için yaptığı iyilik ve yardımları unuturuz. Bu dalgınlığı aşmanın yollarından biri, son bir haftada ya da bir günde bize yapılan iyilikleri not etmek olabilir. Meselâ, bir gün aile üyelerinizin size yaptığı iyilikleri not edebilirsiniz. Başka bir gün, komşularınızın yaptığı iyilik ve yardımları; başka bir gün arkadaşlarınızın; başka bir gün ise bir düşmanınızın iyilik ve yardımlarını liste hâlinde yazabilirsiniz. Böylece bazı zamanlarda nefsinizin görmek istediğinin aksine, ne de çok iyilik ve lutfa mazhar olduğunuzu görebilirsiniz.
Sözlerinizde insanların iyiliğini isteyen dualara yer verin:
Dilinizi ‘Allah yardımcın olsun’, ‘Allah kalbini, seni ve tanıdıklarını huzurlu kılsın’, ‘Allah sana ve ailene merhamet etsin’, ‘Allah çocuğunuzu kendi istediğiniz şekilde yetiştirmenizi nasip etsin’, ‘Yeni işiniz hayırlı olsun’ gibi dua sözlerine alıştırın ve bunları arkadaşlarınız, dostlarınız ve tanıdıklarınız için söyleyin. Sizi ve çevrenizdeki insanları manevî olarak yükseltecek, cesaretlendirecek ve olumlu bir bakış açısına yöneltecek duaları taze ve yeni sözlerle gönülden dillendirin. Dilinizi duaya alıştırmanız, ruhunuzun kuvvet ve enerjiyle dolmasını sağlar.
Toplu ibadetlere iştirak ederek ruhunuzu besleyin:
Manevî yönünüzü güçlü kılmak için dua ve ibadet için harcadığınız zamanı artırmalısınız. Dua, namaz, tefekkür gibi ibadetleri mümkün olduğunca topluluk halinde yapmak, topluluğun ortak hareketinden doğan sinerjiden istifade etmenizi sağlar. Bu sinerji, Allah’ın cemaatle namaz emrini yerine getiren kulları için onlara lütfettiği bir ikramdır.
Allah’a tevekkül edin:
Manevî gelişme ya da yükselme, zaman içinde inançta ve imanda belirli sıçramalar yaşamak anlamına gelir. Bu sıçramaları belli ölçüde başarmış bir kişinin, elde ettiği başarıları sadece kendi şahsî gayretine ve ilmine bağlaması düşünülemez. Öyleyse iman etmenin ve manevî yükselmenin göstergelerinden biri de, ortaya konan gayretten sonra sonucu Allah’ın yarattığını teslim etmek ve hırçın bir şekilde sebeplere saldırmamaktır. Manevî yükselme yaşamış bir kişi, elinden gelen her şeyi yapar ama bütün bunları yaparken Allah’a ve kadere imanı onu huzurlu ve sakin hareket etmeye yönlendirir. O Allah’a güvenir, başarı için ihtiyaç duyduğu sebeplerin etrafında toplanmasına Allah’ın yardım edeceğini bilir.
Minnettar bir insan olun:
Her yeni günü Allah’ın bize gönderdiği bir hediye olarak görmeli ve güne O’na olan minnettarlığımızı ifade eden bir duayla başlamalıyız. O günün bize birtakım sıkıntılar getireceğini düşünüyorsak bile, güne bir şükür duasıyla başlamayı ihmal etmemeliyiz. Yine, gün içinde ne kadar zorlu olaylarla karşılaşırsak karşılaşalım, akşamın ilerleyen saatlerinde bir şükür ve hamd duası yapmalıyız.
Dostlarınızın manevî yolculuklarını paylaşın:
Manevî olarak yükselmek ve gelişmek isteyen birisini bulduğunuz zaman onunla dostluk edin. Belli aralıklarla dinî ve manevî konuları müzakere etmek üzere bir araya gelin. Göreceksiniz ki, bu düzenli görüşmeler manevî yükselmeniz için güzel basamaklar olacaktır.
Hizmet edin:
İçinde yaşadığınız topluma hizmet etmenin yollarını araştırın. Bunlar, özellikle karşılığında bir ödül almayacağınız hizmetler olsun. Sokakta gördüğünüz bir çöpü yerden almak, yaşlı birisini karşıdan karşıya geçirmek, otobüste ihtiyacı olan birine yer vermek ya da bir yayayı gideceği yere kadar arabanızla götürmek; veya geçiminizi temin ettiğiniz işte çok küçük bir yüzdeyi parasız yapmak gibi. Hem bu, emeğiniz karşılığında aldığınız ücretin de temiz olmasını sağlar.
Biraz yalnız kalın:
Bir filozofa göre yalnızlık bizi kendimize karşı daha dayanıklı; başkalarına karşı da daha müşfik yapar. Her iki açıdan da karakterimizi geliştirir. Belli aralıklarla kalabalıktan ve hayatın gürültüsünden uzaklaşmak ruhumuza iyi gelir. Gün içinde birkaç dakika sadece kendimiz ve Allah ile beraber olmaya çalışmalıyız. Sessizlik zihnimizi hayatın getirdiği problemlerden uzaklaştırır ve Allah’ın yardımıyla sessizlikte düşüncelerimiz sıhhat bulur.
Namaz kılın ve oruç tutun:
Namaz kılmak Allah ile olan bağımızı diri tutar, dinî duyarlılığımızı kalıcılaştırır. Oruç tutmak ise bir yandan her arzunun peşinden koşmak isteyen nefsimizi terbiye etmeyi, diğer yandan yoksul kişilerin hallerine yakınlaşmayı, onlara karşı empatik olabilmeyi mümkün kılar. Dolayısıyla özellikle Ramazan ayının çok verimli bir şekilde geçirilmesi manevî hayatımızı kuvvetlendirmek için kritik bir öneme sahiptir. Kuşkusuz oruç Ramazan ayı dışında da tutulabilir. Özellikle günümüz gündelik hayatının olumsuz görüntülerine maruz kalan genç bekarların, oruçtan elde edecekleri istifade muazzamdır. Gözlerini haramdan koruyabilecekleri için akıl ve ruhlarını dengede tutabilirler.
Üzüntünüzü ve sıkıntınızı Allah’a havale edin:
Canınız bir şeye sıkıldığında ya da gündelik işlerinizde bir engellemeyle karşılaştığınızda gönlünüzün rahatlaması ve önünüzün açılması için Allah’a dua edin. O size bir kapı kapalı olsa bile, başka bir kapıyı açacaktır. Öyleyse büyük küçük demeden her sıkıntı ve üzüntünüzü Allah’a havale edin ve O’ndan yardım isteyin.
Etrafınıza sevgi yayın:
Nereye giderseniz oraya sevginizi ve müspet bakışınızı da götürün. En önce kendi evinize. Gülen yüzünüz, nezaketiniz, gülümsemeniz ve sıcak selâmınızla insanları mutlu etmeye çalışın. Size gelen kişilerin yanınızdan ayrılırken kendilerini daha mutlu hissetmelerine vesile olun.
Kur’an-ı Kerim, tefsir ve hadis kitapları okuyup tefekkürünüzü genişletin:
Kutsal kitabımız ‘yaş ve kuru her ne varsa içinde yer aldığı’ bir kitaptır. Bize yol gösteren, bizi bilgilendiren, bize kim olduğumuzu bildiren, bizi uyaran boyutlarıyla ruhumuzu çepeçevre kuşatır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i ve onu şerh etmek için yazılmış tefsirleri okumaya ve anlamaya zaman ayırmalı, bunu düzenli bir iş hâline getirmelisiniz. Ardından okuduklarınızı tefekkür etmelisiniz. Bu tefekkür sayesinde kalbiniz inşirah bulacak ve maddeten de vücudunuzu zinde hissedeceksiniz.
Bugünü size bol lütuflu kılması için Allah’a dua edin:
Olgun ve kâmil bir mümin olabilmek ve bu yolculuğa heyecanla devam edebilmek için, Allah’ın size bunları lütfetmesi arzusunu dualarınıza taşıyın. Bunu günlük faaliyetinize henüz başlamamışken, sabahın ilk saatlerinde yapın. Bu maksatla kısa bir dua yapmayı alışkanlık hâline getirebilirsiniz: ‘Allahım, bugünü Senin lütfuna eriştiğim bir gün kıl.’ Sonra gün içinde gözlerinizi ve kulaklarınızı dört açın. Karşılaştığınız sıradan biri, yaşadığınız basit bir olay, belki de sizin o gün elde edeceğiniz kazanımı içinde barındırıyor olabilir. Allah size olan lütfunu böyle küçük sürpriz ve ayrıntılarla gönderebilir.
Zamanınızın bir kısmını doğal ortamlarda geçirin:
Dinin tabiatını hakkıyla bilenler, tabiatın dini anlamak için ne kadar önemli olduğunu bilirler. O yüzden zamanınız elverdiğince tabiatta vakit geçirmeye çalışın. Tabiattaki her şey; Allah’ın azametinin ve hüsnünün izlerini taşır. Ağaçlar, Allah’ın kudretini ve şefkatini anlatır. Gökyüzü, Allah’ın mühendisleri kıskandıracak işçiliğinden haber verir. Geceleri gökyüzünde ayın ve yıldızların saçtığı ışık, Allah’ın dünya evini karanlıkta bırakmadığını anlatır.
Tercih hakkınızı kullanın:
Ne tür bir ortamda bulunuyor olursanız olun her zaman bir tercih hakkınız vardır. Hayal kırıklığı ve üzüntü yerine, neşe ve dinamizmi seçin. Nefret yerine, sevgiyi seçin. İntikam yerine, affetmeyi seçin. Olduğunuz yerde durmak yerine, gelişmeyi seçin. Unutmayın ki karşılaştığınız her olaya olabilecek en iyi seçenekle de karşılık verebilirsiniz, en kötü seçenekle de. Tercih sizin.
Ömer Baldık / Zafer Dergisi

Mevlid Kandili’nde Nasıl İbadet Edilir ve Namaz Kılınır?

İmam Suyuti, konuyla ilgili olarak özetle şunları söylemiştir:

“İnsanların Mevlid-i Nebevi için toplanıp Kur’an okumaları, Hz. Peygamber (a.s.m)’in veladetiyle ilgili haberleri/menkıbeleri seslendirmeleri, bu münasebetle yemek tertiplemeleri bid’a-i hasenedir/güzel bir bid’attır. Çünkü, bu toplantılarda Hz. Muhammed (a.s.m)’e karşı büyük bir tazim, bir saygı, onun dünyaya teşriflerinden ötürü büyük bir sevinç söz konusudur. Bu ise, sahibine büyük bir sevap kazındırır.” (bk. Suyuti, el-Havi li’l-fetavi, 1/272-şamile).

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevi terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlahiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler halinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’an-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekanlarda Kur’an ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.
2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salat ü selamlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.
3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.
4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayati meselelerde derin düşüncelere girmeli.
5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plan ve programı çizilmeli.
6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.
7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.
8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.
9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hatta isim zikrederek dualar etmeli.
11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlakı yerine getirilmeli.
12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.
13. O gece ile ilgili ayetler, hadisler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.
14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilahi ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.
15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.
16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevi iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.
17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.
18. Hayattaki manevi büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.
NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’an, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289). Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hali değildir.
Sorularla İslamiyet

Özür Dileriz Delikanlı

Delikanlı özür dileriz, namaza başlarken sanki biz zamanında hiç zorlanmamışız gibi seni “full çekme”ye zorladık. Tuğlaları üst üste koymana izin verecek bir rahatlık sunmadık sana. Yakaladığın namazlara köreldik de, kaçırdıkları için yazıklar ettik. Namaza alışırken ayağının dolanabileceğini, yürürken düşebileceğini hesaba katmadık. İçindeki tereddütleri ciddiye almadık. Kendi kendine sorduğun sorulara “hiç yokmuş gibi” sağırlaştık.

Elbette ki “lüzumsuz” gelecekti sana namaz en başında. Başımızı ellerimizin arasına alıp bir kaç dakika olsun düşünmedik: Öyle kolay değil ki arzulamak hiç alışık olmadığını? Öyle hemen oluvermez ki hiç tanımadığını yanına yoldaş eylemek? Kim susamadan su içer ki? Kim acıkmadığı yemeğe iştah duyar ki? Mecbur tuttuk seni… “Başka yolu yok!” dedik.

Mecbur olmasına mecburdur namaz.. Yalan yok; farzdır. “Dinin direği.” “Gözümüzün aydınlığı!” Teşekkürlerin en güzeli.. minnettarlığımızı ifade etmenin en şık, en zarif yoludur namaz! Kulluğumuzun en somut biçimi… Elle dokunulur, gözle görülür bir teşekkür zirvesidir..

Sormadık kendimize: Zorla mı teşekkür eder insan? Zorunluluk olarak takdim edilir mi hiç minnettarlık? Gösteremeyince sana Rabbimizin bizi ne kadar çok şeyle sevindirdiğini, içine zoraki minnettarlıklar atmaya kalktık. En başta biz hissedemeyince üzerimize hiç hesabsız, hiç sebepsiz, hiç karşılıksız indirilen o iyilikleri, sana da ancak “istesen de istemesen yapacaksın” diye farzları saydırdık, soğuk ve resmî zorunluluklar listesi içinde sürdük namazı önüne. Hiç görmedin ki yüzümüzde nimetlere boğulmanın o şımarıklık neşesini, hiç hissetmedin ki yüreğimizde her sabaha yeniden uyanma sevincini? Bizden sana huzur bulaşmadı ki… Bizden sana neşe taşmadı ki…

Elbette ki sabırsızdır insan… Hele de gençler… Biz yaşımızı başımızı aldık, ırmağın öbür yakasına geçtik. Durulduk. Sakinleştik. Ama sen! Beri yakasındasın hayatın. Hırçın yanındasın şehrin. Kıpır kıpır tenin. Duygu kasırgalarında savruluyor saçların. Sana varlığın müziğini aktaramadık. Namazın yüzümüze tebessümler kattığına tanıklık edemedik. Kıldık namazları kılmasına, ama seccadeyi toplarken namazın gerçeğini de bir kenara dürdük. Namaz kıldıkça güzelleşseydik, neşelenseydik, incelseydik, sen de imrenirdin bize. Sanki bir büyü var burada diye, sen de sokulurdun yanımıza..

“Namaz dediğin sadece bir gün kılınır” demek isterdik sana… “O da bugündür.” Bak, dün gitti; yarın da gelmedi. “Sen sadece bugün kıl, gerisine karışma!” diyecek kalenderliği gösteremedik sana… Bitmeyecek sandın namazı. Yarın, yarından sonra, yarından sonradan da sonra…. Derken yığıldı üzerine binlerce vakit, binlerce rekat… Ezildin kılacağın namazlar altında. Şimdiden üşümeye başladın soğukta alacağın abdestlerin suyunda… Kulağına fısıldayıverseydik ya Rabbimizin sözünü: “Ben senden yarının ibadetini istemiyorum ki…” Bugün kıl, yeter.. Hatta bu vaktin hakkını ver, yeter!

Hem sonra, ne biliyorsun, o kadar uzun süre yaşayacağını.. Belki bitecek ömrün; namazların da bitecek… Sana bugün kıldığın namazın ışığı kalacak… Rabbin diyecek ki, “Madem ki bugün kıldın, yaşasaydın bir ömür boyu kılacaktın..” Bir güne verdiğin namaz rengi, bir ömrüne taşacak; bin ömürlük bir sonsuzluğa taşıyacak seni.. Sana Rabbini tanıtırken, kılı kırk yarar, ince eleyip sık dokur, mükemmeliyetçi bir imaj çizdik, seni vesveselere saldık, yorduk, kırdık, usandırdık. Rabbinin yaptıklarını beğenmeyeceğine inandırdık önce seni. Seni sevdiği, sana merhamet ettiği ap açık ortadayken, önce korkmanı istedik O’ndan… Oysa, insan sevmediğinden korkmaz ki, korkamaz ki…

Allah’tan korkanlar O’nu hakkıyla sevenlerdir, O’nun kendilerini fazlasıyla sevdiğini bilenlerdir… Korkarlar; çünkü o sevgiyi kaybetmek üşütür insanı, o kadar sevilmişken yüz çevirmek acı verir insana… Kaybedeceği şeyi olanlar korkar! Şöyle diyebilmeliydik sana: “Namaz kılarken Rabbinin sana ‘aferin!’ dediği haldesin.” Şöyle de diyebilmeliydik: “Namaz kılarken, Rabbinin en çok sevdiği En Sevgili’nin (asm) bulunduğu haldesin.” Sevinmelisin. Sevildiğini bilmelisin. Sevildiğini bilip de öyle varmalısın secdelere. Bırakıp her şeyi namazın kucağında atabilmelisin hüzünlerini. Durdurup oyunları, başından atıp telaşları, en sahici olduğun yerde, en çok onaylandığın halde, namazda, neşelere boğulabilmeli, sevinçlere sarılabilmelisin. Özür dileriz delikanlı, Bağışla bizi genç hanım.

A. Cem Toprak / Zafer Dergisi