Etiket arşivi: Nesil Yayın Grubu

Sosyal Medyanın En Güzel Faaliyeti GIYBET ORUCU

Nesil Yayın Grubu, Editör-Yazarı Ömer Faruk Paksu herhalde bu zamana kadar hiç yapılmamış güzel bir eyleme imza atmış ve “GIYBET ORUCU” diye bir oruç tutmaya başlamış ve bunu da başka insanlarada teşvik olsun diye twitter sayfasından ( Twitter Adresi @ofpaksu ) gıybet ile alakalı twitler atarak takipçilerini zinde tutmayı başarmış ve birçok kişinin “GIYBET ORUCU” tutmasına da vesile olmuştur.
Bizde sosyal medyada ki bu güzel faaliyetten Araştırmacı Uğur Akkafa ( Twitter Adresi @ugurakkafa ) vasıtası ile haberdar olduk ve sizlerle paylaşmak ve sizleri de bu güzel eylemden haberdar etmek istedik. Olur ya belki sizlerden de bu güzel ORUCA niyet etmek isteyen olur.
Ömer Faruk Paksu’nun “GIYBET ORUCU” serüveni twitter adresinden anladığımız kadarı ile şöyle başlamış ve devam etmiş o twitlerden bazılarını biz aşağıya kaydediyoruz.Sizler diğerlerini okumak ve yeni twitleri takip etmek için ( Twitter Adresi @ofpaksu ) takibe alabilir bu güzel faaliyete eşlik edebilirsiniz.
Kendilerini de tebrik ederiz, bu zamana kadar duyduğumuz en orijinal ve faydalı sosyal medya faaliyeti olmuş.
GIYBET ORUCU BAŞLANGICI VE İLK TWEETLER ! 
20 Nisan 2012 – Bugün itibariyle “gıybet orucu”na başlayacağım inşaallah. Yaşadıklarımı paylaşacağım.
İLK 3 GÜN
21 Nisan 2012 – En zor şey, gıybet eden birine gıybet ediyorsun, lütfen sus diyememek.
21 Nisan 2012 – Bir anda kendimi birinin aleyhinde konuşurken buldum. Ve hemen sustum. İlk başarım.
21 Nisan 2012 – Bir tanıdık Allah yardımcın olsun. Zor bir şeye girişmişsin dedi. 🙂
21 Nisan 2012 – “Rabbim bu orucun iftarı olmasın!”
22 Nisan 2012 – “Ya hayır konuş ya da sus!”
22 Nisan 2012 – Birisinin aleyhinde konuşarak kötülediği biriyle karşılaştığımda adama düşman gibi baktım. Oysa hiç de öyle değilmiş.
23 Nisan 2012 – Kendisi yokken hakkında konuştuğum kişiyle yüzyüze görüştüğümde aynı şeyleri konuşabilirim ve hiç kırılmaz. 🙂
23 Nisan 2012 – Allah, “Namaz kılın” emri kesinliğinde, “Gıybet etmeyin” diyor. Ama biz Müslümanlar bunu hiç umursamıyoruz.
23 Nisan 2012 – Eğer ben birilerinin hakkında kötü konuşmazsam, Allah da başkalarını benim hakkımda kötü konuşturmaz. Buna inanıyorum.
30. GÜN
20 Mayıs 2012 – Orucumun ilk ayını doldurdum şükürler olsun. İftarı son nefeste Allah lafzıyla olsun inşaallah.
20 Mayıs 2012 – Gıybet zift gibidir. Yapıştığı yerden bir daha çıkmaz.
20 Mayıs 2012 – Gıybetçi insanın ruh dünyası karanlıktır. Güzellikleri görmez.
60. GÜN
19 Haziran 2012 – Niyet okuyuculuğu en sinsi ve en tehlikeli gıybet şeklidir.
19 Haziran 2012 – Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyamet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.
19 Haziran 2012 – Gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silahıdır. (Bediüzzaman)
90. GÜN
21 Temmuz 2012 – Gıybetten uzak durmak, insanı diğer kötü duygulardan da arındırır.
21 Temmuz 2012 – Gıybetle çözeceğini düşündüğün bir meseleyi, Allah’a havale et. O senin yerine güzel bir şekilde çözer.
21 Temmuz 2012 – Zor olan gıybet etmemek değil, yanınızda gıybet eden insanlara mani olmak
122. GÜN
21 Temmuz 2012 – Şeytan vesveseyle insanların arasını açar ama dedikoducu insanın yüzüne baka baka fitne fesat çıkarır.(Eşrefoğlu Rumi)
Kaynak: Risale Ajans

Risale Hizmetinin Dayandığı Esas Nokta!

Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, hayatıyla ve eseriyle, ahir zaman mü’minleri için bir örnek niteliğindedir. Onun hayatına bakan ve eserini okuyan herkes, böyle bir zamanda Kur’ân’ın hakikatlerinin nasıl yaşanacağını gördüğü gibi, bu hakikatlerin nasıl tebliğ edileceği konusunda da yolunun aydınlandığını görecektir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin sergilediği bu örnekler, en temelde, onun Kur’ân ile kurduğu bağa dayalıdır. Âlemler Rabbinin Kelâm-ı Ezelî’si olarak Kur’ân, onun ifadesiyle “öyle bir Zâtın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.” Madem öyledir; zamanın değişmesi ile, hakikat de değişmez. Bilakis, Kur’ân hakikatleri bütün o değişen zamanların üstünde yol gösterici bir güneş olarak öylece durmaktadır. Yeter ki, gözler açık olup o güneşten alacağı ışığı alabilsin…

Kur’ân’ı işte böyle gördüğü; devirlerin ve insanların gelip geçiciliğine karşılık onun bütün devirleri aydınlatan bir Kelâm-ı Ezelî olduğuna yürekten iman ettiği için, nazarları Kur’ân’a çevirmek, onun inşa etmiş olduğu iman hizmetinin esasını oluşturur. Bu çerçevede yazdığı Risaleleri Kur’ân’dan aldığı dersle ve bir bakıma ‘Kur’ân’a hazırlık okulu’ olarak yazan Bediüzzaman, Kur’ân’a yönelik olması gereken nazarların kendisine çevrilmesine ise asla müsaade etmez. Bu noktadaki duruşu, son derece açık ve nettir:

Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemâlde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye mâruz ve müptelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.” (Emirdağ Lâhikası I, 39. Mektup)

Kur’ân’a yönelmesi gereken dikkatlerin kendi şahsına yönelmesi ve Kur’ân hakikatlerine bina edilmesi gereken bir hizmetin kendi şahsı üzerine bina edilmesi ihtimali karşısında bu uyarıyı yapan Bediüzzaman, diğer taraftan, Risale-i Nur’un ahir zaman şartlarında Kur’ân’ın anlaşılması ve yaşanması noktasındaki değerini ve önemini şöyle belirtir:

Lillâhilhamd, Risaletü’n-Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senânız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem.” (Kastamonu Lâhikası, 2. Mektup)

Bu iki mektup, Bediüzzaman’ın durduğu istikametli yeri net bir şekilde gösterir. Onun, Kur’ân’dan alınmış dersler ve devalar olarak Risale-i Nur’da yazılan esaslardan asla şüphesi yoktur. Ama bu esasların Kur’ân’dan alınmış dersler ve devalar olduğu; kendi şahsına mal edilemeyeceği konusunda da şüphesi yoktur. Dolayısıyla, hayatın akışı içerisinde ‘her cihetle kemâlde ve devamda’ bir hizmet, fani şahsı üzerine bina edilmemeli, Kur’ân hakikatleri üzerine bina edilmelidir.

Risale-i Nur ile şahsı arasında bu temel noktadan hareketle bir ayrım yapan ve talebelerinden de bu ayrıma uygun hareket etmelerini isteyen Bediüzzaman’ın yine Kastamonu Lâhikası’ndaki bir mektubu da bu bakımdan manidardır:

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Onuncu Şuâ namında yazdığınız Fihristenin ikinci kısmı bana şöyle kuvvetli bir ümit verdi ki: Risale-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyar ve zaif bir biçareye bedel, genç, kuvvetli çok Said’leri içinizde bulmuş ve bulacak. Onun için bundan sonra Risale-i Nur’un tekmil-i izahı ve haşiyelerle beyanı ve ispatı size tevdi edilmiş, tahmin ediyorum. Bir emaresi de şudur ki:

Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri kaydetmek için teşebbüs ettimse de çalıştırılamadım.

Evet, Risale-i Nur size mükemmel bir mehaz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin her birisine, mesela Kur’ân kelâmullah olduğuna ve i’câzî nüktelerine dair müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı burhanlar cem edilse ve hâkezâ, mükemmel bir izah ve bir hâşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş; başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.

Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirtlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlâsından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı mânevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.” (Kastamonu Lâhikası, 35. Mektup)

Risale-i Nur’un temsil ettiği iman ve Kur’ân hizmetinin ‘her cihetle kemâl ve devamı’ için bir yol haritası niteliği de taşıyan bu mektupta, Bediüzzaman, talebelerinden Risale-i Nur’a tam bir bağlılık ile beraber şu beş vazifeyi yerine getirmelerini beklemektedir:

Her bir iman hakikatine dair, ayrı ayrı risalelerdeki bahislerin biraraya toplandığı müstakil derlemeler oluşturulması;

Risale-i Nur’daki izah ve tafsile muhtaç bahislerle ilgili olarak, ‘şerh ve izah; ve tekmil ve tahşiye; ve neşir ve tâlim’ çalışmalarının yapılması;

Risale-i Nur’un ‘tanzim ve tertip ve tefsir ve tashih’i;

Risale-i Nur’da kendisine bir yer ayrıldığı halde telif edilememiş “Yirmibeşinci Mektup” ve “Otuzikinci Mektup” gibi risalelerin Risale-i Nur’un talebelerince telif edilmesi;

Risale-i Nur’un hitama ermemiş, yarım kalmış “Dokuzuncu Şua” gibi risalelerinin ise yine Nur talebelerince tekmili.

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur talebelerinden, Risale-i Nur’u ‘hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla ihata etmiş’ ‘mükemmel bir me’haz,’ ‘bir kuvvet-i zahr’ ve bir ‘rehber’ bilerek ifa etmelerini istediği bu hizmetlerin dördüncüsü ve beşincisi için yine Kastamonu Lâhikası’ndaki başka mektuplarda dile getirdiği düşünceler de manidardır. Bir talebesinin ‘iki üç senedir’ yeni risaleler telif edilmemesinin hikmetini sorduğu 96. Mektupta, Bediüzzaman, “Bunun cevabı uzundur” dedikten sonra, bu durumun bir hikmetini “Hem, Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için” diye açıklamaktadır. Bir diğer mektupta ise, haşre dair, tamamlanmamış Dokuzuncu Şua’dan bahis ile, şu dikkate değer ifadeleri serdetmektedir:

İnşaallah bir zaman, Risale-i Nur’un şakirtlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini telif edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı âzamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur’da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp, Dokuzuncu Şua’yı Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lâhikası, 131. Mektup)

Bu ve benzeri mektuplar, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur hizmetinin ‘kemâliyle devam’ edebilmesi için nasıl bir yol ve yön gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu mektuplar, bir açıdan, onun Risale-i Nur talebelerine bir vasiyeti niteliği de taşır.

Bu hizmetin salimen yürümesi için ise, Bediüzzaman’ın Mektubat’ta ortaya koyduğu şu ölçünün akılda tutulması gerekmektedir:

Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektup, Altıncı Kısım)

Bütün bu mektupların ortaya koyduğu istikamet, ifrat ve tefritten azade olarak şöyle özetlenebilir: (1) Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerinden, ‘allâme ve müctehid de olsalar’ Risale-i Nur’u esas bilmelerini, bütün hizmetlerini Risale-i Nur üzerine bina etmelerini istemektedir. Risale-i Nur’u ‘ulûm-u imaniyede’ yetersiz gören bir anlayış, Risale-i Nur talebeliği ile bağdaşmaz. (2) Ama bu noktadaki sadakat, Risale-i Nur üzerine hiçbir çalışma yapmamak anlamına da gelmez. Bilakis, Risale-i Nur’daki hakikatlerin inkişafı için, ‘şerh, izah ve tanzim’ çalışmalarına da ihtiyaç olduğunu Bediüzzaman bizzat ifade etmekte; ve birçok mektubuyla talebelerinden bu noktada gayret göstermelerini istemektedir.

Nitekim, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu bu ölçüler mucibince, Risale-i Nur talebeleri daha Bediüzzaman hayatta iken risaleler için fihristeler telif ettikleri gibi, ihtiyaca binaen, Zülfikâr, Asâ-yı Musa, İman ve Küfür Muvazeneleri gibi derlemeler de yapmışlardır.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra ise, yine ihtiyaç karşısında, Risale-i Nur talebeleri Risale-i Nur’daki değişik bahisleri ‘tanzim ve tertip’ ederek Hizmet Rehberi, Beyanat ve Tenvirler gibi başlıklar altında biraraya toplamışlardır.

Gündemde olan ve ihtiyacı duyulan meselelere dair Risale-i Nur’un vermiş olduğu cevapları bir bütün halinde ortaya koymak adına, genel yayın danışmanı görevini sürdürdüğüm Nesil Yayın Grubu bünyesinde oluşturulmuş bir heyetle, bu meyanda bir derleme çalışması gerçekleştirdik. Uzun zamandır Risale-i Nur müntesiplerinin yanında farklı toplum kesimlerinden insanların da dile getirdiği ihtiyaçları gözönüne alarak, Risale-i Nur’daki Namaz, Aile, Kader, Dua, Ehl-i Beyt ve Tasavvuf ile ilgili bahisler sistemli bir bütün halinde biraraya topladık. Bunun yanısıra, insanların en ziyade manevî desteğe ve imanî yardıma muhtaç olduğu şartları dikkate alınarak hapis musibetine düşenler için Medrese-i Yusufiye, bir yakını vefat etmiş olanlar için Taziye, vesvese musibetine duçar olanlar için Vesvese, sabra medar herhangi bir musibetle yüzyüze olanlar için ise Sabır bahisleri birer risale halinde biraraya toplandı. Yanısıra, mü’minlerin bütün namazların bütün rekatlarında okudukları Fatiha’ya dair Bediüzzaman’ın yapmış olduğu tefsirleri Fatiha Tefsiri başlığı altında topladığımız gibi, hac ve umre ziyaretleri için bir manevî hazırlık ve inkişaf olarak yine Risale-i Nur’un ibadet ve hac hakkında söylediklerini de Haccın Hikmetleri başlığı altında biraraya getirdik.

Risale-i Nur’daki ilgili bahislerin birbirini takip eden, birbirine bakan ve birbirini açıp şerheden sistemli bir bütün halinde biraraya topladığımız bu çalışmaların yenileri, Nesil Yayın Grubu bünyesinde, ihtiyaç dahilinde biiznillah devam edecek.

Bu çalışmalarla, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur talebelerinden istediği beş vazifenin yalnızca birini bir derece ifa edebildiğimizin de farkındayız.

Ümidimiz ve temennimiz odur ki, bu çalışmalar ahir zaman mü’minlerinin şiddetli ihtiyaç duydukları meselelerde Risale-i Nur’un ortaya koyduğu imanî derinliği ve Kur’ânî ufku keşfetme ve hayata taşıma noktasında yeni bir vesile teşkil etsin.

Yine ümit ve temenni ediyoruz ki, Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur’dan aldıkları dersle Bediüzzaman’ın onlardan beklediği tefsir ve izah, telif ve tekmil vazifelerini de ifa edebilmelerini mümkün kılacak bir cehd, gayret ve cesaretle kuşansınlar…

Metin Karabaşoğlu / Moral Haber