Etiket arşivi: Nesil Yayınları

Yunanistan’da Bir İlk: Risale-i Nur Sergilendi

Her şey halis bir dua ile başladı ve amin diyen halis gönüllerle… Bu dua ve aminler dalga dalga ta Anadolu’ya kadar yayıldı. Bu dua ve aminler kalplerin çarpıntısını değiştirdi. Bu dua ve aminler zihinleri ve himmetleri harakete geçirdi. Bu dua ve aminler Selanik’in Yunanistan’a bağlanmasının 100.cü yılında bir ilke imza attı. Evet 100 yıldır ilk defa, Osmanlı döneminde “Balkanların Kudüs’ü” diye anılan Selanik de, İslam’ın nurunu, Kur’an’ın nurunu, Risale-i Nurları sergileyen Garbi Trakya’dan bir dernek bir stand kuruyor. Bunun şuuru tabii ki bu fuarla ilgilenen herkesi son derece heycanlandırıyor ve de endişelendiriyordu.

RNK Neşriyat olarak başvurulan fuarı İskeçe (Xanthi) UHUVVET Kültür ve Eğitim Derneği temsil etti. Fuardaki sergimizin en çekici kısmı İstanbul Hizmet Vakfı’nın Derneğimize getirip hediye ettikleri ve herkesin kalbine hitap eden o güzel Kur’anlardı. Daha sonra başta Yunanca’ya çevrilen ve diğer dillerle raflarımızı dolduran ve zihinleri nurlandıran Risale-i Nurlardı. Bir de “İşte size Anadolu’dan Edirne Lokumu!” diye ikram ettiğimiz ve tüm nefisleri standımıza celb eden o çok lezzetli lokumlar.

Tabii ki burasını yalnız bırakmayıp bizi ziyaret eden ve her türlü destekte bulunan İstanbul, Edirne, Bursa, Bulgaristan, Erzincan’dan kardeşlerin olması buradaki vazifelerin çok daha kolay olmasına vesile oldular. Ve de perdenin arkasında bulunan başta Ruba Vakfı, RNK Neşriyat, Sözler Neşriyat, Envar Neşriyat, Nesil Yayınları, Hizmet Vakfı tüm hazırlıkların temelini oluşturdular.

24 Mayıs Regaib Kandilinde başlayan ve 27 Mayıs Pazar akşamı biten fuardaki standımızın ilk ziyaretçilerinden ve ziyaret defterimizi ilk imzalıyan Selanik’teki Türk Konsolosluk’unun Başkonsolosu Sayın Tuğrul Biltekin oldu. Daha sonra ziyaretçilerin arkası kesilmedi. Devletin her kesminden Elhamdülillah ziyaretçiler geldi. Polisler, askerler, din görevlileri, papazlar, üniversite öğretim görevlileri, öğretmenler, her yaşta öğrenciler, doktorlar, hastalar, gazeteciler, ve tabi ki yazarlar, kısacası halkın her kesminden insanlar doldu boşaldı. Aynı zamanda Yunanistan’ın en büyük universitelerinden biri olan Aristotelyo Üniversitesinin Rektörüne ve Selanik Belediye Başkanı olan Sayın Butaris’e de tüm tercümelerimizden verme fırsatımız oldu.

Ancak tüm bunların ötesinde en ilginç ziyaretçilerimizden biri bizi ilk gün ziyaret eden 60 yaş cıvarında olan Zoi (Hayat manasına gelir) teyze oldu. Bu teyzenin ana dili gibi Türkçe konuştuğunu duyunca merak ettik sorduk. Bu teyze de bize “evladım benim anacım ve babacım yıllar önce Yunanistan’a Barla diye bir köyden gelmişler, sen nerden bileceksin Barla’yı?” demez mi? Biz tabi neye uğradığımızı şaşırdık. Bizde teyzeye “peki teyzecim sen tüm bu kitapların senin köyün olan Barla da yazıldığını biliyormusun?” deyip ona Yunanca kısa tarihçeden yerini kitapta gösterince bizim gözler dolar, onun da gözleri iki çeşme misali akmaya başlar ve güçlükle sakinleşir…

Bir diğeri ise ilk gün bizimle tanışan ve ikinci gün bize bir kutu kurabiye ile gelen bir memur oldu. Hatta bize özellikle katkı maddesi olmayan ve müslümanların rahat yiyebileceği bir kurabiye olması için özellikle aradığını ve bulup bize getirdiğini söyledi.

Bunlar gibi daha bir çok örnekler ve ikramları görünce, tüm bunları ilk defa bir fuar macerasına girişen bizlerin işi olamayacağını ancak ve ancak Yüce Mevla’mızın inayeti ve ikramı olduğunu görüyor ve secdeye kapanmaktan başka şükür tarzı olmadığını anlıyoruz.

Sonuç olarak gördük ki, bizlerin belki 10 yılda ulaşamadığımız kitleye fuar aracılığı ile 4 günde ulaşıldı. Gelenlerden bir sürü Yunanca Kur’an, siparişi aldık. Ve onlara verdiğimiz binlerce broşürleri okuyupta bize fikrini bildirenlere bedava bir kitap göndermeye söz verdik. Hatta bize gelen mail yorumlarından bir tanesinde bir yunanlı diyor ki, “o çok lezettli lokum ve maddi (kitap) manevi ikramlarınızdan dolayı size teşekkür ediyor amacınıza en kısa zamanda başarıyla ulaşmanızı diliyorum.

Bizler bu fuardan ders aldık ve anladık ki: Yunanistan da İslam bilinmiyor, Kur’an bilinmiyor, hakikatleri bilinmiyor. Az bilenler de sadece televizyonun anlattıkları çarpık bilgilere sahip. Bizim haşire inandığımızı, Hz. İsa’ya, İncil’e, Musa’ya, Tevrat’a inandığımızı duyup ta şaşıran o kadar çok kişi ile karşılaştık ki, biz dahi şaştık. Hatta bir Yunanlı dedi ki, “ee, bu durumda bizim ne farkımız kaldı ki?

Fuarın sona ermesi bizlerin artık yepyeni bir yola başladığımızın işareti gibi idi. Yani, tercümelerin hızlanması ve bir an önce hakikatlerin herkese ulaşılabilmesi için gece gündüz çalışmamız gerktiğini anladık. Hatta bir kardeşimiz şunu itiraf etti: “Ben sekiz senedir ilk defa bu kadar şevklendim ve memleketimde hizmet etmem gerektiğini daha iyi anladım.

Evet herşey bir dua ile başladı, ve herşey duanın devamıyla devam edebilir. Çünkü dualarımız, dualarınız olmasa neyin ehemmiyeti kalır ki?… vesselam….

Yunanistan adına, Yunanistandaki olan ve olacak olan Nur talebeleri adına, dualarınıza devamlı muhtaç…

Ayrıca fuarda çekilen fotoğrafların tamamına Ruba Vakfı’nın Facebook sayfasından ulaşabilirsiniz… Tıklayınız…

UHUVVET Kültür ve Eğitim Derneği / NurNet.Org

Psikolojik açıdan Bediüzzaman

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsiyeti ve eserleri ilk kez bir psikiyatrist gözüyle analiz edildi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden çıkan ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman‘da (Nesil Yayınları) bambaşka bir Said Nursi ile karşılaşacaksınız.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkında çok şey yazıldı, çok çalışma yapıldı bugüne kadar. Hayatı kaleme alındı, eserleri tahlil edildi, yaşamını anlatan filmler de çekildi. Ancak Üstad’ın şahsiyetine ve eserlerine psikiyatrist gözüyle hiç bakılmamıştı. Böyle bir çalışma yapılmak istense nasıl bir yol çizilirdi acaba? Hem onunla ilgili yazılmayanları aktarmak hem de psikolojik tahlillerde bulunabilmek… Prof. Dr. Nevzat Tarhan, işte tam da sözünü ettiğimiz gibi bir eser hazırladı: Çağın Vicdanı Bediüzzaman.

Tarhan, Üstad’ın hayatını ve eserlerini incelemeye başladığı ilk zamanlarda şaşkınlığa kapılır. Onu okudukça adeta keşfedilmemiş bir arazide bulur kendini. Bu yüzden onun kadar tarihte yanlış anlaşılmış bir şahsiyete az rastlandığını düşünüyor. Yine bu yüzden ki onun hakkında kalem oynatmayı mayınlı araziye girmeye benzetiyor.

Üstad’ı psikolojik açıdan yazmaya karar vermesinin gerekçesini de şöyle anlatıyor yazar: “Sahici bir insan, şefkatli bir üstad, yoksul ama kanaat zengini bir hoca, müthiş bir bellek, keskin bir zekâ, şaşırtıcı bir muhakeme gücü ile karşı karşıyaydım. Balık okyanusta doğar, büyür, yaşar ve ölür; fakat okyanusu bilemez. İnsanoğlu mucize içindeyken mucize bekler, mucizeyi bilemez. Bunun gibi, hakikatin kölesi olmuş hür adam Bediüzzaman’ı bilememişiz.

Prof. Tarhan, kitapta Üstad’ın karakterini, cümlelerini, hayata bakış açısını psikiyatrist gözüyle inceliyor. İşte Nevzat Tarhan’ın ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman’ isimli kitabından psikolojik analizler…

Neden sıra dışı olmaya çalıştı?

Bediüzzaman Said Nursi, 1907’de İstanbul’a geldiğinde Şekerci Han’daki odanın kapısına “Bütün sorulara cevap verilir, hiç soru sorulmaz.” diye bir yazı asar. Bu cümle halkta yankı uyandırır ve oldukça da eleştirilir. Tarhan, bu davranışın psikososyal analizinin iyi yapılması gerektiğini düşünüyor. Çünkü bu durum bazılarının anladığı gibi ‘her şeyi bilirim‘ durumu ya da ukalalıkla sınırı çizilecek kadar dar çerçevede düşünülmemeli. Üstad, doğudan yöresel kıyafetleriyle gelen bir âlim. Osmanlı ulemasının asırlardır yetiştiği ve ilmiye sınıfının bulunduğu İstanbul’da bu kişiyi kim dinlerdi? Osmanlı’da maliye, mülkiye, ilmiye gibi sınıflar vardı. Said Nursi’nin ilmiye sınıfında gördüğü yanlışlardan biri de taassuptu (bağnazlık). Bu taassup nedeniyle ezberi bozabilmek için sıra dışı bir şeylerin yapılması gerekiyordu. İlmiye sınıfının dikkatini ve ilgisini çekip yeni sorular sordurtmak, yeni yorumlar yaptırtmak, yeni düşünce kalıpları oluşturmak gerekirdi. Üstad da ilmi bilgisini sergilemek ve ilmiye sınıfı arasında merak ve hayret duygusunu uyandırmak istemişti ve bunu başardı.

Şiddete şiddetle cevap vermedi

Bediüzzaman, inandığı dava uğruna defalarca sürgüne gönderildi, şiddet uygulandı, on sekiz kez zehirlendi. Ancak o bütün bunlara karşı cevap vermek yerine, onların vicdanlarını harekete geçirecek, düşünmeye sevk edecek eserler yazdı. Yani onları yalnızlaştırma yöntemini seçerek saldırgan olanların taraflarını azalttı. Tarhan, bu durumu “çatışmalı iletişim” başlığı altında, kişisel savaş stratejilerini örnek vererek anlatıyor. Buradaki amacın bağıran kişinin beyninin öfkelenen kısmı değil, düşünen kısmını harekete geçirmek olduğunu söylüyor.

Güvene dayalı iletişim

Bediüzzman’ın en önemli özelliklerinden biri de öğrencileriyle kurduğu iletişim. Onlarla güvene dayalı öyle bir ilişki kurduk ki, o bağ giderek kuvvetleniyor. Tarhan’a göre güvenin oluşması için karşı tarafın anlaşılması, dinlenmesi ve ona değer verildiği duygusunun oluşturulması gerekir. Bediüzzaman talebeleriyle arasında sınıfsal bir üstünlük düşündürtmeden eşitler ilişkisini başarıyla sürdürdü. Bir taraftan koskoca padişaha itirazını hiç çekinmeden dile getirirken, diğer taraftan eserlerini yazan köylülere çay ikram etti. Çelişki gibi görünen bu davranış onun ‘ego odaklı’ değil, ‘ego ideali odaklı’ yaşadığını gösteriyor.

Bilimsel metotları nasıl kullandı?

Bediüzzaman, din ilimlerine önem verdiği gibi fen ilimlerinin de muhakkak incelenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu sebeple dini ve bilimi bir arada açıklama iddiasındaydı. Tarhan, üstadın eserlerinde bilimsel metodolojiyi nasıl kullandığını da anlatıyor. Bütün mantık kurallarını ve akıl yürütme yöntemlerini uyguladığını, tümdengelim, tümevarım, mukayese, analoji gibi mantık kurallarını kitaplarında kullandığını söylüyor.

Egosunu ön plana çıkarmamayı beynine nasıl kodladı?

Günümüz insanının en temel problemlerinden biri ego. İşte, evde, yolda her yerde ego patlaması yaşıyor insanoğlu. Ego girdabının içindeyiz. Nevzat Tarhan Bediüzzaman’ın insanın egosunu besleyen durumlarla nasıl baş ettiğini, hatta beynine bunu nasıl kodladığını anlatıyor. Nasıl bir ‘ego ideali’ geliştirdiğini, ego savaşlarına izin vermediğini, sözlerini ve davranışlarını örnek göstererek anlatıyor. Mesela asla hediye ve ziyaretçi kabul etmemiş, hastalandığını söylemiştir. Çünkü gerçekten insanların iltifatlarıyla karşılaştığında hastalanmıştır. Bir insanın hayatında en çok çabaladığı, gayret ettiği, gücünü, enerjisini, bütün psikolojik yatırımını yönettiği alanı, idealleridir. Üstad, “Kimin himmeti millet ise, o kimse tek başıyla küçük bir milletir.” der. Ama eğer kişinin himmeti onun egosuna dönükse, o insan sadece egodur. Hz. Peygamber’in “En hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır.” sözünden de hareket etmiştir. İslam dininde “En hayırlınız kendinize en faydalı olanınızdır.” denmez. Kur’an-ı Kerim öğretisinde egosunu tatmin eden insanlar yoktur, bilakis topluma ve çevresine en faydalı insanı yetiştirmek hedeflenir.

 Fatma Turan / Zaman Gazetesi

Çağın Vicdanı Bediüzzaman

Çağın Vicdanı” ismi öncelikle kitaba hakikaten çok yakışmış.

Nesil Yayınları’ndan çıkan “Çağın Vicdanı Bediüzzaman” adlı eserin yazarı Prof. Dr. Nevzat Tarhan.

Geçtiğimiz hafta içinde kitapla ilgili geniş kapsamlı bir toplantı yapıldı ve kitabın serüveni hakkında bilgi verildi.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri; “önyargılı ve peşin hükümlü” olmayıp, insan olan Müslim veya gayrimüslim herkes için cidden “Çağın Vicdanı“dır.

Nefsi ile yüreği arasında sıkışıp kalmış ve sadece nefsini taşıyarak, hem kendilerini hem insanlığı yoranlar, nefislerini geri plana atıp akıllarını öne çıkarabilseler, Bediüzzaman’ın doğumundan ölümüne kadar, Din-i İslâm için çalıştığını göreceklerdir.

Çağın Vicdanı” ismi Bediüzzaman’ı anlatma ve özellikle yaşadığı dönemin Türkiye’sini “aydınlatma” bakımından çok çok önemlidir.

¥

Eseri kaleme alan Prof. Dr. Nevzat Tarhan için bu çalışmanın kişisel bir tarafı varmış. Kendisi şöyle anlatıyor:

Tıp öğrencisi olduğum günlerden başlayarak, akademik yaşamımın ilerlediği yıllar içinde hep ‘tesadüfi varoluş, hayatın anlamı, Darwinizm, kötülükler neden var, din ihtiyacı, inanmanın psikolojisi, ölümden sonra yaşam var mı, insanın akıl ve ruhu nasıl doyum sağlar?‘ gibi sorularla boğuşup durdum.

Sorularıma cevap ararken, ‘başlangıçta anlaşılması zor‘, fakat anlamaya başladıktan sonra da her okuyuşumda yeni anlamlar yakaladığım Risale-i Nur eserleri önüme çıktı.

Pozitif bilim disiplininde yetişmiş, hemen hemen hiç din eğitimi almamış birisi olarak çıktığım ‘keşif yolculuğunda’ Risale-i Nur eserleri olağanüstü bir rehberlikle zihnimi ve yolumu açtı.”

¥

Çağın Vicdanı Bediüzzaman” adlı eser, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına dair “psikobiyografik notlar” ile başlıyor.

İlk bölümde okuyucuların karşısına çıkan analizler, Bediüzzaman’ın kişiliğini anlama noktasında dikkat çekici tespitlerle dolu.

Mesela; hiperaktivitenin bir “öcü“ye dönüştürüldüğü günümüzde, “hiperaktif” bir kişilik olarak Bediüzzaman’ın bu yaratılış özelliğini, nasıl bir kazanıma dönüştürdüğünü öğreniyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi’nin “ego“sunun peşinde koşmak yerine, “ego“sunun önüne koyduğu aşkın bir idealin peşinde, nasıl kendi benliğini aşabildiğine dair tespitler, yine bu açıdan dikkat çekici.

Bediüzzaman’ın duygusal okur-yazarlığı, “yenilik” ile “geleneği” buluşturmayı sağlayan duygusal ahengi ve bütüncül yaklaşımı, farklı kişilikleri ortak amaç için bir araya getirebilme yeteneği, bu yeteneği sağlayan manevi ve duygusal liderliğinin arkaplanına dair analizler, oldukça ilginç.

Sonuç olarak Nevzat Tarhan şöyle diyor:

Bütün bu tahliller ışığında, vicdan için geçerli tarif; ‘ne yapmak gerektiğini söyleyen iç ses, yanlış yapmaktan koruyan iç bekçi, hiçbir şey yapmama yanlışından koruyan iç ölçü, nasıl yapacağını anlatan bir iç eğilim’ ise eğer, Bediüzzaman bu toplumun vicdanı olarak yaşamış, çağın vicdanî normlarını tanımlamış ilginç ve sıradışı bir kişiliktir.

Hüseyin Öztürk – Yeni Akit

Akrebin Kıskacında geçen yıllar ve Said Nursi

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Bediüzzaman Said Nursi’nin türlü türlü işkence ve hukuksuzluklara maruz kalıp öfke ve teslimiyet çıkmazı karşısında sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu olarak izah edilen sırat-ı müstakimi (dosdoğru yol) seçtiğini söyledi. Av. Özkılınç, “Bediüzzaman sıkıntı döneminde öfkeye kapılmadan sırat-ı müstakim olan üçüncü yolu seçtiğini görüyoruz. Her türlü hukuksuzluğa karşı müspet hareketi tüm Müslümanlığa ve insanlığa sunuyor.” dedi.

Av. Yazar Ahmet Özkılınç, Nur İlim ve Eğitim Vakfı ile Nesil Yayınlarının ortaklaşa düzenlediği konferansta Bediüzzaman Said Nursi’nin Eskişehir Mahkemeleri müdafaa konularını işlediği Akrebin Kıskacında isimli kitabını anlattı. Moral FM Avukat Bekir Berk Toplantı Salonu’nda moderatörlüğü Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi üzerine birçok eser veren yazar Metin Karabaşoğlu yaptı.

Eskişehir Mahkemeleri müdafaasında ders verdi

Özkılınç, Bediüzzaman’ın Eskişehir Mahkemeleri müdafaalarının çok önemli olduğunun altını çizerek “Burada yargıya nasıl bağımsız ve tarafsız olacağını, 163. Maddeyi ne şekilde yorumlaması gerektiğini gösteriyor. Ve sonuna kadar hukuki haksını yasal zeminde savunuyor.” diye konuştu. Özkılınç, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman o dönmede türlü türlü komplo ve oyunların olduğunu bildiği için talebelerini korumak ve davasına zarar vermemek için müspet hareketi seçiyor. Bize verdiği mesaj meşruiyet ve tahammül oluyor. Başkalarının baskı ve kışkırtmalarına yönelik saldırgan tavırlarına karşı tahammülü gösteriyor. Oynanan oyunları görüyor.

Said Nursi bağımsız hizmet metodunu uyguladı

O dönemde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çok karışık bir yapıya sahip olduğunu belirten Özkılınç, Said Nursi’nin talebelerini bu oyun ve hileden uzak tutmak ve yazdığı eserlere zarar verilmemesi için “Siyesetle uğraşmayıp bağımsız bir hizmet metodunu uygulamıştır. Böylelikle oyun ve hilelere düşmemiştir.” ifadesini kullandı. Özkılınç, Akrebin Kıskacında kitabını yazarken yaptığı araştırmalarda yakın tarih konusunda birçok tarihçinin araştırmasından faydalandığını ama Bediüzzaman ve talebelerinin çektiği çile ve hukuk dışı davranışlara yer verilmediğini kaydederek şunları söyledi: “Yakın tarihi anlatan hukuk dışı uygulamalarla ilgili bir kitap yazmak isteyen her kişi Bedizzaman ve talebelerinin uğradığı hukuk dışılığı görmeden bir kitap yazamaz.

Sözlerin telif sırasında bile strateji vardır

Özkılınç, Bediüzzaman’ın yaptığı her şeyin devlet yöneticileri tarafından gün ve gün Mustafa Kemal’e rapor halinde bildirildiğinin belgeleri olduğunun altını çizerek risalelerin çok zor şartlarda yazıldığını söyledi. Barla’da Said Nursi’nin yaptıklarını devlet görevlilerinin sürekli takip edip rapor halinde sunduğu için sözlerin telif sırasında bile bir strateji uygulandığını vurgulayarak şunları anlattı: “Mesela haşir ve ahireti anlatan 10. Söz Meclise kadar gitmiştir. Yine aynı şekilde iman ve küfür muvazenelerini anlatan 25. Sözde böyle bir şey yaşanmıştır. Bunları gören devletin üst makamındaki kişiler burada 10. Söz ve 25. Söz var. Siz sadece bunları mı gördünüz? 10. ve 25. Söz olduğuna göre diğerleri vardır, diye yöneticileri değiştirmişlerdir. Bir nevi psikolojik baskı olmuştur.

Dursun Kabaktepe / Moral Haber

Evlenilecek eşlerde aranan vasıflar nelerdir?

Erkeğin, evleneceği kızı seçmesi, kız velisinin de damat adayını seçmek için dikkatli davranması, kurulacak yuvanın selâmeti ve doğacak çocukların sıhhati ve terbiyesi açısından çok mühimdir. Gelin ve damat namzetlerinin tayininde dikkatli olunmasını tavsiye eden Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar iyilik ve kötülükte madenler gibidir“(1) buyurarak bizleri ihtiyata davet etmektedir. Hz. Ömer, kendisine çocuğun babası üzerindeki hakkını soran bir oğluna şu üç şeyi sayar: “Temiz ve iyi ahlâklı bir anne seç, güzel bir isim koy ve ona Kur’ân öğret.” (2)

Her şeyden önce, evlilikte esas maksat hayırlı bir neslin vücuda gelmesidir, insanın bazı muhtemel günahlara girmesine mani olması ve düzenli bir hayata kavuşması için de ayrıca ehemmiyeti vardır. Yoksa sırf nefsin arzusundan kaynaklanan ve sadece geçici bazı zevklerin tatmini düşüncesine dayanan bir teşebbüsün ilerisi için devamlı bir rahatsızlık unsuru olacağı şüphesizdir.

İmam-ı Gazali dinimizin bu husustaki prensiplerini sayarken ilk iki maddeye, “dindarlık ve güzel ahlâkı” koymuştur.(3)

Aile yuvasının ileride bozulmaması için eşler arasındaki denklik büyük ehemmiyet arz etmektedir. Dindar bir kız ile hevaî bir erkeğin denk olmayacağı muhakkaktır. Böyle bir evliliğin ileride bozulma ihtimali kuvvetlidir. Çünkü dünyaları ayrı iki insan arasında uyumun sağlanması çok defa mümkün olmamaktadır. Aynı şekilde, dindar bir erkeğin, dindar olmayan, davranış ve hareketlerini İlâhî emirlere göre tanzim etmeyen bir kadınla evlenmesi ve hayat arkadaşlığı kurması beraberinde pekçok problem getirdiği gibi, böyle bir yuvanın da devamı zor olur. İşte İslâmiyet, sonradan olabilecek hadiseleri önceden tedbir olarak engellemektedir. Böylece cemiyet nizamını sağlam esaslar üzerinde devam ettirmektedir.

Bu hususa dikkatimizi çeken Peygamberimiz (a.s.m.) mü’minlere şu tavsiyede bulunur:

Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun.” (4)

Kadının diğer vasıfları yanında, bilhassa dinî cihetine ağırlık verilmesi bir Peygamber tavsiyesidir. Dolayısıyla, Müslümanın da göz önüne alması gereken en hayatî noktadır.

Peygamberimiz, Hz. Ömer’in “İhtiyacımızı gidermek için ne gibi mal elde edelim?” diye sorması üzerine şu tavsiyede bulunurlar: “Malın en faziletlisi zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve âhireti ile ilgili [İslâmî] hizmetlerde ona yardım eden imanlı bir hanım.” (5)

Kocasına İslâmî hizmetlerde destek olan hanımı, Peygamberimiz, dünya servetinin en mühimlerinden birisi saymıştır.

Bu noktadan sık sık ikazlarda bulunan Peygamberimiz şu sözlerinde daha da dikkatli davranılmasını istemektedir: “Kadınları [sırf] güzellikleri için nikahlamayınız, Çünkü onların güzellikleri onları tehlikeye atabilir. [Sadece] malları için de nikahlamayınız. Çünkü mallan onları azdırabilir. Dindar olanını nikahlayın. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye, dindar olmayan bir kadından efdaldir.

Evlenecek kadında dindar olma şartı arandığı gibi, kız velîsinin de erkekte öncelikle dinî tarafını araması bir vazifedir. Kızlarını verecekleri adamda sadece güzellik, zenginlik ve makam gibi üstünlükler arayıp, dinî cihetine itibar etmeyen kimseler bozgunculuğa ve fitneye meydan vermiş olurlar.

Kızının talipleri olan bir adam Hasan-ı Basrî’ye gelerek “Kızımı nasıl bir kimseye vereyim?“diye fikrini sorar. Hasan-ı Basrî de, “Allah’tan korkan bir adama ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse ona iyilikte bulunur, şayet ondan nefret duyacak olsa zulmetmez” buyururlar.(6)

Şer’an, koca karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı” diyen Bediüzzaman Hazretleri de devamında, “Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer” demektedir.(7)

Her iki taraf dindarlık cihetini nazara aldıktan sonra,tabiî olarak, diğer yönlere de ehemmiyetine göre yer verir. Kadında aranan başka bir vasıf da iyi huylu ve temiz ahlâklı olmasıdır. Zaten dinî hayatına dikkat eden kadınların ekserisi, İslâm ahlâkını yaşamaya çalışacaktır.

Kadının erkek hakkında fikir ve tercihi de unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Çünkü ömür boyu sürecek ve sonsuz hayatta da devam edecek bir beraberlik olacaktır.

Dikkate alınması gereken diğer bir husus da kadının mehrinin az olmasıdır. Yani fazla masrafa yol açmayan bir çevreden alınmasıdır. Bugün hâlâ bazı bölgelerimizde bir cahiliye âdeti olan başlık parası nikâh yolunun kapanmasına sebep olmaktadır.

İslâm âlimleri, hayırlı ve faziletli bir namzetin fakirliğinin karı-koca arasındaki denklige mâni ve nikâha zarar veren bir durum olmadığını açıklamaktadırlar.” O halde, eşler arasında karşılıklı rıza olduktan sonra zenginlik ve fakirlik noktasındaki bir dengesizlik evliliğe ciddî bir engel teşkil etmez.

Bunun yanında, dindarlığı ve ahlâkı istenen vasıfta olduktan sonra, kadının zengin bir aileden olması, malî cihetten yeterli bulunması da ayrı bir tercih sebebi olabilir. Hadiste de bu şık ayrı bir hususiyet olarak zikredilmiştir.

1. Müsned, 2: 539.
2. Terbiyetü’l-Evlâd, 1: 38.
3. ihya, 2: 38.
4. İbni Mâce, Nikâh: 6.
5. Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’ân.- 48, IbnİMâce, Nikâh: 5.
6. İhya, 2: 43.
7. Lem’alar, s. 186.

Kaynak : Mehmet Paksu, Kadın, Aile, Hayat, Nesil Yayınları