Etiket arşivi: netflix

Kur’an Netflix’ten de bahsediyor

Hiç maraton izlediniz mi bilmem. İzlediyseniz muhakkak dikkatinizi çekmiştir. ‘Tavşan atlet’ denilen bir uygulama vardır. Yarışa, temponun düştüğü yerlerde, normalde yarışçılar arasında yer almayan, ama hazırlıkları itibariyle sanki onlardanmış gibi görünen birisi dahil olur. Bir süre diğer atletlerle birlikte koşar. Sonra uygun bir yerde terkeder. Zaten yarış üzerine bir iddiası da yoktur. Niye yapar bunu peki? el-Cevap: Çünkü yarışçıların tempolarını yüksek tutabilmek için bir motivasyona ihtiyaçları vardır. Eğer salt birbirlerine bakarlarsa beraberce yavaşlarlar.

Manipüle edilebilir bir yanımız var. Kabul etmemiz lazım. Tavşan atlet nasıl koşucuların tempolarını yükseltmelerine neden oluyorsa, başka ‘nümune-i imtisaller’ de, farklı alanlarda düşen tempoların yükseltilmesine sebep oluyorlar. Hatta nübüvvetin insanlık için bir ihtiyaç/gerek oluşu şu hikmete de bakıyor. Yani, ne zaman ki kullukta insanlığın temposu düşüyor, Cenab-ı Hak ‘temposu yüksek bir güzeli’ parkura sokuyor. Onun parkura girişiyle damarlara kan yürüyor. Evet. Yine, Aleyhissalatuvesselamın bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi, ‘peygamberlerin varisleri’ sayılan hakikatli âlimler/mürşidler de aynı fonksiyonu kendi zamanlarında icra ediyorlar. Cenab-ı Hak eksikliklerini göstermesin. Âmin.

Fakat meselenin iyiye bakan yönleri olduğu gibi kötüye bakan yanları da var. Kerametler varolduğu gibi istidraçlar da var. Melekler semaya yükseldikleri gibi şeytanlar da uçmaya çalışıyorlar. Hatta belki şöyle söylemeli: Her yol ‘fenomeni’yle kararsızları balına/bataklığına çekmeye gayret ediyor. Hidayetin fenomenleriyle dolduramadığı yerleri dalalet fenomenleriyle işgal ediyor. Yani kainat/insan boşluk kabul etmiyor. Kimisi zikirde titriyor kimisi break dans yaparken.

‘Fenomen’ demekle mevzuu küçüksediğimi sanmayın muhterem kârilerim. Aksine önemsiyorum. Hatta Fussilet sûresinin 26. ayetinde buyrulan hakikatin bununla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Hani kısa bir mealiyle buyruluyor: “Kâfirler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Onun ikazlarını tesirsiz bırakmak için manasız şeylerle dikkatlerini dağıtın. Belki böylece üstün gelirsiniz, derler.” Bazı mealler ‘manasız şeyler’i ‘gürültü yapın’ veya ‘yaygara koparın’ şeklinde de veriyorlar. Her şekilde zikrettiğimiz hakikate işaret eden bir yanı var: Ehl-i küfrün değişmeyen bir yöntemi mü’min zihinleri kendi fenomenleri/meseleleri ile meşgul etmektir. Yani, evet, Kur’an’da Netflix’ten de bahsedilmektedir.

Bunu böyle yazdığım zaman bazıları tepki gösterdi. Fakat ben mevzuun tam da mürşidimin dediği gibi olduğunu düşünüyorum: “Bir kavle göre, Kitâb-ı Mübîn, Kur’ân’dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar.”

Bence bu bulunma türlerinden birisi de ‘kanunen’dir. ‘Çekirdek’ten kastedilen de budur. Yani: Kur’an-ı Hakîm, geçmişten geleceğe öyle olagelecek şeylerin bütün fertlerine, yalnız bir ferdine işaret etmekle işaret eder. Kanaatimce bu ayet-i kerimenin de bize söylediği kanun: Kâfirlerin mü’minleri veya mü’min adaylarını hakikatten alıkoymak için onları boş şeylerle meşgul edeceğidir. Böylesi her ne varsa kanunun kapsamına dahildir. Ayet-i celilede ona da bir işaret vardır.

Bir genç hayal edelim ki: Netflix’ten en az üç tane diziyi düzenli takip ediyor olsun. Haftasının ne kadarı dizilere ayrılıyor demektir? Eksik hesap yapmayalım. İş bu dizileri takip etmekle bitmiyor ki karilerim. Arkadaş sohbetleri var. Bir sonraki bölüm merakları var. İnternette diziyi takip eden fenomen grupları var. Bunların takipleri var. Komplo teorilerinin tartışıldığı videolar var. Önce olanları didik didik irdeleyen youtuberlar var. O dizinin oyuncularının sosyalmedya hesapları var. Orada paylaşılanlar var. Var, var, varoğlu var ve en nihayet kafasının büyük bir bölümü ister-istemez Netflix’in mülkiyetine geçmiş bir gençlik var. Ha, bunun suçlusu gençler mi sadece, değil. Bizim bıraktığımız boşluğun mağduru onlar.

Çocuk/genç olmanın getirisi fenomen arayışına düşmek. İlla bulunacak bir yerden bir fenomen. İlla karakterimizi bir parça da o biçimlendirecek. Bir parça da ‘o olma’ derdine düşülecek. Eh, hidayetin fenomenleri pek de nefislere tatlı gelmiyor artık, onlarla bunlara galip gelinemiyor. Ya ne olacak? Gençler teslim mi edilecek? Bence etmemenin bir yolu var. Bediüzzaman’ın Mesnevî-i Nuriye’de zikrettiği bir formülle bunu başarmak mümkün. Nedir o yol peki? Gençleri ‘ikincil niyetler’ sahibi yapmak. Ama önce mezkûr bahisten alıntı yapalım:

“Fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıtâ bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ, kıyas et.”

İşte, bence, çocuklara/gençlere “Bunları izlemeyin!” demekte bir fayda yok. Çünkü karşısına üretip koyabildiğimiz bir alternatif de yok. Yani ben izliyorsam, ki izliyorum, onlar da izliyorlar. Üstelik ben bu yaşımda izliyorsam onların izlemesi daha anlaşılır bir durum oluyor. O zaman ne yapmamız gerekir? Ben bunun o yapımları/fenomenleri yok saymak yerine irdelemekle mümkün olacağını düşünüyorum. Yani onları, her ne anlatıyor olurlarsa olsunlar, hakikatin malzemesine dönüştürebilmeliyiz. Gerekiyorsa da usûlünce alay edebilmeliyiz. Eğer beyne operasyon çektikleri kısımları farketmişsek şüphelendirmeliyiz. Ne kadar başarılı olduğumu bilemem ama bunu yapmaya çalıştığım birçok yazım oldu. Okur tepkileri bana bir parça doğru yolda olduğumu düşündürdü.

Bugün rapçileri tartışıyoruz mesela. Bugünün tavşan atletleri de onlar. Ama nasıl tartışıyoruz? Bence etkileri itibariyle bir parça ciddiye alınmayı hakediyorlar. Ancak bu kadar. Bundan ilerisinde onların aslında ne kadar ‘kof’ olduklarını ortaya koyabilmeliyiz. Bunu yaparken hakverilecek parçasına da hakvermeliyiz. Böyle bir kapı var. Fakat görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Görmezden gelmekse yarayı iyileştirmiyor. Büyütüyor. Gençlerle dünyalarımız arasındaki mesafe açılıyor.

Yazı çok uzadı. Bu yazılık toparlayayım. Özetle demek istediğimse şuydu: Günümüz gencine “Aleyna Tilki’yi dinleme, Reynmen’i görme, Norm Ender’i sallama!” falan demekle sonuç alınamıyor. Öyle birşey yapabilmeliyiz ki, bunları gördüğünde ‘ikincil niyet’ farkındalığı onları körükörüne bağlanmaktan, kapılmaktan, sağılmaktan korusun. Tevfik ise Allah’tandır. Yardımı her zaman O’ndan dilemeliyiz. Hidayetini dileyene yollarını gösteren O’dur.

Ahmet AY – risalehaber.com

Asıl virüs ekranlarda

Mehmet Abidin Kartal

İnsanı insan yapan özelliklerden biride duygularıdır. Bunları şefkat, sevgi, adalet, sabır, merhamet, yardımlaşma gibi sayabiliriz. Duygularımız hayır ve şerre, hidayet ve dalâlete, hak ve batıla, güzel ve çirkine, edep ve sapkınlığa  aynı mesafededir. İnsanın duygularının tatmini ve terbiye edilmesi onu mutlu ve huzurlu yapar. Duyguları terbiye edilmeyen, şer yönünde kullanan  insan bencildir, nefsinin istekleri ön plandadır, kötülükler ve çirkinlikler hayatının bir parçasıdır.  Duygularını hayır yönünde kullananlar merhametlidir, adaletlidir, edeplidir.  

İnsanın duyguları nasıl terbiye edilecek?

Bir makinayı ustasının hazırladığı kataloğundaki kurallara göre çalıştırırsanız verimli ve uzun ömürlü olur. Kullanım kılavuzunu okumadan rastgele çalıştırırsanız  kısa sürede bozulur. Allah’ın yarattığı en mükemmel makine insandır. Bu duyguları olan bir makinadır. Bu duyguların hayır yönünde kullanılması Allah’ın yapmamızı istediği helal dairesidir. Şer yönünde kullanılması en mükemmel makineyi Yapanın yapmamızı istemediği, yasakladığı haram dairesidir. Zaten makina helal dairesinde çalışırsa verimli, huzurlu ve mutlu oluyor. Haram dairesinde çalışırsa mutsuz, bunalımlı, tatminsiz, verimsiz, sağlıksız olduğuna, insan olarak şahit oluyoruz.  Alkolik bir kişinin sağlıklı olmasını bekleyemezsiniz. Ama oruç tutan insanın sağlıklı olduğunu tıp doktorları ittifakla söylüyor. Orucun tetiklemesiyle hücrelerin kendini sindirerek (autohagy) yenilediğini  2016’da Nobel Tıp Ödülü kazanan Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi, bilimsel olarak ispat etti. Örnekleri çoğaltabiliriz…

İnsan duygularını kullanmakta serbest bırakılmıştır. Yol ikiye ayrılıyor. İsteyen şer yönüne, isteyende hayır yönüne gidiyor. Hayır yolunda gidenler, güzel  işler yapanlardır. Şer yolunda gidenler çirkin işler yapanlardır. Hayır yolu insanı  ebedi mutluluğa, şer yolu da ebedi azaba götürüyor. Allah’ımız bize gönderdiği son mesajında bunu bildiriyor. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. ” (Mülk suresi 2. Ayet)

Duygular, insanın maddî ve manevî yükseliş ve alçalışının da sebebidir.  İnsan şer ve tahrip yönünden  dağdan daha ağır, virüsten daha zararlı hale gelmektedir. Sapkınlık insanın şer yönünün, alçalışının, fıtrata aykırılığın zirvesidir. Sapkınlar, Allah’ın kanunlarına aykırı yaşayan, ahlaksızlık içinde bulunanlardır.  Her devirde ahlaksızlıklar yaşanmıştır.   

Lut kavmi kendilerinden önce yapılmayan, sapkınlığı, ahlaksızlığı yaparak sapkınlığın, ahlaksızlığın yolunu açmışlardır.

İnsanlığa  Allah tarafından gönderilen son mesaj Kur’an-ı Kerim’de Lut (a.s) kavminin helakine sebep teşkil eden en belirgin günahın cinsi sapıklık olan homoseksüellik olduğu çeşitli ayeti kerimelerde anlatılır.

Kur’an-ı Kerim’de Allah, erkek ve kadını tek bir parçanın birbirini tamamlayan iki öğesi olarak yaratmış, neslin devamı  için de erkek ve kadının nikah yoluyla evlenmesini  emretmiştir. Fakat Lut kavmi Allah’ın koyduğu bu kanuna karşı çıkmış ve haddi aşmıştır. Sadece eşcinsel ilişkiye girmeleri bir yana kendileri için doğal yolun tamamen kapalı olduğunu söyleyerek kadınlardan uzak durmuşlar, ahlaksızlığın ve hayasızlığın son haddine ulaşmışlardır.

Lut kavmi, cinsel ihtiyacı gidermek için, Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkarak; toplumu ifsada götüren haram bir fiile meyletmiştir.  Lut  (a.s) da, kavmine şöyle demişti: “Doğrusu siz, daha önce hiç bir kavmin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz. Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz? ” (Ankebut suresi, 28-29)

“Kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz; evet siz cahil bir kavimsiniz,” (Neml suresi, 55)

“…Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz.” (Şuara suresi, 166)

Oysa Allah: “…Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz.” (Bakara suresi, 187) diyerek kadın ve erkeği birbirlerinin örtüleri olarak tavsif etmiştir. Helal bir cinsel birleşmenin ancak nikah yolu ile bu iki cins tarafından yapılacağını emretmesine rağmen; Lut kavmi harama meyletmiştir. Dolayısıyla helal birleşmeyi terk ederek; toplumu batağa sürükleyecek erkek erkeğe yapılan haram birleşmeyi tercih etmişlerdir.

Lut (a.s)  kavmini sürekli olarak uyarır. Yaptıkları fiillerin Allah’ın kanununa,  fıtrata aykırı fiiller olduğunu hatırlatır.  Bütün bu uyarılara rağmen Lut kavmi sapıklıkta ısrar eder.

Lut kavmi kıyamete kadar gelecek insanlara ibret içeren ilahi azaptan kurtulamazlar. “Güneşin doğuşu anında korkunç bir uğultu onları yakalayıverdi.  Hemen onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.”(Hicr suresi; 73-74)

Son gecelerinde daha da azgınlaşan sapıklar, Hz. Cebrâil’in bağırmasından kaynaklanan korkunç bir uğultu ile yataklarından fırlayıp dışarı kaçıştılar. Korku ile birbirlerine bakışırlarken, şiddetli bir fırtına koptu ve üstlerine taşlar yağmaya başladı.

Aşırı derecedeki sıcak taşlardan korunmak için tekrar evlerine kaçtılar ama bu defa da çok şiddetli bir deprem başladı. Ayrıca yerden sıcak sular fışkırmaya ve gökten de sıcak çamur yağmaya başladı. İnternette taşlaşmış hallerini görebilirsiniz.

“Emrimiz gelince, oranın (Lut kavminin) altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. O taşlar Rabbinin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır) (hangi taşın hangi sapığın başına ineceği, beynine ineceği yazılı idi. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz. ” (Hûd suresi, 82, 83.)

Günümüz dünyasında  bu çirkin fiillerin boyutu Lut kavminin yaptığı toplumsal pisliğin çok ilerisindedir. Erkek erkeğe, kadın kadına evlenmenin normal görüldüğü, homoseksüel olimpiyatların tertiplendiği  global pisliklerin bir araya getirildiği bir dünyada yaşıyoruz. Sapıkları konu alan filimler, diziler  dünyayı kıyamete yaklaştıran  Lut kavminin torunları beyinsizler tarafından yapılmaya devam ediyor.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın islamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.” Diyordu.

Mücadeleyi  İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, sapkınların avukatlığına soyunarak Diyanet İşleri Başkanı Erbaş hakkında, sapkın LGBT’lilere yönelik nefret söyleminde bulunduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulunarak yapıyordu. Yorum sizin…

İnsanın bugününden yeryüzüne adım attığı ilk gününe doğru geri dönüp baktığımızda utanılacak, sapkınlık, yanlış, kendine ve bütün canlılara zarar veren, hayatı yaşanmaz hale getiren çok kötü şeyleri yaptığını görürüz. Bugün bunların çoğunun ve tesirlisinin şeytanın askerleri tarafından dijital dünyada yapıldığını görüyoruz. Lut kavminin torunları iş başında.

Şehvetperest eşcinsellerin hamiliğine soyunan dijital TV ekranı Netflix, mukaddes dinimiz İslam’a en ağır ithamlarla saldırmaktan geri durmuyor. Netflix’in birçok dizi ve filmlerinde açık şekilde İslam düşmanlığı yapıyor. Netflix eşcinsel sapkınlığın propagandasını yapıyor.

Yayınladığı çoğu film ve dizilerde, gençlere uyuşturucu ve LGBT sapkınlığını aşılama misyonunu üstlenen ABD merkezli dijital yayın platformu Netflix’in, toplumsal değerleri aşındırmak üzere kurguladığı son yapımı, eşcinsellik sapkınlığını, liselerde şiddeti, küfürü, çeteleşmeyi, cinselliği özendiren ‘Aşk 101’ dizisini vatandaşlardan gelen tepkilere rağmen Ramazan’ın ilk günü yayınlamaya  başladı. Tüm dünya koronavirüs hastalığın pençesinde kıvranırken; Netflix denen ahlak, edep yoksunu ucube kanal geçmişte ‘lut kavminin’ yok olmasına  sebep olan bir fiili film konusu yaparak,  bu aşağılık ve sapkınlık durumunu toplum nezdinde meşrulaştırma, normalleştirme ve yaygınlaştırma niyetiyle  yayınlamaya devam ediyor.  Evet devletimizi, hükümetimizi görmek istiyoruz. Devletimizin koronavirüsle mücadelesini, millete yardımını alkışlıyoruz. Ama sapkınlığın tuzağı  Netflix virüsü koronavirüsten daha tehlikeli. Neslimiz mahvoluyor.  Nesli korumak devletin görevi.  Bu dizi yayından kalksın.

Çünkü bu dizide edep ve hayada örnek gösterilen bir halifenin, dünyaya ahlak ve vicdan dersi veren bir milletin ismi olan Osman karakteri kullanılmakta. Osman bir ahlak biçimi olduğu halde, ahlaksız bir yapılanma olan LGBT düşüncesi ile ilişkilendirilmektedir. Özellikle  Osman isminin kullanılması tesadüf değildir.  Bizim en önemli değerlerimizi iğrenç emellerine alet ederek kin kusmaktalar.

Asıl virüs ekranlarda. Bütün dünyayı  Koronavirüs, Rabbi Celalin kamçısıyla yöneterek insanları öldürmeye devam ediyor. Bu ölüm yalnız insanın dünya hayatını mahvedebilir. Bu virüsün tedavisi var. İnşallah aşısı bulunacak.  Ama ekranlardaki virüsler, sapkınlığın tuzağı olan Netflix virüsü ebedi hayatımızı mahvediyor. İlacı, aşısı yok.  Neslimizi mahvediyor.

Çözüm ne?

Şeytanın askerleri görevlerini yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler.  Bunlar insanların dünya ve ebedi hayatlarını mahveden virüsler.  Yaptıkları dizi ve filmlerin ana hedefi  aile müessesesini  bitirmeye yöneliktir. Ailenin temelini yok etmek için bu dizi ve filmler  kullanılıyor. Aile ne ise bir devlette odur. Aile reisinin görevleri olduğu gibi devletlerin ve hükümetlerin de görevleri vardır. Devletler ve hükümetler; insanların can, mal, akıl ve din güvenliğini sağlamakla mükelleftir ve bugünü yarına aktarabilmek için de nesil güvenliğine ihtiyaç vardır. Hükümetler ve devletler bunu yapmak zorundadırlar.

Ne yapacağız? Sahayı Şeytanın askerlerine mi teslim edeceğiz. Allah’ın askerleri nerede?  Düşmanın kötülük, sapkınlık silahına;  iyilik, güzellik, edep silahıyla cevap vermemiz gerekiyor. İyilik kötülükleri yok eder. Onların bugün Netflix, Youtube, Facebook ve Twitter üzerinden yapmış oldukları kötülüklere, çirkinliklere,  sapıklıklara karşı bizim de iyilikleri, güzellikleri, edebi konu alan yazılımlarımız, filmlerimiz, dizilerimiz olmalıdır. Ekranlardaki virüsleri ancak böyle temizleyebiliriz. Hayatımız ekranlar karşını da geçiyor. Televizyon ekranı, bilgisayar ekranı, cep telefonu ekranı. Bu ekranlardaki filmlerinde, dizilerde,  haberlerde, bilgisayar oyunlarında, çizgi filmlerde, müzik videolarında ve reklamlarda propaganda ve bilinçaltı teknikleriyle yoğun bir şekilde kötülük virüsler karşımıza çıkıyor. Bu virüsler farkında olmadan, insanı uyuşturarak, kendine bağımlı yaparak,  düşünme melekelerini yok ediyor.

Ekranlardaki  kötülük virüslerini  yok edecek iyilik virüsleri programları yazmamız gerekiyor.  Bunun içinde  imanımızı, inancımızı haykıran filmler, diziler, yazılımlar yapmaktan, Netflix gibi platformlar kurmaktan başka çaremiz yoktur. Geleceğimizin teminatı gençliğimizin güvenliğini ve sağlığını sağlamanın yolu budur. Yapılması gerekenlerin sözde kalmaması için,  devletimiz, hükümetimiz  bu konuyu çok ciddiye alarak, plan ve projesi olanlara destek olmalıdır. Bu bir devlet politikası olmalıdır. Değerli bir dostumun bu konuda çok ciddi plan ve projeleri var,  ama imkansızlık ve ilgili yerlere ulaşılamadığından dosyasında bekliyor.