Etiket arşivi: nijerya

500 Bilim Adamı İstanbul’da Nübüvveti Konuşacak

risale-i nur nubuvvet sempozyumu 2013

22-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek olan “Nübüvvet” konulu 10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna dünyanın birçok ülkesinden bilim adamları geliyor.

İtalya, Somali, Brunei, Güney Afrika, Suriye, Mısır, Irak, Cezayir, Fas, Tunus, Kırgızistan, Rusya, Burkino Faso, Uganda,  Nijer, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Ürdün, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Filistin, Malezya, ABD, Almanya, İngiltere, Avustralya, Romanya, Endonezya, Sudan, Azerbaycan, Malezya, Singapur, Filipinler, Lübnan, Moritanya, Kırım, Türkiye ve daha birçok ülkeden, 13 ü bayan 83 ü erkek toplam 96 tebliğci, 300 ün üzerinde gözlemci katılıyor. Ayrıca gözlemci olarak da 50 kadar bayan akademisyen geliyor.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Hakikat Arayışında Nübüvvetin Rolü: Risale-i Nur Perspektifi” konulu sempozyum için gelen bilim adamları Peygamberlerin insanlığın yolunu aydınlatmada üstlendikleri ilahi vazifenin önemine dikkat çektiler.

ÜRDÜN , Ehl-i Beyt Üniversitesinden Prof. Dr. Ziyad Halil Al Daghamin :

RİSALE-İ NUR NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİNİ EN GÜZEL DELİLLERLE AÇIKLIYOR

Sempozyuma Ürdünden katılan  Prof.Dr. Daghamin tebliğinde Risale-i Nur’un kâinat kitabının tarifini ele aldığını bununla birlikte kâinatın varılması gereken maksatlarından Allah’a imanı, Tevhidi, Ahiret’e imanı, nübüvvetin gerekliliğini, peygamberlere imanı ve insanın şükür’e erişmesini en güzel delillerle açıkladığını ifade etti.

Bedizzaman Said Nursi’nin nübüvvet konusuna bakışı hakkında dünyanın farklı ülkelerinde bulunan akademisyenlerin görüşleri şöyle;

PEYGAMBER SÜNNETİ BÜTÜN DERTLERE ÇARE

Nübüvvet sempozyumuna Cezayirden katılan Prof. Dr. Rabah Dafrur, tebliğinde şu görüşlere yer verdi:

“Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin Sünnetinin insanın bütün hayatının bütün yönlerini şümullü bir şekilde ele aldığını ve bütün problemlerine çözüm getirerek bütün dert ve hastalıklarına çare olduğu tasavvurundadır. O; Sünnetin desturlarının ruhi, aklı, kalbi ve sosyal bütün hastalılara en güzel ilaç olduğunu ispat eder.”

GÖRDÜĞÜMÜZ GÜZELLİKLER YARATICININ GÜZELLİĞİNİN GÖLGELERİNİN GÖLGELERİDİR

 Yıldız Teknik Üniversitesinden  Rasim Soylu etrafımızdaki güzelliklerin kemal sahibi bir yaratıcıdan geldiğini belirterek tebliğinde şunları kaydetti.

“Bediüzzaman sevdiğimiz şeylerde gördüğümüz güzellik ve mükemmelliğin, sonsuz güzellik ve kemal sahibi bir yaratıcının güzelliğinin çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesi, hatta gölgenin gölgesi olduğunu söyler.”

ABD Trinity Enstitüsünden Robert Owens Scott tebliğinde Bediüzzaman’ın bakış açısından peygamberliği kalema aldı.

‘‘Said Nursi egemenlik, istismar ve şiddet sistemlerine yol açan saptırmalara peygamberliği bir siper olarak görmektedir. Said Nursi’ye göre peygamberler lider ve eğitimcilerdir. Onların rolleri insanları İlahi irade doğrultusunda bir düzene getirmektir.’’

İNSANLIĞIN NÜBÜVVETE OLAN İHTİYACI YERYÜZÜNÜN GÜNEŞE OLAN İHTİYACI GİBİDİR

Sempozyuma Hindistan Jamia Millia Islamia Üniversitesinden katılan öğretim görevlisi Prof. Dr. Iqtidar Mohammad Khan tebliğ metninde Bediüzzaman’ın diğer İslam filozofları gibi karmaşık bir dil yerine kolay ve anlaşılır bir dil kullandığını kaydetti.

Khan ayrıca tebliğ metninde Kur’an’ın temel gayelerini ele alarak şunları kaydetti.

‘‘Bediüzzaman’ın nübüvvet hakkındaki görüşleri, diğer İslam filozoflarının görüşlerine kıyasla oldukça nettir. Kur’an’ın mesajını ve nübüvveti anlatırken diğer İslam filozoflarının kullanıldığı karmaşık dilin aksine kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır. Üstad Bediüzzaman “Kur’an’ın temel gayeleri dörttür; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet” der. Buradan da anlaşılacağı üzere nübüvvet Nursi’nin fikir ve eserlerinde önemli bir yere sahiptir. Nursi, insanlığın nübüvvete olan ihtiyacını yeryüzünün güneşe olan ihtiyacına benzetir. Çünkü peygamberler insanlığın önderleridirler.’’

BÜTÜN PEYGAMBERLER AYNI MESAJI VERMİŞTİR: YARATICI BİRDİR VE TEKDİR

ABD Virjinya İlahiyat Okulundan Nübüvvet sempozyumuna katılan Prof. Dr. David Scott tebliğ metninde şu önemli konuları ele aldı:

‘‘Allah’ın tüm peygamberlerinin insanlığa bildirdiği esas mesaj, Yaratıcının birliğidir. Bütün peygamberler aynı mesajı vermiştir: Yaratıcı birdir ve tektir. Bu mesaj hayatın özüdür. Bu, post modern insanlarla iletişime geçerken yararlanılacak en önemli husustur çünkü bu gibi insanlar hayatın manasını ararlar. Ve mana ve birlik temelde birbirleriyle bağlantılıdır.’’

 

NÜBÜVVET TARİHİN ŞAH DAMARINA HAYAT VE CANLILIK VERDİ

Mısır Zegazig Üniversitesinden tebliğ metnini sunan Usama Abul Abbas Şahvan kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren şeyin tanımını şöyle yapmaktadır.

‘‘Nübüvvet Bediüzzaman’ın fikrinde çökmek üzere olan zamanı ayakta tutan, yükselten ve ona direnç kazandıran bir güç, kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren, aydınlatan ışıltılı, parlak,  nurani canlı bir kandır.’’

ÜSTAD NURSİ AKLÎ DELİLLERLE NÜBÜVVETİ İSPAT ETTİ

10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna Suudi Arabistan Kral Halid Üniversitesi’nden katılan Prof. Dr. Ali Bin Hüseyin Musa tebliğ metninde Nübüvvetin ispatını kalema aldı.

Üstad Nursi aklî delillerle nübüvveti ispat etti. Bu konuya daha önce âlimler böyle yaklaşmamıştı. Beşeri hayatta birçok ilim vardır; tıp, astronomi gibi ve sair mevcut ilimler. İnsanın bu ilimleri öğrenmeden bilmesi çok zordur. Yani bir rehberden öğrenme olmadan mümkün değildir. Vahiy yoluyla Allah öğretti. O zaman bilim, vahiy ile olur.

Prof. Dr. Musa nübüvvetin Hz. Muhammed (s.a.v)’in yüksek ahlakı, güzel nitelikleri ve onun kişisel özellikleriyle ispat edileceğini üzerinde vurgu yaptı.

Nübüvvet sadece mucizelerden ibaret değildir. Kişisel örnekler ile nübüvvet ispat edilebilir. Yani Hz. Peygamberin yüksek ahlakı, eşsiz kişisel durumu, güzel nitelikleri, iyi davranışları, nübüvvetin doğru olduğunun delillerinden birkaç tanesidir. Üstat şöyle diyor:

“Zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-yı gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.”

SEMPOZYUMA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN HAYATTAKİ TALEBELERİ DE KATILACAK

Sempozyumun açılış oturumu 22 Eylül Pazar günü saat 10:00’da Ataköy Sinan Erdem Spor Kompleksi’nde yapılacak.

Sempozyumun oturumları ise 23 ve 24 Eylül günlerinde Yeşilköy Wow Hotel Convention Center salonlarında devam edecek.

Üç gün sürecek olan Uluslararası Sempozyum boyunca, dünyanın dört bir yanından gönderilen 400 tebliğ arasından seçilen 96 tebliğ sunulacak ve müzakere edilecek. Nübüvvet sempozyumuna Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri de katılacak.

Sempozyuma 40’ın üzerinde ülkeden gelen akademisyenler tebliğleriyle katılıyor.

www.nubuvvetsempozyumu.com

İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI
Kalenderhane Mah. Cüce Çeşmesi Sok. No:6 Vefa Fatih / 34134/  İstanbul
Tel :90212 527 8181 Fax:90212 527 8080
Web site: www.iikv.org     E-mail: iikv@iikv.org

Hutbe-i Şamiye : Bir İstanbul Hediyesi II

İmam Huseyin Zararia’nın Nijerya’nın en çok tiraj yapan gazetesine haftalık yayınladığı yazılarından, bu hafta gönderdiği Hutbe-i Şamiye hakkındaki İngilizce makalesinin çevirisidir:

Allah buyuruyor: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır.” [ Al-i İmran Suresi: 104-105 ]

Bediüzzaman Said Nursi 1876 yılında Türkiye’nin doğusunda yeralan Nurs köyünde doğdu ve 1960 yılında Türkiye’nin Urfa şehrinde vefat etti. Okuyucular onun hayatını daha detaylı olarak okuyabilirler. Onun hayatı; Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine, Osmanlının I.Dünya Savaşının ardından yıkılışına, yeni Cumhuriyetin kuruluşuna, 25 yıllık Halk Parti iktidarına, ki bu 25 yıllık dönemde İslama karşı alınan olumsuz tavırlar zirveye çıkmıştır, şartların yumuşadığı10 yıllık Demokrat Parti dönemine rast gelmektedir.

Bediüzzaman küçüklüğünden itibaren olağanüstü bir zeka ve yetenek sergilemiştir. Normalde çok uzun zamanda bitirilebilecek bir eğitim olan medrese eğitimini 14 yaşında bitirmiş ve icazet almıştır. Daha o yaşında son derece parlak zekası ve karşısındaki din alimlerini alt eden bir bilgi birikimi vardı.

O, sadece klasik din ilimlerini değil zamanının modern ilimlerini de öğrenmiş bir alimdi. Çok küçük yaşta sahip olduğu  olağanüstü zekası ve öğrenme kapasitesi   onu öğretmenleri, ders arkadaşları ve halk arasında meşhur etmişti. Henüz 16 yaşında katılmış olduğu bir münazarada döneminin tüm alimlerini ilzam etmişti. Bu durum  birkaç kez daha tekrarlanınca, kendisine zamanın harikası manasında Bediüzzzaman lakabı takıldı. Eğitimde geçirdiği zamanlar Bediüzzamanın düşüncesinde bir fikrin oluşumuna yol açtı;

Dünya yeni bir döneme girmekteydi. Fen ve delillendirme öne çıkmaktaydı. Klasik din eğitimi, Kur’an’a ve İslama yönelik şüpheleri dağıtmada yeterli olmayacaktı. Modern okullarda, hem din ilimleri hem de modern ilimler bir arada verilmeliydi. Böylece; modern okuldakiler dinsizlikten, din okullarındakiler de bağnazlıktan korunacaklardı. Bir asra yaklaşan ve her dakikası hak uğrunda geçirilmiş hayatını 23 Mart 1960 sabahı tamamlayan Bediüzzzaman ardında Risale-i Nur Külliyatını bırakmıştır. Risale-i Nur Külliyatı ki, içinde bulunduğumuz ve gelecek yüzyılları aydınlatabilecek, kıyamete değin nesillerin birbirlerine sevgiyle emanet edeceği  muazzam bir eserdir.

Bediüzzaman’ın hayatını kısaca gözden geçirdikten sonra, Hutbe-i Şamiye’ye kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hem Asr-ı Saadet’ten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki; bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakinî ile ve İslâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avamın delilsiz, taklidî bir surette başka dine girmesinin bu mes’elede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka mes’eledir. Halbuki, bütün dinlerin etba’ları ise -hattâ en ziyade dinine taassub gösteren İngilizlerin ve eski Rusların- muhakeme-i akliye ile İslâmiyete dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım kat’î bürhan ile İslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar (Haşiye).

            (Haşiye): İşte bu mezkûr davaya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu davaya kırkbeş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’anı mekteblerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı sed olmak için kabul etmeleri ve İngiliz’in mühim hatiblerinin bir kısmı Kur’an’ı İngiliz’e kabul ettirmeye taraftar çıkmaları ve Küre-i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlarına taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan bu müddeayı isbat ediyor, kuvvetli bir şahid olur.

            Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.

            Hem nev’-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. Ve En dinsizi de, dine iltica etmeğe mecburdur. Çünki acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası; ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacata mübtela ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni’-i Âlem’i tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok!..

            Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddi-manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.

            Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi’ istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem’iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb’ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış.

            Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmiyecek bir surette bir idam senin başına gelecek.” Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.

            İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehadet eder.

            Kırkbeş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt’aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur’aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, “Aklına bak” der, “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin” diyor.

            Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: “Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz.” “Biliniz” ve “Bil” hakikatına dikkat et. “Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun. Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalâlete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!” manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.

            Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm’ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!

            Hasıl-ı kelâm: Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.

            Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeğe başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir’de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.

www.NurNet.org

orjinal metin için tıklayın

The Damascus Sermon: A Gift From Istanbul II

Allah says:

“And from amongst you there must be a party who will call people to all that is good and will enjoin the doing of all that is right and will forbid the doing of all that is wrong. It is they who will attain true success. Do not be like those who fell into factions and became opposed to one another after Clear Signs had come to them. A mighty chastisement awaits them.”[aal-Imraan: 104-105 ]

Last week we started the serialization of the great sermon of Damascus by Badiuzzan Said Nursi and hope to continue this week, in sha Allah.

“Furthermore, from the blessed time of the Prophet (PBUH) up to the present, not a single event in history has shown us a Muslim who has embraced another religion, whether old or new, in preference to Islam, as a result of reasoned argument and conclusive evidence. If the uneducated embrace another religion without evidence in blind imitation, it has no bearing on this matter. And to be without religion is yet another question. However, history shows us that followers of other religions, and even the English and pre-Revolution Russians, who displayed the greatest bigotry in religion, are gradually approaching and entering Islam on the strength of reasoned argument and cogent proofs, sometimes in groups.

[Proofs of this claim and powerful witnesses to it, are the following facts; that forty-five years after this claim was made, in spite of two appalling World Wars and the emergence of an extreme and absolute despotism small northern states like Sweden, Norway and Finland accepted and started to teach the Qur’an in their schools as a barrier to communism and irreligion. And certain important English orators are seen to be in favour of encouraging the English to accept the Qur’an. And America, which is now the most powerful state on earth, is seen to support the truths of religion with all its strength, and has decided that Asia and Africa shall find happiness, peace and reconciliation through Islam, and it patronizes and encourages the newly born Muslim states and tries to enter into alliance with them.]

If we were to display through our actions the perfections of the moral qualities of Islam and the truths of belief, without doubt, the followers of other religions would enter Islam in whole communities; rather, some entire regions and states, even, on the globe of the earth would take refuge in Islam.

Moreover, mankind has been awakened and aroused by the sciences of civilization, in particular; they have understood the true nature of humanity. Without any shadow of a doubt, they are not able to live without religion, aimlessly. They cannot. Even the most irreligious of them is compelled to take refuge in religion. For the only point of support for impotent mankind in the face of the innumerable disasters and the external and internal enemies that plague them, and the only point from which they may seek help and assistance in the face of the innumerable needs with which they are afflicted, and their desires that stretch to eternity, despite their utter want and poverty, is in recognizing the Maker of the world, in faith, and in believing and affirming the hereafter. There is no help for awakened mankind apart from this.

If the jewel of true religion is not present in the shell of the heart, material, moral, and spiritual calamities of untold magnitude will break loose over mankind and they will become the most unhappy, the most wretched of animals.

IN SHORT:

This century, man has been awakened by the warnings of war, science, and awesome events, and he has perceived the true nature of humanity and his own comprehensive disposition. Man has begun to understand that with his wonderful comprehensive abilities and disposition, he was not created only for this brief and troublesome worldly life; rather, that he is a candidate for eternity, for there are within him desires that extend that far. Everybody has begun to realize that this narrow and transient world is not sufficient and cannot meet man’s boundless hopes and desires.

If it is said to the imagination, which is one of the faculties and servants of humanity, “You will rule the world and live for a million years but in the end you will be dispatched to non-existence with no possibility of a return to life”, for sure, the imagination of one who has not lost his true humanity and who has been awakened, rather than being joyful and pleased, would weep longingly and with sighs and regrets at there being no eternal happiness. Thus, included in this point is the fact that in everyone’s heart an inclination has sprung up to search earnestly for a true religion. In the face of the sentence of death, before anything else man is searching. for a truth, contained only in true religion, so that he may save himself. The present state of the world testifies to this fact.

After forty-five years and the appearance of irreligion, regions and states on the globe of the earth have each begun to. perceive, like a human being, this intense need of mankind. Furthermore, at their beginning and end, the verses of the Qur’an refer man to his reason, saying, “Use your intelligence! Think! Consult your mind and your heart! Confer with them so that you might know this fact!”

For example, look at the beginning and end of verses such as those, they say, “Why do you not look? Why do you not take warnings? Look so that you may know the truth”. Take note of the way “Know!” is used. Many verses contain sentences that have the meaning of, “Why does mankind not know, why do they fall into compounded ignorance? Why do they not understand, and then sink into lunacy? Why do they not look, have they become blind so that they cannot see the Truth? Why does man not call to mind and ponder over his own life and the events in the world so that h e might find the straight path’? Why do they not think, deliberate and reason with the mind and so fall i nto misguidance? Oh men! Take a lesson! Take a warning from past ages and try to be saved from the moral and spiritual calamities of the future!” .These verses refer man to his intellect, they enjoin him to consult with his reason.

Oh my brothers in this Umayyad Mosque as well as those in the vast mosque of the world of Islam! You, too, take warning. Take warning from the dreadful events of the last forty-five years. Come right to your senses! Oh you who are wise and thoughtful and consider yourselves to be enlightened!

Conclusion

We Muslims, who are students of the Qur’an, follow proof; we approach the truths of belief through reason, though, and our hearts. We do not abandon proof in favour of blind obedience and imitation of the clergy like some adherents of other religions. Therefore, in the future, when the intellect, science and technology prevail, of a certainty, that will be the time the Qur’an will gain ascendancy, which relies on rational proofs and invites the intellect to confirm its pronounce

Moreover, the veils that eclipse the sun of Islam, hinder its emergence and prevent it illuminating mankind have begun to disperse. Those things that were hindering it have begun to fall back. The signs of the dawn appeared forty-five years ago.* The true dawn broke in 1371 /1951, or it will break. Even if that was the false dawn, in thirty or forty years time the true dawn will break….”

We promised to conclude the article with a glimpse of the life and time of this great timeless scholar and reformer; Badiuzzaman Sa’id Nursi. Here is the fulfillment of the promise:

Bediuzzaman Said Nursi was born in 1876 in Eastern Turkey (the Village of Nurs) and died in 1960 in Urfa in Turkey. Readers may refer to his biography for details of his long and exemplary life, which spanned the last decades of the Ottoman Empire, its collapse after the First World War and the setting up of the Republic, then the twenty-five years of Republican Peoples’ Party rule, well-known for the measures taken against Islam, followed by the ten years of Democrat rule, when conditions eased a little for Bediuzzaman.

Bediuzzaman displayed an extraordinary intelligence and ability to learn from an early age, completing the normal course of Madrasa (religious school) education at the early age of fourteen, when he obtained his diploma. He became famous for both his prodigious memory and his unbeaten record in debating with other religious scholars.

He was a scholar of the highest standing having studied not only all the available traditional religious sciences, but also modern sciences of his time. The extraordinary intelligence and capability of learning that he showed at a very early age made him popular with his teachers, colleagues and the people. When he was sixteen years old, he silenced the distinguished scholars who had invited him to a debate (debate was then a popular practice among scholars). This later recurred several more times with various groups of scholars, and he thereby began to be called Bediuzzaman (Wonder of the Age). The time he spent in education paved the way in his mind for the thought that at a time when the world was entering a new and different age, where science and logic would prevail, the classical educational system of theology would not be sufficient to remove doubts concerning the Qur’an and Islam. He concluded that religious sciences should be taught at modern schools on the one hand, and modern sciences at religious schools on the other. “This way,” he said, “the people of the school will be protected from unbelief, and those of the madrasa from fanaticism.” After completing a lifetime of almost a century, with every minute spent in the service of faith, Bediuzzaman Said Nursi departed from this world on the morning of March 23, 1960, with complete honor, dignity and victory, leaving behind him the Risale-i Nur Collection that would illuminate this and the forthcoming centuries and a love that would be handed over from generation to generation until eternity.

Bediuzzaman’s life-time spanned the final decades of the Caliphate and Ottoman Empire, its collapse and dismemberment after the First World War, and, after its formation in 1923, the first thirty-seven years of the Republic, of which the years up to 1950 are famous for the government’s repressive anti-Islamic and anti-religious policies.

Until the years following the First World War, Bediuzzaman’s struggles in the cause of Islam had been active and in the public domain.

The time he spent in education paved the way in his mind for the thought that at a time when the world was entering a new and different age, where science and logic would prevail, the classical educational system of theology would not be sufficient to remove doubts concerning the Qur’an and Islam. He concluded that religious sciences should be taught at modern schools on the one hand, and modern sciences at religious schools on the other. “This way,” he said, “the people of the school will be protected from unbelief, and those of the madrasa from fanaticism.” After completing a lifetime of almost a century, with every minute spent in the service of faith, Bediuzzaman Said Nursi departed from this world on the morning of March 23, 1960, with complete honuor, dignity and victory, leaving behind him the Risale-i Nur Collection that would illuminate this and the forthcoming centuries and a love that would be handed over from generation to generation until eternity, in sha Allah!

www.NurNet.org

Çare, Nijerya’da Yardımları Dağıtmaya Başladı

ÇARE YARDIMLAŞMA VE KALKINMA DERNEĞİ NİJERYA DA..

Ecdadın İslamı götürmesiyle manen hayat bulan ve sonra sömürgecilere hedef olmakla elindeki kaynaklarından ve topraklarından dahi istifade edemeyen kara topraklı, kara kıta Afrika..

Susuzluk, açlık ve yıllardır sömürülmüşlüğün yıprattığı Afrika insanı bu Ramazan ciddi bir imtihanla daha karşı karşıya.. Çare Derneği Afrika’nın bu kara benizli, masum insanlarına çare olabilmek, gözlerinin feri sönmüş çocuklara bir gülücük kondurabilmek için gönüllüleri ile Kara Kıtada çalışmalara başladı..

 Daha günün ilk çalışmalarından anlaşıldı ki dert çok, derman yok… hasta çok doktor yok.. susuz çok su yok..aç çok yemek yok.. yokluk her tarafı sarmış…gözlerde umut yok..

Nijeryanın başkenti Abuja’da, Adem Eyyüp kardeşimiz ve diğer gönüllülerimiz yardımları muhtaçlara ulaştırmaya devam ediyor ve ekliyor:

“Türkiyeden ehli himmet ve hamiyet yardımları dağıtılırken yaşlı beli iki büklüm olmuş bir müslüman siz hangi Kilisedensiniz diye sordu, Gözleri yaşlı adem kardeş bu ihtiyara yok amcacığım yok, bizler payı tahtı hilefetten , dersaadetten, İstanbul’dan, Türkiyeden geliyoruz diyor. Amca mahcup oluyor, ah evladım diyor, ‘Allah sizden razı olsun, bir bilseniz ne büyük hayr ediyorsunuz. Sakın bizim bu halimize bakıp ne aç gözlü insanlar demeyin, zira biz böyle bir parça ekmek için kapışıyoruz çünki, çoğumuzun evinde iftarımızı açaçak bir lokma yok’

“Ya Rabbi affet” diyor Adem kardeş, “Beni de bizi de affet….”

Çare Derneğinin Resmi Sayfası : www.care.org.tr  (Buradan online bağış yapabilirsiniz)

www.NurNet.org

 

 

Said Nursî, dünya barışından yana

Nijerya Usman Dan Fodio Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vaffi Sheriff, “Said Nursî, ‘Medeniyetler Çatışması’ ve ‘Tarihin Sonu’ gibi düşmanlık tezlerine karşı, ‘Bizim üç düşmanımız var; cehalet, zaruret, ihtilâftır’ diyerek, beşeriyetin önüne ‘Medeniyetler İttifakı Tezi’ ile çıkmıştır” dedi.

Sheriff: Said Nursî, beşeriyetin önüne “Medeniyetler İttifakı Tezi” ile çıktı

Çorum Adam-Der tarafından organize edilen “Uzaklardan Risâle-i Nura Bakış” isimli konferans düzenlendi. Hafız Murat Oyun’un Kur’ân-ı Kerim tilâveti ile başlayan konferansta, Prof. Dr. Vaffi Sheriff, “Afrika’da Risâle-i Nur’un Ehemmiyeti”, Filipinler Risâle-i Nur Enstitüsü’nden Birleşmiş Milletler Barış Elçisi Rıza Derindağ ise “Asya Pasifiklerde Risâle-i Nur” konusunda katılımcılara bilgi verdi.

Prof. Dr. Sheriff, konuşmasında şunları söyledi: ‘’Said Nursî, ‘Medeniyetler Çatışması’ ve ‘Tarihin Sonu’ gibi düşmanlık tezlerine karşı, ‘Bizim üç düşmanımız var; cehalet, zaruret, ihtilâftır’ diyerek beşeriyetin önüne ‘Medeniyetler İttifakı Tezi’ ile çıkmıştır. Genelde bütün dünyada ve elbette Afrika kıt’asında Risâle-i Nur anlayışına ciddî bir ihtiyaç mevzubahistir. İman, ihlâs, uhuvvet ve şura. İşte bu dört konu, bu dört esas dünyanın temel problemlerinde çözüm kaynağıdır. Ve Nursî, bu dört ana mevzuyu bugüne kadar olmadığı derecede güzel şekilde akıl, kalp ve ruhu tatmin ederek ifade etmiştir. Benim de Risâle-i Nur’dan ilk okuduğum eser olan Hutbe-i Şamiye ile reçetesini beşeriyete arz etmiştir.’’

Yeni Asya

Editörün Notu: Bu konferans 2011 haziranda gerçekleştirilmiştir…