Etiket arşivi: nikah

Kur’anın Hükümlerine Uyma Mecburiyeti Var!

Kur’anın herhangi bir ayetini inkâr etmek Müslüman’ı dinsiz yapmak için yeterlidir. Hanımların din terbiyesinden mahrum, kendini beğenen bazıları: Adalet mi bu? İslam dini erkeğe dört kadınla evlenmeye müsaade etmiş, kadın buna nasıl dayansın. Biz kadınlar da erkekler gibi insan değil miyiz ki? Bu kelimenin altında şu yatıyor. Niye Allah erkekleri kadın yaratmamış ta bizi erkek? Bütün bu yanlış düşünce ve sorular anne ve babalarından âile terbiyesi alamayanlardan geliyor.

Biz de, hem onları, hem de, din bilgilerinden mahrum kalan diğer Müslümanları nazara alarak dört kadınla ne için evlenmeyi Allah müsaade etti meselesini öğrenmeleri için, birkaç noktaya işaret ederek, onların bilmedikleri yönleri izah etmeye çalışacağız.

1- İslamiyet bir kadından dörde çıkarmamıştır. Belki, İslamiyet geldiği zaman 40 kadınla evlenenler oluyordu. İslamiyet onlara yalınız dört kadınla nikâhlanabilirsiniz emredince, İslam dinini kabul edenler fazlasını boşamaya mecbur kalarak dörde razı oldular.

2-   İslam dini yalınız bir şehre, bir vilayete veya bir kıt’aya gelmemiştir. Bir asra da münhasır değildir. Belki Allah tarafından nazil olan Kur’ânı Kerim, öyle bir kanundur ki , hiç kimse onun bir noktasını silmek için el uzatamamıştır. Mademki öyledir, elbette hükmü her hangi bir zamana ve herhangi bir yerle sınırlanmayan böyle bir kanun, zayıf olan dindar bir fakiri de, şehevi duyguların baskısı altında yaşayan bir zengini de idare edebilecektir. Bu sebepten ötürü erkeklere ağır şartlarla, yani erkek: Dört bile kadına haklarını noksansız vererek, dört kadınla evlenmeyi  müsaade etmiştir.

3- İslam dini Müslüman’lara dört kadınla evlenmeyi müsaade etmiştir. Sebebine gelince, düşmanlarla savaşmaya kadınlar değil erkekler gider, savaşta şehit olan o erkeklerin  yetim kalan yavruları ile beraber dul kalan o gencecik hanımlarına sahip çıkmak amacıyla, dört hanımla evlenmeyi müsaade etmiştir.

4-İslam dini dört kadınla evlenmeyi emretmemiştir, belki erkeğin vaziyetine göre, ihtiyacına göre, alacağı kadının ihtiyaçlarını noksansız gidermek ve adaletle davranmak şartı ile ve onlardan doğacak yavruları giydirmek beslemek şöyle dursun, onlara hem din hem de dünya için lazım olan eğitimi ve geçimini temin etmek şartı ile birden dörde kadar kadınla evlenmeyi  müsaade etmiştir. Ayet-i Kerime’de:”Eğer adaletli davranacağınızdan endişeli iseniz o zaman size bir tane kâfidir” buyrulmuştur.( Nisa ayet 3)

5- İslam dini birden dörde kadar kadınla evlenmeyi, erkekleri haramdan muhafaza etmek için, müsaade etmiştir. Çünkü, her erkek şehevi duyguları tarafından farklı baskı hisseder. Bu baskıyı taşıyanların, hanımları hayız ve nifas hallerinde, yani kadınların adet görme müddeti 7 gün,  çocuk doğurmadan sonra kırk gün içinde kadınlara yaklaşma yasağı zamanında, hali müsait olanları haramdan kurtarmak için, ağır şartlarla, yani alacakları hanımlara eşit muamele etmek şartı ile, dörde kadar kadınla evlenmeyi müsaade etmiştir.

6- Evlenmekten ana maksat, neslin çoğalmasıdır. O esnada ki keyif ise, Halik tarafından nesli devam ettirmek için çiftlere verilen peşin bir ücrettir. Bu dünyada insanlar ücretsiz iş yapmadıklarını bilen Allah, onlara ücretlerini verip nesli çoğaltmak için evlenmeye sevk etmiştir. Kadınların evlat doğurma dönemi erken tükendiği için, erkeklere birden fazla hanımla evlenmelerine müsaade edilmiştir.

7- Dört kadınla evlenme tenkidi, Müslümanlardan değil, yolunu sapmış olanlar la imansızlardan geliyor.  Halbuki bunlar her gün gayrimeşru yollarla kendilerini tatmine çalışırlar. Hatta bunlar kendilerine hanımın derdini ve doğacak çocuk yükünü üzerlerini almamak için bir hanımla bile evlenmiyorlar. Belki boğazlarına kadar harama batık bir hayat sürüyorlar. İşte bu tenkit fikri, batılılardan bizi lekelemek için gelmiştir. “Aids” hastalığı, dinini yaşayan  Müslüman devletlerde değil, ecnebilerde çoğalıyor. “Aids” hastalığından korkan bizim zavallılar gayri meşru zevklerin peşine koşanlardan geliyor. O gayri Meşru hareket “Aids” hastalığa sebep oluyor. Bu sebeptendir ki  Dispanserlerin bazısında: Büyük büyük yazılarla aman kendi hanımınızı yeterli bulup dışarı çıkmayın, yazılarını çekinmeden bir tedbir olsun diye yazıyorlar.

8- Bugüne kadar hiçbir anayasa veya kanun, insanların tamamına faydalı olamamıştır. Çıkan kanunlara bakılır, çoğunluğa faydalı ise o iyidir. Bu itibarla mademki İslam dininin hükmü kıyamete kadar devam edecektir. O zaman bir tarafı tamir ederken diğer tarafı harap etmemeğe dikkat ederek, toleranslı olmayı elden bırakmamıştır. Madem böyledir, Allah’ın Kanunu olan Kur’an-ı Kerim’in hükmü her zaman ve dünyanın her yerinde yaşayan insanlar için geçerlidir ve geçerli olacaktır.

9- Bunu herkes bilmesi lazım ki, bir mucidin, veya bir san’atkârın yaptığı  san’atta, ancak o eseri yapanın kanunları geçerlidir. Yani bir mucit icat ettiği makineye bağladığı katalog-kullanma  kılavuzu  geçerlidir. Bunun haricinde mevzuun dışında  herhangi dalda çok mahir biri de olsa onun sözü  o makinede geçerli olamaz. Başkasının yapısı olan, bu aciz insanın yaptığı kanunun hüküm böyle olursa? Ezelden ebede kadar her şey kabza-i tasarrufunda bulunan Şanı yüce Allah’ın yaptığı işlerde Allah’tan başka kimin hükmü geçebilir. İnsanın faydası için yapılan kanunlardan hangisi Allahın kanunundan daha doğrudur veya doğru olabilir? Onun yaptığı işi O’ndan daha iyi kim bilebilir? İsterseniz deneyin? Mercedes’i yapan mühendisin arabaya astığı kullanma kılavuzunu hükümsüz sayın. Sonra arabayı sürerken, frene basacak yerde gaza basın de görelim halinizi. Sanırım bu kadarla, bu sorunun cevabını aldınız..

İşte bu mevzuda son sözüm. Dinimizde dört hanımla evlenmek bir emir değildir yalınız müsaade hükmünü alır.  Evliler bunu da bilmeliler Allahın en sevmediği şey boşanmak olduğunu nazara alarak evliler biri diğerini kırmamak için dikkatli olacaklar. Bundan ötürüdür ki: İslam ölçülerine göre nikâh  sözleşmesi yapılırken ömrün sonuna kadar desen kabul olmaz. Peki nasıl olacak?  Sonu olmayan bir hayata göre dini nikâh olunur. Onun için, dini bütün olan Müslümanlar, aman o uzun hayatta arkadaşımı kaybetmeyeyim diyerek bir diğerinin ufak tefek söz ve davranışlarına  tepki göstermesinler.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Çok Eşlilik Dinimizde Tavsiye Edilmiş midir?

Geçen ay erkeklerin birden fazla eş alma konusu gündemdeydi. Herkes bir şeyler söyledi. Okuyucularımdan sorular geldi. Yazmak için ortalığın biraz durulmasını bekledim. Önce konu ile ilgili âyeti hatırlayalım.

Nisâ sûresi 3. âyet-i kerîme:

Eğer yetim kızların haklarını tam gözetemeyeceğinizden korkarsanız, sizin için helal olan kadınlardan ikişer üçer dörder nikah edin. Eğer yine adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız o zaman bir tane ile ya da sahip olduğunuz (cariye) ile yetinin. Bu sizin adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Bu âyet-i kerîmenin erkekler ilk yarısını, kadınlar ikinci yarısı görürler, genellikle. Şöyle bir bütününe bakalım. Âyetin başlangıcında Rabbimiz ikinci, üçüncü, dördüncü eşe kadar izin vermiş. Buna kimsenin itirazı olamaz. Âyetin devamında “Adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsınız bir eş ile yetinin.” buyruluyor. İki eş alıp adalete dikkat etmek çok kolay bir şey olmasa gerek ki Rabbimiz âyetin devamında uyarıyor. “Tek eş adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Erkeklerin birden fazla eş almalarına izin verilmiş; fakat Rabbimiz tek eş almayı tavsiye ediyor. Âyet-i kerîmedeki birden fazla evlenme emir değil, ruhsattır. Allah (c.c) çok eşliliği teşvik etmemiş sadece izin vermiş, dikkat edilmesi ve iyi düşünülmesi için uyarmış.

Adalet konusu çok önemlidir. Çünkü kul hakkı konusunda hesap vermek çok zordur. Kişi affetmedikçe Allah (c.c) affetmiyor. Adalet konusunda Nisâ sûresi 129. âyet-i kerîmede açıklama getiriliyor:

Ne kadar arzu etseniz kadınlar arasında (sevgi bakımından tam) adalet sağlayamazsınız. O halde (birine) tamamen yönelip diğerini muallakta gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve (gücünüz dahilinde haksızlıktan) sakınırsanız şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

Sevgi konusunda adalet sağlamanın mümkün olmadığı bildiriliyor. Fakat eşlerin yanında sıra ile kalma, harcamalar gibi diğer konularda eşit olmak gerekiyor.

Peygamber efendimiz de adalet konusunda erkekleri ikaz etmiş. İki zevcesi olup da birine  meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir.” (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbni Mace, Ahmed)

Hz Ali’nin ikinci eş almak istemesi üzerine, Hz Fâtıma peygamberimize durumu anlatmış, peygamberimiz Hz Ali’nin evlenmesine izin vermemiş. Kadın ya da velisi nikahta böyle bir şart koyabilir. Nikahta şart koşulmamışsa bile, âlimler, kadının kuma ile bir arada durmaya zorlanamayacağını ve ayrılmak isterse ayrılabileceğini bildiriyor.

Sevgili peygamberimiz ilk evliliğini Hz Hatice ile yapmış ve Hz Hatice vefat edene kadar yirmi beş yıl boyunca ne başka bir eşi ne de cariyesi olmuş. Üstelik o zaman Arap toplumunda çok eşlilik yaygınmış. Kırk eşi olanlar bile varmış. Peygamberimiz Hz Hatice’nin vefatından sonra çeşitli hikmetlere binaen birçok eş alıyor. Fakat eşlerinin kıskançlıklarından neler çektiğini de biliyoruz. Hepsine çok sabırlı, adaletli ve merhametli davranıyor.

Fakat kıskançlıkları önleyemiyor. Eşlerinin hepsi de çok mübarek, muhterem hanımlar fakat iş kıskançlığa gelince nefislerine yeniliyorlar. En nihayetinde kıskançlıktan dolayı çıkan bir olay üzerine peygamberimiz artık dayanamayarak hepsini birden bırakıyor. Bir ay boyunca hiçbirinin yanına gitmiyor. “Peygamberimiz eşlerini boşadı.” diye konuşuluyor Medine’ de. Kadınların hatalarını anlamaları üzerine Peygamberimiz onları boşamıyor.

Çok eşlilik peygamberimizi bile zorlayan bir konu olmuş. Bu konuyu erkekler için bir keyif ve eğlenceymiş gibi görenlere cidden şaşıyorum. Kadınlar için zor; ama erkekler için daha da zor bence. İki kadın arasında adaleti sağlamak, iki kadının ihtiyaçlarını gidermek, iki kadını idare etmek. Ben erkek olsam üstüne para verseler ikinci bir eş istemezdim herhalde diye düşünüyorum.

Bir de bu konuda toplumun kültürel yapısı, örf ve âdetleri çok önemli. Türk toplumunda çok eşlilik kabul edilen bir şey değil. Arap toplumunda çok daha rahat kabul ediliyor. Kadınların kocalarına eş bakmaya gittiği, düğün organizasyonunun bile ilk eş tarafından yapıldığı anlatılıyor.

Geçen yıllarda bir tanıdığımın anlattığı olay beni şaşırtmıştı. Eşi vefat etmiş bir beyi, arkadaşı Arap bir kadınla evlendirmek için aracılık yapıyor. Kadın; doktor, otuz yaşlarında ve güzel. Evlenecek olan erkek aracı olan arkadaşına soruyor. “Sor bakalım ilerde üzerine daha genç bir eş almamı kabul eder mi?” diyor. Böyle bir soruyu bir Türk kadına sorsanız ne der? Cevabı size bırakıyorum. Arap doktor “Bir istihareye (rüya) yatayım.” diyor. Güzel bir rüya görüyor, haber gönderiyor.”İstiharem güzel çıktı, ikinci eş almasına izin veririm, benim için bir mahsuru yok.” diyor.

Görüştüğüm Özbekistanlı hanımlar var. Onlarda çok evliliğin normal karşılandığını söyledi. Eşi Türk olan Özbek bir hanım: “Biz evlendik, Özbekistan’da yaşamaya başladık. En yakın arkadaşım da evlenmeyi çok istiyordu. Eşime arkadaşımı ikinci eş olarak almasını söyledim ama kabul etmedi.” demişti. Profesör olan yakın bir arkadaşının da yakınlarda ikinci eş olarak evlendiğini anlatmıştı.

Araçlarda araziye uygunluk vardır. Tabanı yere yakın olan araçlar ancak asfalt yolda güzel gider. Araziye vurursanız, taşlı, engebeli yollarda gitmeye çalışırsanız, aracın kendisi de zarar görür, sizi de yolda bırakır. Tabanı yerden yüksek, cip gibi araçlarla dağ bayır tırmanmanız daha kolaydır. Fakat o araçların da sorun çıkarmayacağı konusunda bir garanti yoktur.

Türk kadınları ikinci, üçüncü, dördüncü eş konularında her araziye uygun olmayan araçlar sınıfına girer. Bu konuda ilk eş de ikinci olmayı kabul eden eş de sorun çıkarır. İlk eş kocasının hayatını burnundan getirir. İkinci eş ise daha geldiği ilk günden itibaren “Nasıl olur da ilk kadının ayağını kaydırır, tek eş ben olurum?” hayalleri kurmaya başlar. Hani kabul edip gelmiştin? diyemezsiniz, yüzlerce sorun sayar.

İlk kadının da işi zordur. Yetersiz kadın konumunda kalmıştır. Kendini diğer kadınla kıyaslar. “Benden daha mı güzel? Sarışın kadınları beğendiğini söylüyordu niye gidip esmerle evlendi? Bunca yıl boşuna mı saçımı sarıya boyattım.” Sürekli kafasında senaryolar yazar: “Bana tatlım dedi, ona da diyor mudur? Ona da böyle dokunuyor mudur? Fasulye yemeği sevmezdi ama o kadın yapınca yiyor mu acaba?”

Sevdiğini paylaşmak kolay bir şey değil tabi. Sevmediğini paylaşmakta zordur gerçi.

Bizim toplumumuz “El ne der?” diye yaşayan bir toplumdur. Zaten bu konuda da elin sözü hiç bitmez. Sürekli çok eşli adamı ve ailesini gözetlerler. “Erkek hangisine çok ilgi gösteriyor? Hangisinin evi daha güzel döşenmiş?” vb…

Yakından tanıdığım ikinci eş olan hanımlar var. Çok dertliler. Bu arada ilk eşler genellikle depresyonda. Kocalar da perişan. Vardır belki ama ben çok eşli olup da mutlu olan bir aile hiç görmedim. Kıskançlık yüzünden rekabet olup kadınların kocaya iyi davranması gerekirken çoğu zaman ikisi birden kötü davranabiliyor. Benim gördüklerimin ve bana yazanların evliliği öyleydi. İki kadın arasında aç kalan, ikisiyle de yatamayan, ortada perişan kalan adamları görünce “Çok evlilik erkek için bir keyif mi, yoksa ağır bir imtihan mı?” diye sormak gerekir diye düşünüyorum.

Kendisi çok çocuk seven ve çocuğu olmadığı için kocasının evlenmesini isteyen hatta kocasına eş bulmak için araştırmalar yapan bir arkadaşım, kocasının ikinci eş almasını kaldıramadı. Kocasının çocuklarını çok sevdi ama çok mutsuz. Depresyon hastası oldu, ilaç kullanıyor.

Bu biraz da bünye meselesidir. Kimi insan elli kiloyu taşır, kimi otuz kiloyu taşıyabilir, kimi yirmi kiloyu taşıyamaz. Elli kiloyu taşıyanı gösterip “Bak o taşıyabiliyor sen niye taşıyamıyorsun?” diye kıyaslama yapmaya hakkımız yok. Bu yüzden hiçbir kadın eşinin ikinci evliliğini kabul etmek zorunda değil. Kimi çok duygusaldır ağır gelir, kimi daha rahattır o kadar dert etmez. Her şeyden önce kişinin kendi ruh sağlığını koruması gereklidir. Boşandığında mı daha rahat olacak, evliliği devam ettirdiğinde mi? Bunları düşünmesi, enine boyuna tartıp “Kim ne der?” demeden en doğru kararı alması lâzım.

Kadın, evliliğini devam ettirme kararı almışsa da “helal olsun” demek gerekir. Fakat bu durum bizde kınanma sebebi. Ne üzerine eş alınan hanımın evliliğini devam ettirmesini ne de ikinci eş olmayı kabul eden hanımları kınamaya hakkımız var. Allah’ın kınamadığı hatta izin verdiği bir şeyi bizim kınamamız terbiyesizlikten başka hiçbir şey olamaz. Bazen ikinci eş olan hanımlardan “Belki kızacak, kınayacaksınız; ama ben ikinci eşim…” diye başlayan mailler geliyor, dertlerini anlatıyorlar. O kadar çok kınanmışlar ki.

Kadınların bu konuda çok ağır tepkileri var. Mesela kocalarının ikinci evliliğini yapan erkeklerle arkadaşlık yapmalarını istemiyorlar, kocalarının huyları bozulmasın diye. İkinci hanım olduğunu bildikleri hanımlara selam vermeyen, görüşmeyen, onların oturduğu masadan kalkan kadınlar var.

Onlara “Kınadığınız başınıza gelmeden ölmezsiniz.” Hadis-i Şerîfini hatırlatırım. Ya kendi başınıza gelir ya çocuklarınızda ya da sevdiklerinizde yaşarsınız. Şu dünyada hiç kimse için hiçbir şeyin garantisi yok. Her kadın, bir erkeğin sevdiği tek kadın olmak ister. Hangi şartların kişileri o aşamaya getirdiğini bilmeden bol keseden atmamak lâzım.

İkinci evliliğini yapan erkeklere zampara, cinsellik düşkünü muamelesi yapılırken, zina yapan gecelik ilişkilerle karısını aldatan erkeklere tepki az. Onlar modern oluyorlar. Bu da müslüman bir toplumda içler acısı bir durum.

Aslında erkeklere birden fazla eş almalarına izin verilmesi, kadınların aleyhine değil lehinedir. Nikahsız ilişkilerde en çok kadınlar zarar görüyor. Kadınlar duygusal oldukları için erkeklere çabuk kapılıyorlar, hemen bağlanıyorlar. Fakat erkek o kadın için hiçbir sorumluluk almıyor, onunla bir süre birlikte oluyor ve bir süre sonra da ortada bırakıyor. Toplum önünde o kadının durumu pek iyi olmuyor.

Dinimiz erkeklere çok kadınla yaşamayı kolaylaştırmamış, tam aksi zorlaştırmış. Zina yapmak yok. Başka kadın istiyorsan yapacaksın nikahı, kadının sorumluluğunu üstleneceksin, ev açacaksın, çocuklarınla ilgileneceksin, adaleti gözeteceksin, sabırlı olacaksın… Adalet, sabır ve merhamet konusunda kendine güvenemeyenler, hiç ikinci eş hayalleri kurmasınlar. Dünyada eşlerinin hakkını gözetemeyip cennetteki hurileri riske atmasınlar.

Allah (c.c) kadınların kılmadığı namazı bile kocalarına soracak. O zaman erkek, ikinci varsa üçüncü ya da dördüncü eşlerinin hepsinden sorumlu olacak. Bütün eşleri ile ilgili dini ve dünyevi konularda hesaba çekilecek. Kavvam olmak hiç kolay bir şey değil. Erkek, iyilikle, güzellikle ailesinin her sorumluluğunu üstlenecek. Merhametli olacak. Yoksa diğer tarafta işi çoook zor olur.

Tabi bir de şöyle bir durum var. Boşanmalar arttı, dul hanımlar çok, hiç evlenmemiş hanımlar çok. Şu anda kadın erkek nüfusunda büyük bir dengesizlik yok ama erkekler nikahsız ilişkileri tercih etmeye başlayınca evlenecek erkek bulmak hanımlar için sorun olmaya başladı ve bu sorun zamanla daha da artacak gibi görünüyor. O zaman ikinci evlilikler dengeyi sağlamak için gerekli olabilir mi? Günümüz şartlarında erkekler bir evin yükünü zor taşırken, ikinciyi taşıyabilirler mi? Velhasıl zor ve karışık konular. Özellikle bu bölümü yorumlarınıza bırakıyorum.

Dedem rahmetli iki evliydi. Sürekli anlattığı bir fıkra vardı, yazıyı onunla bitireyim.

Bir adamın iki karısı varmış. İkisi arasında adaletli davranmaya çok dikkat edermiş. Olacak bu ya iki kadın aynı gün ölmüş. Adam bütün cenaze işlemlerini aynı anda yaptırmış. Cenazeler yıkanmış, hazırlanmış. Sıra kapıdan çıkarmaya gelmiş. Adamı almış bir düşünce. Hangisini önce çıkarsam diğeri sonraya kalacak haksızlık olacak diye. Aklına iyi bir fikir gelmiş. Hemen bahçe duvarını yıktırmış diğer kapının yanına bir kapı açtırmış. Cenazeleri aynı anda çıkarttırmış. Namazları kılındıktan sonra yan yana gömdürmüş.

O gece rüyasında eski kapıdan çıkardığı karısı yakasına yapışmış. “Duuuur bakalım” demiş. “Sen beni eski kapıdan çıkarttın, onu yeni kapıdan. Hakkımı helal etmiyorum, ahirette iki elim yakanda, seni sürüm sürüm süründüreceğim.” demiş.

Sema Maraşlı / Cocuk Aile

 

Helal düğün töreni nasıl olur?

Düğün merasimleri, insanın hayatındaki köşe taşlarından biridir. O gün, sevinç, esenlik ve mutluluk günüdür. Düğünler bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek kutlanır, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat etmeli? Hayatımızın köşe taşlarından biri olan düğünlerimiz acaba nasıl olmalı?

Düğünler birer sevinç ve sürur günüdür. O gün herkes sevinçlidir, neşelidir. Bu sevinç, bazen birtakım eğlence ve oyunlarla süslenerek dile getirilir, bazen de sade bir merasimle geçirilir. Fakat düğünlerdeki oyun ve eğlencelerde ölçü nasıl olmalı, nasıl bir yol izlenmeli, nelere dikkat edilmeli? Bunun bir ölçüsü ve sınırı var mıdır? Varsa kim belirler, kim öğretir, kim tespit ve tayin eder? Düğün esnasında söylenecek türkü ve şarkılarda, oynanan oyun ve eğlencelerde mubahlık ve haramlık nelerdir?

Bu konuda bizim için şaşmaz ölçü ve değişmez prensipler Asr-ı Saadet uygulamasında mevcuttur. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) kendisi annelerimizle evlenirken velime adında düğün yemekleri verdikleri ve evliliklerini herkese açık ve herkesi davet ederek yaptığı gibi, kendi kızlarının ve yakınlarının düğünlerinde de bizzat bulunmuş, nezaret etmiş, örneklik göstermiştir.

Mesela Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) gerek kendi nikâhlarında, gerekse Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliklerinde mutlak surette bir ikramda bulunurdu, fakir zengin herkesi bu merasime davet eder, zenginlerin çağrılıp da fakirlerin ihmal edildiği düğünleri hoş karşılamazdı.

Müzik, oyun ve eğlence gibi, düğünlerde icra edilen bu merasimlerde nelerin yer alıp almadığını, kendisinin de bulunduğu sahabe düğünlerinde görüyoruz.

Meselâ, Hz. Âişe’nin (r.a.) anlattığına göre Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Medineli bir sahabinin düğününün olduğunu haber aldı ve şarkı söyleyebilen cariyelerin kendi aralarında şu beyitleri söyleyerek eğlenebileceklerine cevaz verdi ve “Ensar eğlenceyi sever” buyurdular.

Size geldik, size geldik,
Allah bize de size de ömür.
Esmer çiğit tanesi olmasaydı,
Vadinize inmezdik. (1)

Düğünlerde eğlenme

Sahabi hanımlardan Rubeyye binti Muavviz, Halid adındaki bir sahabiye kendi düğününü anlatırken diyor ki:

“Ben evlendiğim zaman Resulullah (a.s.m.) geldi ve senin şu oturduğun gibi, yatağımın üzerine oturdu. Bizim cariyelerimiz def çalıp Bedir günü şehit olan atalarımız hakkında mersiyeler okumaya başladılar. O anda cariyelerden birisi:
‘Bizim aramızda yarın olacakları bilen Peygamber var’ mealinde bir mısra okudu.

Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.):

Hayır, bunu söylemeyiniz. Yarın olacakları bilen Allah’tır, deyiniz’ buyurdu.” (2)

Yine Medine’nin ileri gelenlerinden ve meşhur bir sahabi olan Es’ad bin Zürâre kızını evlendirirken Peygamberimiz (a.s.m.), Ensar’ın eğlenceyi sevdiğini düşünerek def çalan ve şarkı söyleyen muganniyelerin (kadın şarkıcıların) gönderilip gönderilmediğini sormuştu.

Düğünlerde eğlenme konusunda Efendimizin (a.s.m.) verdiği izni ve hoşgörüyü kullanmada tereddüt göstermeyen bazı sahabilerin, özellikle Bedir ashabından iki zatın uygulaması bu meselenin —söz yerindeyse— son sınırını çiziyor.
Âmir bin Sa’d anlatıyor:

“Bir düğün sırasında Karaza bin Ka’b ve Ebu Mes’ud el-Ensârî’nin yanına vardım. Bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. Dayanamayıp:

‘Sizler Resulullah’ın Bedir ashabından olun da, yanınızda şu işler yapılsın, olacak şey değil’ dedim.

Bunun üzerine, onlar:

‘Dilersen otur bizimle dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme izni verildi’ dediler.” (3)

Düğünlerde def çalarak eğlenme geleneği Dört Halife döneminde de devam etti. Hz. Ömer’in, kulağına gelen bir şarkı ve def sesinin evlenme veya sünnet merasimine ait olduğunu öğrenince, bunu yasaklamadığı biliniyor. (4)

Müzikli düğün merasimi

Hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m.), “Haram beraberlikle helal beraberlik arasındaki fark; evlenmek, def çalmak ve duyurmaktır” (5) buyurarak esas itibariyle belli bir çizgide kalmak kaydıyla müzikli düğün merasimi düzenlemenin mubahlığına işaret eder.

Hatta bunun içindir ki, sırf nikâhı ilan etmek maksadıyla davul, zurna ve boru gibi musiki âletlerinin düğünlerde çalınabileceğine cevaz verilir.

Davul ve zurna bazı yerlerde olduğu gibi kahramanlık türküleri ve mehter marşlarının söylenmesine eşlik edince meşru çerçevede kalmış olur. İnsanın nefis ve heveslerine hitap etmediği için mubah sayılır. Fakat bugünkü düğünlerde davul-zurnanın eşliğinde yapılan merasimlerde gayr-ı meşru unsurlar karıştığından, davul-zurna çalınmasına ruhsat verilmiyor.

Düğünlerde ve diğer zamanlarda müzik eşliğinde oynanan oyunlara gelince, bunun da birtakım şartları vardır. Bir kere çalınan âlet ve söylenen parçalar belli çerçevede kalmalıdır.

Oyun tutan kimseler yalan ve kötü sözler söylememeli, başkalarının bakması caiz olmayan avret yerlerini açmamalı, kadınlar kendilerine namahrem olan erkeklerin yanında oynamamalıdır.

İmam Gazalî, düğün, bayram ve şenlik günlerinde erkeklerin kendi aralarında oyun tertip etmelerinde, oynamalarında bir sakıncanın olmadığını kaydeder, ancak kadınların erkekler karşısında oynadığı oyunun caiz olmadığını söyler.

Düğünlerde oynama

İmam Gazalî, oyunun meşruluğuna delil olarak da Peygamberimizin (a.s.m.), Mescid-i Nebevi’de Habeşliler’in kılıç kalkan oyununu Hz. Âişe ile birlikte seyretmelerini zikreder. Bu durumu Hz. Âişe şöyle anlatır:
“Bir bayram günü Habeşliler kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Ben bakmak için Resulullah’tan (a.s.m.) izin istedim, o da razı oldu.” (6)

Bunun için düğünlerde kadınlar kendi aralarında, yabancı bir erkek olmadan oynayıp eğlenebilirler. Aynı şekilde erkekler de yukarıdaki şartlar ve meşru ölçüler çerçevesinde eğlenip oynayabilirler. Bu şekilde oynamak mubah olduğu gibi, onları seyretmek de mubahtır.

Düğünler, sünnetteki tavsiyelere uyularak, İslam’ın nezahet ve temizliği çerçevesinde yapılırsa aynı zamanda güzel bir örnek olur. Unutulmamalıdır ki, güzel örneklerin artması nispetinde şikâyetçi olduğumuz kötülüklerin önü alınacaktır. Yoksa hem şikâyetçi olup, hem de nefsimizi tesirinden kurtaramazsak, yanlışlıkların önü alınmaz.

Sünnette var olan eğlence sınırı nedir?

Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine baktığımızda, meşru oyun ve eğlencenin belli başlı üç kısımda anlatıldığını görüyoruz:
Birincisi: Bir gayeye, bir faydaya ve bir ihtiyaca yönelik eğlencelerdir.
İkincisi: Örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasim türünden eğlencelerdir.
Üçüncüsü: Yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesidir.

Birinci kısım olan, bir gayeye yönelik oyun ve eğlence türüne, sünnetten şu örnekler verilebilir:

• Peygamberimiz (a.s.m.) özel olarak yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenler ve kazananları ödüllendirirdi.
• Develer arasında yapılan yarışlara zaman zaman Peygamberimizin (a.s.m.) devesi de katılır ve çoğu zaman birinci gelirdi.
• Ok atma ve mızrak kullanma müsabakaları, Medine devrinin önemli yarışlarındandı. Bir hadiste bildirildiğine göre, atış müsabakaları ile at yarışları meleklerin de hazır bulunduğu bir eğlence türüdür.
• Koşu ve yarış yapmak ve güreş tutmak gibi eğlenceler bizzat Peygamberimizin (a.s.m.) özel hayatında da yer alıyordu.
• Yüzme de Peygamberimizin (a.s.m.) teşvik ettiği bir spor ve eğlence şeklidir.
• Avcılık ve savaşa hazırlanma bakımından atıcılık faydalı eğlencelerdendir. Av köpeği, doğan, ok, mızrak gibi av âletleriyle avlanmak meşru görülmüştür.

Bu alanda daha başka örnekler vermek de mümkündür.
Sünnetin çizdiği sınırlar içinde ve meşru çerçevede örf, âdet ve gelenekte var olan tören ve merasimlere örnek olarak ise, şunlar verilebilir:
• İslâm öncesi Medineliler Nevruz ve Mihrican günlerinde eğlence düzenlerlerdi. Hicretten sonra bunların yerini Ramazan ve Kurban Bayramları aldı.
Ayrıca, sünnette düğünlerde şeker, hurma gibi şeylerin halkın üzerine serpilmesi ve bunun kapışılması şeklinde uygulanan başka bir eğlence türüne de rastlanmaktadır. (7)
Abdullah bin Abbas, sünnet ettirdiği oğlu için eğlence düzenlemiş ve bunun için ücretle erkek oyuncular tutmuştur. (8)

Eğlencede “beşte bir” ölçüsü

Günümüz şartlarını iyi bilen ve gözlemleyen, özellikle iletişim teknolojilerinin yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı yüzyılın ilk yarılarında radyo aracılığıyla eğlence türlerinin etkisiyle insanların bu cazibeye kapıldığını gören Bediüzzaman, geniş kitleleri rahatlatan bir açıklama getirir:

“İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahate düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lazım olan çalışma şevkini kırar.” (9)

Bir başka mektubunda, meşru dairede eğlence için ‘beşte bir’ ölçüsünü getirerek; insanlığın faydasına kullanılması gereken bazı iletişim araçlarının “onda iki”sinin meşru dairede eğlenceye ayrılması gerekirken, “onda sekiz”inin keyif, oyun, eğlence yolunda kullanıldığı için insanları tembelliğe ittiğinden söz eder. (10)

Burada sözü edilen keyifli hevesler, meşru ve mubah anlamdaki eğlence türleridir. Bu ifadeleri maksadını aşacak bir biçimde anlayıp sünnete aykırı olan eğlencelere kapı açmak ise, yanlış bir değerlendirme olarak bilinmelidir.

Çünkü “Meşru daire keyfe kâfidir, harama girmeye lüzum yoktur.” İstifade edilecek eğlencelerin de helal, meşru ve mubah çerçevede kalması gerekir. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarmak olur ki, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi kayıplar yaşanır.

Son olarak bu meselede genel bir ölçüyü hatırlamakta fayda vardır:

“Yetimane hüzünleri, nefsanî hevesatı tahrik eden sesler haramdır.” Bunun yanında “ulvî hüzünleri, Rabbanî aşkları iras edip” hatırlatan sesler; hikmet, ibret dolu ifadeleri içinde bulunduran çiçek, gül, yeşillik, renk, su ve buna benzer güzelliklerle, bir fitne uyandırmayan ve belli olmayan bir kadının güzelliğini dile getiren sözlerle şarkı ve türkü söylemek mubahtır. (11)

Kaynaklar:
el-Mezâhibü’l-Erbaa; et-Tâc, 2:301.
2 İbni Mâce, Nikâh: 21
3 Nesâi, Nikâh: 80
4 Abdürrezzak es-San’anî, el-Musannef, 11:5
5 İbni Mace, Nikâh: 20.
6 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:42-43.
7 Üsdü’l-Gâbe, 3:488
8 DİA, “Eğlence” maddesi
9 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1837
10 RNK, Emirdağ Lâhikası, s. 1851
11 el-Mezâhibü’l-Erbaa, 2:41-42-43.

Mehmed Paksu / Moral Haber

Eşler Birbirlerine Olan Muhabbetlerini Neye Bina Etmeli?

“Meselâ der: “Bu haremim(eşim), ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünki ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım.” diyerek o ihtiyare karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir.

Yoksa, kısacık bir-iki saat surî(yüzeysel) bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet surî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi; başka menfaatler ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlub edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.” Sözler ( 97 )

Evlilikte ilk anlaşılması gereken konulardan biri eşlerin birbirine ebedi refika-i hayat olduklarıdır. Arkadaşlıkları bu alem ile sınırlı değil, gayesi de sadece bu alemdeki rahat ve ünsiyeti temin etmek değildir. Aslolan bir baki aleme en tekemmül etmiş bir surette çıkabilmektir. Bu manada aile içi irtibatlara bakıldığında, birbirini affetmek, en ufak olumsuzlukta eşini nazarından sukut ettirmemek, tersine kusurlarına yapıcı çözümlerle yaklaşmak, kendi de daimi hatalarından kurtulmaya çalışmak gibi çabalar göze çarpar. Anlamsız bir şekilde birbiriyle uğraşmak, sen-ben münakaşalarına girmek, kusurlu olduğunu kabullenememek gibi dünya hayatına hasr-ı nazar etmekten kaynaklanan yıpratıcı, neticesiz, sinir bozucu davranışlardan uzaklaşılmış olur. 

Etrafımızda görüyoruz, bazen evlilikte öyle durumlar yaşanıyor ki insan ancak çok kudsi bir şeyin hatırına o olumsuzluğa sabredebilir.  Peki neyin hatırına eşini hoş görecek ve sabredecek, o olumsuzluğu hazm ve hamledecek? Eğer iman-ı ahretin tasdikiyle “daimi arkadaşlığın” hatırı olmazsa insanın sabrı kafi gelir mi? Mesela eşin biri kaza geçirip yatağa mahkum olabiliyor. Diğer eş ona ahret imanının ve ebedi arkadaşlığın hatırı dışında hangi sebeple sahabet eder, ihtiyaçlarına eskisi gibi muavenet eder? Vicdanında Allah’ın rızasını kazanacağı itminanını taşımazsa eşinin o haline tahammülü mümkün olmaz, onu hayat yolculuğunda yarı yolda bıraktığı gibi, kendi ahretini de bu vefasızlığı yüzünden tehlikeye atmış olur.

Geçenlerde bir arkadaşı izdivacından ötürü tebrik ettim, memnun olmakla beraber “Şimdi güzel görünüyor ama ya huyumuz değişir de ilerde olumsuzluklarla karşılaşırsak” diye endişesini ifade etti. Düşününce hak verdim. Ama İslamın getirdiği evlilik kavramında “ebedi arkadaşlık” kaydı olduğundan her türlü olumsuzluğa karşı eşler ve evlilik koruma altına alınmış, denilmiş ki: her ne olursa olsun sizin berabersiniz, basit dünyevi sebeplerle bu semavi akdi bozamazsınız ve huzurunda söz verdiğiniz Halıkınız da akd-i semavi olan nikahı, dünyevi arızalarla fesh etmez, eşleri daim muhabbetli, şefkatli olarak birbirine ünsiyet ettirir. Yani eşler evlendikten sonra Allah’ın teminatıyla birbirine refika-i hayat olurlar, bu sadece kendi iradeleriyle ortaya çıkan bir keyfiyet değildir, Allah’ın kasd ve iradesi ile yaratılan bir akiddir. Bu hakikate binaen büyükler “Nikahta keramet vardır” demişler, yani Cenab-ı Hak nikah ile eşlere ikram eder. Neyi? Muhabbet, şefkat, hürmet gibi eşleri birbirine bağlayan rabıtaları. Sui ihtiyar ile bu rabıtalara karşı hürmetsizlik etmemek, ebedi arkadaşının uhrevi güzelliğini düşünerek layık olmaya çalışmak çabası her ehli vicdanın hissettiği yüksek bir ahlaktır.

Rabbimiz umum ehl-i imanı bu yüksek ahlaka mazhar, yuvalarını da saadet-i ebediye mahsulatı yetiştiren fabrikalar eylesin. amin.

Nabi

www.NurNet.Org