Etiket arşivi: nizamettin yıldız

Doğru Hukuk, Gerçek Adalet Üzerine..

Önce aşağıdaki habere dikkatinizi çekmek istiyorum.

“ Norveç’te Anders Behring Breivik (33) adlı saldırganın yaptığı eylemde 77 kişi hayatını kaybetti ve 242 kişi de yaralandı.”

 Bu saldırgana verilen ceza ise Norveç yasalarına göre 21 yıl hapis…

 Sanığa verilen bu ceza ve cezanın bitmesinden sonraki durum Norveçlileri ve Avrupalıları kara kara düşündürüyor.

Ülkemizde yıllardır hukuk üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor.Birkaç kez anayasa değişikliği yapıldı. Şimdi yine değiştirilmesi gündemde.Kanunlarımız ve yönetmeliklerimiz hakeza sık sık değişiyor.İnanıyorum ki bugün bir anayasa değişikliği yapılsa birkaç yıl sonra yine değişiklik tartışmaları yapılacak.Acaba bunun sebepleri nelerdir? Bilim adamlarımız, aydınlarımız,yazar ve düşünürlerimiz bu konuya kafa yormalı ve toplumumuza uygun  hukuk  sistemini ortaya koymalıdır.

 Bize göre bu durumun en önemli sebeblerinden biri hukuk sistemimizin özünün tarihi geçmişimize dayanmaktan çok  Avrupa yasalarına dayanmasıdır.Oysa yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi Avrupa da bir çıkmaz içinde.Bazı yasaları kendilerine bile bir çözüm getirmiyor.

 Hukuk konusunda geçmiş tarihimizden birçoğumuzun bildiği iki örnek vermek istiyorum.

Osmanlıların ilk Şeyhülislamı Molla Fenârî, Şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı (hakim) idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu fark etti. Geri vermesi gerekiyordu ama satın aldığı adam zorluk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez, diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadıyı (Molla Fenârî) yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı. Fakat at o gece öldü.

Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenârî: “Senin zararını ben ödeyeceğim” dedi. Adam hayretle kadıya baktı; “Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla hiçbir ilginiz ve suçunuz yok ki…” dedi. Molla Fenârî; “Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. At da sahibinin elinde ölmüş olurdu. Bu imkân şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararını ben ödeyeceğim” dedi ve ödedi. 

 Fatih Sultan Mehmet, yeni yaptıracağı caminin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara teslim eder. Mimar, bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih de buna sinirlenerek mimarın elini kestirir. Mimar Sinan Atik, padişah aleyhine dava açar. Mimarın şikayetini Üsküdar Kadısı Hızır Bey kabul eder ve davayı açar. Mahkemeye sevkedilen büyük padişah, baş köşeye geçmek istediyse de davacıyla birlikte mahkeme huzurunda ayakta bekletilir. Yargılama sonunda, padişah suçlu bulunur. Ceza olarak mimara yapılan haksızlığın aynısının tatbik edilmesine, yani padişahın elinin kesilmesine karar verilir. Rum mimar, mahkemenin verdiği bu büyük karar karşısında şaşkına döner ve davasından feragat eder. Mimar kısası istemediği için, Fatih  günde on altın tazminata mahkum olur ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi altına çıkarır. Böylece padişahın eli kesilmekten kurtulur.

 Mahkemenin kararından sonra Fatih çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; “Eğer sen Allah’ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla senin başını paramparça ederdim” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir; “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim” der.

 Her konuda, geçmişteki uygulamalar bir hazine niteliğinde.Hukuk alanında da yaşadığımız kargaşaların çözümlerinin ipuçlarını geçmişimizde bulabiliriz.Avrupa yasaları da uzmanlarımız tarafından incelenir,toplum yapımıza uygun olanları da alınıp uygulanabilir.Yeterki sağduyumuzu kaybetmeyelim.

Nizamettin Yıldız

www.NurNet.Org

Nasihat Kitapları

Peygamberimiz bir sözünde “Din nasihattan ibarettir”buyurmuştur.Peygamberimizin yaşadığı zamandan günümüze kadar nasihat konusu üzerinde önemle durulmuş, gerek yazılı gerekse sözlü olarak bir çok eser ortaya konulmuştur.Bir çok alimimiz arasında nasihat adıyla başlı başına kitap yazanlar olduğu gibi,yazdıkları kitaplar içinde bir çok nasihatlarda bulunanlar da vardır.Nasihat kitapları arasında özellikle çocuklar için yazılanlar olduğu gibi devlet adamları içinde yazılanları vardır.Bu nasihat kitaplarından bazıları şunlardır:

*Pendname (öğüt kitabı),Feridüddin Attar

*Kutadgu Bilik (Mutluluk Bilgisi),Yusuf Has Hacip

*Atabetü’l-Hahayık (hakikatların eşiği),Edip Ahmed Yükneki

*Adab-ül Mürid (Genç Müslümana öğütler),Muhyiddin-i Arabi

*El Munkızü Mined Dalal (Dalaletten Kurtuluş),İmam Gazali

*Eyyühel Veled (Çocuklara Öğütler),İmam Gazali

*Öğütler Kitabı,İmam Gazali

*Mevlana’dan Altın öğütler

*Siyasetname,Nizamül Mülk

*Nasihatname,Akşemseddin

*Hastalar Risalesi,Bediüzzaman Said Nursi

*Nasihatname,Osman Hulusi Efendi

Bu yazıda Pendname üzerinde durmak istiyoruz.Pendname,Mevlana’nın da hocalarından biri olan Feridüddin Attar(öl.1221) tarafından yazılmıştır.Mesnevi tarzında yazılan bu eser,Osmanlılar zamanında ,okullarda ders kitabı olarakta okutulmuştur.İçerisinde bir çok öğüt yer almaktadır.İşte o öğütlerden bazıları:

“Dört şey büyüklüğe delildir.İlme hesapsız saygı göstermek,halka doğru cevap vermek,ilim ve akıl sahiplerini değerli görmek. Halka tatlı dilli olmak, Ekşi yüzlü acı sözlü kimselerden dostları yüz çevirirler. Düşmandan sakınmayan sonunda ondan cefa görür. Dostlar arasında neşeli yaşa ve düşmandan uzak dur. Hak yolunu tut, dedikoduya bakma.

“Ey oğul!Kalk uyanki yarın çok uyuyacaksın.kendinden haberin varsa uyan demeden önce yerinden fırla. Bu alçak dünyaya gönül bağlamak hatadır. Gönlünü bu bayağı dünyaya ne bağlıyorsun? Burada ebedi kalacak değilsin ki. Ey zavallı! Dışını süslemeye bakma.”

“ Esenliği arıyorsan onu dört şeyde bulabilirsin: Emniyette olmak, aile saadeti, vücut sağlığı ve feragattir.”

“ Gönül alçaklığı yüzünden toprak insan olur.Ateş,dik başlılıkla sönüp gider.İblis kibrinden dolayı çürüdü. Adem (as) tövbesi yüzünden makbul oldu. Dane, toprağa düştüğü için el üstünde tutulur, başak, baş çektiği için ayak altında ezilir.”

“İçindeki katkıları at da altın gibi saf ol.Toprak olmadan önce toprak gibi alçakgönüllü ol.Hırsı bırak da kanaate alış. Ölümünü düşün de daima dostlarla düşüp kalkmaya bak, düşman yüzü hiç görme.”

“Beş şey ömrü kısaltır: İhtiyarlıkta muhtaçlık, gariplik, uzun hastalık, ölülere bakmak, düşman korkusu.”

“Ayakta su dökmek hem fakirlik,hem de keder ve ihtiyarlık getirir.Gusletmeden bir şey yemek çirkin düşer. Allah’tan nimet bekliyorsan ekmek kırıntılarını ayak altına atma. Gece evini süpürme, süprüntüyü de kapı ardında bırakma.”

“ Git hısım ve akrabalarını ara, onları ziyaret et ki ömrün artsın. Yakınlarından alakayı kesenin ömrünün bereketi kaçar. Kötü bile olsalar onlardan alakayı kesme..”

“Dört şeyi dört şeyden temizle.Kalbini kıskançlıktan,dilini yalan ve gıybetten,gidişini riyadan ve karnını haramdan… O zaman tam imanlı kişi olursun. Böylece şerefli insan olursun. Haramdan çekilmeyenin ruhu yücelmez.”

“ Yüksek adam olmak istiyorsan kendine rahat kapısını kapat.Cennet kapısı ancak dünyada rahat kapısını kapatanlara açılır. Alemde Hak’tan başka bir şeye güvenen kimseden daha şaşkın kim olabilir.”

“Gönül inciten bir kimsenin cezâsı sonunda ağlamaktır. Ey oğul: Gönül incitmeye heves etme. Allah’ından hoşnutsuzluk kazanma. Îtibar bulmak istersen halkın adını iyilikten başka bir şeyle anma. İyiliğe gücün yetmezse kötülük yapma, kendi kendine sayısız sitemler etme. Git halkın gıybetinden dilini tut ki, bir gün elini ayağını bağlanmış görmeyesin.Dilini gıybetten korumayan kimse, Tanrı cezâsından kurtulmuş değildir.”

Yazan: Nizamettin Yıldız

Bir Kez Daha Ayasofya

 Her şeyden önce Ayasofya konusunda bu yazıyı yazmamızın amacı yeni bilgiler ortaya koymak değildir. Bu vesileyle kendi çapımızda da olsa,konunun bir kez daha gündeme gelmesi,bazı hatırlatmalarda bulunma ve bir duyarlığın oluşmasına katkı sağlamaktır.

ayasofya camii Birkaç gündür internetten ve bazı kitaplardan Ayasofya üzerine yazılanları okuyorum. Bir arama motorunda “Ayasofya” kelimesini arayınca; 4.090.000 sonuç bulunduğu belirtiliyordu. Geçekten Ayasofya üzerine onlarca yazı ve şiirler yazılmış. Tabiki burada bu yazılanları tek tek değerlendirmemiz mümkün değildir.

 Ayasofya, İmparator Jüstinianos (527-565) tarafından yaptırılmıştır. Yapım çalışmaları sırasında iki baş mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştığı kaynaklarda geçmektedir. Yapımına 23 Şubat 532 de başlanmış, 5 yıl 10 ay gibi bir sürede tamamlanarak, büyük bir törenle 27 Aralık 537 ‘de ibadete açılmıştır.

  916 yıl kilise olan yapı, 1453 te Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle, camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. 24.11.1934 tarih ve 1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile müze olması kararlaştırılmıştır.

 Ayasofya üzerine yazılanları şöyle gruplandırabiliriz:

 *Ayasofya’nın müze olarak devam etmesini savunanlar. Bunlara göre, Ayasofya camiye çevrilirse, içindeki sanat değeri taşıyan tasvirler ve benzeri şeylerin yok olacağını, bunun sanat karşıtı bir tutum olarak algılanacağını belirtiyorlar.

 *Açık bir şekilde söylemeselerde, Ayasofya’nın başlangıçta kilise olarak yapıldığını, tekrar kiliseye dönüştürülmesi gerektiğini düşünenler. Bunlara göre Fatih bugün yaşasa imiş, Ayasofya’yı camiye çevirmezmiş.

 *Sayıları az da olsa, Ayasofya’nın, hem kilise hem de cami olarak varlığını sürdürmesi gerektiğini savunanlar. Bunlara göre Ayasofya’da Pazar günleri kilise olarak ayin yapılmalı, diğer günlerde ise tasvirlerin üzeri perde ile kapatılarak cami olarak görevini sürdürmeli.

 *Ayasofya’nın ikiye bölünmesini savunanlar. Bunlara göre; Ayasofya’nın ortasından doğo-batı istikametinde, 70 santim yüksekliğinde ahşap bir pergole ile cami ,güney ve kuzey olarak ikiye ayrılır. Güney tarafında isteyen namazını kılar, isteyen turist kuzey tarafta camiyi gezebilir.

 *Ayasofya’yı tamamen yıkıp yerine Süleymaniye gibi, Sultanahmet gibi bir cami yapalım diyen tarih şuurundan uzak insanlar da var maalesef  bu ülkede.

 *Büyük bir çoğunluk ise Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi gerektiğini savunuyor.

  Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri, D.P yöneticilerine bir mektup yazmış, muhalefetin hücumuna karşı, üç şey yerine getirilirse, iktidarlarının süreceğini, yoksa yıkılacağını söylemiş. “Bu üç şeyden birincisini yaptınız. Ezanı aslıyla okuttunuz. Eğer Ayasofya’yı cami olarak açar ve Risale-i Nurun neşrini yaparsanız (devlet eliyle basılıp dağıtılması ve radyodan okunması), bir badireden kendinizi korumuş olursunuz” demiş özet olarak bu mektupta.

  Necip Fazıl, birçok yazısında Ayasofya’dan bahseder ve Ayasofya’nın Lozan Anlaşmasında yazılı  olmasa da verilen sözler sonucu müzeye çevrildiğini belirtir. Ayrıca “Ayasofya “adıyla bir hitabesi vardır. Sezai Karakoç’ta, Ayasofya’nın cami olarak açılması gerektiğini belirten bir çok yazı yazmıştır.Bu yazılarda belirtilenleri özet olarak şöyle sıralayabiliriz:

 *Ayasofya, topraklarımızda bulunan ve yaklaşık 500 yıl cami olan bir mabet olduğundan, onu tekrar camiye çevirmek en tabii hakkımızdır.

 *Ayasofya’nın cami olarak tekrar açılması, İslam Dünyası’nın da bize bakışını değiştirecektir. Ayasofya kapalı kaldıkça , bize kuşkuyla bakmaya devam edeceklerdir.

 *Ayasofya, tarihi doğu-batı savaşında, zaferin hangi tarafta olduğunu gösterici bir semboldür. Ayasofya cami olduğu sürece üstünlük İslamdadır. O, cami olmaktan çıktığı andan itibaren, üstünlüğün batıda olduğu bil fiil kabul edilmiş olur.

 *Çarmıha gerili olan Hz.İsa değil, bu haliyle Ayasofya’dır.

 *Ayasofya, tarihi yapı olarak müze olmasının dışında müze bile değildir. Çünkü içinde tek bir müze eşyası yoktur.

 *Ayasofya bir tapınak olarak yapıldığı için, onu başka bir yapıya dönüştürmek, başta Ayasofya’yı yaptıran İmparatora ve mimarlarına saygısızlıktır.

 *Daha İstanbul fethedilmeden, Bizans’ın Ayasofya’yı koruyacak gücü kalmamış ve Müslümanlardan yardım istemişlerdir. Öyle ki yardım için giden Müslüman mimarlar, camiye çevrilmesini kolaylaştıracak şekilde tamirini yapmışlardır.

 *Ayasofya’nın günümüze kadar gelmesini, yine Osmanlı mimarlarına, bilhassa Mimar Sinan’a borçluyuz. Etrafına yapılan minareler, medreseler,patişah türbeleri vb. ile o tam bir İslam külliyesi haline gelmiştir.

  *Yakın tarihte, Ayasofya’nın etrafındaki minareler, Ayasofya’ya uymuyor diye neredeyse yıkılacaktı. Allah Ayasofya’yı korudu ve bu emellerine ulaşamadılar.

 *Birinci Dünya savaşı sırasında, İstanbul işgal edildiğinde, Ayasofya, askeri bir birlik tarafından korunuyordu. İşgalciler bu birliğin alınmasını istediler. Maksatları onu kilise yapmaktı. Ama bu birliğin komutanı Binbaşı Tevfik Bey, asla Ayasofya’yı terk etmeyeceklerini, eğer ısrar edilirse Ayasofya’yı kendileriyle birlikte havaya uçuracaklarını söyledi. İşgalciler bu ısrardan vazgeçtiler.

*Ayasofya, çapı meçhul kişilerce ibadete açılamaz. Ancak batı karşısında, İslam Alemi olarak tam bağımsız olduğumuz gün, yada Ortadoğu’nun gerçek kurtarıcısı  aydınlarının devreye girdiği gün,  Ayasofya, cami olarak ibadete  açılacaktır.

 Ayasofya cami olursa, tasvirlerin üzeri badalanacak, bu çağda bu nasıl yapılır itirazına karşı Sezai Karakoç : “Dekorasyon sanatı buna çözüm bulacaktır. Öteden beri yeri geldikçe özel sohbetlerimizde söylediğimiz ve çevreye de yansıyan çözüm şudur: Bir düğmeye basarsınız bütün tasvirler bir perdeyle örtülür. Bir düğmeye basarsınız perdeler açılır, tasvirler ortaya çıkar. Namaz kılmanın olmadığı sabah  saat  9-11  arasında düğmeye basılır, perdeler açılır, isteyen turist gelip, kilise görünümüyle Ayasofya’yı görebilir. Günün diğer saatlerinde ise, bir düğmeye basmakla, bütün tasvirlerin örtülüp buranın cami haline gelmesi sağlanır. Namaz kılınır. Bu halinde de turistler gelip binayı gezebilirler. Süleymaniye ve Sultanahmed’i gezdikleri gibi.”

  Böyle bir düzenleme ile onurumuz korunmuş olur, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar Ayasofya’da namaz kılabilirler, turistler onu gezebilirler, hatta eski haliyle de görebilirler. Olgu, İslam dininin gücünü ve toleransını da somut bir şekilde göstermiş ve bilgelik Mabedi demek olan Ayasofya’nın anlamına da uyan bir özelliği taşımış olur.(Haftalık Diriliş dergisi.12 Ocak 1990.sayı 78.Kaderimizin Ayasofya’sı,Ayasofya’mızın kaderi,başlıklı yazıdan)

 Sezai Karakoç’un yukarıda ismi geçen yazısı şu parağrafla son bulur: “Ayasofya, ruhumuzun trajedisini ifşa eden bir sfenks mi? Zincire vurulmuş Promete mi? Onu ancak Kafkas kartalları mı zincirlerinden kurtarıp özgürlüğüne kavuşturur? Talihimizin dönüşünü haykıracak bir ilan mı olacak minarelerinden yükselecek ezanlar? Bağımsızlığın gerçek sesi ezanlar.”

 Ayasofya’nın cami olarak ibadete  açılması için bugüne dek bir çok imza kampanyası yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşları yeni bir imza kampanyası düzenleyip, milyonlarca imza toplayarak, konuyu bir daha gündeme  getirmeleri, tarihi bir görev olsa gerek… Fatih’in aşağıdaki vasiyetini de bir kere daha okumakta yarar var.

        SULTAN FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ

“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofyayı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;

Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.

 Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.”

Nizamettin Yıldız

www.NurNet.org

Sezai Karakoç’un Eserlerinde Şehir Düşüncesi

Uzasan, göğe ersen,

Cücesin şehirde sen;

Bir dev olmak istersen,

Dağlarda şarkı söyle!

(Necip Fazıl)

   Çağımızın büyük düşünür ve şairlerinden biri de Sezai Karakoç’tur. O, sadece bir şair değil, çok yönlü eserler ortaya koymuş bir yol göstericidir. Bir dava adamıdır.

   S.Karakoç birçok yazısında şehirden, ideal bir şehrin nasıl olması gerektiğinden söz ederek büyük İslam  şehirlerine göndermelerde bulunur. Bu konuda şehir –uygarlık ilişkisine vurgu yaparak, ”kent” başlıklı yazısında şöyle der: ”Kentlerle, uygarlıklar arasında,varoluşları ve varoluşlarına anlam veren eşyayı ve zamanı yorumlama yönünden adeta bir kan bağı vardır. Uygarlıkların ,siteleri vardır mutlaka. Kentler ve sitelerse uygarlıksız olamaz… Kent, site, Medine doğurma düzeyine varmamış bir uygarlık, henüz tam bir uygarlık olamamış demektir. Kent ve uygarlık adeta özdeş düşünülmüştür eski uygarlıklarca. Onun içindir ki Medine ve medeniyet, aynı kökten gelir.”(1)

   Doğu kenti ve Rönesans sonrası batı kenti konusunda şu değerlendirmeyi yapar: ”İşte bunun içindir ki doğunun ipek kentinin karşısına, çelikten dev gökdelenler kentini koydu batı. Nasıl ki bütün bir Asya’yı aşıp Avrupa’ya ulaşan İpek Yolu’nun yerini de demiryolları ağı aldı… Batı kentinde fabrikalar katedrallerin yanında yükseldi. Fabrikalardan yükselen dumanlar, batının sadece maddi hayatını değil, manevi ufkunu da bulandırdı.”(2) Karakoç’a göre sonraları doğu kentleri de, batı kenti taklidine dönüştü.

   “Ahiret ve şehir” başlıklı yazısında, gerçek şehirlerin, öteden bir iz taşıması gerektiğini vurgulayarak, çağımızda şehirlerin özellikle dünyanın büyük şehirlerinin sürekli olarak anlamlarını yitirdiğini belirtir. Şehir nüfuslarının çığ gibi artışı, onları daha fazla şehirleştirmediğini bilakis anlamlarının kaybolmasına neden olduğunu söyler. Hızlı kent yıkılışı ve çöküşünün batıdan çok doğuda gerçekleştiğini belirterek, batıda şehirlerin büyük bir nüfus akımına uğramadığını, tarihi yapıların ve tabii görünümlerin aynen korunmasına büyük önem verilmesinden dolayı ilk bakışta değişmiyor gibi görünse de değiştiklerini, Londra’nın eski Londra, Paris’in eski Paris, Tokyo ve Peki’nin, eski Tokyo ve pekin, Leningrad’ın eski Petersburg olmadığını hatırlatır.(3)

    Şehirlerimiz arasında anlam ve madde olarak en büyük yıkımın İstanbul’da gerçekleştiğini belirterek şöyle der: ”Çeşmelerinin suyu akmaz, duvarlarındaki yazıları kimse okuyamaz. Öyle camileri vardır ki cami olarak kullanılmaz. Gittikçe İstanbul ile aramıza buzlu bir cam giriyor,  Biz onu anlayamıyoruz, o bizi ve görüşemiyoruz.”(4)

   “Kentlerin işi ebedilikle uğraşmaktır ve bu yönde bir metafizik oluşturmaktır. Onun için kimi şehirler yeryüzünde cennet olmak iddiasında idiler, Kimi şehirlerse, cennetin habercisi, gölgesi olmak niyetinde. Kimi hep cenneti arar gibiydi, kiminin gözleri gökyüzündeydi hep, kimi şehirler uçacak gibiydiler. Kimileri taşın, mermerin ve tuğlanın, kimi ahşabın, kimi altın ve gümüşün şehirleri idiler. Şimdi de çeliğin ve çimentonun.”(5)

   “Şehirlerimiz, yeniden şehirleştirilmeli” başlıklı yazısında; köylerden ve kasabalardan şehirlere olan büyük akışın, esas şehri adeta boğan bir gecekondu kentleşmesi haline getirdiğini, köy ve kasabalarımızdaki ev, tarla, bağ ve bahçelerin bakımsızlığa terk edilerek, buralarında anlamını kaybetmesine neden olduğunu söyler. Ayrıca şehirlerdeki anarşi ve terör olaylarının sebepleri araştırılırken, çarpık kentleşmenin de göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgular.(6)

    Çeşitli yazılarında ve parti programının “şehirleşme-konut-ulaştırma” bölümünde, çözüm önerilerinden bazıları şöyle sıralanabilir:

*Mümkün olduğunca, insanların kendi yerleşim yerlerini terk etmemeleri için,kendi yörelerinde iş sahibi olmaları ve öğrenim görebilmelerine imkan sağlanmalı..

 *Fabrikalar, büyük iş yerleri, daha çok meskûn olmayan ve tarıma elverişsiz bölgelerde yapılmasına özen gösterilmeli…

 *Şehirlerin dev köylere dönüşmemesi için, devletin kültür müesseselerini çoğaltması, farklı köy ve kasabalardan gelen insanların birbiriyle kaynaşmasını sağlayacak kurumların oluşturulması…

 *Şehirlerin temiz tutulması ve şehirli bir insanın nasıl olması gerektiği hakkında,devletin televizyon vb. kitle iletişim araçlarıyla halkı aydınlatması.

* Şehirlerin fazla betonlaşmaması ve tarihi dokunun korunması için azami gayret gösterilmesi.

 *Tarihi değeri olan şehirlere mümkün olduğu ölçüde dokunulmayıp,yanında yeni şehirler kurularak ihtiyaçların giderilmesi..

    Sezai Karakoç sadece ülkemizdeki şehirleri değil İslam dünyasındaki birçok şehre de yazılarında yer verir. Örneğin ”İslam’ın üç Atlısı “ yazısında İslam dünyasındaki derin uykuya dikkat çekerek uyandırmaya çalışır. Üç metafizik kamçısının olmasını dilemekte. Bu kamçılardan birini, oruç atlısının çıkması için Şam’ın sırtına, ikincisini, namaz atlısının çıkması için Bağdat’ın sırtına, üçüncüsünü de, Kutsal savaş atlısının çıkması için İstanbul’un sırtına indirirdim der. Ama İslam şehirlerinin uyanmadığını ve bir bir işgal edilmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü, dile getirir ve Bağdat için Ağıt yazar.

   “ Ey İmam-ı Azam, Abdülkadir Geylani, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur ve Halid-i Bağdadi şehri! Ne yaman talihin varmış! Şimdi yakılıp yıkılıyorsun.

    Ey kutlu şehir! Alınyazın Kerbelaya komşu olman yüzünden mi bu kadar yanıktır? Ciğerin kavrulmuş gibi, birden ateşin içine ,bu acı hatıra yüzünden mi düştün yoksa?

    Sen bin bir gece masallarının şehrisin…

    Ruhumuza geçmiş olan ulu şehir! Maneviyat şehri, kutsallığı en derinden hisseden şehir! Sana atılan her bomba, inan ki kalbimizi en can alıcı yerinden yaralıyor. Seninle beraber yaralanıyoruz ey Bağdat! Seninle beraber ölüyoruz.

    Ama seninle beraber dirileceğiz.”(7)

    Diğer şehirlerimizin aynı akıbete uğramamsı için Allaha dua ediyor. İslam dünyasının bir an önce uyanmasını dileyerek konuyu “Gül Muştusu” şiirinden bir bölümle tamamlamak istiyoruz.

……………………………………………………………

Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını

Verim yağmuru insin ülkemize

Mekke’ye, Medineye, Şam’a

Kudüs’e ,Bağdat’a, İstanbul’a

Semerkand’a ,Taşkent’e ,Diyarbekir’e

Yetiş peygamber imdadı yetiş

Yetiş Allah’ın izniyle

…………………………………………………..(8)

Hazırlayan: Nizamettin Yıldız

………………………………………………………………………………………………….

Dipnotlar

1.S.Karakoç,İnsanlığın dirilişi,5.baskı,S.52

2.a.g.e

3.S.Karakoç,Diriliş Muştusu,2.baskı,S.93

4.S.Karakoç,Farklar,4.baskı,S.109

5.Diriliş Muştusu

6.S.Karakoç,Çağ ve İlham IV

7.Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi III,S.103

8.Gün Doğmadan,10.baskı,S.403