Etiket arşivi: numan özel

Hayat Kompozisyonun Nasıl?

Hayat Kompozisyonun Nasıl?

varis neşriyatlar

  “Hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor ve vücudun neticesi ve gayesidir ve Hâlık-ı Kâinat’ın en câmi’ âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir. Temsilde hata olmasın, bir nevi proğramı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-ı maneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve malûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evamir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunmalarını, sırr-ı hayat iktiza ediyor.”[1]

    Hayat aslında çok içli dışlı olduğumuz bir kompozisyondur. Aldığımız nefes yaptığımız her şey ise o kompozisyonun kelimeleri hükmündedir. Kalem bizim hayatımız, mürekkebi ise bizim ecelimizdir.

     Her kompozisyonun farklı bir mevzusu var. Aynı olanlarının ise üslubu farklı. Bazı kompozisyonlar ana kompozisyon ana tema hükmündedir ki çok kompozisyonlar o kompozisyona tabi. Bazı kompozisyonlar sadece bir karalama kağıdı bazıları ise nümune-i imtisal olmuş halde..

     Hayat dediğimiz kompozisyonumuzun nasıl olacağı ise bizim mürekkebimizin kuruyacağı vakte kadar yazılması bizim irade ve ihtiyarımız dairesindedir. Bazen yazarız bir kelimeyi daha sonra ya tamamen siler başka kelime yazarız veya sileriz orası silindiği gibi kalır.

     Bu hali ile kağıdımız bir liman bir han dua edilen bir mekan gibidir. Kainatta var olan her şey kişinin alakadarlığı ve istidad ve kabiliyeti miktarınca kelimelerle adeta resmedilir kağıda. Her mana her şey hen insan her duygu her hadise … bir kartpostal manzarası gibi nakşedilir ama kelimelerle. Bu cihetten bakıldığında hayatımızdaki her şey “âlem-i şehadetin ziyasıdır” yani kendisinde tecelli eden manaları aksettirip bizde düşünceye ve kompozisyonumuzun bir harfi ve kelimesi hükmüne geçiyor. O halde bizler kompozisyonumuzun nasıl olmasını istersek ona göre bir alakadarlık göstermeliyiz.

     Sadece istekle olmadığı herkes alenen ve çok açık bir şekilde biliyor. Bir gayret, emek ve çaba istiyor. Alemimizi istila eden her şey ya bizi idealimize yaklaştırmak için altın bir fırsat veya maksadımızdan uzaklaştıran köhne bir engel oluyor.

            Gördüğümüz her şey “Hâlık-ı Kâinat’ın en câmi’ âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir.” Bu harita ve fihristin en mükemmel misali insandır. Tüm esmanın tecelli edebileceği bir istidada maliktir. Bu istidadlar o kadar mühimdir ki kelimeler kifayetsizdir. Biliyorum anlıyorum ama ifade edemiyorum.

“Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imanın ziyasıyla, ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, evamir-i Kur’aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet’te hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-ı daimenin cihazatına câmi’ kıymettar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

         Evet, hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye müsahhar edip yardımcı verse; o terakki değil, sukuttur.”[2]

insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re’s-ül malımız olan istidadlarımızı nemalandırmaktır.”[3]

     İnsan bu istidadlarını kabiliyete inkılab ettirip iki cihanda ne varsa hepsinin sahibinin istediği tarzda olmaya gayret etmelidir. Kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin tatmini ancak bu suretle olabilecektir. Aksi halde çürüyüp gidecektir. İnsan Allah’ın yeryüzünde halifesi sıfatını kazanmaya en müsaid varlık olup bunun yolu inkişaf ve inbisattan geçmektedir. Bu ise “emanet-i kübra” olarak tesmiye edilmektedir. Ukba yolunda bizler “saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmek” niyet ve gayretinden geri kalmamaya çalışmalıyız. O halde istidadlarımızdan en mükemmel istifade etmek yolunu seçelim.

     Selam olsun bu niyet ve gayrette olanlara

Muhammed Numan özel

[1] Sözler ( 110 )

[2] Sözler ( 322 )

[3] İşarat-ül İ’caz ( 13 ) 

 

www.NurNet.Org

Sultan II. Abdulhamid Han’a Muhabbet Mi Bediüzzaman’a Adavet Mi ?

Sultan II. Abdulhamid Han’a Muhabbet Mi Bediüzzaman’a Adavet Mi ?

    

     Tarih nice insanları, hadiseleri kaydetmiştir. Tarihin defterine baktığımızda nice sürurlu ve kederli yazıları okuyabiliyoruz. Nice şanlı zaferler nice kanlı şehadetler nice gözyaşı nice hainlikler.. Ve tarih yazılmaya devam ediyor. Her insan bu tarih içinde kendi tarihini de yazıyor. Her insan hususi tarihini eline alıp okuyacağı günde rabbim tarih kitabını sağından alanlardan eylesin ve üzüntüye dehşete kapılanlardan eylemesin. Tarihimizi hoş ve latif bir şekilde yazabilmek selahiyetine sahip olabilmek temennisiyle.

    Tarih sahnesine çıkan ve aynı tarih sahnelerini muhtelif eşhas ile paylaşan ulu çınarlar vardır tarihte. Mesela Sultan Abdulhamit, Abdulaziz, Bediüzzaman … bu isimleri saymamın sebebi bu isimleri birbirine muarız gösterilmesidir. Bu isimler şu anda Tv dizi, film ve belgesel türünde görsel medya ve yazılı basın tarafından işlenmektedir. Ama çarpıtarak ama olduğu gibi naklederek..

     Payitaht isimli bir dizi başladı bir süre önce. Takipçileri benden daha iyi biliyorlar senaryosunu. Dizi ve filmlerde %70 hayal ürünü %30 en fazla tarihi gerçeklikle imzitaç içindedir. Neyse bu bizim mevzumuz değil. Bu dizi vb. sebeplerle Merhum Sultan “Halife-i Peygamber!”[1] olan Abdulhamid Han Hazretleri gündemde olup biyografi kitapları da piyasada mebzul miktarda görülmektedir. Tatbikî uzun bir döneme hükmetmiş geniş bir coğrafya ve çetin şartlarda ve “Dünya.. yepyeni bir oluşun eşiğindedir. Dünya, nurunu arıyor.”[2] Sadası dünyada çınladığı bir zamanda Payitaht-ı Osmaniyede cihanın tehacümüne dik duran ve bu gayrette olan bir hükümdardır.

     Devletin bekasını temin etmek için elinden geleni yapmak gayretinde olup hadisat-ı alemdeki elim hadiseler karşısında adeta ciğeri dağlanmıştır. Bu hengamede Bediüzzaman Said Nursi ile de yolu kesişmiştir. Lakin sureten görüşmeleri mümkün olmamıştır. Dönem itibariyle Şark vilayetlerinin eğitim ihtiyacını dile getirmek için Payitahta gelmiştir Şarkın Yalçın Kayalarından Güneş Bediüzzaman.

     Tarihin sayfalarında kalın harflerle yazılmış olan 31 Mart Hadisesi hengamesinde bu hadiseyi bastırmak ve asakiri vazgeçirmek için bir nutuk vermiştir. Ve isyan etmiş olan asakirin bu teşebbüsten vazgeçirmesi için elinden geleni yapmıştır. Bunu da “Harbiye nezaretindeki askerler içine cuma günü ülema ile beraber gittim. Gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri itaata getirdim.[3] diyerek 31 Mart Mahkemesinde ve eserlerinde serdetmiştir. Ve devletin bekası için de hem dönemin gazetelerinde hem de muhtelif kıraathanelerini ve topluluklarını gezerek toplumsal şuurlanmaya hizmet etmek emelini taşımış ve bilfiilde bunu tatbik etmiş bir isimdir Bediüzzaman.

     Bediüzzaman ve Sultan Abdulhamid Han arasında ki ilişkilerde devletin bekası için Sultana tavsiyelerde Bulunmuştur Bediüzzaman genç yaşına rağmen. Ama bu tavsiyeleri asla devletin bekasına zarar verecek ve bir ihtilale zemin ihzar edecek tarzda olmamıştır. Bu tebliği yaparken de hem Sultana hem halka şu kaideleri esas almıştır. “Cihet-ül vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandır. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min i’lâ-i Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla i’lâ-i Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz.”[4] Nidalarıyla hareket etmiştir. Milletçe ve devletçe terakki etmek ve sefaletten kurtulmak ancak maddi ve manevi ilimlerin mezcedilip ittihad ve marifet ile teçhiz edilerek olacağını söylemiştir her fırsatta, platformda.

            Bediüzzamanın bu telkinatını Abdulhamid Han düşmanlığı olarak göstermek yarışına girişmektedir bazı eşhas. “Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşagabeli bir kıyas oldunuz!”[5]

     “Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta… Şark yaylalarından, Güneş’in doğduğu yerden İstanbul’a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah! demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş…Kayalar gibi çetin, müdhiş bir irade… Şimşekler gibi bir zekâ…İşte Said Nur!.. Divan-ı Harbler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar…Onun için kurulan i’dam sehpaları… Sürgünler… Bu müdhiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur’an-ı Kerim’de “İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz” (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur’da tecelli etmiş!”[6]

Bediüzzaman Said Nursi’nin birkaç yazısına bakalım telkinat-ı Sultaniyeye dair:

“Dersaadet’e geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte -şimdi münkasım olmuş, şiddetlenmiş olan- istibdadlar, merhum Sultan-ı Mahlu’a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatımı terk ettim.”[7]

 “Merhum Sultan-ı Sâbık’a, ceride lisanıyla söyledim ki: “Münhasif Yıldız’ı dâr-ül fünun et, tâ Süreyya kadar a’lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım.”[8]

    “Saltanat ve hilafet gayr-ı münfekk, müttehid-i bizzâttır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh bizim padişahımız, hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır.

    Saltanat itibariyle otuz milyona nezaret ettiği gibi, hilafet itibariyle üçyüz milyonun mabeynindeki rabıta-i nuraniyenin ma’kes ve istinadgâh ve mededkârı olmak gerektir. Saltanatı sadaret, hilafeti meşihat temsil eder.”[9]

    “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!”[10]

     Bu vb. tarzda makaleleri ve beyanları Bediüzzaman’ın Asar-ı Bediyye isimli eserinin Makale ve Nutuklar bölümünden okuyabilirsiniz.

     Bediüzzaman üç siyasal dönem görmüş İttihad ve Terakki, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri. Ve Cumhuriyet döneminde tek parti ve çok partili hayatı da görmüştür. 1960 mart’ında vefaat etmiştir.

     Bediüzzaman düşmanları veya sevmeyenleri, antipatili olanları Bediüzzzamana olan kinlerini Sultan Abdulhamid Han’a olan telkinlerini muhalefet ve ya aleyhtarlık olarak göstermek gayretindeler. Ama şunu da biliyoruz ki burada Sultana muhabbetleri asıl olan değil Bediüzzamana olan kinleri bunları tahrik ettirmektedir. Şianın dediği “Ali’yi sevmek ömer’e kin gütmekten geçer” gibi bir tenakuz içindeler. Yani Bediüzzamana kin gütmek Sultanı sevmektir. Sultanı sevmek ise Bediüzzamana kin gütmektir gibi bir muamma içindeler.

     Bediüzzaman Siyasetle iştigal etmekten çekinmiştir. Kendi hayatını 3 döneme ayırmış ve ilk döneminde bir parça siyasetle alakadar olmuş, ikinci dönemde siyaseti terk etmiş ve üçüncü dönemde Demokrat Partiye telkinatta bulunmuş olup “biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz.” [11] demiştir. Siyasi düşünceleri de “Beyanat ve Tenvirler” ve “Siyaset ve Neşriyat Broşürü” isimli eserlerde daha sonra talebelerince derlenmiştir.

     Dönemin iki şahsiyetini birbirine kanlı bıçaklı göstermeye çalışmak bir madalyonun iki yüzünü birbirine düşman gibi göstermekten başka bir şey değildir.

     Bediüzzaman  ve Sultan Abdulhamid Han’ı birbirine düşman gibi gösterenler de aslında ne Bediüzzamanı ne de Sultanı sevip tanıdıklarını düşünmüyorum.

     Kendi menfaatleri gereğince iki ismi de istismar ve yanlış göstermek gayretindeler. Şimdi zihinlerde kusursuz bir Abdulhamid Han inşaa edip kendileri de ona hayran olmak yolunda gidiyorlar. Ama ne Bediüzzaman ve ne de Sultan kusursuz değildir. Kusurlarını kendileri de muhtelif yerler de beyan etmiştir. Kusursuz olan ancak ve ancak Rasul ve Nebilerdir.

     Bu iki ismin de birisi maddi birisi de manevi sahada hizmetleri nicelerdir ve tadad edilmeye kalkılsa hayli zaman alacaktır. Ama Bediüzzaman Said Nursi ve Sultan II. Abdulhamid Han’ı birbirinden ayrı ve kanlı bıçaklı göstermeye çalışmanın altında yatan sebep ise sade ve sadece Bediüzzaman’ın islama hizmet tarzına ve şahsına olan adavet, kin, iğbirar sebebiyledir.

     Bediüzzaman meselesi açılmışken bazı isminin önü kalabalık olan tarihçiler(!) Kürt Teali Cemiyeti kurucusu olarak Bediüzzaman Said Nursiyi gösteriyorlar. Halbuki Bediüzzaman Sadece iki Cemiyetin kurucu üyesidir.

  • İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti
  • Kızılay (Hilal-i Ahmer)

     Bunlardan maada Bediüzzamanın cemiyet memiyet gibi bir alakası yoktur. Bediüzzamanı ırkçı ve ayrılıkçı göstermek gayreti ise Bediüzzamanın Din, iman, islam ve devletin asayişine hizmet etmesini istemeyip çekememeleri veya en iyimser ifade ile rekabettir.

  • “Bediüzzaman diyor ki :
  • Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor, halkı bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşâallah Allah huzuruna gitmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki, bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahedeyi açan dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına ve Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[12]
  • “maksadımız iman ve âhirettir, ehl-i dünya ile mübareze değil.”[13]
  • “kalbinde iman ve âhiret meşgalesinden başka hiçbir dünyevî maksad ve gaye bulunmayan hâlis Nur şakirdleri..”[14]

Selam ve Dua ile 

Muhammed Numan özel

[1] Asar-ı Bediyye ( 464 )

[2] Asa-yı Musa ( 251 )

[3] Divan-ı Harb-i Örfi ( 26 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 59 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 86 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 631 )

[7] Divan-ı Harb-i Örfi ( 29 )

[8] Divan-ı Harb-i Örfi ( 30 )

[9] Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 37 )

[10] Asar-ı Bediyye ( 464 )

[11] Emirdağ Lahikası-2 ( 208 )

[12] Konferans ( 175 )

[13] Şualar ( 365 )

[14] Şualar ( 574 )

 

www.NurNet.Org

Şoföre Tabi Olmalı Direksiyona Müdahale Etmemeli

Şoföre Tabi Olmalı Direksiyona Müdahale Etmemeli

   Herkesçe malumdur ki her yerde bir nizam ve düzen söz konusudur. Kanunlar koyulur, yasalar düzenlenir sükunet ve asayiş ve sistematiğin düzgün işlemesi için. Buna kimse itiraz etmez. İtiraz edenler ancak apolitik tabir edilen kutsalı olmayan ve çapulcu kimselerdir. Amme hakkı ve hukukullah sayılan kamu hakkını hiçbir Müslüman bozmaz ve buna da yeltenmez. “Hakikî bir Müslüman, samimî bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünki anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda “Ye’cüc ve Me’cüc” komitesi olduğuna Kur’an-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.”[1] Anarşi hiçbir hak tanımaz. Kavi olan zayıf olanı ezer, yer, sömürür gibi bir mantaliteye sahiptir. Bu sebeple anarşiye taraftar olmak akıllı adamın işi değildir.

Yecüc ve Mecüc ise birer alemdir. Yani bır sıfat ve vasıftır. O sıfata ve vasfa kim dahil olursa o da ona hizmet eder demektir.

“Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi’ bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san’atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir.”[2] Elbette ki beşeriyeti de nebisiz bırakmamış ve bir müdebbir sıfatında nebiler, rasuller, velayet sahibi olan kimseler intihab ederek beşeriyeti başıboş bırakmamıştır.

Başıboşluk beşerin eserlerinde bile yoktur. Küçük bir şey yapınca hemen onun sistemini yapısını korumaya çalışır. Patentini alır eğer bir şey icad etmişse. Birisi bu patentli ürünü taklit ederse hukuki yollara müracaat eder. Bunlar herkesin malumu.

Şimdi sadede dönelim. Risale-i Nur Hizmeti de Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat içerisinde en aklî bir metodla hizmet eden ve akıl kalb bütünlüğü içeren bir hizmet metodudur.

Böyle bir hizmet de elbette müdebbirsiz kalmaz. O sebepledir ki üstadımız hayatta iken bir müdebbir heyeti bırakmış varis olarak vasiyetlerinde. (*)  Kendisine nur talebesi ismini veren herkes ve Bediüzzaman Said Nursi’yi üstad olarak kabul edenler için bu vasiyetler kaziye-yi muhkeme hükmündedir.

Bediüzzaman hazretleri de hizmette bu müdebbirler heyetini bırakmış ve Manevi evladım, kardeşlerim gibi vasıflarla tavsif etmiştir. Mesela “fedakâr hizmetimde bulunan manevî evlâdlarımla bir seyahat ettiğim zaman..”[3]

  • “talebelerim ve manevî evlâdlarım ve kardeşlerim..”[4]
  • “manevî evlâdlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.”[5]

Yaratılmış olan aklımıza ne geliyorsa bunlar içinde en kıymetli en şuurlu olanı kesinlikle insandır. İnsanda bir Sarraf gibi her şeyin kıymetini bilebilecek bir istidadı vardır. Buna da şuur ve hikmet denilir. İşte böyle bir insan ve talebe potansiyeli olan Risale-i Nur Hizmeti de bu kahraman müdebbirlerin nezaretinde icra ve ifa ediliyor. Nitekim diyanet işlerinin Risale tab’ı meselesinde bile üstadımız has kardeşlerimden birisi başında olmak şartıyla bir ibare kullanıyor üstadımız.

Üstadımızın bu varisleri vekilleri hayatta iken meşveret sistemiyle her bir meşreb hizmet etti ve etmekte de. Şimdi o müdebbirler heyetinden üstadımız tarafından intihab edilen Son Müdebbir Hüsnü BAYRAMOĞLU ağabeydir.

Üstadımızın hizmetine 8 yaşında girmiş ve son demlerine dek beraberinde kalmış.

Hüsnü ağabey çevresinde müstakim meşveret sistemleri ve hizmetleri birleşip kollektif hareket denilen ortak ve düzenli bir hizmet birliği icra edilmelidir.

Hüsnü abi’den evvel neden bu meseleler gündeme gelmedi? Abiden sonra ne olacak? gibisinden bazı sualler sorulmaktadır. Şayet bu tavsiye ve temenni ettiğimiz ortak hizmet birliği tahakkuk eder ve ortak meşveret sistemi tahakkuk eder ve içine çomak sokmak isteyenlere rağmen devam ettirilirse bu komisyon bir üst komisyon vazifesini icra eder ve hizmette olabilecek savrulmaların önünü almak için bir yöntem olabilir. Hüsnü abimizden sonra da devam eder. (Allah sıhhat ve afiyetle hayırlı uzun ömür ihsan etsin ağabeyimize. ) şimdi Hüsnü ağabeyi nazara vermemiz onun şahsı itibariyle değil üstadımız tarafından intihap edilmesi sebebiyledir. Üstadımızla görüşmüş bazı abiler var halen hayatta onlarda. Ama üstadımız o isimleri intihap etmediği için bu teklifi o abilerimiz için söylemiyorum dikkat edilirse.

Merhum Sungur ağabeyimiz, Ahmet ağabeyimiz, Said ağabeyimizden sonra neşriyatlarımız istişare heyeti tahakkuk ettirerek neşriyat hizmetlerine devam ettiler. Tıpkı bunun gibi Nur Talebelerinin ortak aklı mesabesinde olacak bu komisyonu istemek taleb etmek dua etmek hakkımızdır.

Bazıları bizler meşveretle hareket ediyoruz deselerde şunu bilmek lazım. Her meşveret meşveret mi? Yani aynı üç beş kafadar bir araya gelip lokal toplantı yapsalar zaten farklı bir ses olmadığı için bu kafadarlar içerisinde bunu meşveret kararı diye sunsalar buna kargalar bile güler.

Kafadarların lokal toplantısı meşveret kararı niteliği taşımaz. Nitekim meşveret etmek sünnettir. Ama o neticede çıkan karar sarih hükümlerle çelişmemeli ve muhalif sesleri susturmak için bir silah olarak kullanılmamalı bu meşveret mefhumu.

Yazının başlığına dönecek olursak. Üstadımızın son yolculuğunda hizmetinde bulunmuş, şoförlüğünü yapmış gibi kelimeleri bazıları alenen sarfediyor Hüsnü ağabey için. Bu söz hakikattir. Ama altında zımni adavet ve haset söz konusudur. Neden o yaptı da ben yapmadım manasını ihtiva ediyor. Bir zamanlar Gülen de benzer şeyler söylüyordu. Yanında kaldılar da ne oldu yemek yapıp, çamaşırını yıkadılar gibi..

Madem şoförü olmuş direksiyonu tutmuş. O halde bizler de şimdi üstadımızın son şoförünün himayesinde olan hizmetimize devam etmeli ve direksiyona müdahale etmemeliyiz, hele hele asla şoförlüğe soyunmamalız. Cerbezeyle hakikatin rengini değiştirmeye kalmayalım. “Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Müvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.” [6]

Risale-i Nur’un lahikalarının hassaten Emirdağ Lahikası 2’nin mektupların ekserisinin üstad tarafından gönderilenlerin katibinin son şoförü olan Hüsnü Bayramoğlu ağabey olduğu unutulmamalıdır.

Bizler de bu minvalde Elimizde Risale-i nur ve içtimai reçeteleri olan lahikalar ve 1. Said dönemi eserleriyle lübbü bulup kışırlar uğraşıp insanları dinsizin donsuzun saflarına çekmeye çalışmamalı, hayalat üzerine bir şeyler bina etmemeli, sırat-ı müstakim üzere hem kendimizi hem de toplumu kaim etmenin yolunu aramalıyız. Unutulmamalıdır ki elimizde mizan ve muvazenenin ölçüleri olan Risale-i Nur Külliyatı ve onun eczaları var.

Bizler de bu hizmette son şoförün şoförlüğüne kanaat ederek direksiyonu ona bırakalım ve müdahale etmeyelim.

Selam  ve Duayla

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat ( 653 )

[2] Mektubat ( 367 )

(*) Bu Vasiyetler için Bkz. Emirdağ L.1 136, Emirdağ. L.2 200, 216, 217, 233, 234

[3] Emirdağ Lahikası-2 ( 212 )

[4] Emirdağ Lahikası-2 ( 214 )

[5] Emirdağ Lahikası-2 ( 217 )

[6] Muhakemat ( 49 )

 

 

www.NurNet.Org

                 

 

Neden hedef tahtasında Risale-i Nur ve talebeleri var?

“.. herbirisi, Kur’anın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakikatları fehmetmeleri ve yüzer fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhâssa şeriat-ı kübranın büyük müçtehidleri ve Usûl-üd Din ve İlm-i Kelâm’ın dâhî muhakkikleri gibi her taife kendi ilmine ait bütün hacatını ve cevablarını Kur’andan istihraç etmeleri, Kur’anın menba-ı hak ve maden-i hakikat olduğuna bir imzad

ır.” [1]

Risale-i Nur Külliyatı namıyla bilinen Kur’an-ı Kerim’in Dirayet ve Rivayet tefsiri (*) olmak üzere iki kategoriye ayrılan ve daha sonra bunlar da kendisi içerisinde kategorize olan.. ve Dirayet Tefsiri kategorisinde en son ve en geniş çapta telif edilmiş 20 ciltten müteşekkil bir tefsiridir. Bu muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının telif edildiği dönem ( 1908 – 1960 ) itibariyle mataryalizmin insanları sekülerizme yönlendirerek her şeyi maddeye indirmiş ve bakış açılarını maddeye ve dünyaya sevk etmiştir. Risale-i Nur Külliyatı ve Talebeleri insanları “nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmak..” [2] ve kendilerini de “talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” [3] diyerek dikkatli davranıp içtimai/sosyal hayatta adeta birer “ıslah edici/muslih”[4] ve birer “uzv-u nafi’” [5] halinde her yerde tebliğ ve ıslah faaliyetleri yapmaktalar. Bu tarzda hizmetleriyle “asayişin temel taşını muhafaza..”[6] etmek gayretinde olmalarıyla “asayişe hizmet” [7] ediyorlar.

Bunun karşısıda muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının hedefi ve gayesi Cenab-ı Hakkın rızasını tahsil olup, bu tahsil gayesinde şuurlu, basiretli ve ferasetli olarak hareket etmenin lüzumunu ders vermektir.

Temel hedefi ise; sefahatte ve dalalette hızla giden insanlığın bilhassa gafil Müslüman gençliğinin imanlarının soru ve şüphelerle zayıfladığı bir zamanda mataryalist akımına karşı – yani komünizme“muhteşem bir sed” [8] teşkil etmektir. “Buna karşı inayet-i İlahiye, Nurların iman hizmetine mukabil, bir ikram olarak” [9] harikulade bir muvaffakiyet ihsan etmiştir.

Şu anda bir çok yayınevi tarafından sühuletle neşredilen Risale-i Nur Külliyatının önceleri neşri kolay olmamıştır. Mahkemeler, tevkifler, takipler, taharriler, idamla yargılanmalar, zulümler, işkenceler, tecridler.. neticesinde artık bahar gelmiş ve neşriyat kolaylıkla yapılır bir hale gelmiştir. Öyle ki Risale-i Nur Kitapları Diyanet eliyle neşredilmeye başlamıştır.

Bu sebeple Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının telif edildiği dönemi ( 1908 – 1960 ) ve sonrasını Risale-i Nur Talebelerinin bilmesi elzemdir. Bu sürecin bilinmesiyle ellerindeki Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının kıymetini bileceklerdir ve daha fazla sarılacaklardır. Hakikatlerini anlamak gayretini hissedeceklerdir.

“Bedîüzzaman’ın inayet-i Hak’la te’life muvaffak olduğu Risale-i Nur eserleri; dinsizliğin istilasına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir.” [10]“Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir.” [11]

Hal böyle olunca Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatına, dahili ve harici zararlar vermek emelini güderek nazarlardan düşürtmek için çeşitli desiseler, entrikalar çevirmişler ve çevirtmişlerdir.

Peki neden Risale-i Nur Külliyatına böyle bir taarruz ve hücum var ? diye bir sual akla geliyor.

Elcevab: Buna dair en güzel cevap muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının satırları arasında geçmektedir. Bu suale cevap olarak Risale-i Nur Külliyatından misal verelim:

-“Risale-i Nur bahçesinde bir derece o çekirdekten tezahür eden meyvedar, muhteşem koca bir ağaç..” [12]

-“Risale-i Nur başka kitabları değil, yalnız Kur’an-ı Kerim’i üstad olarak tanıması ve ona hizmet etmesi..” [13]

-“Risale-i Nur bir alemdir, ünvandır. Bu zamanda zuhur eden Kur’anî hakikatler manzumesidir. Necib milletimizin, insaniyet-i kübra olan İslâmiyete sarılması, yepyeni bir ruh ve taze bir iman aşkı ve heyecanı içinde uyanmasının ifadesidir. İçinde bulunduğumuz asrın değiştirdiği hayat şartları ve yeni bir dünya nizamı ve görüşü karşısında imanın tahkim ve takviyesi ile feveran eden hamiyet-i İslâmiyenin manasıdır. Mütenebbih, kalbleri iman ve muhabbet-i Nebevî ile coşkun ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serefraz fedakârların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasib kahramanlığı, yüksek iman ve ahlâkı izhar etmesi işaretidir.” [14]

-“Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.” [15]

-“.. tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyf-ül İslâm’dır.” [16]

-“Risale-i Nur, bu zamanı”n bir mehdisi ve müceddididir.” [17]

-“Risale-i Nur dostlara tiryak olduğu gibi, düşmanlara da saıka..” [18]

-“Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.” [19]

-“Risale-i Nur, her şeyin hakikatını beyan etmiş.” [20]

-“Risale-i Nur, hükema ve ülemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’an’ın bir i’caz-ı manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’an’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlub olmayıp galebe etmiş.” [21]

-“Risale-i Nur kat’î bürhanlara istinaden hükümleri..” [22]

-“Risale-i Nur Kur’anın bu asırda bir mu’cize-i maneviyesinin bir âyinesi ve ondan tereşşuh etmiş bir tefsiri..” [23]

-“Risale-i Nur Külliyatı’nda dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara temas etmiş ve hepsinde de hârikulâde bir surette muvaffak olmuştur.” [24]

Daha bunun gibi nice mehaz bulunmaktadır. Lakin buraya bir kısmını iktibas ediyorum.

Şimdi buraya iktibas ettiğimiz metinlerden bazılarının tahlilini yapacak olursak

  1. “Kur’anın menba-ı hak ve maden-i hakikat.” Öncelikle bilinmelidir ki: Herbir ayetin “Hadisçe, şücûn ve gusûn” tabir edilen füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır.” [25]
  2. Her bir ayetin ve hadisin “mana mertebesi”[26] bulunmaktadır. Ve her meslek ve meşreb sahibi bu mana mertebesinden istifadesini cem ederek bu mana mertebesini gösterir. Bunlara akaideye ilişmemek şartıyla itiraz edilmez.
  3. 52 senelik(1908 – 1960) telif süresi bulunan Dirayet Tefsiri olan  Risale-i Nur Külliyatının dünya çapında bir yeri olması ve kendisinden söz ettirmesi,
  4. elliden fazla dile tercümelerinin olması,
  5. üzerine tez, makale, araştırmalar ve tartışma programlarında çözüm yöntemlerinin gösterilmesi..
  6. içtimai/sosyal mevzulara ışık tutup sinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmanın kesin çözüm olduğu ve bunun sebep, yöntem ve bunun gibi şartlarını izah etmesi..
  7. okuyan kimselerin basiret, feraset, şuur, iz’an, iltizam ve itikadını muhkemleştirmesi..
  8. klasik bir tefsirden öte olması..
  9. okuyanların, okuduklarından almış olduğu mana, şevk ve gayretle anladığı mananın kendisinde kalmasını istemeyip tebliğde bulunmak ihtiyacını okuyanlarına hissettirmesi.. ve bu ihtiyacın giderek artması..
  10. ahir zamanda istenilen sistemin kitabı olması..
  11. bu ve bunun gibi nice sebepler çerçevesinde bir Dirayet tefsiri olan ve sahasında en mükemmel olan Risale-i Nur Külliyatını nazarlardan düşürmek, kıymetsiz ve ehemmiyetsiz gösterilmek istenmesinin temel sebeplerindendir.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben; fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [27] Dirayet tefsiri şahanesi olan Risale-i Nur Külliyatını tetkik etmiş kimseler burayı okumuş ve dikkat etmişlerse hayrete düşmüşlerdir.

Bu metne dikkatle bakacak olursak göreceğiz ki:

  1. ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına
  2. bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle,
  3. Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden
  4. ve çok şekillere giren
  5. gizli ifsad komitesi
  6. onların Müslüman kisvesindeki propagandacıları

Bu altı maddede gizli bir komitenin özelliklerini bize söylemektedir. Sanmayalım ki bu komite Ehl-i bida ve ehl-i sünnet hizmet meslekleri ve hatta Risale-i Nur cemaatlerine girmemiştir. Her yere sokulmuş ve karıştırmışlardır. Dahil oldukları bünyeye kendilerini imtizaç ettirip oraya da fitnelerini sokmuşlardır.

Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular.

O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar.” [28]

Şimdi sualin cevabına bir kısa misal verelim. Sahte para yapan kalpazanlar bu işi yapanlar en büyük parayı yaparlar. 200 tl varken 10 tl için uğraşmazlar. Yukarıda tadad ettiğim sebepler muvacehesinde ehl-i sünnetin en parlak ve işlevselliği en yüksek oranda olan ve asrın getirdiği şartlara en muvafık hizmet hareketi olan Risale-i Nur Hizmetini akamete uğratmaya Kafiri de, münafığı da, zındığı da, ehl-i bidası da, hased sahibi olan ehl-i sünnet hizmet hareketleri içerisinde olanları da Risale-i Nur Külliyatını çürütmek ve talebelerini dağıtmak veya kendilerine tabi etmeye çalışırlar ve çalışmaktadırlar.

Nur talebelerinin içine girip kendilerine bağlamaya çalışırlar. Baktılar olmuyor bu defa hemen aleyhine geçerler. Bir Dirayet tefsiri olan ve sahasında en mükemmel olan Risale-i Nur Külliyatının metni içine kalem karıştırıp olmayanı metne dahil edip, olanı da metinden çıkartmak yolunu tutup sonra yaygara koparırlar şöyle böyle.

Mesela Mustafa İslamoğlu ([29] bir kitabında bu metne müdahale edip tahrip etmiştir. “Kur’an, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelmiş.” [30] bu kısmı almış “Kur’an ve Risale-i Nur arş-i a’zamdan, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden nüzul ile ezel ve ebed ve şu anı ve bütün gaybi alemi ve tüm beşeri ve kevni hadiseleri kuşatan ve tasarrufu altına alan kelimetullahtır ve semavidir.” diyerek tahrip etmiştir. Bu hareketiyle de tıpkı meal kitabının Abese Suresi meali kısmında dipnotta, kibirli adam tabirini Hazret-i Peygambere (asm) söyleyerek çok büyük bir iftira ettiği gibi Risale-i Nur’a, müellifine, talebelerine de iftira etmiştir.

Fethullah Gülen’i de ötelerden beri bu komitenin TV kanalları ve gazeteleri Bediüzzaman Said Nursi’den sonra Nurcuların lideri, reisi gibi göstermeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki kendisine bir cemaat veya kitle teşkil ettirmek için hazır cemaat içine girip, hainane hulul edip kendi ismini duyurup bir kitle teşkil etmek gayretine soyunmuştur.

Gülen, adeta 1960 ihtilalini yapan paşalardan birisinin “biz bu ülkede Komünist Kemalist ve dindar Kemalist yetiştirmeliyiz” sözünü tasdik edercesine faaliyetlerde bulunması da bugünlere zemin hazırlaması ve kalkışmalarda bulunması da dindar Kemalist yetiştirme projesinin aktörlüğüne soyunması da işin başka bir boyutu olup “Ben o adamım” demiştir.

TV yayınları ve basın destek vererek şişirmişlerdir. Ta ki bugünlere zemin hazırlasınlar.

Risale-i Nur talebeleri ve Gülenistler asla aynı kefede değiller ve olamazlar. Gülen asla Nur Talebelerinin başı değildir ve olmamıştır da.

Hülasa: Asrın hizmet tarzı olan Risale-i Nur hizmetini imha etmek, tesirini kırmak için Fethullah Gülen gibi adamlar, nurcular içine sokulmuş; hariçten hased taşıyan kimseler ve ehl-i bidası (**) da hücum etmişlerdir.

Biiznillah Nurcular ve hizmetleri ilelebed devam edecek. Bu yolda sadakat ve ihlasla yürüyeceklerdir. Sayısı her ne kadar az da olsa devam edecektir inşallah.


[1] Sözler ( 448 )

(*) Tefsîrciler, ötedenberi tefsîr çeşitlerini genellikle “rivâyet tefsîri” ve “dirâyet tefsîri”olmak üzere iki ana bölümde ele almışlardır. (Kâfiyeci, 54; Bilmen 1973, 1/107; Sofuoğlu 1981, 263) Bunlardan birincisi Kur’ân-ı Kerim, Resûlüllah’ın (s.a.s.) sünneti, Sahabe ve Tâbiûn sözlerine dayanan tefsîrdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsîre “rivâyet tefsîri” denildiği gibi, “naklî tefsîr” veya “me’sûr tefsîr” de denilir.

İkincisi yani “dirâyet tefsîri” ise, Arap dili ve edebiyâtı, dinî ve felsefî ilimler ile çeşitli müsbet ilimlere dayanan tefsîrdir. Bu usûl ile yapılan tefsîre de “dirâyet tefsîri” veya “rey ile tefsîr” ya da “ma’kûl tefsîr” denir.  (https://sorularlaislamiyet.com/tefsir-ekolleri-ve-tefsir-cesitleri-nelerdir-peygamber-efendimiz-sav-sahabe-tabiin-ve-sonraki)

[2] Sözler ( 23 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[4] Mektubat ( 440 )

[5] Şualar ( 349 )

[6] Şualar ( 349 )

[7] Emirdağ Lahikası-1 ( 77 ) / Emirdağ Lahikası-2 ( 197 )

[8] Tarihçe-i Hayat ( 155 ) / Emirdağ Lahikası-2 ( 186 )

[9] Lem’alar ( 261 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 155 )

[11] Emirdağ Lahikası-2 ( 186 )

[12] Emirdağ Lahikası-1 ( 72 )

[13] Asa-yı Musa ( 246 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 28 )

[15] Tarihçe-i Hayat ( 463 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 155 )

[17] Barla Lahikası ( 146 )

[18] Kastamonu Lahikası ( 217 )

[19] Tarihçe-i Hayat ( 287 )

[20] Emirdağ Lahikası-2 ( 156 )

[21] Tarihçe-i Hayat ( 135 )

[22] Kastamonu Lahikası ( 216 )

[23] Şualar ( 407 )

[24] Asa-yı Musa ( 266 )

[25] Şualar ( 711 ) / Ebu Yâ’la, el-Müsned 9:287, et-tebarani, el-Mu’cem-ül esvad 1:236

[26] Mesnevi-i Nuriye ( 262 )

[27] Tarihçe-i Hayat ( 418 )

[28] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

[29] “…Risaleleri okuduktan sonra bir konu beni ciddi biçimde rahatsız etti. Risalelerin Kur’an’ın vahiy oluşuyla ilgili hiçbir sorunu yok. Fakat risalelerin Kur’an’ın “son vahiy“  oluşuyla ilgili ciddi bir sorunu var. Risalelerde söylenenlerin tümüne inanan birinin Kur’an’ın “son vahiy” oluşuna inanması neredeyse imkansız görünüyor…” (Bkz: M.İslamoğlu, Kur’an’ı Anlama Yöntemi, s. 342, 99. Dipnot, Denge yay, 2014) göre. (http://www.risalehaber.com/mustafa-islamoglunun-risale-i-nurlar-vahiydir-iftirasi-16655yy.htm)

“…En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor. Said Nursi şöyle der: Kur’an ve Risale-i Nur, arşı azamdan, ismi azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden nüzul ile ezel ve ebed ve şu anı ve bütün gaybi alemi ve bütün beşeri ve kevni hadiseleri kuşatan ve tasarrufu altına alan kelimetillahtır ve semavidir. (25.Söz)” (Bkz: M.İslamoğlu, Kur’an’ı Anlama Yöntemi, s. 342, 99. Dipnot, Denge yay, 2014)

[30] Sözler ( 134 )

(**) Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Bayrak Bayraktar.. ve avaneleri.. Bunların önde gelenleridir.

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Tenkid Edenlerin Eli Yetişmediği için..

“Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tardeder. O adam kendine teselli vermek için: “Tuh, ne kadar çirkindir” der. O güzelin güzelliğini nefyeder.

Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [1]

Malumdur ki insan on sekiz bin alemin kapısıdır. Bu sebeple insan tek düze giden monoton (tek ses) bir hayatı ve hayat anlayışı felsefesi olması münkün değildir. Monoton bir hayat yaşıyorum sözü ise gerçek bir söz değildir. Bu sözü söyleyen kimselerin aslında iç aleminde pırtınalar kopuyor demektir. Bunu kendisine itiraf etmese de edemese de veya farkında olmasa da bu böyledir. Çünkü insan aleminde tek düzen üzerine teşbihte hata olması otoban gibi bir şey yoktur.

İnsan iniş çıkışlarla çalkanan bir haleti vardır. Halık-ı K
ainat olan Rabbimiz Allahımızın esmalarının insanda tecelli etmesine göre insan haleti teşekkül eder. Bu hallerin toplamıyla haley ne neticede Siret teşekkül eder. “emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-
bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.” [2]
rabbimizin bizde celali ve cemali olmak üzere tecellilerine göre de bizim haletimiz değişmektedir. Üzüntü, keder, daralmak, ümitsizlik.. gibi haletler bu celali isimlerin tecellileridir. Neşe, sevinç, mutluluk.. gibi hisler ise cemali esmanın tecellisidir.

İnsanın böyle çetrefilli bir hayat var. Bu hayat içerisinde öneml bir yerini ise maneviyat tutar. Maneviyatta farklı usuller, tarzlar, m
etodlar tatbik edilir. Bu tatbikatta herkes bir derece muvaffak olur. Netice de farklı islami tebliğ metodları tezahür eder. Kimi aklen, kimi kalben..

Risale-i Nurun metodu ise aklın ve kalbin imtizacı iledir. Bu sebepledir ki tasavvuf ehli ve felsefeciler Risale-i Nurun hizmet tarzını tam olarak bir statü veremezler. Çünkü akıl + kalb = Risale-i Nur Hizmet metodunu teşkil eder. Sermayesi sadece kalb veya akıl olanlar bu denklemi çözmekte zorlanırlar. “azîm mana ve büyük hakikat, kasır-ül fehm olanlarca..”[3] Risale-i Nur Külliyatı gibi bir hizmet metodunun sistematiğini çözmekte sorunlar yaşamaktalar. Lakin Risale-i Nur Külliyatı okuyucuları ve talebeleri“nazarları o dereceye çıkmayanlara ve kasır-ün nazar olanlara, derecelerine göre birer basamakta o müezzin-i a’zamı gösteriyorlar..” [4] bu vesilelik ile aklı veya kalbi bu hakikatleri derk edebiliyor. Yoksa “Akıl ona yol bulamaz.” [5] çünkü bilmediği veya bildiğini zannettiği meselelerde farklı izahlar ve ikna ilzam tarzını gösteriyor.

Risale-i Nur Külliyatını bilmeyen veya üstün körü bakanlar ise “maatteessüf kasır-un nazar muhakemesiz bir kısım avam tereddüde düşüp vesvese ediyorlar, akidelerine halel geliyor.” [6]neticesinde ise imanını tahkim edip kuvvetlendirecek eserlerden uzak kalarak kendisi zarar eder. Bir de anlaşılmaz muğlak gibi gösterip kendi eserleri satılsın isterler. Hatta “Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.” [7] bu vakıa az değildir.

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır.. [8] bu sebeple Ehl-i Sünnet itikad ve amelini muhafaza ve müdafaa eden kim olursa olsun onu çürütmek yerine onu kuvvetlendirip müntesiplerini de ona teşvik lazımdır. Çünkü orasının itikaden ve amelen salabetli sağlam olması demek toplumsa olarak ehl-i sünnetin diri ve iri olmasına sebeptir. Aman onu birak bize gel bizimki cici o ise eheh gibisinden davranışlar ehl-i hamiyete yakışmayan bağnaz ve taassup taşıyan ve müstebidane davranışlar sergileyen kimselerin işidir.

Risale-i Nur Külliyatı da Türkiye’nin en zor zamanlarında Manevi Cihat sahasına atılmış ve 1750 defa amhkeme görmüş ve beraatler almış olup dünya hukuk tarihinde eşi benzeri olmayan bir hadise tahakkuk etmiştir.

Risale-i Nur Külliyatı okuyanlarına ve okudukça insanın dar olan havsalasını genişleterek “Dar nazarlı, kasır fikirli ve muhakemesiz akıllı, esbabperest insanın nazarını vahdaniyet-i İlahiyenin delillerine çevirip, güzel bir temsil üzerinde “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh” der, tevhidi isbat eder.”[9] bu suretle Risale-i Nur Külliyatı metodolojisi teşekkül eder.

“Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.”

“Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum.” [10]

Anlaşılmıyor! gibi bir tabir ise mantıkça da aklende yanlış bir cümledir. Çünkü bir kaç kişinin anlayamaması başlangıçta normal bir şeydir. Anlaşılmıyor yerine ben anlamıyorum deyip kendi acizliğini itiraf etmek gerekir. Yoksa sen anlamdın diye anlaşılmaz, anlaşılmıyor demek akıl tutulmasından öte bir şey değildir. “bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmağa eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla “Ekşidir” der. Gümler gider..” [11] meselesi gibi olur.

“Risale-i Nur, sair kitablara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. [12]

“Dünyada çok kitablar vardır ve o kitabları okumuşsunuzdur. Okuduğunuz kitabların hepsini de anladınız mı? Alâküllihal anlayamadığınız mes’eleler çoktur.” [13]

“.. herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var; fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir.” [14]

“Ey ihvan! Risale-i Nur’un bütün cüzlerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnız birini dinlemeye, okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tevfik verirse, imanını kurtaracak hakikatları onda bulur. Çünki her cüz’ün diğerleri ile manen irtibatları vardır. Okuyana ve dinleyenlere sırran diyorlar ki: Bu okuduğun kitabda bizdeki hakikatların da uçları, kokuları, işaretleri var.

Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir. Bulur ve bilebilirsin.” [15]

“En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes her Hakikattan hissesini alabilir. Çünki Hakikatlarda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.” [16]

Burada ifade ettiğim ve edemediğim nice sebeplerle Risale-i Nur Külliyatına ilişmek yeni bir hadise değil. Mezkur sebepler ve kıskançlık, anlayamamak, taassub, bağnazlık, rekabet.. gibi sebeplerle tarih bize gösterdi ki “çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup gülerek ağladık ve anladık ki: Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar. [17]

O halde hangi meslek ü meşreb olursa olsun Risale-i Nur Külliyatına ilişmemek veya nazarlardan düşürtmeye yani kıymetsiz gibi göstermek çabası yerine akıllı olup nurlardan istifade etmeye çalışmaları daha akıllı ve mantıklı bir iş olacaktır.

“Eskiden beri lafz ve mana, üslûb ve muhteva bakımından, edibler ve şâirler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları, sadece üslûb ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, manayı ifadeye feda etmişlerdir. Ve bu hal de kendini en çok şiirde gösterir.” [18] şimdi birisi çıksa şairane kafa ile Risale-i Nur Külliyatını anlayamadığını söylese “şiirde, hayal hükmettiği için hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir.” [19] şairane bir kafanın Risale-i Nur’u anlaması biraz müşkildir. Çünkü zihinde hayal hükmeder. Yani tahayyül dimağa hakim olmuştur. “şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar.”[20]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Sözler ( 68 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 8 )

[3] Sözler ( 411 )

[4] Mektubat ( 337 )

[5] Sözler ( 245 )

[6] Lem’alar ( 85 )

[7] Mektubat ( 426 )

[8] Lem’alar ( 87 )

[9] Lem’alar ( 394 )

[10] Barla Lahikası ( 56 )

[11] Sözler ( 68 )

[12] Şualar ( 60 )

[13] Barla Lahikası ( 146 )

[14] Barla Lahikası ( 146 )

[15] Barla Lahikası ( 306 )

[16] Barla Lahikası ( 320 )

[17] Lem’alar ( 260 )

[18] Asa-yı Musa ( 269 )

[19] Barla Lahikası ( 334 )

[20] Mektubat ( 269 )

www.NurNet.Org