Etiket arşivi: nur talebeleri

21. Asır Kuran Aşıklarına Mektup

Yaklaşık 7000 sayfayı bulan ve belgeleri konuşturan 6 ciltlik eseri bitirmek üzere olan kardeşinize, yakın dostlarım bir Son Söz kaleme al dediler. Kısacık aklımla kendime göre bazı şeyleri tasavvur ettim ve kalem oynatacaktım ki, elime Bedîüzzaman’ın vefatından sonra, Risâle-i Nur hakkında yapılan doğru-yanlış konuşmalara ve bazan da iftiralar üzerine, Risâle-i Nur’un rükünlerinin kaleme aldığı Yirminci Asır Kur’an Âşıklarına Mektup isimli lahika geçti. O kadar muhtevâlı buldum ki, Son Söz yerine bu lahikayı koymayı daha münasip görüyorum. Kitapta neşretmeden, hele hele sapla samanın birbirine karıştığı şu günlerde, bu önemli mesajları, bütün Müslüman kardeşlerimle paylaşmak istedim.

Bu lahika mektubunda Nur Talebelerinin Bedîüzzaman’a ve Risâle-i Nur Külliyâtına bakışı özetlenmekte; diğer İslam âlimleri ve İslâmî eserler hakkında Nur Talebelerinin olması gereken yaklaşımları anlatılmakta; dünyevî, siyasî ve sosyal hayatın bütün safha ve şartlarında Nur Talebelerinin müsbet hareket tarzı hülâsa edilmekte ve nihâyet Bedîüzzaman ve Nur Külliyâtının sadece Anadolu insanları için değil, bütün Âlem-i İslâm için ve hatta bütün beşeriyet için Kur’an’ın dersi olduğu izah edilmektedir.

Bu lahika mektubunu kimin kaleme aldığı bizce henüz malum değildir. Ağabeylere soracağız. Ancak sonunda, elimizdeki nüshalardan birinde sad harfi ve diğerinde ise sin harfi bulunmaktadır.

YİRMİNCİ (VE YİRMBİRİNCİ) ASIR KUR’AN ÂŞIKLARINA MEKTUP

Aziz, Sıddık ve Muhterem Kardeşlerimiz!

Bu defa memleket aktârında her beldedeki en güzîde simaları görmekle bir Said yerinde binler Said’in hizmet-i Kur’aniyede saf tuttuklarını müşâhede ederek nihayetsiz mesrûriyet içinde Rabb-i Rahîme şükrettik. Bilâd-ı İslâmiyenin her köşe ve bucağında ulvî kalbleriyle, müstakim akıllarıyla, nâtık lisanlarıyla, parlak kalemleriyle, temiz niyet ve vicdanlarıyla, yüksek metânet ve fedakârlıklarıyla dinin hâdimi olan aziz kardeşlerimizi en derin kalblerimizde hürmetle yad ediyor ve vazife-i kudsiyelerinde muvaffakıyet temenni ediyoruz. İnşallah a’zamî gayret, sebat ve fedakârlıklarıyla Nur-u İlâhînin taa be kıyamet devamına vâsıta ve ihtişamına dellâl olurlar.

Evet, Aziz Kardeşlerimiz! Mu’azzez Üstadımızın Dâr-ı bekaya teşriflerinden sonra muazzam bir cemâ’at-i nuraniye olarak kendini gösteren Risâle-i Nur Talebelerinin karşısında, kökü ecnebide vatan ve millet aleyhindeki bazı cereyanların tahribâtına mukabil, Risâle-i Nurdan ders alarak kardeşlerimiz, her biri a’zamî bir şevk bir gayert içinde çalışarak envâr-ı imaniyeyi her tarafa neşrettiler. Bilhassa Risâle-i Nurun bir vazifesi olan Hatt-ı Kur’aniyeyi muhafazaya çalıştılar. Evet hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeyi ilmî ve mantıkî şekilde tam ders alıp vermek ve sonra da ders alan talebelerin her biri bir muhitte hizmet etmek suretiyle yeni yeni isti’dâdların inkişafına koştular. Bilâd-ı islâmiyenin her bir köşesine dağılarak şems-i Nübüvvetin tecellisine yardım ettiler. Madem elimizdeki Risâle-i Nur gayet kuvvetli ilmî ve mantıkîdir; tek başıyla kırk seneden beri dünyaya meydan okuyor; Kur’anın i’câzını âleme neşretmiş; hiçbir ceryana hiçbir hâdiseye tâbi olmayarak bilakis bütün cereyan ve hâdiselerin fevkınde kâinat üstünde ezel ve bedin mu’azzam meselesi ve bir hâdise-i Muhammediye ve hakikat-ı Kur’aniye olarak görülmüş; bütün başlar ve akıllar üstünde Nur-u İlâhiyeyi tebliğ etmiş; ve bugün âfâk-ı İslâmiyeyi nuruyla ihâta etmiş; böylece cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeden şümullü ve umumî Kur’anî bir hakikat mahiyetini almıştır; şimdi bize düşen en mühim vazife, bu haşmetli Nur’a karşı âyineliktir.  Bulunduğumuz her yerde her zamanda her makam ve vazifede kulluk vazifemizi ifa etmek, bu zamana kadar üzerimizde tecelli ve te’âlî eden ni’metlere karşı talebelik borcumuzu yerine getirmektir. Bizim imdadımıza gelen  bu nur-ı iman hakikatlarını muhtaç kardeşlerimizin vatandaşlarımızın ellerine ulaştırmaktır.

O aziz ve azim Üstad ki, vefatından bir ay önce İstanbul ve Ankara’daki son dersinde hülâsatan verdikleri dersde hizmet-i hakikiyemizi göstermekle beraber, Risâle-i Nurun geçmiş ve gelecek devrelerine işaret buyurmuşlardır:

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil.[1]

Aynı zamanda şöylece ilave ediyor, teşcî’ ve teşvik ediyor:

Onun için Cenab-ı Hakk’a şükür Kur’an-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’aniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüzbin adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek Risale-i Nur; beşeri anarşistlikten kurtarmağa bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’anın kanun-u esasîlerini neşretmeğe vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar. [2]

Vefatından sonra çeşitli hâdislerin tazyikiyle ve câzibedâr meşgalelerin te’siriyle fütura düşmek ihtimaline biâen bizleri ikaz ediyor:

Kardeşlerim, belki ben öleceğim. Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’andan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlas-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakk’a şükür, o a’zamî ihlası kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes’ele-i imaniyeye feda eden çoktur.

Madem mesleğimiz a’zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a’zamî ihlasın iktizasıdır. [3]

Evet Aziz ve Mübârek Kardşlerimiz!

Nurlardan aldığımız hakikat-ı imaniye dersiyle ve himet-i imaniyede bulunmaktan gelen küllî alâkadarlık ve münâsebet ile herkesin ev, bahçe ve dükkân gibi cüz’î dairesine bedel İslâmiyet, Âle-i İslâm ve kâinat kadar geniş ma’nevî hayatı ve vucudî daireleri var. Herkes ihlâsına, hizmetteki himmet ve niyetine göre, âyine-i ruhuna in’ikad eden bu geniş ve ebedî âleme sahip oluyor. Bu hakikatı İhlâs Risâlelerine ve Hutbe-i Şâmiye’deki hizmet-i islâmiyeye dâir altı mes’eleye havale ediyoruz.

Bilhassa İkinci Kelime’de izah edilen imandan gelen kuvve-i ma’neviyenin dersi ve Beşinci kelimedeki meşveret-i şer’iye dersleri, herbirimiz için ne kadar elzem hakikatlar olduğu malumdur. Şu tek cümle dahi bu hakikatı ifadeye kâfidir:

Çünki bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.[4]

Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve Ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes nefsî nefsî demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfa’at-i şahsiyesini düşünmekle bin adam bir adam hükmüne sukut eder. Müslümanların hayat-ı ictimâiye-i islâmiyedeki saadetlerinin anahtarı olan meşveret-i şer’iyeye dair Altıncı Kelime ise, bir düstur-u hakikattır.

Hem herbirimiz bulunduğumuz köy, kasaba ve şehirde bu Altıncı Meselenin ihtarıyla aramızda bir şûrây-ı ma’nevî ile hareket etmekle İhlâs Risâlesinde beyân edilen;

Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. [5]

manasını elde etmeye çalışmalıyız.

Bu defa Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle ve muhterem kardeşlerimizi dualarıyla yaptığımız umumî ziyaretlerde yakinen gördük ve anladık ki, Cenab-ı Hak nihayetsiz rahmet ve keremiyle İslâm diyârını Nurunun ayrı ayrı tecellilerine mazhar has kullarıyla, Kur’an hâdimleriyle, islâmiyet fedakârlarıyla donatmış. Her yerde, her mekânda, her beldede Nurun âşıkları, imanın fedâkâr bülbülleri var. Cenab-ı Hak ebediyyen pâyidâr eylesin, muhâfaza ve devam ettirsin. Âmîn.

Evet Aziz Kardeşlerimiz! Bir hakikat-ı Kur’aniye ve mu’cize-i Furkaniye olan Risâle-i Nur enzâr-ı âleme dersini vermekte devam ediyor. Bir zaman ehemmiyetli bir vakitte, şimdi ne yapacağız diye Nurlardan tefâülde şu fıkralara karşımız çıktı:

Risale-i Nur’la mübareze edilmez, o mağlub olmaz. Yirmi senedir en muannid feylesofları susturuyor. İman hakikatlarını güneş gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.

Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur’un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler. [6]

Demek değişen her hâdisede ve tahavvülde bizim vazifemiz, yalnız ve yalnız hizmet-i Kur’aniye ve imaniyedir.

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

www.NurNet.org

Nurcuların Siyasetle Alâkaları Yoktur


Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar. Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş.. (Emirdağ Lahikası-II – 36)

Biz Nur Talebeleri, kat’iyyen siyasetle iştigal etmeyiz. Bizim yegâne emelimiz, memlekette din hürriyetinin hakikî surette temini, dine ve din ehline ve Kur’an ehli olan Nurculara karşı çeyrek asırdan beri devam eden zulüm ve tazyikin tamamıyla bertaraf olmasıdır. (Tarihçe-i Hayat – 639 / Demokrat kardeşlere tavsiye)

Elimizde nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimizde olsa, ancak Nur’a kâfi gelir.

.. Yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam “Acaba nurla beni celbedip, topuzla dövmek mi istiyor?” diye telaş eder..

.. O topuzlar ise, siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise, hakaik-i Kur’aniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adavet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte ben de nur-u Kur’anı elde tutmak için “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım..

Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’anın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor. (Mektubat – 49 / Onüçüncü Mektub)

Dinin bir hakikatını bin siyasete tercih ederim.

Hakikat-ı İslâmiye bütün siyasâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine âlet etsin. (Hutbe-i Şamiye – 57)

Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir.
Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!.. (Lemalar – 104 / Onaltıncı Lem’a)

Benim ile temas eden bütün dostlarım bilirler ki; siyasete değil karışmak, değil teşebbüs, belki düşünmesi dahi esas maksadıma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir ve olamıyor. Bana nur verilmiş, siyaset topuzu verilmemiş.
Bu halin bir hikmeti şudur ki; hakaik-i imaniyeye müştak ve memuriyet mesleğine giren birçok zâtları, bu hakaike endişeli ve tenkidkârane baktırmamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ı Hak kalbime siyasete karşı şiddetli bir kaçınmak ve bir nefret vermiştir.. (Tarihçe-i Hayat – 221 / Eskişehir Mahkemesi Müdafaatından bir kısmı)

.. kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış. (Hutbe-i Şamiye – 46)

.. O gizli münafık zındıkların garblılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeğe çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir. Hattâ Eski Said o çeşit siyaset tarafgirliğinden gördü ki:
Bir sâlih âlim kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir sâlih hocayı tenkid ve tefsik etti.
Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse, rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa, lanet edeceksin.
Bunun için Eski Said: ﺍَﻋُﻮﺫُ ﺑِﺎﻟﻠَّﻪِ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺸَّﻴْﻄَﺎﻥِ ﻭَ ﺍﻟﺴِّﻴَﺎﺳَﺔِ dedi. Ve otuzbeş seneden beri siyaseti terk etti. (Hutbe-i Şamiye – 46)

Sonuç:
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’den aldığı dersle Nur Talebelerini şiddetli bir surette siyaset aleminden men’etmiş ve “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” (Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırız) bir dusturumuzdur diye ders vermiştir..

Bundan dolayıdır ki, Risale-i Nur Talebeleri siyasetle ilgilenmezler.. Siyasete giren kişiler Nur Talebesi olamazlar.
Dost (veya kardeş) mesabesinde Nurlarla alakadardırlar…

“Fazilet Naşiri” Ne Demektir? Kimler “Fazilet Naşiri” Olabilir?

“Gözün nuru, nur-u imanla ışıklanırsa ve kavîleşirse, bütün kâinat gül ve reyhanlarla müzeyyen bir Cennet şeklinde görünür. Gözün gözbebeği de, balarısı gibi, bütün kâinat safhalarında menkuş gül ve çiçek gibi delillerinden, burhanlarından alacağı ibret, fikret, ünsiyet gibi usare ve şıralarından vicdanda o tatlı, iman balları yapar.”

İman nuruyla bakan bir gözün önünde kâinatın nasıl bir güzellik içinde belireceğini tasvir eden bu satırların kendisi de o güzellikten bir nasip almış ve tekrarına doyulmayacak bir letafet kazanmıştır. Bu satırlar, hiç şüphe yok ki, onu yazan kalem sahibinin içindekini aksettirmekte ve onun gördüğü kâinatı tasvir etmektedir. Ve bu güzellik, bu satırların kâğıda dökülüşünden yıllarca sonra, Risale-i Nur talebelerinin ruhlarında yansımaya başlamış ve bu eserlere meftun olan binlerce, belki de milyonlarca kişinin hayatlarını güzelleştirmiştir.

Risale-i Nur’dan iman dersini alan bir mü’min, muhakkak ki, kâinata “gül ve reyhanlarla müzeyyen bir Cennete” bakar gibi bakar. Fakat burada ihmal etmememiz gereken birşey vardır:

Kâinat denen o Cennet bahçesindeki güzellikler arasında bir Nur talebesinin gözüne ilk çarpan güzelliklerden birisi, hattâ birincisi, bu Nur deryasından feyiz alan ağabey ve kardeşleridir. Çünkü Risale-i Nur’un iman dersleri bir taraftan kâinattaki güzellikleri Nur talebesinin gözleri önüne sererken, diğer taraftan da o gözlerin sahibindeki güzellikleri meydana çıkarır ve başka gözlerin önüne serer. Ve bu güzellikler de, tıpkı kâinatın diğer güzellikleri gibi, herkesten önce Risale-i Nur talebeleri tarafından fark edilir.

Birbirinin faziletine naşir olanların cemaati

Bu hakikatin en parlak örnekleri, Risale-i Nur’un telif edilmeye başladığı yıllardan itibaren Bediüzzaman’ın etrafında kenetlenen insanların arasında yaşanmıştır. Onların mektuplarında birbirlerinden bahsederken kullandıkları tabirlere ve tariflere bakan kimse, bu insanların sadece etrafında birleştikleri dâvâya değil, aynı zamanda birbirlerine de sarsılmaz bir sadakat, ivazsız bir hürmet ve tarifsiz bir muhabbetle bağlanmış olduklarını görecektir. Gerçekten de onlar, Üstadlarının “Birbirinizin faziletlerine naşir olunuz” emrini can ü gönülden benimseyerek kendilerini insaniyet mertebelerinin en yüksek zirvelerine taşıyan asil bir ruh haletini sergilemişler ve arkadan gelenlere bu bakımdan tam bir hüsn-ü misal olmuşlardır.

Eskiyi küçümsemek kimin işi?

Birbirinin faziletlerine naşir olan insanların meydana getirdiği bir topluluğu mağlûp edebilecek bir kuvvet tasavvur etmek pek zordur. “İnsan-ı kâmil” ismiyle anılmaya lâyık bir manevî şahsiyet, ancak böyle bir topluluğun teşkil ve temsil ettiği şahsiyet olabilir. Ancak öyle bir topluluğu vücuda getirmek de herkesin harcı değildir; zira kendisinin değil de kardeşlerinin faziletleriyle iftihar etmek gibi bir iş, “ben”lerinden soyunmuş insanlar ister.

Kendilerinde fazilet tevehhüm edenlerden beklenebilecek şey ise, bilâkis, başkalarının faziletleri yerine kusurlarını görmek ve kendi “faziletini” bu suretle görünür hale getirmeye çalışmaktır. Kendilerinin hiçbir payı olmaksızın bugünlere kadar gelmiş bir kudsî hizmete sonradan dahil olup da evvelkileri beğenmemek, onları eksik ve hatâlı bulmak, insanların onlar hakkındaki hüsnüzanlarını kırmaya mâtuf söz ve davranışlar sergilemek, Risale-i Nur’dan ders alan bir iman hizmetkârından beklenebilecek davranışlar değildir. Bu tür tavır ve davranışlar, önü alınmadığı veya kendilerine karşı yeteri kadar teyakkuz gösterilmediği takdirde, sızdığı bünyede yayılarak o vücudu fesada uğratmak istidadını taşıyan habis bir tümör olarak görülmelidir. Şunu kesin ve tarihî bir gerçek olarak söyleyebiliriz:

Bu iman hizmetinin bugünlere kadar gelmesinde emeği geçen Nur kahramanları arasında hiçbirisi, diğer kardeşlerini küçümseyerek, hakir görerek, tenkit ederek bu işi başarmış değildir. Bundan sonra bu hizmete bir katkısı olacak olan kimseler, yine evvelkilerin güzel ahlâkıyla bezenmiş Nur kahramanlarından başkası olmayacaktır.

Kadere itiraz

Kendi ene’leri etrafında pervane olanların hiç anlamadıkları ve anlayamayacakları birşey varsa, o da, geniş ölçekte Müslümanların, dar anlamda da Nur talebelerinin selefleri hakkında izhar ettikleri hürmet ve muhabbettir. Bir kudsî dâvânın kendilerine kadar ulaşmasında emekleri geçmiş insanlara Kaderin lâyık gördüğü mümtaz mevkii havsalalarına sığıştıramayanlar, aslında Kader-i İlâhîyi hedef alan itirazlarını o insanlara yöneltirler ve sivri dillerinin yakıştırdığı yaftalarla onları gözden düşürmek isterler. Çünkü o kadar parlak ışıkların altında kendi sönük fenerlerinin kimseyi etkilemeyeceğini herkes kadar onlar da bilmektedirler. Bu konuda verilebilecek pek çok örnek vardır; ancak onları zikrederek belirli adreslere yönlendirme yapmaktan ziyade, bu hususu devamlı hatırda tutulması gereken bir hayat gerçeği olarak zikretmek daha yerinde olur. Çünkü şimdi görülen vak’alar, türünün tek örneği olarak kalmayacaktır. Birtakım sinelerde kıskançlık duygularının harekete geçmesine sebep olmak da büyük dâvâların değişmez kaderidir.

Ümit Şimşek

www.yazarumitsimsek.com

Sierra Leone’den Bayram Tebriği

Bismihi Sübhanehu

Aziz sıddık ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz Merzifon Cemaati olarak ilgilendiğimiz Sierra Leone % 65 i Müslüman % 35’i Hristiyan olan fakir ül hal bir İslam ülkesidir. Sierra Leone Batı Afrika’da olup, Dünya elmasının %70 i bu ülkede bulunmaktadır.  

Ramazan dolayısıyla gittiğimiz bu ülkeye, 200 kg Kuran-ı Kerim, Elif cüzü, İngilizce  ve Arapça Risale-i Nur  yükümüzle  gittik.

MÜSLÜMAN OLANLARIN YENİ İSİMLERİ

Yükümüzü dersaneye bıraktıktan sonra  Mile 91  şehrine  gittik. Burada Ramazan paketi ve iftar programından sonra sayıları 40 civarında nur talebeleri ile ders yapıldı. Dersleri erkekler Perşembe günü ve bayanlar Cuma günü  düzenli ders yapıyorlar. Bayanlar Risale-i Nur okumaya başladıktan sonra tesettürlerine çok dikkat ediyorlar. Bayanlardan Elizabeth ve Suzan, erkeklerden Fransis  Risale-i Nur okuduktan sonra Müslüman olmuşlar. Elizabeth Hatice ismini , Fransis ise Cibril ismini almış.  

Bu şehirdeki talebeler kendilerine Risale-i Nur talebeleri yazılı tişörtler yaptırmışlar. Burada radyo Bafit’ten düzenli dersler yapıyorlar.  Risale-i Nur derslerini çevre köy ve kasabalardan dinleyen insanlar telefon açarak bu kardeşlerle tanışmak istemişler ve telefonda bu dersleri nereden yaptıklarını hangi kitaptan okuduklarını, Üstad ve Türkiye hakkında bilgiler edindikten sonra çevre kasabalardan derslere katılmak için gelmişler ve gelemeyenler köy ve kasabalarına davet edip buralarda da  dersler yapalım diye rica etmişlerdir.

Bu kasabalardan Mayamba’dan gelen Muhammet derslere katılıyor Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman hakkında  ve bu kitapların buraya nasıl geldiği hakkında geniş bilgi aldıktan sonra ellerinde zaten yetersiz bulunan kitapların iki üçünü bu kardeşe veriyorlar.  Hizmetlerin Anadolu’da ilk yayılması gibi bu kardeş verilen birkaç kitapla Mayamba’da Risale-i Nur derslerini başlatıyor.

ELMAS GİBİ İMAN SAHİBİ OLMAK İÇİN

Biz buraya gittiğimizde derslere başlayalı 2 ay olmamış  yirmi otuz kişi ile ders yapıyorlardı. Bu kasabada  23. Söz’den mütalaalı ders yapıldı. Dersten sonra kendileri  “hakiki elmas değerinde olmak için risalelerle imanımızı güçlendirip kömür seviyesine düşmekten kurtulup elmas seviyesinde imana sahip olmalıyız” dediler. Başkente döndüğümüzde getirdiğimiz kitaplardan bu köye bir koli gönderdik.

Mayamba’da düzenli her perşembe dersler yapıyorlar.  Tropikal  bitki örtüsüne sahip bu ülkede uzak dağlar arkasında köylere kadar Kur’an-ı Kerimler ve Risale-i Nurlar ulaşmış ve okunmakta. Bu köylerden bir tanesi olan Ruçin köyüne de radyo vasıtasıyla iki üç kitap ulaşmış, düzenli bir şekilde kitaplardan ders yapıyorlar. Yeni derse katılanlardan bazıları “ben bu dersleri radyodan dinledim” diye söylüyorlar. Yani bu da gösteriyor ki İman Hakikatleri inayet-i İlahiye ile intişar ediyor ve kendini okutturuyor, muhtaç ellere ulaşıyor.

Radyo vasıtası ile bu şekilde beş altı köyde dersler başlamış ve derslerin başladığı bazı köylerde cami bile yok. Bazen de bir ağacın gölgesinde derslerini yapıyorlar ve imanlarını güçlendiriyorlar. Allah’ın izni ile Risale-i Nur dersini bir kez dinlesin inşallah imanı mahfuz kalır ve yanlış yerlere meyl etmez.

KURBAN BAYRAMINA HAZIRLIKLAR BAŞLADI

İnşallah kurban Bayramı dolayısıyla ilgilendiğimiz Gine ve Sierra Leone’de kurban faaliyeti yapacağız ve giderken yine Kuran-ı Kerim, Risale-i Nur ve Elif Cüzleri götüreceğiz.      

Tekrar geçmiş Ramazan bayramınızı tebrik eder  Alem i islama hayırlara vesile olmasını Cenab ı Allah’tan dileriz. Binler selam…                                                                                                      

Merzifon Nur Talebeleri

NurNet.Org

Nurlu Nesili Bekliyoruz (Şiir)

Haklı davaya inanmış,

Göz ile kalbi uyanmış,

Da’vanın aşkıyla yanmış,

Nurlanmış nesil geliyor,

 

Tüm engelleri aşacak,

Şerirlerden kurtaracak,

Allah adıyla coşacak,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Vatanına verecek şan,

Din le dünyaya çalışan,

Fezaları geçip aşan,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Vatandaşa hor bakmayan,

Da’vasından hiç sapmayan,

Namert onu kapamayan,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

İslama hizmet gayesi,

Hak dinden çoktur payesi,

Nurcuların sermayesi,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Pak ecdadına yar olur,

Kalbi nurla parlak olur,

Allah’ı anar var olur,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Her an Allahı yalvaran,

Çok cesur hem de kahraman,

Pâk anlı secdeye varan,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Gücünü nurlardan alan,

Yalınız Allaha  kul olan,

Bu zamanda namdar olan,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Din ile fenleri alacak,

Sembol biri yaşayacak,

Milletini kurtaracak,

Nurlanmış nesil geliyor.

 

Günlünde nur Kur’an dili,

Hem salih hem de bilgili,

Nuru imanla ilgili,

Nurlanmış nesil geliyor.

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org