Etiket arşivi: Nurşen Şentürk

Yaşlıların Yeri “Huzur Evi” Değil, Huzurlu Yaşadığı “Evi”dir!

Geriatri, 65 yaş ve üstü kişilerin koruyucu hekimlik uygulamalarıyla sağlıklı yaşlanmalarını hedefleyen ve bu yaş grubundaki kişilerin sağlık sorunları, sosyal yaşamları ve yaşam kaliteleriyle ilgilenen, kronik hastalıklarının tanı, tedavi ve takibini yapan bir bilim dalı olarak açıklanıyor. Yeni bir tabir olarak hayatımıza giren geriatri aslında her birimizin çok yakın olduğu bir kavramla birlikte yol alıyor.

Herkes sağlıklı ve uzun ömür geçirmeyi hayal eder. Gençken her şey çok daha kolay ve hızlı ilerlerken yaşlandığımızda nerede ve ne durumda olacağımız ise net değildir. Evde yaşlı bakmanın zorluğunun yanı sıra gerekliliği üzerine de düşünceler içerisindeyken konunun gerçek uzmanı ve gönüllüsü diyebileceğimiz Dünya Yaşlanma Konseyi Başkanı Dr. Kemal Aydın ile yaşlı bakımına dair pek çok şeyi Moral Dünyası dergisi okuyucuları için konuştuk.

Hastalanınca bakıma muhtaç olmak mıdır yaşlılık, yoksa güncel tabirle yaş almak yaşlı olmak için yeterli mi?

Yaşlılık ülkeden ülkeye göre değişir. Türkiye’de ortalama yaşam 75’tir; bu rakam Japonya’da 85’tir. Gelir durumu, çevresel şartlar ve genetik faktörlere göre yaşlılık yaşı da değişiyor.

Yaşlanmaktan ya da yaşlıya bakmaktan korkuyor muyuz?

Yaşlanmak kaçınılmaz bir olgu. Anne karnında kalp atışları başladığı andan itibaren her şey başlıyor aslında. Ancak yaşlanmaktan korkuluyor. Anmak, hatırlamak istenmiyor. Ancak özellikle yaşlı sağlığına sadece fiziksel olarak değil sosyal, ruhsal, manevî olarak bakmak gerekiyor.

Evde yaşlı bakmak çok sayıda insanın yaptığı bir davranış ancak çok sayıda huzur evi var, bu anlamda neler söylersiniz?

Bizim kültürümüzde yaşlıya evde bakmak ve sağlık hizmeti sunmak her zaman vardı. Hastane tarihimizde olan bir kavram değildi. Vakfiyeler, şifahaneler ile görevlendirilmiş kişiler yaşlılar için görev yapıyordu. Evde sağlık hizmeti şimdi dünyanın da yapmaya başladığı uygulamalar arasına girdi. Yaşlının en güzel bakım yeri kendi evidir; bu unutulmamalı.

Huzur evi yaşlılar için uygun değil mi?

Yaşlıları bulunduğu ortamlardan uzaklaştırmak alzheimer gibi hastalıkların oluşmasına neden oluyor. Yalnızlık ve stres, kronik hastalıkların da oluşmasına neden olabiliyor. Özellikle sağlıklı yaşlının yeri huzur evi değil huzurlu yaşadığı evidir.

Eğer yaşlıya evde bakılamıyorsa huzur evinden başka alternatif olabilir mi?

Evde bakım öncelikli tercih edilmesi gereken durum olmalı. Sağlık hizmetlerinin de evde sunulduğu, yaşlının da ailesinin yanında olması doğru olandır ama şartlara göre farklı alternatifler de şekillenebilir. Yaşam evlerinde yaşlı kişi yalnız kalmamak için aynı durumda olan insanlarla birlikte kaldığı sosyal çevresi olabilecek yerlerde kalabilir. Bunun yurtdışında çok sayıda örneği var. Bakım evleri, rehabilitasyon merkezleri gibi içeriği farklı olan yaşlıların tercih edebileceği seçenekleri yerel yönetimler, vakıflar, dernekler yeniden şekillendirmeli.

Yaşlılara karşı çok saygılı olduğumuza inanan bir toplumuz, ama evde yaşlı bakmak neden bu kadar zor geliyor evlatlara bile?

Millî ve manevî değerlerden uzaklaştığımız için yaşlı insan eve yükmüş gibi görülüyor. Büyük aile ile birlikte yaşama kültürünü de kaybettiğimizden bundan uzaklaşıldı. Oysa yaşlı bir büyüğün evde olması aile için en büyük zenginliktir. Çocuklarımızın kültürlerini öğrenmesi için evdeki yaşlı büyük önem taşır. Ancak değerlerimizden uzaklaştıkça yaşlı bakmak zor geliyor. Oysaki hepimiz yaşlanacağız ve kim ne yaparsa yaşlılığında da onu görecek.

O zaman evde yaşlı bakarken de dikkat edilmesi gerekenler var mutlaka değil mi?

Evet. Herkes kendince çok yoğun. Hayat zorlaştı. Yaşlılara belki evde bakılıyor ama evde de yalnız bırakılmamalı. Hastalıkların oluşması ve ilerlemesi bununla bağlantılı. Yalnız kalan yaşlı kendini dinlemeye başlar, hastalık hastası gibi durumlar ortaya çıkabilir. Ailenin değer verdiği, bilgi aldığı, danıştığı, önemsediği kişi olmalı evin yaşlısı. Mümkünse arkadaş ortamları oluşturulmalı, çevre ile bağlantısı devam ettirilmeli.

Yurt dışında çok tecrübesi, çalışması olan birisiniz; orada yaşlıya bakış açısı nasıldır?

Avrupa’da her mahallenin bir yaşlı konseyi var. Yardımlaşma ve dayanışma amaçlı oluşturulan konseylerde yaşlı insanların yalnız kalmaması hedefleniyor. Hollanda’da böyle bir yer açmıştık. Adına da mekân dediğimiz bu oluşumda orada yaşayan yaşlı Müslümanların bir araya gelebileceği, güzel vakit geçirilen, seminerlerin olduğu, sağlık taramalarının yapıldığı projeler hayata geçirilmişti. Şimdi de darüşşifalar kurulması hedefleniyor. Avrupa’daki Müslümanlar için hizmet alabilecekleri yerler oluşturmaya çalışıyoruz.

Türkiye’de çocuklar yaşlılıkta bakım garantisi olarak düşünülüyor. Bu durum zaman zaman kardeşler arasında bile sorunlara neden olabiliyor.

Türk toplumunda böyle bir inanış var. Bu olması gereken bir durum olarak değerlendirilse de yanlış yönetiliyor olabilir. Daha çok küçük yaşlarda “Ben sana baktım, sen de bana bakacaksın” şeklinde söylenen sözler bir anlamda bağlayıcı görülebiliyor, bu zamanla itici hale bile gelebilir. Elbette ailenin, komşuların, mahalle kültürünün yaşlı üzerinde sorumlulukları vardır ancak bunu dengeli şekilde yürütmek gerekir. Bakım fonu ve bakım sigortası olduğunda bu konu ile ilgili sorunlar azalacaktır.

Devlet evde hasta bakan kişiye yardım ediyor mu?

Hiçbir geliri olmayan kişilere bakım parası şeklinde bir destek veriliyor. Evde sağlık hizmetleri sunuluyor.

Evde yaşlısı olanın bilmesi gerekenler nelerdir?

Evde yaşlısı olanların öncelikle internet hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Çünkü bu konuda her türlü bilgi internet üzerinden kolaylıkla bulunabilir. Evinde yaşlı bakan insanlar kaymakamlıklar, belediyeler, İnsan Hakları Danışmanlıkları, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi pekçok yere başvurarak yardım alabilirler.

Danışmak ve öğrenmek, evde yaşlı bakan insanlar için yapılması gereken en önemli davranıştır. Fiziksel aktiviteler, beslenme ve ev içerisinde dikkat edilmesi gerekenler hakkında da ev doktorlarından bilgi alınmalı ve yaşlılar için hasta olmadan koruyucu sağlık açısından neler yapılmalı, bu konuda doktorlara danışılmalı…

Aileler kendini bu konuda kendilerini nasıl motive etmeli?

Yaşlı bakımında en büyük motive Allah rızası düşünülerek hareket etmektir. Yaşlıya sevgi ve hürmet ile bakmak, merhamet duymak insanlık görevidir aynı zamanda… Yaşlıya bakmaktan kaçmamak gerekir. “Ah keşke bir ihtiyar olsa, duasını alsak” denilen zamanlar yaşanabilir insan hayatında…

Huzur evlerine ihtiyaç kalmadan yaşlıların evlerinde ailelerinin yanında vakit geçirmelerini sağlamak gerekir. Yaşlıya bakmayı yük olarak değil fırsat olarak görmek gerekir. Ayrıca yaşlı hakları göz önünde bulundurularak davranılmalı, iki taraf da rencide edilmeden kanunlara uyarak bakım söz konusu olmalı.

Yaşlı insanlara nasıl destek olunmalı?

Yaşlı insanlar sağlıklı oldukları dönemlerde de, hasta olduklarında da, evlerinde ya da aileden birinin yanında, ev ortamında yaşam sürmeyi tercih ediyor. Uzmanların da ortak görüşü, yaşlıların evde olması, bakımının ve hizmetlerinin evde karşılanmasının daha olumlu olacağı yönünde… Evde yapılacak bir takım düzenlemeler, öğrenilen müdahale bilgileri, takip açısından gösterilmesi gereken özenle evde yaşlı bakımını hem bakan hem de bakım durumunda olan kişi için olumlu geçirmek mümkün.

·      Mutfak ve banyoda yaşlıya zarar verebileceğini düşündüğümüz ufak önlemler alınabilir. Düşme ve kaymaların sık yaşanabileceği dikkate alınarak bu anlamda evdeki halı ve yolluklar gözden geçirilmeli, kaymaları engellenmelidir.

·      Yaşlı insanlar çok hasta değilseler evde hareket etme noktasında özgür bırakılmalı ancak kontrolü ve tedbiri de elden bırakmamalıdır.

·      Kronik rahatsızlıkları olan bir yaşlı ile aynı evde olan herkesin yaşlının kullanmış olduğu ilaçları bilmesi gerekir. Acil durumlarda yapılacak müdahaleler için ev halkının ortak bilgi sahibi olması, hastalıkla ilgili önemli bir gelişme olduğunda ilk anda yapılması gerekenden başlayarak aranacak doktor ve hastanenin belirlenmesine kadar bir birikim söz konusu olmalıdır.

·      Doğru beslenme birçok rahatsızlığın önlenmesi için önemlidir. Yaşlılar bazen öğün atlayabilir ya da yanlış gıdalarla beslenebilirler. Özellikle bazı sağlık problemleri sözkonusu ise doktorun belirlediği diyet doğru bir şekilde uygulanmalı.

·      Giyinme, soyunma, banyo, yemek yeme gibi günlük aktiviteleri kişinin mümkün olduğunca kendisinin yapması sağlanmalı. Yaşlının durumuna ve ihtiyaçlarına göre yalnızca gerekli olan durumlarda yardımcı olunmalı.

·      Yaşlılıkta reflekslerin yavaşlayacağı, hareketlilikte dengenin zayıflayabileceği göz önünde bulundurulmalı, hareketlilik mümkün olduğunca kısıtlanmamalı ancak gereksiz ve tehlike yaratabilecek hareketlerden de kaçınılmalı.

·      Kendisinin ve evin günlük ihtiyaçlarından doğan aktivitelerin en azından bir kısmına dâhil edilmeli, yaşlının fiziksel koşulları elverdiğince ve güvenliğini riske atmadan günlük aktivitelerin kendisi tarafından devam ettirilmesi sağlanmalı.

·      İlaç kullanımı ya da diğer tedavilerin düzenli ve hatasız olarak devamlılığı sağlanmalı. İlaç kullanımı ya da diğer tedavilerle ilgili problemler, yaşlının herhangi bir tedaviyi reddetmesi durumu mutlaka sağlık profesyonellerine bildirilmeli.

·      Yaşlılıkta hafızanın zayıflaması unutkanlığın artmasına sebep olabilir. Bunun için yaşlıları daha öncesine göre daha fazla yazarak, not alarak yaşamaya alıştırmak gerekebilir. Ayrıca bazı hatırlatıcı sistemlerin en basit olarak evin belli yerlerinde notların kullanılması faydalı olabilir.

·      Yaşlıların bulunduğu ortamlar iyi havalandırılmalı, diğer taraftan ortam sıcaklığına da dikkat edilmeli. Normal vücut sıcaklığının korunması önemli.

Nurşen Şentürk

MoralDunyasi.com

Bilgisayar oyunları çocukların ruhuyla oynuyor!

Sek sek, yakar top, saklambaç, körebe, misket… Coşkulu bir kalabalıkla sokaklarda, sevinç çığlıklarıyla oynanan oyunların belki de ilk akla gelenleri bunlar . Mahallenin çocuklarıyla bir araya gelip akşam ezanlarına kadar oynanan eğlenceli, hareketli ve farkında olmadan bize çok şey öğreten oyunlar. Şimdilerde ise özellikle apartman dairelerinde büyüyen çocukların isimlerini bile bilmedikleri bu oyunlar aslında kural koymayı, sorumluluğu, sosyalleşmeyi öğreten birer araçtı.

“Oyun çocuğun yetişkinliğe ait rolleri öğrendiği okuldur” diyen Yrd. Doç. Dr. Hasan Doğan, gün geçtikçe gelişen teknolojinin pek çok alanda olduğu gibi çocukların oyun kültüründe de değişikliklere neden olduğuna dikkat çekiyor. Evlerinde, odalarında sıkışmış çocuklara özellikle aileleri tarafından kimi zaman “gözümün önünde olsun” diyerek kimi zaman da sadece sessiz durması ve anne ve babayı rahatsız etmemesi için bilgisayar ekranları teslim ediliyor. “Sadece oyun oynamasına izin veriyoruz” diyerek kendilerini savunan ailelere, çocuklarını nasıl tehlikeli sularda yüzdürdüklerinin kanıtını uzmanların açıklamaları ortaya koyuyor.

Oynanan oyunların çocuğun gelişimi açısından olumlu katkı sağladığı tartışılmaz bir gerçekken ekran karşısında tuşlara basarak kazanılan oyunların bir başarı göstergesi olmadığı da biliniyor. Yrd. Doç. Dr. Doğan, gerçek hayatın yaşatma, yardımlaşma ve fedakarlık üzerine kurulu olmasına rağmen sanal oyunların birçoğunun çocuklara bu değerlerin tam tersini aşıladığını savunuyor.

Bilgisayar ekranından yansıyan ve adı kadar masum olmayan çocuk oyunları çocuklara güçlü olanın her şeyi yapabileceği, kazanmak için gösterecekleri hırsın haklı olduğunu ve sonuca varmak için etrafındakileri geçmesi gerektiği gibi duyguları yaş sınırlaması olmadan acımazsızca sunuyor. Henüz okul çağına bile gelmeyen pek çok çocuğun bilgisayarı kendi kendine açıp kapayarak oyun oynaması toplumca yetenek gibi algılansa da, yaş ortalamasına göre seçilmeyen oyunlar çocuklarda ciddi psikolojik problemlere neden olabiliyor. İnsanlar ve hayvanlar öldürülerek puan toplanan oyunlar, çocuğun merhamet duygusunu tüketiyor. Şiddetin ekranlarda bir başarı aracı gösterildiği oyunlar, ahlaken içeriği tartışmalı oyunlar da yine çocukların zihinlerini kirletiyor.

Aile birliği önemli

Sokağa çıkıp yaşıtlarıyla oyun oynama imkanı bulamayan çocukların teknolojik araçlarla erken tanıştığını söylenen Psikolog Özlem Kandemir, hiçbir çocuğun kendi kendine bilgisayar oyunlarına ulaşmadığı gerçeğini vurguluyor ve ailelere büyük rol düştüğünü, bilgisayarın çocuk bakıcısı muamelesi görmemesi gerektiğini belirtiyor. Kandemir “Anne babalar, ‘aile birliği’ne önem vermeli, eşler, çocuklarına ve birbirine zaman ayırmalı. Eğer aile üyeleri saatlerce televizyona, dizilere, bilgisayara vakit ayırıyorsa çok büyük bir sorun var demektir. Televizyonun, bilgisayarın başından ayrılmayan ebeveynler, çocuklarına ders çalışma alışkanlığı kazandıramazlar. Ne kadar çalışılması gerektiğini anlatırlarsa anlatsınlar, anlattıkları adeta masal gibi gelecektir çocuklar için. Önce anne-baba televizyon ve bilgisayarın başından ayrılmalı ve örnek olmalı. Anne-babalar emir/komut vermemeli; çocuklarını dinlemeli, onlara sevgisini söz ve davranışla göstermeli, kaygılarını, korkularını, sorunlarını dinlemeli, birlikte çözüm bulmalı. Ailelerin belli bir ölçüde bu tip oyunlara kısıtlama getirmesi, çocukların sosyal aktivitelere motive edilmesi bilgisayardan uzaklaşmanın en önemli yolu” diyor.

Şiddet içerikli oyunların çocuklarda saldırgan tavırlara yol açtığına dikkat çeken Psikolog Kandemir, ailelerin oyunların içerikleri ve çocukların bilgisayar karşısında geçirdikleri süre konusunda hassas olması gerektiğini savunuyor. Öte yandan kontrollü ve aile büyüklerinin katılımının da olacağı oyunların yararlı yanlarının da olduğuna da değinen Kandemir, küçük ama önemli değişikliklerle bilgisayar oyunlarına ayrılan vakti farklı ve yine eğlenceli zamanlara dönüştürmenin yine ailenin elinde olduğunu söylüyor.

Bağımlılığa dikkat

Çocuklar oyun oynarken streslerini atarlar, özgürlüklerini yaşarlar. Oyun oynamak çocuğun en temel hakkı. Problem çözme yeteneği, özgüven, el becerileri, sosyal yetenekler yine oyun oynarken gelişiyor. Yaşıtlarıyla, yine yaşlara uygun seçilen her oyun çocuğa mutlaka bir şeyler katar, onu zenginleştirir. Oyun ve oyuncağın ve bununla birlikte arkadaşın önemi elbette çok büyüktür. Ancak tüm bu duygular ve değerler bilgisayar ekranı karşısında tek başına sessizce sadece tuşlara basarak kazanılamaz. Modern çağın sorunlarıyla beraber saatlerini bilgisayar oyununun büyüsüne kapılmış bir şekilde tüketen çocuklarımıza yeni yollar göstermek, arkadaş edinmelerini, sosyalleşmelerini sağlamak anne ve babanın zorunlu görevlerinden biri oluyor.

Oyun genel anlamda çocukların gelişimlerine katkı sağlayan bir araçken oyunların bilgisayar karşısında oynanmasının çocukların gelişimine nasıl yansıdığını Uzman Pedagog ve Pedagoloji Derneği Başkanı Mehmet Teber ise şöyle açıklıyor: “Klasik oyunlarda, sokak oyunlarında bir etkileşim vardır. En az iki kişi konuşarak, yarışarak, eğlenerek oyun oynar. Çocuk bu süreçte iletişim kurmayı, kurallara uymayı, sıra beklemeyi öğrenir. Ancak bilgisayar oyunları ilk olarak sosyalleşmeyi keser. Çocuk oyunu cansız bir nesne ile etkileşime geçerek oynamaya çalışır. Konuşmak, iletişim kurmak, başkasına saygı duymak gibi beceriler bilgisayar oyunlarında kazanılmaz. Bilgisayar oyunları sosyal gelişimi çok olumsuz etkiler. Pasif, edilgen, diğer insanlarla iletişime geçemeyen çocuklar yetiştirir. Bunun yanında fiziksel gelişimi de olumsuz etkiler. Çünkü bu oyunda hareket yoktur. Sürekli oturma vardır. Bu durum kas-kemik gelişimini olumsuz etkilediği gibi, obezite sorunlarına da kapı açar. Klasik sokak oyunlarında ise hareket vardır. Tırmanma, atlama, koşma, zıplama gibi hareketlerle oynanan sokak oyunları fiziksel gelişimi ve kas gelişimini destekler. Yani, iki oyunu da gelişim açısından aynı kefeye koymak mümkün değildir.”

“Çocukluk döneminde zihne giren görüntülerin, bilgilerin kalıcı izler bıraktığı gerçeğini” hatırlatan Pedagog Teber, öldürmek, kan akıtmak gibi hayatta pek az görülen eylemleri oyun sırasında binlerce kez görülmesinin hatta oyun karakterlerine bürünerek çocuğun bizzat eylemi gerçekleştiren kişi gibi bir pozisyonda olmasının şiddete olan eğilimi artıracağını ve sorun çözme konusunda şiddetin bir alışkanlık haline dönüşmesini kolaylaştıracağını söylüyor.

Çocukların tertemiz olan dünyasını nokta nokta kirleten oyunlar önce rüyalarına girerek onları olumsuz etkiler, zamanla davranışlarına da dönüşebilir. Oyun oynamayı öğrettikten sonra yasaklamanın bir çözüm olmadığını ifade eden Teber, ailelere farklı yöntem önerilerinde bulunuyor. “Çocuklara, hatta mümkünse çocuğun oyun oynayabileceği yakın çevredeki çocuklara sokak oyunlarını öğretmek gerekiyor. Bu imkan yoksa evde de oynanabilecek katılımlı oyunlar seçilmeli ve denenmeli. Bunların yanı sıra yine önlem olarak bilgisayar oyunu oynamayı bir hak değil ailenin karar verdiği bir ödüle çevirmeli” diyen Teber, tüm bu yöntemlerin yanında ailelerin eğitici bilgisayar oyunları da araştırmaları gerektiğini de ifade ediyor. Bütün bu süreci ve çocuğun kendi iradesiyle bilgisayar oyunlarından uzak kalmasını beklemenin anlamsız olduğunu söyleyen Teber, oyunları hazırlayan profesyonellerin ekran karşısında daha fazla vakit geçirmek için hedeflendiğini ve oyunların zamanla bağımlılık yapması amacıyla üretildiğini söylüyor..

Teber, çocukların teknolojik araç gereçlerle, bilgisayar oyunları ile tanışması konusunda ailelerin aceleci olmaması gerektiğini ve bilgisayar kullanmanın bir yetenek ya da zeka göstergesi olmadığının da altını çiziyor. Çocukların en az 7 yaşından önce hiçbir teknolojik aletle muhatap olmaması gerektiğine dikkat çeken Uzman Pedagog Teber, aksi halde bağımlılığın kapısının aralandığının uyarısını yapıyor.

Bağımlı çocukların durumumun her bilgisayar oyunu oynayan çocuk gibi olmadığına işaret eden Teber, bağımlılık belirtilerini şöyle sıralıyor:

• Vaktinin çoğunu bilgisayar karşısında geçiriyorsa, oturduğunda uzun süreli kalıyorsa,

• Gerçek hayattaki oyunları oynamıyor ve sevdiği başka etkinlikleri yapmıyorsa,

• Bilgisayarla vakit geçirmediği zaman sıkılıyor ve huzursuz oluyorsa,

• Ödev yapması ve ders çalışması gereken zamanı bilgisayarla geçiriyorsa,

• Bilgisayarı sosyal faaliyetlerine ve arkadaşlarına tercih ediyorsa,

• Öğretmenleri de çocuğunuzla ilgili farklılıklar gözlemlemişlerse bağımlılıktan şüphelenebilirsiniz. Bu durumda çocuğunuzun bilgisayar kullanımıyla ilgili adım atmak gerekir. Bu adımların ilki çocuğunuzu ve yaşadığınız durumu kabullenip çözüm arayışına girmektir.

Sonuç

Çocuğun vaktini geçirmesi için bir oyalanma vesilesi olan bilgisayar oyunları kontrollü bir şekilde takip edilmediğinde bu gibi sorunlara yol açabiliyor. Enerjilerinin ve zekâlarının doruğunda olan çocuklar ise modern çağın getirdiği yalnızlıkla erkenden tanışarak arkadaştan yoksun, düşüp kalkmanın olmadığı bir büyüme sürecine giriyor. Oyun parklarının, arkadaş gruplarıyla kurulan oyunların zevkini yaşayamayan çocuklar tek eğlenceyi ekran karşısında arıyor.

Gün be gün ilerleyen teknolojiyi hayatımızdan çıkarmak zor olsa da yararlı kullanma konusunda gayretli olmalı ve aile içindeki kuralları birlikte belirleyerek sınırları belirlemek gerekiyor. Unutmamalı ki çocukların güzel vakit geçirdiğine inanması çok da zor elde edilen bir şey değil. Önemli olan özveriyle, sabırla onlara oyun için vakit ve ortam ayırmayı sağlamak; iletişim kurarak, sosyalleşerek ve gerçek manada oyun oynamasının yollarını aramak gerekiyor.

Nurşen Şentürk

MoralDunyasi.com

Cemaat halinde olmak farkındalığı, hissetmeyi ve şükretmeyi artırıyor!

“Aylar, yıllar koşturarak geçiyor, hiçbir şey anlamıyoruz” diye yakınıyoruz pek çoğumuz. Geçen zamanın hızı aynıyken bizler yaşadığımız tempolu hayatlarda kimi zaman hayatın kendisine fırsat tanımadan hesapsız bir koşturmaca içerisinde olabiliyoruz. En küçüğünden en büyüğümüze herkesin çok yoğun olduğu, daha doğrusu yoğun olduğunu iddia ettiği bu çağda hiç bir şeye fırsat bulamadan, hayatı anlamak için vakit ayırmadan, en acısı fark etmeden, hissetmeden ve şükretmeden yaşıyoruz.

Oysaki ömrümüzün tekrarının olmadığını hatırlamak, hayatın içerisindeki sayısız konuyu, kavramı, insanı anlamak için “ara vermeliyiz”. Sürekli koşturmamız gerektiğini işaret eden hislerimiz olsa da, kalbimizin asıl ihtiyacı olan fark etmeyi yaşatmak, buna zaman ayırmak gerekiyor. Farkındalığı yaşayarak hislerimizin kuvvetleneceğini, bakış açımızın değişerek şükrümüzün artacağına inanmak ve bunu uygulamak gerekiyor.

Fark etmek için yavaşlamak gerek

Sosyolog ve Uzman Aile Terapisti Nazlı Özburun “Hayatı fark etmek için önce başımızı kaldırıp etrafımızda olup bitenlere bakmak gerektiğini” söylerken Moral Dünyası okuyucularına hayatı, toplumu fark etmenin ipuçlarını veriyor. “Hayatı koşturmaca içinde alelacele yaşıyoruz” diyen Özburun, sözlerine şöyle devam ediyor: “Hayat felsefesi olarak eskiden bizlere büyük balığın küçük balığı yediği öğretilirdi. Şimdiyse hızlı balık yavaş balığı yutar diye inandırıldık. Sanıyoruz ki daha fazla olan, daha hızlı olan, daha çok olan her zaman en iyisidir. Ama modern hayat, durumun öyle olmadığını mutsuz insanlar üreterek her geçen gün gözümüzün içine sokuyor” diyor.

Özburun, farkındalık kavramının yitirildiğini belirtirken, internetle beraber değişen hayatımızın farkındalığımızı da değiştirdiğini söylüyor. “Farkındalık sadece aklımızla yakalayabileceğimiz bir hal değildir” diyen Özburun “Farkındalık tüm duygularımızla, bedenimiz ve ruhumuzla hayatın içinde olduğunu hissedebileceğimiz bir içinde olma halidir. Mesela duygularımızın ne kadar farkındayız. Her bir duygumuzun kendimizle ilgili yaşadıklarımızla ilgili neler söylediğini okuyabiliyor muyuz? Herkes bunu düşünmeli” şeklinde konuşuyor. Özburun, fark ederek yaşamanın yolunun önce yavaşlamaktan geçtiğini, kendi duygularımıza döndüğümüz zaman sonrasının geleceğini savunuyor.

Toplumdan uzak yaşamak yalnızlaştırıyor

Toplumu, çevreyi anlayarak yaşamak aslında yaşamak tabirinin karşılığı gibi düşünülebilir. Kendi halinde, çevresinden habersiz olmanın tercih edilmesinin revaçta olduğu günümüzde toplumdan haberdar olmanın gerekliliğini ise Özburun şöyle ifade ediyor: “İnsan içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve toplumu kendi duruşuyla ve tercihleriyle etkiler. Ben cemaat halinde yaşamanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Farkındalık açısından kim olduğunu ve ne olmak istediğini anlama açısından cemaat halinde olmak çok önemli, canlandırıcı etkilere sahip. Apartmandaki komşulardan haberdar olmak, toplumun aktüel meseleleriyle ilgilenmek günümüzde çok daha önemli. Toplumdan yalıtılarak yaşamaya çalışmak insanı yalnızlaştırır ve yorar. İnsanı içinde yaşadığı gerçeklikten koparır. İlişkilerde doğru duruş sergileyebilmeye engel olur. Bu nedenle insanın içinde yaşadığı toplumu ve toplumsal dinamikleri bir yere kadar takip edebilir, algılayabilir olması önemlidir.”

Özburun, “Gündemdeki olayları yorumlamak, anlamak için neler yapılabilir” sorusuna “Selçuklularla başlayan Osmanlıyla devam eden bir tarihsel sürekliliğimiz var ve her daim olaylar farklı görünse de temelde aynı dinamiklerden besleniyorlar. Bunları görebilmek insanın olayları değerlendirirken ve olaylara tepki verirken daha gerçekçi olabilmesini sağlıyor” diye cevaplıyor. Özburun, gerçekçi değerlendirme olduğunda günübirlik manipülasyonlara gelinmeyeceğini, olayları değerlendirirken duygularını yönetebilmeyi, durumu toplumsal sağduyunun lehine çevirecek bir söylem ve duruş sahibi olabileceğine de işaret ediyor.

Farkındalık Twitter ve Facebook ile sağlanmaz

“Toplum içerisinde derneklerle bağlantılı olmayı farkındalık için bir adım sayabiliriz. Memleketli olma ruhu insanın ait olma ihtiyacına iyi gelen bir duruş” diyen Özburun, tarafgir olmaya ve her şeyi memleketçilik paydasında değerlendirmeye ve bir süre sonra konservatif olmaya doğru gitmemek şartıyla dernek faaliyetlerinde olmayı öneriyor. Özburun konu ile ilgili olarak memleketle ilgili bağlantıların koparılmamasının ve yeni bağların kurulmasının da insanın farkındalığa katkıda bulunacağını ve insanların mutluluk nedenlerinden olacağını söylerken, memleketten haberdar olmak ile dünyadan haberdar olmanın ayrı düşünceler olmadığının da altını çiziyor.

Dünya üzerine yaşanan olaylara karşı kayıtsız kalınamayacağını belirten Özburun, “Dünyadaki her şeyle ilgili bir ruhumuz var. Dolayısıyla hiçbir şeye kayıtsız kalamıyoruz. Darbelerle üzülüyor, güzel haberlerle seviniyoruz. Hayvanat bahçesinde yeni doğan bir ayı yavrusunun biberonla beslenmesine memnun olurken Afrika’daki aç bir insanı gördüğümüzde mutfaktaki kurumuş ekmekler ve şükürsüzlüğümüz geliyor aklımıza. Yanardağ patlasa yanımızda patlamış kadar üzülüyoruz. Demek ki her şeyle alakadar bir yapıya sahibiz. Haberlerle ilişkimiz sadece verilen haberlerin yönlendirdiği gibi kalırsa sürekli üzülen ve bir süre sonra da duyarsızlaşan canlılara dönüşme tehlikemiz var. Bazen bizim başımıza gelmez sandığımız bir duyarsızlıkla sanki film seyrediyormuş gibi olabiliyoruz” diyor. Özburun, farklı bir beslenme kanalımız yoksa ve yaşamsal farkındalığı haber kanalları üzerinden veya Twitter, Facebook gibi sanal ortamlar üzerinden yaşıyorsak bir süre sonra gerçeklik algımızın bozulabileceği uyarısında bulunuyor.

Nurşen Şentürk

Moral Dünyası Dergisi

Hayırlı eş için “Ya Vedud”, unutkanlık için “Ya Rahman”

Dr. Ender Saraç, son kitabı “Artık Ruhunu da Besle”de Allah’ın isimlerinin insan üzerindeki yansımalarını bir doktor olarak ele alıyor. Kitabında insanın maddi ve manevi hastalıklarından Allah’ın hangi ismini zikrederek kurtulabileceklerine dair bilgiler veren Saraç, manevi tekamül için 40 günlük bir diyet öneriyor.

Yaptığı televizyon programlarıyla daha fazla tanınan, yazdığı kitaplarla geniş kitlelere sesini duyuran Dr. Ender Saraç, bu kez farklı bir sesle karşımıza çıkıyor. Zayıflamanın, sağlıklı yaşamanın sırlarını hekimlik boyutuyla hastalarına ve takipçilerine anlatan Saraç, yaşadığı manevî deneyimlerini uzman kişilerden aldığı destekle samimi bir ifadeyle okuyucularla paylaşıyor. Her halimizin Allah’ın güzel isimlerinin yansımaları olduğunu söyleyen Saraç, 99 ismin anlamlarının peşinde duanın gücüne dikkat çekiyor. Hastalıklarımızın pek çoğunun yaşadığımız stres, sıkıntı, manevî bunalımlar olduğunu gözlemleyen Saraç, her bir esmanın izinden nasıl gitmemiz gerektiğini, manevî gıda almadan sağlıklı olamayacağımızı söylüyor.

Yıllardır yaptığı doktorluğunda yüz binlerce hastayla karşılaşan Dr. Ender Saraç, hastalıkların büyük çoğunluğunun psikolojik nedenlere bağlı olduğunu, yaşanan manevî boşlukların bir süre sonra bedene yansıdığını söylüyor. Maddî açıdan ilaçlar, diyetler tavsiye edilse de ruhsal sorunlar çözülmediğinde tesirlerin geçici olduğuna dikkat çekiyor. Herkesin manevî bir beslenmeye ihtiyaç duyduğu gerçeğini fark eden Saraç, yaptığı tüm araştırmalar, okumalar, aldığı eğitimler sonucunda geldiği noktada en noksansız ve eksiksiz kaynağın Kur’an-ı Kerim olduğunu, en büyük huzur ve şifa kaynağının da İslamiyet olduğunu söylüyor.

Saraç, ruhun vitaminlerini doğru kullanmak, içimizi bunaltan, tarif edemediğimiz sıkıntılarımızı giderecek olan manevî detoks olarak adlandırabileceğimiz tüm ipuçlarını Allah’ın güzel isimlerinde bulabileceğimizi ifade ediyor.

Hayy Kitap tarafından yayınlanan “Artık Ruhunu da Besle” kitabında Dr. Ender Saraç bilinen kimliğinden ziyade farklı bir bakış açısıyla yaralı ruhları tedavi etmeyi hedefliyor. Yıllarca sağlıklı beslenme konusunda önerileri takip edilen Saraç, doğumdan ölüme kadar yaşamın her anında Allah ile kurulması gereken yakınlığı, O’nun isimleriyle yakalanabilecek manevî iklimi işaret ediyor.

“Yüce Allah’ın sıfatları gibi isimleri de sonsuzdur. Ama kullarına bildirdiği ve her kulunda yansımaları olan isimleri 99’dur. Dua en büyük kuvvettir. Dua ederken Esmaü’l-Hüsna’nın bizdeki tecellisini ve enerjik açılımını bulmaya ihtiyacımız var” diyen Saraç, esmaların ruhun vitamini olduğunu, nasıl vücutta B12 vitamini eksik, çinko düşük, demir fazla, kansızlık var gibi eksiklikler saptanıp gerekli takviye yapılıyorsa duada da manevî eksikliklerimizi anlamaya çalışmak ve Allah’ın isimlerine sığınarak yardımı yine ondan istememiz gerektiğini belirtiyor.

Kitabında Esmaü’l-Hüsna’ya detaylı ve samimi bir ifadeyle değinen Dr. Saraç, hayatımızın her döneminde her bir esmanın cilvesinin bize kendini gösterdiğini, çoğu zaman farkında bile olmadan yükselip alçaldığımızı, daralıp ferahladığımızı ve tüm bunlara hakiki manada kafa yorulup düşünülmediği için de manevî rahatlığın olmadığını söylüyor. Oysaki deneyimleyerek yaşadığımız her hal Allah’ın kuluna sunmuş olduğu bir yansıma.

Saraç, kitabında insanoğlunun kendinde hangi ismin daha fazla tecelli ettiğine dikkat etmesi gerektiğini, bununla beraber yaşadıklarına daha farklı anlamlar yükleyeceğini belirtiyor. “Kim niye daha geç yaşlanıyor? Kimin işi bir türlü rast gitmiyor? Kim çabuk hasta oluyorken, kim hemen sinirleniyor?” gibi soruların cevabı Allah’ın isimleri hakiki manada bilinirse çok da zor değil. Geç yaşlanan birinde Hayy ismi çok iyi çalışıyorken, hayatta bir anda her şeyi yıkılan insanda Darr ismi baskın görülüyor. Her işi kolaylıkla hallolan birinde Rauf, Nafi, Veliyy gibi isimler katalizör görevi yaparken, uğraşmasına rağmen başarı elde edemeyen birinde ise Müzill ismi yansıyor.

Allah’ın şefkat ve merhamet dolu, müşfik esmalarının, yıkıcı ve öğretici esmalarından daha çok olduğuna dikkat çeken Saraç, Allah’ın her kulunu nurundan, sevgisinden yaratmış olduğu gerçeğine değinerek tekamül etmemiz için yaşamamız gereken ruhsal deneyimler olduğu hakikatine de parmak basıyor. Saraç, Allah-u Teala’nın güzel isimlerini zikretmenin insanın içindeki enerji akışını artıracağına, böylelikle de güç kazanacağına değiniyor.

40 günlük tefekkür diyeti

“Bir hastanın kansızlık belirtileri bellidir ama yine de mutlaka bir tahlil yapılarak sonuca bakılır. Nasıl ki maddî bir rahatsızlıkta sonuca varmak için bir araştırma inceleme süreci varsa manevî şifa aramalarımızda da bu süreci kendimiz yapmalıyız” diyen Dr. Saraç, manevî zaaflarımızı herkesten çok kişinin kendisinin bildiğini ve eksikliklerimiz ve iyi yönlerimizle yüzleştikçe Allah’ın bizde yansıttığı esmaların izlerini bulacağımızı söylüyor. “Mesela bir çocuğun başını okşayıp sevdiğinizde yaşadığınız duygu Vedud isminin coşmuş bir tezahürü olabilir. Ya da tersini düşündüğümüzde sevdiğiniz kişilerden gereken ilgiyi alakayı görmediğiniz de Vedud isminin eksikliğiyle karşı karşıya olabilirsiniz. Bu duygulara erişmek için manevî vitaminlerin peşinde olmak nasıl rahatsızlandığımızda taze meyve suyu içerek ayaklanmak istediğimiz gibi zikirlerin enerjisini bedenlerimize içirmeliyiz” diyor kitabında Saraç.

“Artık Ruhunu da Besle” diyerek yola çıkan Ender Saraç kitabında duanın, ibadetin ve zikrin insan yaşamındaki olumlu yansımalarını samimi bir paylaşımla aktarıyor. Kitabında ayrıca özel bir bölüm ekleyen Saraç, okuyucularına 40 günlük bir tefekkür diyeti de öneriyor. Çalışma hayatının içerisindeki tempodan sıyrılmaya çalışarak bir ruhsal arınma isteyenlere günlük olarak sunduğu diyet tavsiyesinde yine negatif düşüncelerden uzaklaşmak ve huzurlu olmaya çalışmak temel amaç olarak görülüyor. Saraç, 40 günlük tefekkür diyetinde, aşırı duygulardan uzak durmayı, muhakeme yapılacak zaman dilimleri ayırmayı, zikirlerden uzak kalmamayı ve beslenmeye dikkat etmeyi öneriyor.

“Allah’ın kemalî sıfatları, merhamet ve sevgi dolu sıfatları, celal ve yakıcı sıfatlarına göre daha fazla” diyen Saraç ”Dua mü’minin silahıdır” hadis-i şerifi ışığında 99 ismi ayrıntılarıyla anlatıyor. Yıllar boyu hastalarına yeşil çayı, sağlıklı yemekleri öneren bir doktorun tüm bunların yanında manevî boşluklara Allah’ın isimleriyle şifa bulunması gerektiğine işaret etmesi belki de yıllardır bilim ile dinin ayrı yollar olduğunu savunan zihniyetin uzaklaştığının kanıtı olabilir. Çünkü her bilgi zaten Allah’ın takdirinde ve izindedir diyebiliriz. Yaşanan manevî boşlukların ya da uzaklaşılan kalbî hasletlerin bir süre sonra vücuda yansıması kaçınılmaz bir son olabiliyor. Bizler hem bedenimize hem de ruhumuza iyi bakmakla mükellefiz. Dr. Ender Saraç, Allah’ı her an zikretmek gerektiğini vurgularken, “Her halimiz Allah’ın bir esmasının karşılığı. Bu nedenle bize verdiği her olayda, durumda O’nu anarak ve O’ndan yardım isteyerek verdiği enerjilerden yararlanmalıyız” diyor.

Kim hangi ismi daha fazla zikretmeli?

Allah’ın isimlerinin insan ruhundaki şifasını kaleme aldığı kitabında tek tek isimlere dair notlarını aktaran Saraç, isimlerin tek başına çekilebileceği gibi peşpeşe aynı yöndeki isimlerin de zikredilebileceğini söylüyor. Allah’ın her türlü eksikten uzak ve temizliği ifade eden Kuddus ismi, hakkında çok gıybet edilen ve iftiraya uğrayan insanların yardımına yetişiyor, aynı zamanda kendisi de gıybet hatasına düşmüş kişilerin temizlenmesi için Kuddus ismini çokça zikretmesi gerekiyor. Ayrıca Kuddus ve Halık isimlerinin birlikte çekilmesi vesveseden kurtulmaya vesile oluyor.

Dünyanın eğiminin bir derece sapmasıyla bile her şeyin yerle bir olacağı bir sistemde acizliğimizin büyüklüğü karşısında sığınacağımız isimlerden biri de her türlü tehlikeden kullarını sigortalayan, güvenliğe çıkaran manasındaki Selam ismidir. Günlük hayatımızda bizim ya da sevdiklerimizin başına her an gelebilecek olan tehlikelere karşı esenliğin kaynağı bu isimde saklı.

Yazarın kendi yorumuyla Allah’ın en çok sevdiği sıfatlardan biri olduğuna inandığını söylediği Mü’min ismi ise gönüllerdeki iman ışığını yakan bir isim. Mü’min ismi, imanî konuda yaşadığımız tedirginlikleri aşmak ve eksiklik hissettiğimiz noktalarda imanı kuvvetlendirmek adına sığınmamız gereken bir isim olarak belirtiliyor.

Mahlukatın ayıpsız yaratıcısı muhtevasını taşıyan Bari ismi Allah’ın her şeyi farklı güzellikle yarattığına işaret ediyor. Bu nedenle özellikle hamilelik döneminde Halık ismi ile birlikte Bari isminin sıkça anılması tavsiye ediliyor. Nasıl ki kimi tedavi yönteminde bazı ilaçlar kombine alınabiliyorsa ve tesiri daha etkili oluyorsa esmalardan da böyle bir yöntemle şifa aranabildiği de kitapta ifade ediliyor.

Bir günaha girdiğimizde bunun duyulmasını istemiyorsak, yaşadığımız pişmanlıkla birlikte bu ayıbın üzerinin örtülmesini istiyorsak imdadımıza yine yüceler yücesi yetişiyor ve El Gaffar ismiyle kullarının günahlarını örtüyor.

Mazlumların uğradıkları sıkıntılara destek olan El Kahhar ismi ise Allah’ın kahır esmalarından biri olarak ifade ediliyor.

Maddi manevî rızıkların artması için bolca Rezzak ismiyle dua edilmesi gerekirken bu isimle birlikte Fettah ismini çekmek zorlukları kolaylaştırarak kapıların açılmasına vesile olur.

Her şeyin en ince taraflarını dahi çok iyi bilen ezeli ilim sahibi Allah’ın Alîm ismi zikredildiğinde ilim ve irfan yolundaki zorluklar rahatça aşılacaktır. Sıkan, daraltan anlamına gelen Kabıd esması ise insanın ruhsal gelişimine hizmet ediyor. Bazen bir şeyin yenilenmesi için yıkılıp daralması sonra yeniden toparlanması gerekebilir. İşte bu aşamada imtihan ve tekamül süreci yaşanır. Olayların akış şeklini değiştiren manasındaki bu ismi özellikle gelir adaletsizliği durumlarında sıkça anmak gerekir.

Tecellisinden uzak durmak istenen bir esma da Muzill ismi. Bunda Allah’ın dilediği kulunu zelil kıldığı bilinmektedir. Allah’ın rahmetinden uzak kalmamak için bu isme de sıkı sarılmak gerekir.

Lütuf ve ihsan edici manasındaki Latif ismi toplumda yaptığı işlerin yer bulmasını isteyenler için ve agresifliği de azaltmak için çekilebilir. Çok koruyan demek olan Hafız ismi tedirginlikleri ve evhamları azaltırken, hikmet sahibi olan Hakîm ismi özellikle bir işe başladığımızda neticesi üzerine bilgi sahibi olmadığımızda dayanmamız gereken bir esma.

Hamilelikte Ya Latif…

Kitapta etkilerine göre isimlerin listelendiği bölümde farklı isimlerin hangi durumlarda birlikte zikredilebileceği örneklerle anlatılıyor. Aşk, sevgi ve hayırlı eş isteyenlerin; Ya Fettah, Ya Vedud, Ya Vekil, Ya Veliyy, Ya Vacid, Ya Rauf, Ya Cami isimleri ile dua etmesi tavsiye edilirken, hamilelik döneminde ise Ya Halık, Ya Bari, Ya Muizz, Ya Basıt, Ya Latif isimleri öneriliyor.

İşleri iyi bir şekilde yönetmek için Ya Vali, Ya Kayyum çekilirken, unutkanlıktan kurtulmak için Ya Rahman, Ya Müheymin, Ya Rauf, Ya Reşid  isimleri, asabiyetten uzak kalmak için de Ya Halim, Ya Hadi isimleri çekilebilir.

Yeni bir projeye başlarken Ya Alîm ve Ya Latif isimleri zikredilebileceği gibi iftiradan korunmak arzusuyla da Ya Kuddus, Ya Muksit gibi esmalara sığınılabilir.

Nurşen Şentürk’ün / Moral Dünyası Dergisi

Unutmayı Unutmak İçin!

Hasta unutkanlık şikâyeti ile doktora giderek son günlerde çok unutkan olduğundan, her şeyi unuttuğundan şikâyet eder. Doktor “Peki ne zamandır bu durum devam ediyor” diye sorunca ise hastanın verdiği cevap “Hangi durum doktor bey?” olur.

Fıkradaki kadar olmasa da günümüzde pekçok kişinin şikâyet ettiği bir konu unutkanlık. Günlük hayatın koşuşturması içinde yaşanan olaylarda kimi zaman dikkate almadığımız ama yaşam akışımızı da olumsuz etkileyen bir durum. Çağın hastalıkları tabirine giren unutkanlık artık çok genç yaştaki kişilerde bile görülebiliyor.

En sık karşılaşılan unutkanlık nedenlerinden birinin stres olduğunu söylüyor Psikolog Ezgi Başaran. Vitamin eksikliği, uykusuzluk, aşırı yorgunluğun da yine unutkanlığa neden olan faktörler arasında olduğunu belirten Başaran’a göre, yaşlanma ile yenilenemeyen beyin hücreleri de alzheimer başlangıcı olarak görülebiliyor. Psikolog Başaran, “Duyusal, kısa süreli ve uzun süreli hafıza”  dediğimiz üç çeşit hafıza bulunduğunu söylerken, duyusal hafızayı, duyu organlarımızla edindiğimiz bilgileri depoladığımız hafıza olarak açıklıyor. İlgimizi çeken bilgilerin ise duyusal hafızadan kısa süreli hafızamıza aktarıldığını ve burada da  7-8 saniye civarında tutulduğunu belirtiyor. Eğer bu bilgiler bizim için işlevsel değilse veya önemli değil ise unutulduğunu ifade ediyor. Psikolog Başaran “Fakat kısa süreli hafızaya alınan bilgiler eğer tekrar edilir ve görsellerle veya yazı, sayı ile kodlanır ise uzun süreli hafızamızda yer eder” diyor.

Teknoloji beyni tembelleştiriyor

Modern çağın getirdiği teknolojilerle aslında hayatımızda pek çok şeyin kolaylaştığını söyleyebilecekken ezberlenmeyen birçok bilgi de beyni tembelleştiriyor. Artık hiçbirimizi telefon numaralarını, adresleri hatta şifrelerimizi bile aklımızda tutmuyoruz; bu da aslında unutkanlığa davetiye çıkarıyor. Beyni etkileyen elektronik cihazlarla aynı odada uyumak ve çok fazla vakit geçirmek de yine beyin hücrelerine zarar veriyor. Unutkanlıklar kimi zaman unutulan bir randevu ile ya da önemli bir günle de aile ilişkilerine zarar verebilirken otobüslerde, uçaklarda kimi zaman unutulan eşyalar “bu kadar da olmaz” dedirtebiliyor. Aracını park ettiği yeri unutan kişiyle, gözlüğünü koyduğu yeri unutkan kişinin yaşadığı ruh hali aslında çok da farklı değil. Unutkanlık en çok kişiye, ardından da yakın çevresine sıkıntı verebiliyor.

Uzman Psikolog Zafer Akıncı, unutkanlığın kimi zaman organik sebeplere bağlı olduğunu kimi zaman ise psikolojik sebeplere dayandığını söylüyor. Buradaki önemli olan ayrımın ise unutkanlık hangi sebepten ileri gelse de olumsuz inançla sorunun daha da büyümesi olarak vurguluyor. Akıncı, yapılan son araştırmalarda unutkanlığın gerçek sebeplerinden birisinin hafızayı çok az kullanmak ve geliştirmemek olduğunu söylüyor.

Unutkanlık ne zaman tehlikeli olur?

Uzmanların yorumları durumun ciddiyetine dikkat çekerken akıllara “Peki ama ne olursa sorun başlamış demektir?” sorusunu getiriyor. Unutkanlık eğer haftada birkaç kez olmaya başlıyor ve bu durum bir aydan fazla sürüyorsa uzman kontrolü gerekebiliyor. Bilim adamları bu tür durumlarda önceden alınan tedbirlerin durumun iyileşmesinde olumlu etkisi olduğunu söylüyor. Evde yapılabilecek hafıza geliştirme egzersizleri, düzenli kitap okuma alışkanlığı kazanmak ve okurken ayrıntıları hatırlamaya çalışmak hafızayı kuvvetlendiriyor. Kitap okunurken beynin iki lobu da çalıştığı için dikkat, hafıza ve zekâ gibi fonksiyonlar aktif hale geliyor.

Akıncı’nın tavsiyelerine göre, bakarak şekil çizmek de dikkati toplamaya yardımcı olduğu için yine başvurulması gereken yöntemlerden biri. İşlem hatalarını bulmaya çalışmak, cevap soru egzersizleri yapmak da unutkanlık yaşayan kişinin çevresindekilerle yapabileceği hafıza kuvvetlendirici uygulamalardan. Yer tarifi çizmek ve günlük hayatın içindeki ayrıntıları fark etmeyi sağlamak da unutkanlık şikayeti olan insanların yapması gerekenlerden sayılıyor. Kâğıt üzerinde çizilen bir yol tarifi hayal gücünü geliştirmeye yardımcı olurken, her gün geçtiğimiz sokakta ya da günlük alışveriş yaptığımız markette bir ayrıntıyı öğrenmek ve akılda tutmaya çalışmak hafızayı etkin kılıyor.

Unutmak kimi zaman nimettir

Unutkanlığın bizi zor durumda bıraktığı durumlar elbetteki çok üzücü. Bu nedenle bunun çaresini aramakta hafızamızı daha kuvvetli hale getirmek için yoğun çaba harcamaktayız. Ancak unutkanlığın kimi zaman büyük bir ödül olduğunu düşünebiliriz. Aniden önümüze çıkan bir arkadaşımızın ismini hatırlayamamak unutkanlığın günlük hayatta bize olumsuz yansıması olarak örneklendirilebilir ancak yaşanan derin acıların, büyük kayıpların, çekilen ızdırapların ya da yaşanan büyük sevinçlerin her an zihinde kalması hayatı yaşanmaz da kılabilirdi. Sinir sisteminin dinlenmesi ve iflas etmemesi için unutmak kimi zaman gerekli diyebiliriz. Zaten unuttuğumuz her bilgi hafızadan silinmiyor; lazım olduğunda, ihtiyaç duyulduğunda yeniden hatıra gelebiliyor. Bu açıdan bakıldığında hastalık boyutunda olmayanlar için unutmanın da bir nimet olduğu savunulabilir.

Mezar taşı okumak unutkanlığa yol açar mı?

Toplum içerisinde yaygın olan ”Gereksiz bilgi unutkanlık yapar” inanışının da doğru olmadığını söylüyor Psikolog Akıncı. Akıncı, insanların ellerinden geldiğince hafızalarını güçlendirmek adına gereksiz olan bilgileri dahi öğrenmeye çalışmalarını tavsiye ediyor. Akıncı, “Nasıl ki yürüyüş önerilen bir hasta, yürümek için gerekli bir kaygı taşımıyorsa hafıza için de bu yöntem uygulanmalı ve beynimize bilgi kaydetmeye devam etmeliyiz” diyor.

Farklı uzman görüşlerinde ise mezar taşları, araba plakaları, reklam panolarının okunmasının sistemsiz düşünmeye yol açtığı ve beyinde tahribata neden olabileceği de ifade ediliyor. Ancak günümüzdeki yaygın bilgi ve görüntü akışı bu durumdan pek de uzak kalmanın mümkün olmadığını gösteriyor.

Unutkanlığın şifası mutfakta

Listenin başında yorgunluk, stres gibi nedenler gelse de unutkanlığın bir diğer büyük nedenlerinden biri de beslenme düzensizliği ve yanlışlığı denilebilir. Unutkanlık şikâyeti başladığında ilaçlara koşmaktan önce iyi bir beslenme düzeni ile sorunun büyümesi hatta ortadan kalkması sağlanabilir.

Beyni kuvvetlendiren, hafızaya güç verecek yiyecekler ve içecekler bu konuda başvurulması gereken önemli unsurlardan. Unutkanlık sorunu yaşayan ve bunun hayatının akışında kendisine sıkıntı oluşturduğunu düşünen herkesin önce bir mutfağına bakması ve iyi bir beslenme programı çıkarması gerekir. Omega 3 içeren besinler, B ve B12 vitamini taşıyan yiyecekler, yumurta, karaciğer, havuç, yeşil çay ve su unutkanlık şikâyeti olan kişilerin yararlanması gereken yiyeceklerin başında  sıralanıyor.

Ispanak, elma, koyu çikolata, nar suyu, kepekli ürünler, ceviz, badem, yer fıstığı, susam da yine unutkanlıktan muzdarip olanların yemesi gereken besinlerden. Gün içerisinde 2-3 yemek kaşığı yaban mersini tüketmek, taşıdıkları güçlü antioksidandan dolayı kiraz, çilek, böğürtlen yemek ve mutlaka haftada iki kez balık tüketmek de yine çok önemli olarak değerlendiriliyor.

Harama bakmak hafızayı zayıflatıyor

Unutkanlığın pek çok sebebi olduğundan yola çıkıp ilerlerken bir nedeninin de maneviyat ile bağlantısı olabileceği akıllara geliyor. İlim adamları bu durum üzerine zihni haram görüntü ve bilgilerle doldurmanın testesteron hormonunun fazla salgılanması, bunun da nöronlarda daha çok ölüme neden olabileceğini savunuyorlar.

Özellikle kısa süreli hafızayı malayani bilgilerle doldurmamak ve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hadislerinde işaret ettiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak, hıfzetme çabasında olmak, dikkat edilmesi gereken vakitlerde uyanık olmak veya uyumak, iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek ve haramdan uzak durmakla yaşananları, öğrenilenleri şuurlu biçimde saklama gücü olarak niteleyebileceğimiz hafızamızı manevî açıdan da kuvvetlendirmiş olabiliriz.

Allah’ın “er-Rakîb”, “el-Müheymin”, “el-Habîr” isimlerinin zikredilmesi de yine hafızayı dinamik tutan manevî unsurlardan birkaçı.

Unutkanlar için hatırlama listesi

Parmağımıza ip bağlamak ya da telefonlara notlar alarak yapılacakları hatırda tutmaya çalışmak elbetteki unutkanlık için bir başvuru yöntemi olabilir. Ancak pek çok doktorun onayladığı, önerdiği farklı yöntemleri şöyle sıralayabiliriz:

– Planlı hareket etmek, yapılacakları not etmek

– Bulmaca çözmek

– Haftada en az iki kez spor yapmak

– Stresi azaltmak

– Kaliteli uyku uyumak

– Yeni hobiler edinmek

– Sigara ve alkolden uzak durmak

– Vitamin desteği almak

– Sosyal hayatın içinde daha aktif olmak

– Düzenli ve dengeli beslenmek

– İnançlı olmak, dua etmek

Nurşen Şentürk / Moral Dünyası Dergisi