Nihayet Bediüzzaman Said Nursî, 21 Mart Pazartesi günü saat 11’de Urfa’ya girdi.
On yıldır Urfa’da bulunan talebesi Abdullah Yeğin’in kaldığı Kadıoğlu Camiine giderek onu da arabaya aldı. Ondan şehrin temiz bir otelini sordular. Abdullah Yeğin’in tavsiyesi üzerine İpek Palas Otelinin üçüncü katındaki 27 numaralı odaya yerleşti.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Urfa’ya geldiğini işiten binlerce Urfalı, sevinç ve heyecan içinde akın akın İpek Palas’ın Önüne koşmuşlandı.
Urfalılar: “Üstadın geleceğini niçin bize Önceden haber vermediniz? Biz Üstadı merasimle karşılardık” diyorlardı.
Yüzlerce Urfalı, otelde Bediüzzaman’ı ziyaret etti; elini Öptü ve duasını aldı.
Ertesi gün sabahleyin otele iki sivil geldi. Ve şoförü sordu: “Şoför nerde? Hazırlanın gideceksiniz” dedi.
Az sonra da on-onbir polis memuru daha otelin etrafını sardı. Bir kısmı da içeri girerek Bediüzzaman’a kararı, tebliğ ettiler: “İçişleri Bakanı Namık Gedik’in emri var. Derhal. Isparta’ya dönmeniz lazım!”
Ölüm döşeğinde hayatının son demlerini yaşayan Bediüzzaman Said Nursi:
“Acaip!… Ben buraya gitmeye gelmedim. Ben belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz. Siz beni müdâfaa edin” dedi.
Zübeyir Gündüzalp ile Hüsnü Bayram’ı emniyete celb ederler.
Sorgu-sual başlar:
“Niçin geldiniz buraya? Kimden izin aldınız?”
Zübeyir Gündüzalp şu cevabı verir:
“Biz Üstadımıza tabiyiz.. Biz taş gibiyiz, camidiz. Üstad vurur, biz yuvarlanır gideriz. O nereye derse biz o tarafa gideriz.”
“Yaman Üstadınız var. Ona söyleyin, yukarıdan, vekâletten kat’i emir var. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız. Doğru geldiğiniz yere. Kendi arabanızla gidemezseniz size ambulans vereceğiz.”
“Efendim! Hastalığı şiddetlidir. Tekrar 24 saatlik yol zahmetine katlanması imkânsız. Biz Üstadımıza müdahale edemeyiz. Zaten bitkin bir haldedir.”
“Buraya nasıl kalkıp geldi ise Öyle de gidecek. Bizzat Vekil Bey’den gelen emir kat’idir. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız.
“Biz hiç müdahale edemeyiz. Siz gelin söyleyin. Durumu arzedin. Bize ‘Gidelim’ derse biz de gideriz. Biz kendisine hiç bir şey söyleyemeyiz. Sizin emrinizi de biz ona tebliğ edemeyiz.”
Emniyet müdürü ve memurlar hiddetlenip, bağırıp çagırıyorlar:
“Ne demek Öyle? Siz ona en küçük bir şey de mi söyleyemezsiniz?
“Evet efendim, söyleyemeyiz. Üstadımız ne derse harfiyyen onu yaparız.”
“Ben amirlerime bağlıyım. Derhal iki saat içinde burayı terk edeceksiniz, doğru Isparta’ya gideceksiniz.”
Bu arada otele bir doktor geliyor, fakat hastayı görmeksizin tekrar çıkıp gidiyor.
Bu esnada Bediüzzaman’ın Urfa’dan çıkarılacağını haber alan Urfalılar galeyana geliyor, çeşitli yerlere müracaat etmeye başlıyorlar. Durumu haber alan D. P. İl Başkanı Mehmet Hatipoğlu koşa koşa emniyete geliyor ve emniyet müdürüne sertçe çıkışıyor:
“Ne oluyor? Eğer Bediüzzaman Hazretlerini buradan bir yere çıkarırsanız, karşınızda beni bulursunuz. Bir kılına halel gelmeyeceği gibi, buradan bir adım bile attıramazsınız. Bu bizim misafirimizdir.”
“Efendim, üstten, vekâletten emir var. Derhal geldiği yere dönecek.”
“Nasıl döner yahu? Adamcağız şiddetli hasta, kıpırdanacak halde değil. Çok muhterem bir zattır. Bu misafir olarak buraya gelmiş. Tanrı misafiridir. Bu kadar tazyike lüzum yok.”
“Efendim! Ankara’dan gelen emir çok şiddetlidir ve kat’idir. Derhal dönmesi icab eder.”
Hiddetlenen Hatipoğlu, tabancayı masaya dayar…
Bediüzzaman’ın Urfa’dan götürüleceğini haber alan beş-altı bin kişi otelin önünde toplanır.
Nur talebeleri bu durum karşısında hastahaneye koşarlar. Baştabibe bir dilekçeyle müracaat ederler.
Yola devam edemeyecek olduğunu arz ile muayenesini isterler.
Mehmet Hatipoğlu, hükûmet doktorunu getirir. Bediüzzaman’ı muayene eden doktor, talebelere: “Siz ne cesaretle buraya geldiniz. Kirk derece ateşi var. Yarın 9’da gelin. Bu zâta heyet raporu verelim. Bu haliyle bir yere gidemez” diye teminat verir.