Etiket arşivi: nusret

Risale-i Nur Tercümesinde Şunlara Dikkat

Ruba Vakfı tarafından düzenlenen 1. Uluslararası Risale-i Nur Mütercimleri Toplantısı Hamidiye Vakfı’nın Topkapı’daki hizmet binasında kalabalık bir iştirak ile başladı.

RİSALE-İ NUR SIKILIRSA İÇİNDEN ESMA ÇIKAR

Toplantının açılış konuşmalarının ilkini Prof. Dr. Yunus Çengel yaptı. Yunus Çengel konuşmasında Risale-i Nur’un tercüme ediliş sebeplerini anlattı. “Risale-i Nur insanlar için akli ve saf  bilim kitaplarıdır” diyen Çengel, Risale-i Nur’un insanlara muhakeme gücü verdiğini, hem dini hem ilmi olarak akla hitap ettiğini ve her “niye?” sorusuna yeterli tatmin edici cevap verdiği iiçin bütün insanlığa hitap ettiğine vurgu yaptı. Prof. Çengel, Risale-i Nurun insanlığın istifadesi için tercume edildiğini, hikmet, şefkat ve sevgiyle insanlara yaklaştığını, en avamdan en havassa kadar herkese hitap ettiğine değindi. Çengel, ”Risale-i Nur sıkılırsa içinden esma çıkar. Dolayısıyla Risale-i Nur asrın kitabıdır. Asrın metodudur. Asrın değeridir. Dili sevgi, şefkat ve hikmettir” dedi.

BEDİÜZZAMAN İLK TERCÜMEYİ KARDEŞİNE YAPTIRDI

Daha sonra kürsüye gelen İhsan Kasım El-salihi, “benim kimseye öğretecek bir şeyim yok, ben bu münevver insanlardan öğrenmeye geldim. Fakat şunu söylemeliyim. Risale-i Nur tercümesi yeni başlamadı. Bediüzzaman ilk tercümeyi bizzat kendisi kardeşi Abdülmecit’e yaptırdı” diyerek mikrofonu Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’e bıraktı.

7 DEFA OKUMAYINCA TERCÜME EDEMİYORUM

Hollanda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, konuşmasında şu görüşlere yer verdi:

“Risale-i Nurların tercümesi noktasından hayati ehemmiyete haiz dört noktayı ifade etmek istiyorum.
Bilirsiniz tercüme haddizatında zor bir iştir. Meşakkatli bir iştir. Mesuliyetli bir iştir. Hele tercüme ettiğiniz eser Nur Külliyatı ise o zaman mesuliyet bambaşka bir buud kesbedebiliyor. Yazmış olduğum eserleden birisi İslam Hukukuna Giriş kitabı idi. İslami hukuk kitabı olması hasebiyle içerisinde ziyadesiyle ıstılahi kavram ve kelimeler bulunuyordu. Bu kitabım Flemenkçe diline tercüme edilmiş, tercüme eden mütercim ise gayet zorlandığını ifade etmişlerdi. Daha sonra kendisine Risaleler tercüme edilmek üzere verildiği zaman şu itirafta bulunmuştu; “Bu Nurlar bambaşka eserler. Tercüme edeceğim kısmı 7 defa okumadan tercümeye başlayamıyorum.” Biliyorsunuz bir ilme vukufiyet o ilmin ıstılah ve terminolojosine vukufiyet ile mümkündür. Nurlar akademik referans kitaplarından ibaret olmaması hasebiyle ve hatta yüzde sekseninin üslubu ali ve sehli mümteni ile kaleme aldığını görebildiğim için mütercimlerin ciddi mesai sarfetmesi zaruridir.

NURLARIN TERCÜMESİNDE DÖRT UNSURA DİKKAT

Dört husus şöyle:
1-Nurlar üslubu âli ile kaleme alınmıştır. Kelamın maanisine vukufiyet olmamaksızın nurların tercümesi noksan kalacaktır.
2-Nurların tercümesi bitamamiha bir ihsan-ı İlahi ve bir istihdam-ı Rabbanidir.
3-Nurlar medreselerin malıdır. Ulemaya da kulak kabartmak zaruridir.
4-Nurların tercümesinde dört unsura da dikkat etmek gerekir;
a-Müsvedde çalışmaların varlığı.
b-Yapılan tercümelerin muhakkak surette nurlara vakıf Türk kardeşler tarafından okutulması.
c-Bu aşamada ulum-u İslamiyeye vakıf müfessir veyahut alim zatların nurların bu son halini de tashihten geçirmek.
d-Ve son olarak mahalli halktan idareci, elbetteki bahusus öğretmen olabilmesi ve belki doktora sahibi olan bazı arkadaşların incelemesi zaruridir.

“Nurların neşrine gelince;
1-Beynelmilel terakkiyatını takip ettiğimiz hizmetlerin lokomotifi neşriyat hizmetleridir.
2-Artık alem-i İslam ve insaniyette genel kabul görmüş tercihlerde bulunmak kitapları modern bir şekilde baskısını yapmak…
3-Neşirde kitabın ölçüsü, kalitesi ve dizaynı mühimdir.
4-İslam geleneğinin en mühim kale taşlarından Osmanlı Türk İslam felsefesinde esas liyakattir, ehliyettir. Din-dil-ırk ayrımı gösterilmeden ince bir hüsn-ü zan hasıl edemeyebiliyoruz. Osmanlı üç hususta dine, dile ve ideolojiye eşit masraftan kurtulmak lazımdır; bu haklar hak, ehliyet ve ilim esas olmak zarurdir.”

Ögle yemeği ve namazdan sonra Mütercimler, Türkçe, Arapça ve İngilizce olmak üzere 3 guruba ayrılarak A, B, C salonlarında  dil bazlı grup mütalaalarına geçti.

risale haber

Risale-i Nur Mütercimleri İstanbul’da Buluştu

Rumeli, Anadolu ve Balkanlar İlim ve Eğitim Vakfı (RUBA) tarafından düzenlenen Uluslararası Risale-i Nur Mütercimleri Toplantısı’nın ilki başladı. Hamidiye Kültür ve Eğitim Vakfı’nın Topkapı’daki merkezinde düzenlenen toplantıya Risale-i Nurların Arapça mütercimi İhsan Kasım Salihi ve muhtelif platformlarda Risalelerin tanıtımıyla ilgili çalışmalar yapan Prof. Dr. Yunus Ali Çengel, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Prof. Dr. Faris Kaya ve birçok akademisyen katıldı. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan program, Bedüizzaman Said Nursi’nin hayatının anlatıldığı tanıtım filmi ile devam etti. Daha sonra kürsüye çıkan Prof. Dr. Yunus Çengel sunum yaptı.

Muhtelif ülkeden 50 farklı lisanda mütercimlerin katıldığı toplantı 5 gün sürecek.

Ruba Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Nurettin Kıray, toplantının amacının Risale-i Nur tercümelerinin kalitesinin artırılması ve bu sayede daha fazla insana ulaştırılması olduğunu söyledi. Daha önce tercümeler konusunda ciddi çalışmalar yapanların bu toplantıya nezaret ettiğini dile getiren Kıray, “5 gün İstanbul’da, 2 gün de üstadımızın daha önce yaşadığı Isparta ve Barla bölgesindeki gezimizle programımız devam edecek.” dedi.

Toplantıya Amerika, Uzakdoğu, Rusya ve Afrika gibi dünyanın hemen her bölgesinden Risale-i Nur tercümanlarının katıldığını aktaran Kıray, “Risale-i Nur büyük bir ilim hazinesi. Son zamanda bu asrın insanlarına yönelik büyük bir Kur’an-ı Kerim tefsiridir. Risale-i Nur’un tercümesi kolay bir şekilde yapılamıyor. Buradaki tercümanların çoğu dil olarak mana olarak Risale-i Nur tercüme edecek kişiler. Fakat tercümelerde bazı hassasiyetleri gözetmek gerekiyor. Tercümelerin kalitesi hakkında, tercümelerde dikkat edilecek hususlar hakkında, Risale-i Nur’un Kur’an’a mahsus bazı tabirler nasıl izah edilebilir bu gibi konularda görüşmeler yapılacak.” ifadesini kullandı.

cihan

Çanakkale Geçilemez!

Bu hafta‚ Çanakkale Zaferi Haftası. Çanakkale Zaferi’nin 96. yıldönümü. Konuya başlamadan önce Çanakkale Boğazı’nın‚ Türk ve Dünya tarihindeki önemini anlamak için biraz tarih ve coğrafya bilgilerimizi tazeleyelim.

Coğrafi terim olarak “boğaz”‚ “karalar arasında‚ denizin çok daralmış yeri” şeklinde tarif edilir. Prof. Dr. Reşat İzbırak’ın Coğrafya Terimleri Sözlüğünde de belirttiği gibi‚ “Boğazlar‚ geniş bir ırmağı andırır. Boğaz dendiği zaman‚ genelde deniz boğazı gözönüne gelir”

Süleyman Kocabaş’ın‚ “Türkiye’nin Canı Boğazlar” adlı eserinde de belirttiği gibi ve bunlara benim de birkaç önemli boğaz eklemem ile örnek vermek gerekirse‚ yeryüzünde‚ Çanakkale Boğazı’na benzer irili ufaklı birçok boğaz vardır. Bunlardan bazılarını sayalım; İstanbul Boğazı (Marmara-Karadeniz)‚ Cebelitarık Boğazı (Akdeniz-Atlas Okyanusu)‚ Messina Boğazı (İtalya-Sicilya)‚ Hürmüz Boğazı (Basra Körfezi-Hint Okyanusu)‚ Bering Boğazı (Alaska-Sovyet Rusya)‚ Babü-l Mendep Boğazı (Kızıldeniz-Aden Körfezi)‚ Cook Boğazı (Yeni Zelanda)‚ Malakka Boğazı (Sumatra-Malezya)‚ Tsuganu Boğazı (Japonya)‚ Hainan Boğazı (Çin-Tayvan)‚ Kore Boğazı (Kore-Japonya)‚ Uraga Boğazı (Japonya)‚ Palk Boğazı (Hindistan-Sri Lanka) Dover Boğazı (Fransa-İngiltere) vb. bunlardan bazılarıdır.

Şüphesiz bu boğazların hepsi önemli boğazlardır. Fakat bunlardan hiçbiri küçük bir yarımada ile Gelibolu’da sahne olan Çanakkale Savaşları kadar tarihe geçmemiştir. Bu kadar küçük bir yarımadada 8‚5 ay süren‚ 250.000’e yakını Türk şehidi olmak üzere toplam 500.000’e yakın insan kaybıyla ve Osmanlı Devleti’nin kesin zaferiyle neticelenen‚ binlerce kahramanlık destanlarına konu olan bu savaş‚ adını Türk tarihine altın harflerle yazdırmıştır.

Erol Mütercimler‚ “Bu Vatan Böyle Kurtuldu” isimli eserinde‚ denizlerin‚ devletler nezdindeki gücüne etkisini şu sözlerle ifade eder; -“Kullanabilenler için denizler‚ çok önemli ekonomik güç alanlarıdır. Tarihe bakınca görüyoruz ki‚ denizlerde egemenlik kurabilenler‚ dünyaya da egemen olabilmiştir. İngiltere İmparatorluğu‚ Barbaros dönemi Osmanlı İmparatorluğu gibi”.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları incelendiğinde‚ çok geniş bir alana yayılmış olan bir kara ve deniz imparatorluğu olduğu görülmektedir. Başlangıçta denizin önemini gören Osmanlılar‚ zamanla deniz ekonomisinin önem ve gerekliliğini gözardı etti. Özellikle duraklama Dönemi’ne girildiğinde deniz gücünün önemi açıkça ortaya çıkmıştı. Buna karşın Osmanlı’nın başında bulunan yöneticiler çağı gereğince değerlendirebilmiş olsaydı‚ deniz gücünün‚ ekonomisinin ve sanayisinin önemini‚ gelişimini değerlendirebilmiş olsaydı Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu daha değişik olabilirdi.

Yine Erol Mütercimler’in aynı eserinden‚ deniz gücünün önemine binaen yazdığıi bir cümleyi daha aktarayım; -“ Osmanlı İmparatorluğu’nu tarih sahnesinden silen başlıca etkenlerden birisi‚ bu gerçekçi deniz gücü politikasını uygulayamamış olmasıdır”.

O dönem‚ Osmanlı İmparatorluğu’nda 9 yıl boyunca‚ Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askeri ataşeliğini yapmış olan General Joseph Pomiankof‚ daha sonra anılarını yazdığı “Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü” adlı eserinde‚ bu harekatı şu sözlerle anlatır; -“Çanakkale Boğazı’na hakim olma mücadelesi‚ birinci dünya savaşının en önemli olaylarından biridir. Çünkü burada cereyan eden muharebe‚ hem deniz kuvvetleriyle Boğaz’ın zorlanması ve böylece tahkimat ve kara birliklerine karşı saldırıya geçilmesi‚ hem de kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek taarruzu bakımından benzeri görülmemiş bir harekattır”.

Tarihin son yüzyılında Çanakkale Savaşları konusunda yerli ve yabancı kaynaklı ciltler dolusu kitaplar yayımlanmıştır. Bu ciltler dolusu kitapların hepsini herkes okumuş olsa dahi‚ yinede kimse ortaya çıkıpta; “Ben Çanakkale savaşları’nın tamamını‚ her ayrıntısıyla biliyorum!” diyemez. 18 mart 1915 günü gerçekleşen Çanakkale Deniz Savaşı’nda İngiliz ve Fransız donanmalarının birlikte meydana getirdiği dönemin en güçlü armadası‚ Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almayı‚ bunun sonucunda da Osmanlı Devleti’ni 1. Dünya Savaşı cephelerinde çökertmeyi ve tarih sahnesinden silmeyi planlamışlar‚ bu plan doğrultusunda da mart 1915 günü Çanakkale Harekatı’na girişmişlerdir.

Batılı devletlerin Osmanlı Devleti hakkında verdikleri “hasta adam” hükmü ile ve haklı olarak yenilmez armadalarına güvenerek giriştikleri bu harekat‚ gün bitiminde ağır kayıplarla geri çekilmiş ve Çanakale Boğazı’nın deniz yoluyla geçilemeyeceği hükmüne varmışlardır.

Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na girdikten sonra Osmanlı’nın hasta adam olduğu ve yıkılmasının an meselesi olduğuna inanan İngilizler‚ boğazı sadece donanma ile geçebileceklerini sanarak büyük bir yanılgıya düştüler. Bu şekilde düşüncelerinde haksız da sayılmazlardı. Tarihinde yenilgi almamış güçlü ve mağrur İngiliz donanması‚ Fransızların güçlü donanmasıyla birleşince ortaya yenilmez armada olan birleşik filo meydana gelmişti. O dönemde hiçbir deniz gücü bu donanmayla başa çıkamazdı. Daha kısa süre önce Balkan savaşlarından yenik çıkan Osmanlı Devleti ise karşılarında duramazdı. Bu fikir onlar için sonun başlangıcı oldu.

Dünya Savaşı batı cephesinde tıkanmış‚ kilitlenmişti. İngiltere‚ boğazı bir ay içinde geçerek İstanbul’a ulaşacağına inanıyordu‚ başkent düştükten sonra da Osmanlı Devleti’nin teslim olacağını biliyordu. Buradan Karadeniz’e geçerek Rusya’ya yardım edecek ve savaş kısa sürede bitecekti.

3 Kasım 1914 ten 13 mart 1915 e kadar düşman donanması aralıklı olarak defalarca tabyalarımızı uzaktan top ateşiyle ateş altına almıştı. Binlerce top mermisiyle tabyalarımızın birçoğu iş göremez hale geldi. Nihayet boğazı mayınlardan temizleyen ve Türk tabyalarının tamamen tahrip olduğuna kani olan birleşik filo 18 mart 1915 sabahı saat 10.00 da dönemin yenilmez zırhlılarının yoğun topçu ateşiyle Çanakkale Boğazı’na girmeye başlar‚ savunma hatları hallaç pamuğu gibi atılır.

Türk toplarının atış menzili düşman toplarının atış menziline göre daha kısa olması sebebiyle Türk topçuları‚ ancak donanma yaklaştıktan sonra düşmanın üzerine giderek yoğunlaşan atışa başladı. Bununla birlikte düşman donanmasının gözden kaçırdığı ufak bir ayrıntı tüm planlarını alt üst eder:

Bir gece öncesinde Nusret mayın gemisinin boğaza döşediği 26 mayın‚ donanmayı şaşkına çevirir. Türk topçusunun giderek artan yoğun ateşiyle önce Agamemnon ve Gaulois zırhlısı yara alıp saf dışı kaldı‚ ardından Bouvet zırhlısı şiddetli patlamayla kısa sürede sulara gömüldü. Öğleye doğru savaşın en şiddetli anları yaşanıyor‚ Türk topçusu boğazı cehenneme çeviriyor‚ düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki tabyalarımızı hallaç pamuğu gibi atıyor‚ kıran kırana cehennemi bir savaş oluyordu. İnflexible mayına çarparak yan yattı ve boğazın dışına kaçtı. İrresistible zırhlısı Türk torpidobotları tarafından torpillenerek ağır yara aldı.

Saat 18.00’e doğru İngiliz amirali De Robeck üç zırhlısının saf dışı kalması‚ bir o kadarının da ağır hasar görmesi üzerine geri çekilme emri verir‚ çekilme sırasında Ocean zırhlısı da mayına çarptı. Birleşik filonun 18 mart 1915 te aldığı yara çok büyüktü‚ Selahattin Çetiner Paşa´nın belirttiği gibi son 200 yıllık tarihinde zaferden zafere koşmuş mağrur İngiliz donanması Çanakkale’de de başarısından emindi. Ancak yenilginin acısını tattı. Tarihine kapkara bir sayfa konuldu‚ Çanakkale geçilememişti.

*  *  *

Bu vesileyle Çanakkale Zaferi’nin 96. yılını kutlarım.  Vatan için toprağa düşmüş tüm şehitlerimizi

Rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz.

Sevgiyle kalın

Macits