Etiket arşivi: Öğrenci

Sizinki Tatil Mi Tebdil Mi?

Modern insanın tatil anlayışı “atıl kalma” demektir yani işlevsiz kalmak. Arapça bir kelime olmasına rağmen ilginçtir ne Kur’an’da ne de sünnette tatil kelimesi hiç yer almaz. Modern insana seçenek sunulsa, eminim 356 günün tamamını tatil olarak geçirmek ister yani atıl olarak yaşamak ve her daim iş yapmadan, bir şey üretmeden bir ömür geçirmek.

Düşünün organlarımız tatil yapacağım dese ne olurdu? Biz buna ölüm diyoruz.

Aynı şekilde dünya ben tatil yapacağım dese ne olurdu? Bunun adına da kıyamet diyoruz.

Modern akıl hemen her şeyde olduğu gibi tatil kavramı üzerinde de manipülasyon yaparak, tatili zevk-ü sefaya dönüştürme, her türlü işten elini eteğini çekerek yan gelip yatma anlamını veriyor. Tatilin içerik olarak ne olduğuna geçmeden önce bizim inanç yapımızın da bir tatil anlayışı olduğunu hatırlatmak isterim. Bizim inanç yapımızda tatil bir tebdildir yani değişim; bir işten yorulunca başka bir işle uğraşarak dinlenme anlamına gelir.  Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim öyle buyurmuyor mu? “Bir işten boşalınca, yeni bir işe giriş ve sadece Rabbine yönel.” (94/7-8) Ayet çok açık; bir işten yorulduğunda yan gel yat veya bir işten yorulduğunda boş boş zaman geçir demiyor.

Kur’an’da şafak vaktine (İnşikak Suresi), geceye (Leyl Suresi), kuşluk vaktine (Duha Suresi), zamana (Asr Suresi) ve daha pek çok yerde zamanın hemen her versiyonuna yemin edilmiştir. Eğer Allah bir şeye yemine ediyorsa, insanoğlu o şeyi çoğu kez ihmal ediyordur. Aslında zamanın ayrı ayrı dilimlerine yapılan her bir yemin, hayatın geneline yapılan bir yemindir. Yani bir neyi; “Ey insan sabaha yemin ettim duymadın. Sen güneşin üzerine doğacakken güneş senin üzerine doğdu. Yani öldürdün zamanı. Kuşluk vaktine yemin ettim, geceye yemin ettim, tüm yaşadığın zamanı şahit göstererek yemin ettim ama sen anlamadın, duymadın çağrımı ve zayi ettim ömrünü.” diye bizi uyarıyor Rabbimiz. Peki, bunun arka planında yatan esas etken nedir? Neden insan bu kadar çağrıyı duymaz ve zamanını zayi eder? İnsanın en çok zayi ettiği şeyleri bir düşünün. İnsan fıtri olarak en çok neye sahip olduğunu düşünüyorsa, en çok onu ihmal etme eğilimindedir (sağlığı gibi, ailesi gibi). İşte bu nedenle zamanının çok olduğunu düşünen insan, yapması gereken sorumlulukları ve hayırları hep yarınlara erteleme eğilimindedir. İşte tamda burada herkes “Bu zamana kadar nice yarınlar geçirdim ve bu geçirdiğim yarınlarda hangi sorumluluklarımı yerine getirdim ve hangi hayırlı ameller işledim ki yarın hangi hayırlı amelleri işleyeceğim?” diye kendine sormalıdır.

Zamanı israf edenler aslında hayatı ıskalayanlar, hayatı israf edenlerdir. Kur’an’ı Kerime göre bu tip insanlar hüsrandadır, ziyandadır. “Asra (zamana) yemin olsun ki,  insan mutlaka ziyandadır.” (103/1-2) Ayetinde beyan edildiği gibi.

Aklıma her geldiğinde tebessümle karışık irkildiğim ironik bir fıkrada Cebrail (as) 90 yıl yaşamış birinin canını almak için yanına gelir ve ona canını alacağını, vadesinin dolduğunu söyler.

Adam: “Mümkün değil.” der.

Cebrail (as): “Neden?” diye sorar.

Adam: “Ben zaten hiç yaşamadım ki!” diye cevap verir.

Onca yıl yaşamasına rağmen zamanının hakkını ver(e)meyen birinin ibretlik bir cevabıdır bu.

Peki, o halde şu an binlerce öğrenci, yaşadıkları biz zaman dilimi olan tatilde nelerden uzak durmalı ve neler yapmalı?

Uzak durulması ve yapılmaması gerekenler kısaca:

  • Gece geç yatıp sabah geç kalkılmamalı.
  • Tatildeyim diyerek televizyon ve internette sınırsız zaman geçirmemeli.
  • Yarıyılda sıkıldım diyerek kitaplardan uzak durulmamalı.
  • Bütün gün yan gelip yatıp, hemen hemen bütün iş ve güçlerden el etek çekilmemeli…

Peki, ya yapılması gerekenler?

  • Herkesin önceliği bir diğerinden farklı olabileceği için öncelikler tespit edilerek, tatil müddetince kişisel gelişime yatırım yapılmalı. Bu kimine göre ders tekrarı, kimine göre yabancı dil eğitimi, kimine göre bir enstrüman çalmayı öğrenme, kimine göre bilmediği bir sureyi ezberleme, kimine göre hepsi veya daha farklı etkinlikler olabilir.
  • Herkesin önceliği farklı olsa da muhakkak gündelik kitap okuma yapılmalı ( Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi:  “Şimdi oku kabirde okuyamazsın.”)
  • Her gün azda olsa fiziksel aktivitelerde bulunulmalı.

Kısaca Mevlana’nın tabiri ile herkes mesul olduğuyla meşgul olmalı.

Yrd.Doç.Dr.Kenan Taştan

www.NurNet.org

Çocuğuna sahip çıkan kazanır

Takke düşünce kel görünürmüş ya…  Karneler alınınca da eğitim sistemimizin keli göründü. Ama maşallah kimse üzerine alınmıyor.

Herkes hesabı çocuklara soruyor.

Şu dersin ortalaması niye düşmüş;  bu ders niye zayıfmış; eğer zayıflarını düzeltmezsen yazın karne hediyesi alınmayacakmış…

Sanki karnedeki notlar sadece çocuklara aitmiş gibi, çocuğun eğitiminden sorumlu herkes kenara çekiliyor, ortada kala kala Paris soytarısı gibi çocuklar kalıyor.

Hâlbuki çocukların ellerindeki karneler onların kendisinden daha çok, o çocuğun anne babasının karnesidir. Ve o çocuğa ders anlatan öğretmenin bizzat kendisinin karnesidir. Ve daha da ötesi, bu çocukların eğitim almaları için kitaplar ve ders notları hazırlayan milli eğitimin karnesidir o karne…

Açın bakın lütfen çocuklarınızın okul kitaplarını, okuyun örnek sorulardan birkaçını ve siz bu yaşta çözebilecek misiniz bir bakın.

Bakın ben açtım… Kendi çocuklarımın matematik kitaplarını açtım ve kitaplar çocuklara ne kadar hitap ediyor diye bir uzman gözü ile kontrol edeyim dedim.

Sayfaları çevirdikçe, içim burkuldu. “Bu anlatılan konuların hepsi benim çocuğumdan mı isteniyor?” diye, yatakta masumca uyuyan çocuğumun yüzüne bakarken gözlerim doldu.

Nasıl dolmasın rica ederim, şu soruya siz de bakar mısınız?

“Cüneyt’in hesap makinesinde 5 tuşu çalışmamaktadır. 355 – 252 işlemini hesap makinesinde yapabilmesi için Cüneyt’e yardım edebilir misiniz? Hangi tuşlara basarak nasıl işlem yapması gerektiğini Cüneyt’e kısaca açıklayın.”

Soru bu…

Ne anladınız Allah aşkına bu sorudan?

Çekinmeyin söyleyin lütfen.

Ben arka arkaya 3 defa okudum ve soruyu anlayamadım.

Anladıysanız lütfen bana bir e-mail gönderin. Küçük düşürün beni.  “Bu kadar basit bir soruyu da anlayamıyorsan nasıl pedagog olmuşsun?” deyin, hafife alın. Ben anlayamadım; ama eminim siz de anlamadınız ve soruyu anlayabilmek için bilmem kaç kez okudunuz Allah bilir…

Bu soruyu ilköğretim 5’inci sınıfların matematik kitabından aldım; yani daha 10–11 yaşındaki bir çocuğun matematik sorusu… Siz bilmem kaç yaşındasınız ve hâlâ “Bu soru ne demek istiyor?” diye düşünüyorsanız, ya bir de 10 yaşındaki bir çocuk ne anlasın bu sorudan rica ederim siz söyleyin…

Sadece böylesi anlamsız sorular değil; sayfaları karıştırdıkça ülkemiz çocuklarının “sizi eğitiyoruz diye” nasıl ezildikleri gözlerimin önüne geldi.

Bir örnek daha vereyim… Bu örnek de ilköğretim 4 üncü sınıf yardımcı kitaplarından alınmış bir soru:

“Sıvı etil alkol ile bütan gazın ortak özellikleri nedir?

a.    Belirli bir şekillerinin olması.

b.    Belirli bir hacimlerinin olması.

c.    Bulundukları kabı tamamen doldurması.

d.    Akışkan olmaları.”

Evet soru bu.

İnanabiliyor musunuz, ilköğretimin 4’üncü sınıf öğrencisine, “sıvı etil alkol” ve “bütan gaz” arasındaki farkı öğretiyorlar bu ülkenin eğitim kitaplarında ve bu çocukların yaşları henüz 9.

Yani Allah’tan korkmak lazım…

Yazık değil mi bu çocuklara rica ederim siz söyleyin. Daha oyun çağındaki bir çocuğa “bütan gazın özelliklerini” öğretmeye çalışmak hangi eğitim anlayışı ile bağdaşır, anlamakta zorluk çekiyorum. Ben kırk küsur yaşındayım ve hayatımda ne “sıvı etil alkol” ile işim oldu ne de “bütan gazının” özelliklerini bilmem gereken bir olayla karşılaştım.

Çocuk ne anlasın bu anlamsızlıklardan, söyler misiniz lütfen?

Sonra da çocuğun eline bir karne tutuşturun. Zavallı çocuk da bütün masumiyeti ile koşa koşa karnesini size getirsin ve başlayın bakalım bütün eğitim sisteminin hesabını çocuğunuzdan sormaya: “Bu zayıflar ne böyle? Seni cezalandırıyorum. Bir daha zayıf getirirsen, tatil hediyesi almayacağım sana.”

Bozun bakalım çocuklarınızın kişiliğini… Yükleyin bakalım bütün eğitim sisteminin sorumluluğunu minicik omuzlara…

Hayır! Eğer azıcık vicdanınız var ise, koca bir sistemin sorumluluğunu çocuklarınızın omuzlarına yükleyin. Karne davası yüzünden onu mahcup etmeyin.  Sahip çıkın çocuğunuza ve tebessümle sarılıp, “Boşver karneyi marneyi oğlum. Sen benim aslan oğlumsun. Karnen ister zayıf olsun, ister takdir getir, benim için fark etmez. Ben seni koşulsuz seviyorum.  Ben seni, sen olduğun için seviyorum.” diyerek ona teselli verin ve usulca da kulağına fısıldayın, “Sana bir sır vereyim mi, ben de senin zamanında iken zayıf aldığım derslerim vardı. Kafana takma. Hadi gel seninle biraz dışarıda dolaşalım.”

Çocuklarınıza sahip çıkın…

Zira günümüzde çocuğuna sahip çıkan kazanır…

Adem Güneş / Aksiyon Dergisi

 

Yüksek Puanla Kendini Bulmak(!)

İki anne parkta ayakta konuşuyordu. Çocuklarının yüksek puan almaları gerektiğinden, bu yüzden onlara daha çok çalışmaları için baskı uygulamak zorunda kaldıklarından… Belli ki gergindiler, kaygılıydılar. Geçip gidemedim yanlarından, kulak misafiri olduğum konu derin bir anlam taşıyordu içimde. Özür dileyerek böldüm ve size kendimden bahsetmek istiyorum müsaade eder misiniz, dedim, gülümseyip dinlediler.

Şimdi size de kendimden bahsetmek istiyorum.

mutsuzlukBen ilkokul ve ortaokulu küçük bir ilçede okudum. Başarılı bir öğrenciydim. Beşlik sistemde tek bir dördüm bile yoktu. O yıllarım resim ve kompozisyon yarışmalarına katılmakla geçti, çok keyif alırdım renkleri ve kelimeleri kâğıda dökmekten. Bütün defterlerimin arkasına kız resimleri çizer, çeşit çeşit kıyafetler tasarlardım. Misafirliklerde bile en sevdiğim oyundu, kuzenimle farklı ve özgün kıyafetler çizmek. Şiirler yazardım ben, kuzenim benim şiirlerimi bestelerdi.  Arkadaşlarım bana konu söylerdi, ben o konuda şiirler yazardım, kimileri o satırlarla sevdiği kıza ilanı aşk ederdi.

Sonra bir başka şehirde fen lisesini kazandım.  Fen lisesinde son derece başarısız ve mutsuz oldum.  Adı üstünde “fen” lisesi ve ben “fen” derslerinden hiçbir şey anlamıyordum. Sabahlara kadar çalıştım. Daha doğrusu çalışmaya çalıştım.  Kaygılıydım, her dersten başarılı olmak zorundaydım çünkü. Çabaladıkça herşey sarpa sarıyor ve içinde ne yazdığını anlayamadığım kitaplarla bir girdapa sürükleniyordum sanki. Kaygılı bir beynin öğrenemediğini işte daha o yaşlarda tecrübe ettim.

Son sınıfta genel bir liseye geçtim. Artık yüksek notlar, yüksek puanlar almaya başladım. Ve büyük(!) sınavdan iyi bir puan alarak, yüzde 2’lik dilime girdim. Büyük bir başarıydı sanırım. En iyi üniversitelerde istediğim bölümü okuyabiliyordum. Tıp, mühendislik, mimarlık, öğretmenlik…

Ve o yüksek puanla, mühendisliği kazandım, beş yıl boyunca iyi bir üniversitede eğitim aldım.

22 yaşıma geldiğimde bir mühendistim artık. Ülkenin en önde gelen firmalarından birinde iyi bir maaşla “Mühendis” olarak işe başladım…

Peki mutlu muydum? Hayır!… Kocaman “hayır”… 6 yaşımda anaokuluyla başlayan eğitim sürecim, 16 yıl sonra tamamlanmıştı… Ama ben, mutlu değildim. Mizacıma uygun olmayan bir iş ortamındaydım, bulunduğum konumun gerektirdikleri iç dünyamda çatışmalara yol açıyordu. Yaptıklarım ve yapmak istediklerim arasında uçurum vardı sanki. Kendimi kaybolmuş hissediyordum. Yanlış yerde yanlış bir işle meşguldüm sanki ve bu içten içe huzursuz ediyordu beni. İşe giderken servisim kaza yapsa da gitmesem diye dua eder hale gelmiştim bir süre sonra.

Ne aldığım yüksek puan, ne okuduğum iyi üniversite, ne de iyi bir kariyer imkanı, beni mutlu etmeye yetemedi. Aldığım yüksek maaş da… Benim kendi seçimimdi hepsi, zorlama baskı ile almamıştım kararlarımı. Sonradan anlıyorum ki en büyük ihtiyacım, benim kendimi, ilgi alanlarımı ve potansiyelimi tanımama imkân verecek, doğru bir rehberlikti.

İşte bu yüzden “çocuğum yüksek puan almalı, iyi kariyer yapmalı, çok para kazanmalı” diye kendini ve çocuklarını paralayan anne babalara ve öğretmenlere seslenmek istiyorum şimdi:

Çocuğun aldığı ya da alacağı puanlar sadece bir sonuç. Çoğu zaman da kendini tanıyamamanın ya da  üzerinde hissettiği baskının bir sonucu.  Asıl önemli olan ise çocuğun neler yapmaktan keyif aldığı. Yüce Allah’ın bahşettiği her insana “özel” yetenekler var. Neden herkes Matematiği sevmek zorunda ya da Fen’i başarmak zorunda? Başarılı çocuk deyince fen liseleri akla geliyor da neden dil, spor, sanat gibi alanlara da yatkınlık önemsenmiyor?

Her çocuğun iç dünyasında şekillenen mizacı ile ortaya koyduğu “özel” yanları var. Evet, bu her çocukta var. Okul başarısı düşük olsa da, ilk bakışta görülmese de, keşfedilememiş olsa da… Büyükler olarak yapmamız gereken işte çocuklarımızın o yanlarını keşfetmelerine rehberlik etmek. “Daha çok soru çözsün”e değil de “ne yapmaktan mutlu oluyor”a kafa yormak…

İnanın çok çabuk geçip gidiyor çocukluk yılları.Elde kalan ise uzun bir zaman kaybının getirdiği derin mutsuzluk ve içsel çatışmalar oluyor.Sonra o mutsuzluktan nasibini alıp, yeni başlangıçlarda kendini bulmaya çalışıyor insan.  Bu 10’lu yaşlarda çok daha kolay oluyor da, 30’undan sonra gerçekten çok zor.

Gonca Anıl / www.cocukaile.net

Öğretmen Olmak! (Öğretmenler Gününüzü Tebrik Ederiz!)

Her nedense öğretmenler günü geldiğinde öğretmenler hatırlanır.Son zamanlarda  öğretmenler, özellikle eğitim üzerinden süren tartışmalarda günah keçisi konumundadır.Ne kadar kendileri bu tür meseleleri  düşünmek istemese de yine de düşünmek zorunda bırakılmaktadırlar.

Birileri bu mesleğin değerini olduğundan daha düşük göstermeye çalışsa da öğretmenlik dünyanın en kutsal mesleğidir.Peygamberlik mesleğidir.Herkes hakkıyla bu mesleği kaldıramaz.Bu meslek çok ağır bir meslektir.Çünkü bu meslek;” Her kişinin değil Er kişinin” işidir.

Öğretmen, yeri geldiğinde annedir, babadır.

Yeri geldiğinde kardeştir, bacıdır.

Yeri geldiğinde, acıyı bal eyler. Çocuklara hissettirmez.

Öğretmen, toplumun geleceğini gören gözdür.

Öğretmen, hakikati söyleyen sözdür.

Öğretmen, irfan bahçesinin bahçıvanıdır.

Öğretmen, Doktor Mehmet’i, Öğretmen Ayşe’yi ,Kaymakam Mustafa’yı yetiştirendir.

Öğretmen çağ açıp kapatan Fatihi, Avrupa’yı titreten Kanuni’ye irfan verendir.

Öğretmen, ruhlara şekil veren, hakkı öğretendir.

Öğretmen, Firavunlar kucağında Musalar yetiştirendir.

Öğretmen, medeniyet yürüyüşünde en önde gidendir.

Öğretmen, özgürlük fikrini ruhlara ekendir.

Kısacası  öğretmen; sevgiyi, şefkati, fedakarlığı yaşayan, yaşatan ve gelecek nesillere aktaran sevgi bahçesinin bahçıvanıdır.

 Hamit Derman

www.NurNet.Org

NOT: Bütün öğretmen arkadaşların  öğretmenler gününü kutlar. Hayırlara vesile olmasını dilerim.

Eğitimde ‘Zühre, Katre, Reşha’ Modeli

Bazı misaller ve alegoriler vardır ki pek çok ince hakikatlerin anlaşılması için aklımıza kapı açar, fikrimize yol gösterirler. Bediüzzaman’ın Sözler adlı eserinde güneşin üç farklı yansımasına örnek olarak; Zühre (nakışlı-süslü bir çiçek), katre (ay ışığını yansıtan bir damla) ve reşha (şeffaf bir şey üzerinden yansıyan veya bir delikten süzülen bir ışık) misali verilmiştir.‘Zühre, katre ve reşha’ misali de pek çok hakikatlere işaret etmekle birlikte, eğitimde öğretmen-öğrenci münasebetlerine de ışık tutmaktadır.

“Meselâ, Zühre namıyla nakışlı bir çiçek ve kamere âşık hayatlı bir Katre ve güneşe bakan saffetli bir Reşha’yı farz ediyoruz ki, herbirisinin bir şuuru, bir kemâli var ve o kemâle bir iştiyakı bulunuyor.

Meselâ, güneşin, kendi Hâlıkının izniyle ve emriyle, üç çeşit tecellîsi ve in’ikâsı ve ifâzası var: Birisi çiçeklere, birisi kamere ve seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in’ikâslarıdır.

Birincisi üç tarzdadır:

Biri, küllî ve umumî bir tecellî ve in’ikâsdır ki, bütün çiçeklere birden ifâzasıdır.

Biri de has bir tecellîdir ki, herbir nev’e göre bir hususî in’ikâsı vardır.

Biri de cüz’î bir tecellîdir ki, herbir çiçeğin şahsiyetine göre bir ifazasıdır.

Şu temsilimiz o kavle göredir ki, çiçeklerin süslü renkleri, güneşin ziyasındaki yedi rengin istihâle-i in’ikâsiyesinden neş’et ediyor; ve bu kavle göre çiçekler dahi güneşin bir çeşit aynalarıdır.’’ (Nursi, Bediüzzaman said, Sözler. Sh:336 Envar Yay. 1993. İstanbul)

Bu misalden yola çıkarak eğitim sistemimizde dikkat etmemiz gerekecek bazı noktalar ve  işaretler çıkaracağız.

Hayatın kendisini okul ve her bir insanı da bu hayat okulunun bir öğrencisi farz edersek bunun herkesi ilgilendiren bir mesele olduğu da ortaya çıkacaktır.

Eğitim  bilimciler  eğitimi,  istendik davranış değişikliği olarak tarif ederler. Yani eğitilenin davranışlarını biçimlendirmek ve olgunlaştırmak.

Eğitimin ana unsurları öğretmen, öğrenci ve eğitim sistemidir. Dersler, ders araçları ve öğretme yöntemleri bu davranış değişikliği için birer araçtırlar. Aslında öğretmenler ve eğitim sistemi de bir vasıtadır. Asıl olan bireydir, öğrencidir. İnsanlar her halükarda davranış değişikliğine uğramakta ve şekillenmektedir. Eğitim kemale doğru şuurlu bir değişimdir. Hayatın sonuna kadar devam eden bir terbiyedir.

Biz bu misalden bir öğretmenin üç çeşit etkisini ve zühre, katre, reşha tipi  üç öğrenci modeli çıkartacağız.

ÖĞRETMENİN ÜÇ TİP YANSIMA MODELİ

Bir öğretmenin, (güneşin dünyada üç türlü yansıması gibi) öğrenciler üstünde üç türlü tesiri vardır.

Yani öğrenciler; çiçeğin güneşten aldığı renkleri yansıtması veya su damlasının gece ay ışığından aldığı güneş ışığını yansıtması veya her bir şeffaf şeyin ve cam parçasının bizzat güneşe ayna olup ışığını yansıtması gibi öğretmenden aldıkları eğitimi ve terbiyeyi üç türlü yansıtırlar.

Öncelikle öğretmenin öğrenciler üzerinde üç türlü tesiri var.

Birincisi, bütün öğrenciler üzerindeki öğretmen imajıdır ki dersine girsin girmesin okuldaki her insana lisan-ı hal ve kali ile iyi insan modeli yansıtmasıdır.

İkincisi, muhatap olduğu ve münasebeti olan öğrencilere ve dersine girdiği öğrencilere karşı olan imajıdır ki onlara genel olarak muhatap olur ve resmi bir diyalog ile maddi ve manevi bir tesiri bulunur.

Üçüncüsü, öğrencilerle has ve özel diyalogudur ki, onlara isimleri ile hitab eder ve onları tek tek değerlendirir. Öğrenci merkezli bir eğitim modelinde onları tanır ve taleb ettikleri bilgiyi aktarır.

‘ZÜHRE, KATRE, REŞHA’ ÜÇ TİP ÖĞRENCİ MODELİ
ZÜHRE TİPİ ÖĞRENCİ

Bazı öğrenciler bir tohum ve çiçek gibi eğitim süreci içerisinde kabiliyetleri nispetinde inkişaf ederler. Zaman içinde davranış değişikliği ortaya koyarlar. Öğretmen ve eğitim sistemi ne kadar uğraşırsa uğraşsın onlar ancak kendi kabiliyet ve kapasiteleri miktarınca eğitilebilir ve öğretilebilirler. Bazı öğrencilerde özel yetenekler ön plana çıkar ve onlarda inkişaf ederler. Spor, müzik, drama ve güzel sanatlar gibi alanlara yönelebilir ve başarılı olabilirler.

KATRE TİPİ ÖĞRENCİ

Öğretmeni örnek alan ve öğretmenin etkisinde kalan öğrenci tipidir. Öğretmenin ağzından çıkan her sözü ve emri hüccet kabul eder ve ideolojik yapısını örnek alır. Güneşin ışığını, ay vasıtası ile alan su damlası gibi, gerçekleri ve hakikati değil, öğretmeni kendine kaynak alır. Öğretmen merkezli eğitim sitemlerinde bu tip öğrencilerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Bu tip öğrenciler öğretmenin aydınlığından,  entelektüelliğinden, maneviyatından ve davranış biçimlerinden çok etkilenir, benimser ve yansıtırlar.

REŞHA TİPİ ÖĞRENCİ

Bu tip öğrenciler kendilerine ilmi, bilimi ve hakikati rehber kabul ederler. Öğretmen onlar için bir ders arkadaşıdır. Öğretmenin yansıttıklarını tartarlar ve analiz ederler. Sadece sorularının cevaplarını ararlar. Öğretmen eğitim süreci içerisinde onlara danışmanlık yapar. Öğretmen değişse de onlar için çok şey değişmez. Onlar okulun ya da öğretmenin değil, hakikatin, aydınlığın ve bilimin talebesidirler.

ÖĞRETMENİN DİREKT – ENDİREKT TESİRİ

Bir öğretmenin öğrenciler üstünde iki şekilde tesiri vardır. Birisi doğrudan doğruya perdesiz, engelsiz, vasıtasız, resmi olmayan, samimi ilgisi ve iltifatıdır. İlmi ve aydınlığı gölgelemeden öğrencisine yansıtır.

Diğeri resmi, perdeli ve aşamalıdır. Bazen kendi bakış açısı ve ideolojik tavrı hakikatlere perde olur. Verdiği derslerin içerisinde, dersin muhtevası ve imkânları nispetinde tesiri vardır.

SONUÇ VE ÖNERİLER:

1-Öğretmenler öğrencilerinin farklı özelliklerini kabul edip hepsinin tek tip davranış değişikliği göstermesini beklememeliler.

2-Öğretmen, öğrencilerinde gördükleri farklı davranış biçimlerini normal karşılamalı ve zorla değiştirmeye çalışmamalıdır.

3-Öğretmenler görünüşlerine ve lisan-ı hallerine çok dikkat etmelidirler. İyi bir rehber ve model olmalıdırlar.

4-Öğretmen perde ve gölge olmaktan kaçınmalı, sübjektif görüşlerden ziyade hakikate ve objektif görüşlere yer vermelidir.

5-‘Marifet iltifata tabidir’ hakikatine dikkat etmeli, öğretmen ve öğrenci arasında samimi diyaloglar geliştirmelidir.

6-Öğrenciler araştırmaya, kendi kendine öğrenmeye, kitap okumaya, bilhassa kâinat kitabını okumaya teşvik edilmelidir.

7-Öğrencilerin fikirlerine, görüşlerine ve bilhassa sorularına saygı göstermeli ve değer verip ilgilenilmelidirler.

8-Öğrencilerin hatalarına toleranslı olmalı ve yanlışlarını düzeltmelerine fırsat verilmelidir.

9-Herkes kendisini bir talebe olarak görmeli ve bu kâinat kitabının bir mütalaacısı olduğunu unutmamalıdır.

10-Daima müspet ve olumlu fikirler açıklamalı, menfi ve negatif yargılardan kaçınmalıdır.

Rasim Soylu / Risale Haber