Etiket arşivi: Oğuz Düzgün

Risale-i Nur Işığında Bir Müfredat Önerisi

Bugüne kadar kimi eğitimcilerin Allah’ı yok sayan, evrim, materyalizm gibi felsefeleri; var­lığı ve hayatı anlamlandırmada “yegane bakış açısı” olarak gösteren yorumlarına önem vermeden, iman ve Kur’an gözlükleriyle kâinata bakmaya çalıştık.

Evrim teorisi, tabiatçılık, maddecilik, tesa­düfçülük gibi bakış açıları, bilimsel kitapların hakikatleri gösteren en önemli işaretlerini bir örümcek ağı gibi sarmalamış, bir balçık gibi sıvamıştı yıllardır.

Biz yine de direndik ve vahyin gösterdiği bakış açısından bakmaya çalıştık varlığa. Halbuki eğitim gönüllü ve istekli gerçekleşmesi gereken bir süreçti. Vaktiyle Kur’an öğrenimini belli bir yaş sınırına hapseden zihniyet, Allah, İman, İslam, Kur’an, Peygamber gibi bütün manevi alanları anlamsızlaştıran “materyalist”, “evrimci” bakış açısını ilkokulların 1. Sınıf­larından itibaren zorunlu kılıyordu tap taze beyinlere…

Bu bakışı bize öğreten Risale-i Nur’lara el­bet­te müteşekkiriz. Risale-i Nur’lar bize, var­lıkların kendi kendine (Self Organizasyon), tabii olarak (Natural) ya da sebepler yoluyla (Kozalite-Nedensellik) var olamayacağını öğretmişlerdi.

Tabiat Risalesi bu manada onlarca yıldan beri milyonlarca insan tarafından gönüllü olarak uygulanmış, benimsenmiş ve faydaları da ehli tarafından gözlemlenmiş  “imanî bakış açısıyla eğitimin” kaynak müfredatı hükmündedir.

Belki de Tarihçe-yi Hayat’ta geçen şu amaç güdülüyordu bu tek tipçi eğitim modeliyle:

Mekteplerde yaptıracağımız yeni öğretim usûlleriyle yetişecek gençlik, Kur’ân-ı ortadan kaldıracak ve bu sûretle milletin İslamiyetle olan alakası kesilecek.”

Avrupa’da ve Rusya gibi devletlerde doğan pozitivist-materyalist-evrimci eğitim sistem­le­rinden kopyalanmış ülkemizdeki eğitim sis­temi de, kendi öz evlatlarının beyinlerini bu bakış açılarına mahkum etti yıllarca…

Tertemiz kalpleri, ruhları ve bütün manevi latifeleri bu felsefelerin bakış açılarıyla aç, susuz, güçsüz bıraktılar acımadan.

Güneş hükmündeki İman, İslam, Kur’ân gibi bütün o vahyi değerlere şüpheyle bakan, ancak insanlığı nereye ve nasıl götüreceği bilinmeyen kör, sağır, elsiz, ayaksız felsefe fenerleriyle yetinen bir nesil yetişti maalesef ülkemizde ve dünyada.

Risale-i Nur ise, bu tahribatın zararlarını ortadan kaldırmak adına bir Hızır gibi yetişmişti insanlığın imdadına. Çocuklarının inançsız ve maddeci olarak yetişmesini istemeyen kitleler bu eserleri esas alan örgün ve yaygın eğitimlerin rahle-yi tedrisine oturdular gönüllü olarak.

Halbuki eğitim, gönüllü olması gereken bir süreçti. Her ebeveyn kendi evladının nasıl yetişmesini istiyorsa, o eğitim şıkkını seçebilmeliydi özgürce.

Bugün Amerika’da yaşayan Yahudiler, Mor­monlar, ülkemizde yaşayan Ermeniler ya da Fransızlar, kendi okullarında istedikleri gibi eğitim alabilirlerken, dindar Müslümanlar, evrimci, pozitivist, materyalist bakış açılarıyla kirlenmiş bir eğitime mahkum ediliyorlar.

Aslında ülkemizdeki İmam-Hatipler bile aynı batıl felsefelerin kıskacı altındadır. Zira bu okullarda okutulan “bilim içerikli” ders kitapları bile evrimci, tabiatçı, tesadüfçü bakış açılarıyla yazılmış kitaplardır.

Bu açıdan bakıldığında eğitim özgürlüğünün görüldüğü ülkelerde bile gençler, aynı felsefelerin mayasıyla mayalanmaktadırlar farkına varılmadan. “Din eğitimi” alma özgürlüğü olan insanların, nedense bilimi istedikleri bakış açısıyla öğrenme özgürlüğü yoktur dünyada.

İşte Risale-i Nurlar, hiç de fark edilmeyen böylesine hayati bir cephede oldukça önemli bir boşluğu doldurmaktadırlar. Bu nedenle Risale-i Nurlar sadece Müslümanlara değil, dünya üzerindeki bütün insanlara alternatif bir “bakış açısı” imkanı sunmaktadır.

Sözde özgürlükçü görünüp, global ve tek tipçi bir dünya sistemi kurma tasavvurunda olan kimi güçler, insanlığı tek bakış açısına, evrimci materyalist zihniyete mahkum etme yanılgısına düşmüşlerdir. Halbuki bütün bölünmelerin, kavgaların ve fesatların kaynağı bu bakış açılarının tam da kendileridir.

İşte Risale-i Nurlar bu “yokçul” yanılgının farkına varan yegane eserlerdir. Bu nedenle şu yeni geldiğimiz noktada Türkiye elindeki bu hazinelerden istifade edebilmesini bilmeli ve bütün insanlığa hitap edecek yepyeni bir alternatif eğitim programı oluşturmalıdır.

Aslında bu istek bize değil Bediüzzaman’a aittir.  O Emirdağ Lahikasında bu isteğini şöyle dile getirir:

Kalbime geldi ki: Bu vatan ve İslâmiyetin maslahatı, herşeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem tâcil, hem tasdik ve hem de çabuk mekteplerde tatbik edilmesi elzemdir.

Bediüzzaman’ın dikkat çektiği “mektepler­deki serbestiyet” meselesi eğitim ve öğretim müfredatını seçme özgürlüğü anlamına gel­mektedir aslında. Bu özgürlüğün gerçek­leşeceğine inanan Bediüzzaman, “Risale-i Nurların mekteplerde okutulacağı” gerçe­ğini pek çok konuşmasında vurgulamıştır.

Ülkemizin gerçek münevverlerinden olan Yusuf Kaplan gibi yazarların, “din eğitimine mahkum edilmiş” bir eğitim sisteminden şi­kayetleri de işte sırf bu yüzdendir. Din eğiti­mi ağzımıza sürülen geçici bir bal hükmündedir. Halbuki diğer derslerde hakim olan bütün o batıl felsefeler, ruhlarımızı, aklımızı ve kalbimizi “şüphelerle” zehirlemektedir.

Bediüzzaman’ın Medrese’tüz Zehra hayali­nin ne anlama geldiğini de şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Bu eğitim sisteminde din ilimleriyle fen ilimlerinin bir arada okutul­ması demek, bu derslerin ayrı ayrı öğretilmesi anlamına gelmiyor.

Kur’an-ı Kerim’in kâinata bakış açısı ve var­lığı anlamlandırışı ayrışık düzlemlerde gerçekleşmez. Kur’an kâinata “vahdet” naza­rıyla bakar. Zira kâinat bir tek vahid-i ehadin eseridir. O “vahid-i ehadin” yaratmalarını an­latan “bilimler” de  o “tek olandan” bağımsız anlaşılamazlar.

Bütün ilimlerin üssül esası iman-ı billahtır” diyen Bediüzzaman da, yüzlerce yıldan be­ri, Kur’an’dan uzaklaşmanın bir sonucu ola­rak ayrıştırılmış, şaşılaştırılmış, bölünmüş, da­ğıl­mış olan o “varlığa bakış” eylemini “vahdet” düzleminde yeniden birleştirmiş ve toparlamıştır.

Risale-i Nurların bu “vahdetçi” bakışını elde etmiş bir insan, bu nedenle fizik, kimya, biyoloji, coğrafya vb. bilimleri okurken, hem yeni konular öğrenir, hem de Allah’ın fiillerini, tecellilerini, sanatlarını marifetullah basamaklarında müşahede ederek ibadet eder.

Elbette bu bakış açısını kimseye zorlamaya da hakkımız yoktur. İngiltere gibi “liberal” ülkelerdeki örnekleri dikkate almak gibi bir tavsiyemiz de olamaz. Zira biz kendi medeniyetimizin zenginliklerinin, bizi her türlü doğruya götürecek örneklerle dolu olduğunu çok iyi biliyoruz…

Medine Şehir Devletine, Endülüs’e,  Osman­lı’ya bakmamız bile yeterlidir gerekli eğitim modellerini bulabilmemiz için. Osmanlı’da, kendi seçtikleri eğitim sistemiyle ve müf­redatıyla eğitim görme hakkına sahip Hıris­tiyanları ve Yahudileri bile hatırlamamız yeterlidir.

Bütün bu örneklerden yola çıkarak hükü­metimizden  “özgürlükçü bir eğitim müfredatı” talebinde bulunmamız da vatandaş olarak hakkımızdır.

Bu yeni oluşturulacak müfredat, velilere ço­cuklarını istedikleri bakış açısına göre eğitme imkanını sunmalıdır. Öğretilecek konular aynı olacak ama bu konuların anlatımındaki bakış açısı farklı olacaktır.

“Big Bang-Büyük Patlama” teorisini günü­müzdeki bakış açısıyla anlatan ders kitapları olacağı gibi, bu olayı Risale-i Nur’un önerdiği “imani” bakış açısıyla anlatan ders kitapları da olmalıdır. Dolayısıyla bu bakış açısıyla hazırlanmış yeni öğretim programlarına ihtiyaç vardır.

Vatandaş uygun gördüğü eğitim müfredatına göre çocuklarının eğitim görmesini sağlaya­bilmelidir. Yeni eğitim sistemi de bu açıdan oldukça uygundur.

Almanların Grund Schule (Temel Okul) olarak adlandırıldığı ilk 4 yıllık bölümden başlayacak böyle bir model, gerçekte istediği gibi eğitim ve öğretim hakkından yoksun olan “inanan” insanların eğitim haklarına kavuşmasının da teminatı olacaktır.

Dersin adı: Biyoloji/İlm-i Hayat

Sınıf: Medresetüzzehra 1

Ünitenin adı: Genetik Bilgi Taşıyan Moleküller

Konu: Proteinlerde çeşitlilik, Prote­in Sente­zinin kontrolü

Süre: 1 ders saati

Öğretme-Öğrenme Yöntem ve Tek­nik­leri: An­latım, tartışma, ispat, temsil

ÖĞRENCİ KAZANIMLARI/HE­DEF VE DAVRANIŞLAR:

HEDEF: Protein sentezinin kavra­tılması, protein sentezi sırasında tecelli eden esmâ-yı ilâhiyyenin anlaşılması.

DAVRANIŞLAR:

1. Proteinlerin çeşitliliğinin açıklama.

2. Proteinlerin çeşitliliğinin İlahi isim­lerin çeşitliliği ile ilgisini açıklama

3. Enzimlerin protein yapısında oldu­ğunu açıklama.

4. Şuursuz, cansız proteinlerin tesa­düfen ama bilinçlice hayattar birer tiryak oluştu­ramayacaklarının Tabiat Risalesi ışığında açık­lanması.

5. Protein sentezinin genlerin kont­rolünde yapıldığının açıklanması

6. Genlerin gerçekte aciz, kör, sağır, şuursuz varlıkları oldukları, üstelik onların zaten kendileri yapılageldik­leri halde bu halleriyle hiçbir şey kontrol edemeyecekleri, genlerin üzerinde tecelli eden “İlim”, “Hikmet”, “Hâ­kim”, “Hafiz” gibi ilâhi isimler gösterilerek ortaya konması.

7-Kur’an-ı Kerim ve hadislerden ko­nuyu açık­layacak hakikatlerin ortaya konulması.

Oğuz Düzgün

Medresetüzzehra Müfredatında Örnek Bir Ders Uygulaması

Bediüzzaman’ın Medresettüzzehra projesi sevindirici bir şekilde, hamiyetli STK’larımızın da katkısıyla devletin gündemine alındı son günlerde.

İnşaallah bu medeniyet projesinin, maddi örnekleri de, sadece Van’da değil yakında yurdumuzun ve dünyanın pek çok bölgesinde tesis edilecektir.

Medresetüzzehra projesi esasında birbirinden, müsbet ve menfi diye ayrıştırılmış “ilmin” yeniden “vahdetini” esas alan bir projeydi.

Esasında Kur’an-ı Kerim’in kâinat ve varlık anlatımının, yeniden günümüz şartlarına uygun bir şekilde diriltilmesiydi gerçekleştirilen.

Yani bu proje sadece Türkiye tarihi için değil, dikkatli incelendiğinde “dünya bilim tarihi” açısından milad sayılabilecek bir “müfredat” önermektedir insanlığa.

Medresettüzzehra müfredatı, klasik eğitim sistemlerinin etkisinde kalınarak söylendiği şekilde; Fen derslerinin ve dini derslerin ayrı ayrı dersler halinde okutulması değildir esasında.

Çünkü Bediüzzaman, aslında Fen derslerinin de Allah’ı anlatan dersler olduğunu kat’i bir şekilde belirtir:

Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” (Asa-yı Mûsa)

O halde Bediüzzaman’ın Medresettüzzehra projesi bambaşka bir âli amacı gütmektedir ve onun arzuladığı uygulama klasik eğitim sistemlerinin de fevkindedir:

Şark Üniversitesinin bir nevî programı olmaya lâyık üssü’l-esas dersi ise, Kur’ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden ve bütün meselelerini, fünun-u akliye ile ve delâil-i mantıkıye ve müsbete ile tesbit ettiren ve mâkulâtla ders veren Risale-i Nur’dur ki, yeni asrın üniversitelerinde ve mekteplerinde okutulmaya şâyandır.” (Tarihçe-yi Hayat)

Görüldüğü gibi Bediüzzaman Risale-i Nur örnekliğinde ortaya konulan bir ders müfredatından bahsetmektedir. Çünkü Risale-i Nur’da fen ve din, binlerce yıllık ayrılıktan sonra gerçekten “imtizac” etmiştir.

Bediüzzaman’ın Fen ve dini ilimlerinin “imtizac” etmesi gerektiğini sık sık vurgulayışı da “ilmin” Kur’ânî vahdetini yeniden tesis edebilmek içindir:

Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” (Münazarat)

Burada geçen imtizac ve iftirak kavramları, fazla da açıklamaya lüzum bırakmayacak şekilde açıktır. Kastedilen kesinlikle ayrı bir “Kelam” dersi ve ayrı bir “Fen” dersi değildir.

Esasında fen bilimleri ve dini bilimler diye bir ayrım da yoktur. Herhangi bir fen dersi öğretileceği zaman, Yaratıcı’nın varlığı ortaya konularak, dini kaynaklar referans alınarak öğretilmelidir.

İşte Kur’an-ı Mucizul Beyan’ın insanlığa öğrettiği ilim anlayışı gerçekte budur. Çünkü “bâtılı tasvir sâfi zihinleri idlal eder.”

Bir Fen bilimi dersi, din ve imandan mücerred olarak anlatıldığında akılda, kalpte tamiri güç şüpheler doğar.

Sonra verilecek, o dersten ayrı bir Kelam ya da Akaid dersi, kalbi ve akli yaraları çok güç tedâvi eder.

O halde mesela “Biyoloji” dersi, Allah’ın isim ve sıfatlarından kopuk bir şekilde “objektif-bitarafane” denilen ama aslında “tesadüf, evrim, tabiat” hesabına çalışan bir üslupla anlatılmamalıdır.

Fen ve dini ilimlerin imtizacı işte tam da bu noktada kendisini gösterecektir. Çünkü “İmtizac” ilimlerin ayrıştırılması anlamındaki “iftirak” kelimesinin tamamiyle zıddıdır.

İmtizac, katışma, karışma, birleşme, uyuşma, iç içe geçme anlamlarını ifade eden bir kavramdır ve Bediüzzaman tarafından elbette boşuna kullanılmamıştır.

O halde şekerin suyla mükemmel imtizacı gibi, dini ilimler de fen bilimleriyle imtizac edecektir. Medresetüzzehra projesinin önerdiği müfredat budur.

Bu “imtizac” dışında uygulanan hiçbir uygulama Medresetüzzehra olarak anılsa da, Medresttüzehra projesinin maksadına uygun olmayacaktır kesinlikle.

Demek ki, Medresettüzzehra’nın fakültelerinde okutulacak “Fen” derslerinin müfredatı, Risale-i Nur örnekliğinde olduğu gibi yeni bir “mümtezic” ve “müttehid” (Birleştirici) dille kaleme alınmalıdır.

Yazımın sonunda, Medresettüzzehra’nın ders müfredatlarına örneklik teşkil etmesi açısından, kusurları çok da olsa birleştirici dille yazılmış bir “müfredat” örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

YÖNERGE: Şark Üniversitesinin bir nevî programı olmaya lâyık üssü’l-esas dersi ise, Kur’ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden ve bütün meselelerini, fünun-u akliye ile ve delâil-i mantıkıye ve müsbete ile tesbit ettiren ve mâkulâtla ders veren Risale-i Nur’dur ki, yeni asrın üniversitelerinde ve mekteplerinde okutulmaya şâyandır. Hem Münâzarât Risalesi’nin rûhu ve esası hükmünde olan hatimesindeki Medresetü’z-Zehra’nın hakîkati ise, istikbalde çıkacak olan Risale-i Nur medresesine bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği halde ihtiyarsız olarak ona sevk olunuyordu.

Bir hiss-i kable’l-vukû ile o nûranî hakîkati maddî sûretinde arıyordu. Sonra, o hakîkatin maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı. Sultan Reşad (merhum), on dokuz bin altın lirayı, Van’da temeli atılan o Medresetü’z-Zehra’ya verdi. Temel atıldı, fakat sabık Harb-i Umûmi çıktı, geri kaldı. Beş-altı sene sonra Ankara’ya gittim, yine o hakîkate çalıştım. İki yüz mebustan yüz altmış üç mebusun imzalarıyla, o medresemize yüz elli bin banknot iblâğ ederek, o tahsisat kabul edildi. Fakat, binler teessüf, medreseler kapandı, o hakîkat geri kaldı. Fakat, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o medresenin manevî hüviyeti Isparta vilayetinde tesis edildi. Risale-i Nur’u tecessüm ettirdi. İnşaallah istikbalde, Risale-i Nur şakirtleri, o alî hakîkatin maddî sûretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar. (Tarihçe-i Hayat)

Dersin adı: Biyoloji/İlm-i Hayat

Sınıf: Medresetüzzehra 1

Ünitenin adı: Genetik Bilgi Taşıyan Moleküller

Konu: Proteinlerde çeşitlilik, Protein Sentezinin kontrolü

Süre: 1 ders saati

Öğretme-Öğrenme Yöntem ve Teknikleri: Anlatım, tartışma, ispat, temsil

ÖĞRENCİ KAZANIMLARI/HEDEF VE DAVRANIŞLAR:

HEDEF : Protein sentezinin kavratılması, protein sentezi sırasında tecelli eden esmâ-yı ilâhiyyenin anlaşılması.

DAVRANIŞLAR:

1. Proteinlerin çeşitliliğinin açıklama.

2. Proteinlerin çeşitliliğinin İlahi isimlerin çeşitliliği ile ilgisini açıklama

3. Enzimlerin protein yapısında olduğunu açıklama.

4. Şuursuz, cansız proteinlerin tesadüfen ama bilinçlice hayattar birer tiryak oluşturamayacaklarının Tabiat Risalesi ışığında açıklanması.

5. Protein sentezinin genlerin kontrolünde yapıldığının açıklanması

6. Genlerin gerçekte aciz, kör, sağır, şuursuz varlıkları oldukları, üstelik onların zaten kendileri yapılageldikleri halde bu halleriyle hiçbir şey kontrol edemeyecekleri, genlerin üzerinde tecelli eden “İlim”, “Hikmet”, “Hâkim”, “Hafiz” gibi ilâhi isimler gösterilerek ortaya konması.

7-Kur’an-ı Kerim ve hadislerden konuyu açıklayacak hakikatlerin ortaya konulması.

Oğuz Düzgün / Risale Akademi