Etiket arşivi: Ölüm Korkusu

Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz

4,5 yaşındaki kızım ölmemizden korkuyor. Ben de ”Dua edelim, Allah bize uzun ömür versin.” dedim. Doğru mu yaptım?

Doğru bir cümle… Allah, tüm çocuklara anne-babaları ile uzun ömürler versin.

Ancak yaşamın nasıl şekillendiğini biz bilemiyoruz. Eğer ölümleri çocuğun erken döneminde Allah’ a bağlarsak, çocuk annesini kaybettiğinde, ” Annemi niye aldın? ” diyerek muhatap olarak Allah’ ı kabul eder. Belki de Allah’ a muhabbet duyacağı yerde tepki gösterebilir. Halbuki Allah, insanın canını kendisinin değil, Azrail (AS)’ in alıyor olması ile kendisine yönelecek olan isyanı perdelemiş oluyor. Allah, ölümle çocuğa tanıtılmaz.

Ölüm haktır. Çocuk;

” Anne ben ölürsem, anne siz ölürseniz… Ben ne yaparım o zaman?” diye sorular sorabilir. Çocuğun bu soruları üzerinde fazla durmamak lazım.

” İnşallah ölmeyiz, inşallah hep beraber yaşarız. Ölmüş olsak da çok problem değil, inşallah ahirette birlikte olacağız.” demekte fayda var.

Sizin söylediğiniz tasavvufi bir bilgi, çocuğun içerisinde bulunduğu yaş itibariyle bakıldığında, ileride Allah’ a karşı tepkiselliğe götürebilir. Dini dahi öğrenmeden, Allah’ ın azap, gazap ve can alıcı bir sıfatı ile tanıtılmış olması doğru olmaz.

Çocuğun her sorusuna cevap vermek gerekmez. Bazı soruları çok derinlemesine işlemeden geçiştirmekte fayda var.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Çocuk Deyip Geçmeyin Bölüm 364 Kısım 5

Gerçek Müslüman Neden Ölümden Korkmaz?

Kur’ân ve Hadis, bizi sürekli olarak ölüm gerçeğiyle yüz yüze getirir. Birçok âyet-i kerime, dünya hayatına, kıyamet günüyle kıyaslandığında, günün bir saati veya en fazla bir gün kadar süre biçmiştir. Resulullahın (a.s.m.) hadis-i şerifleri de dünya hayatının kısalığına ve ölümün bize yakınlığına dair uyarılarla doludur.

Kur’ân’dan ve Hadisten süzülen Risale-i Nur ise her ikisinin bu özelliğini bir ayna gibi yansıtır.

Küçük Sözler’den itibaren Külliyatın hemen her tarafında, okuyucu kendisini ölüm gerçeği karşısında bulur. Hattâ, ölümden en uzak tevehhüm edilen gençlik yıllarını dahi Bediüzzaman ölüme uzak görmez ve göstermez; ziyaretine gelen gençlere hitaben yaptığı dersine “Sizdeki gençlik kat’iyyen gidecek” ikazıyla başlar.

***

Şu kadar var ki, Risale-i Nur’un insanı ölümle yüzleştirmesi demek, ölümle dehşete düşürmesi demek değildir. Bu bir gerçekle yüzleşmek, dünyaya geliş hikmetimizi keşfetmek ve seyahatimizin bundan sonraki kısmı için hazırlık yapmak demektir. Bu hazırlık ise, dünya hayatının tadını kaçıran bir hazırlık değildir; bilâkis, burada Yer ve Gökler Rabbinin aziz bir misafiri olarak bulunmanın ve her an Onun gözetimi altında yaşamanın şuuruna ermek demektir. Bu şuura eren insanlar için artık ölüm bir kavuşmadan ve daha güzel bir âleme geçişten başka birşey değildir.

Risale-i Nur ile tanışan bir kimsenin hayatına ilk olarak giren gerçeklerden birinin ölüm gerçeği olması işte bu sebepledir. Fakat ölüm gerçeğinin imanla beraber girdiği yerden ölüm korkusu çıkar, gider.

Kabir kapısına gülerek giriniz” der Risale-i Nur şakirtlerine.

Ve şakirtler gülerek girerler.

***

Risale-i Nur’un insanlara ne kadara güçlü bir tahkikî iman kazandırdığını gösteren en canlı şahit, şakirtlerinin ölüm karşısındaki tavırlarıdır.

Ondan dersini alan bir Nur talebesi, idam tehdidiyle yargılanırken bile kendini kurtarmak için savunma yapmak şöyle dursun, sehpaya “Allah Allah!” diyerek koşmaktan bahseder, kurşuna dizildiği takdirde akacak kanının “Risale-i Nur” yazmasını niyaz eder.

Ölümün hakikatini Risalelerden ders alan bir talebe, henüz gencecik yaşındayken ölümle karşılaşacak olsa, “Daha yaşanacak yıllarım vardı” diye hayıflanmaksızın geçiverir öbür tarafa – tıpkı bir odadan diğerine geçer gibi.

Risale-i Nur’un dersleriyle haşir neşir olan anne ve babalar, hayatının baharında toprağa verdikleri evlâdı için teselliye ihtiyaç bile duymazlar da kendilerini taziyeye gelenleri teselli ederler.

Daha geçen gün yaşamadık mı en son nümunesini bunların?

http://www.nurnet.org/gencecik-delikanli-namaz-diye-diye-vefat-etti/

***

Ölüm, Risale-i Nur’un verdiği en önemli bir ders olduğu gibi, Risale-i Nur derslerinin insanlar üzerindeki tesirine şahitlik eden en önemli bir göstergedir. Eğer bir eser insanları ölümle barıştırıyor ve hayatlarının her ânında ölüme hazır hale getirebiliyorsa, onun tesiri ve gücü hakkında tartışmak abes olur. Risale-i Nur’un hakkaniyetine ve şu zamanın yaraları için en tesirli devâ olduğuna dair başka hiçbir delil olmasaydı, sadece şu manzaraya bakmak ve onun insanları Rabbine kavuşmaya nasıl hazır ve hattâ müştak hale getirdiğini görmek yeterli olurdu.

Yine de zaman zaman bazı nâdânların çeşitli bahaneler üreterek Risale-i Nur’a sataşmaları yüzünden “Acaba bunların ithamlarında bir hakikat payı var mı?” diye vesveseye kapılanlar olursa, onlara yapılacak tavsiye de şundan ibarettir:

Satırlardaki iman hakikatlerinin Risale-i Nur dersleriyle nasıl yaşanan bir hayata dönüştüğünü görsünler ve muarızlarına şu soruyu sorsunlar:

Bu kadar çok insanı birkaç dersiyle birer iman kahramanı yapan başka bir eser biliyor musunuz?

www.yazarumitsimsek.com

Geleceğin İnşasında İslamî Bakış (Müslümanların Zaafı ve Çareleri..)

İnsanların yakın ve uzak olmak üzere, iki geleceği vardır. Yakın ve fani olan, dünya hayatının geleceğidir. Uzak ve baki olan ise, ahiret hayatının geleceğidir. Dengeli bir bakış açısının gereği, bu her iki hayatı da dengede tutmaktır; burada da iyilik istemek, orada da iyilik istemektir.

Ancak eğer ikisinden birini tercih etmek zorunluluğu hâsıl olursa, baki olanı fani olana tercih etmek aklın gereğidir.

Aşağıdaki hadis-i şerifte bu hakikatin altı çizilmiştir:

Dünyasını sevenler ahiretine zarar verir. Ahiretini sevenler de dünyasına zarar verir. Sizsiz olun, baki olanı fani olan tercih edin”(Mecmau’z-Zevaid, h.no:17825).

Bu konuda önemli bir rehberimiz Hz. İbrahim’dir. O göklerin melekutunu tarassut ederken, gördüğü güzel bir yıldızı sevgiye değer bulmuştu. Fakat onun batıp kaybolduğunu görünce, o faniye fena halde takmış, fanilik damgasını vurmuş ve onun sevgisini hemen kalbinden silivermiştir. “Gece karanlığı kendisini basınca, bir yıldız gördü. Ve “Rabbim budur” dedi; yıldız batınca da; “ben batanları sevmem” dedi”(Enam:76) mealindeki ayette onun bu izzetli ve de akıllıca tavrına dikkat çekilmiştir.

Bediüzzaman hazretleri bu ayetin bir nevi tefsiri mahiyetinde bu gerçeği şöyle seslendirmiştir: “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.“(Sözler, 221 )

Dünya sevgisi hataların başıdır

İçinde bulunduğumuz dünyanın iç yüzünün üç yüzü vardır:

Bir yüzü Allah’ın isim ve sıfatlarının bir aynasıdır, onları ders veren bir kitaptır.

İkinci yüzü ahiretin tarlasıdır. Burada ekip orada biçmek için güzel bir ticaretgâh, bir ahiret pazardır.

Üçüncü yüzü ise, ahirete zıt olan fani yüzüdür.

Dünyanın fani yüzü, Allah’ı düşünmeye, ona kulluk etmeye mani olan yönüdür. Rivayetlerde “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır”(Aclunî, 1/397)denilmiştir. Onun geçici olduğunu, hiç kimseye sonuna kadar yâr olmadığını görmek, ondan vazgeçmenin bir yoludur. Ondan vazgeçmek ise, kalben sevmemektir. Yoksa, çalışmayı bırakmak demek değildir. Abdulkadir Geylanî Hazretleri “Dünyayı kalbinden çıkarıp, eline alırsan, sana zarar vermez.” der.

Dünya hayatının istikbali

– İslam âleminin en büyük düşmanı Cehalet, Zaruret/fakirlik ve İhtilaftır. Bunlarla mücadele etmek için İlim, Sanayi ve İttihat silahını kullanmak gerekir.

– İslam âlemi, istikbalde o üç düşmanına karşı mücadelesinde bu üç silaha sahip olduğu takdirde, uluslararası arenada söz sahibi olacak ve dünya barışı için bir muvazene unsuru haline gelecektir.

– İlim silahı: Maddî ve manevî /dinî ve fennî ilimlerden meydana gelir. Çünkü insanın bilge haline gelmesi için iç barışını sağlaması gerekir. İç barışı sağlamak için, iç dinamiklerin başında gelen vicdan ile aklın barışmasını sağlamak gerekir. Vicdan ile aklın barışması ise, her birinin kendi sahasında gerçeğin ışığıyla aydınlanması gerekir. Bu aydınlık yapan ışık ise, farklı ilimler ışığıdır. Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir. Aklın nuru ise Fünun-u medeniyedir. Bu ikisinden yalnız dini ilimlere sahip olan kimsede taassup başladığı gibi, yalnız fennî ilimlere sahip olan kimsede ise –din konusunda- şüpheler doğmaya başlar. Bu ikisini kendinde toplayan kişinin himmeti pervaz eder. İki kanatlı kuş gibi arş-ı kemâlata doğru kanat açar.

– Sanayı silahı: Özellikle bu asrın hayat standardını zirvelere taşıyan, ekonomi bağımsızlığı ve buna bağlı olarak siyasal bağımsızlığı kazandıran hayati öneme haiz bir unsurdur. Bu zamanda İslamî ve fennî ilimlerin tahsil edilmesi, kalem ve fikir üzerine cereyan eden manevi cihadın en büyük hedefi olan “i’la-yıkelimetullah”a yönelik hizmetlerin yapılması için maddeten terakki etmeye ve dolayısıyla da teknolojik ürünlerin unvanı olan sanayileşmeye büyük ihtiyaç vardır.

– İttihat silahı: İslam âleminin dağınıklığından, tefrikasından istifade ederek hâkimiyetini sürdürmeye çalışan düşmanların bu hâkimiyetine son verecek bir güce sahiptir. “Şüphesiz Firavun bulunduğu yerde (Mısır’da) zorbalığa kalkışıp büyüklük tasladı. Oranın halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi güçsüz kılıyordu, onların oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardan biriydi”(Kasas:4) mealindeki ayette işaret edildiği gibi, tarih içerisinde Firavunlar gibi zalim despotlar, hep halkın tefrikasından istifade ederek onları ezmişler ve hâkimiyetlerini, sürdürmüşlerdir.

İslam birliğini, dirliğini, kardeşliğini, ittihadını zedeleyen unsurlardan biri de dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. Bu iki duygunun kaynaklarından biri ise, iman şuurunun, din kişiliğinin, mümin kimliğinin deforme olmasıdır. İslam’ın en büyük ve en başında gelen iki rüknü Allah’a ve ahirete imandır. Allah’a iman ona güvenmeyi, ona tevekkül edip ona dayanmayı ön görür. Ahirete iman ise, insanı ölüm korkusundan kurtarır. Çünkü hakiki iman hem nurdur, hem kuvvettir. Öyle bir kuvvettir ki, bütün dünya bomba olup patlasa ihtimaldir ki onu korkutmaz. Böyle bir iman, Müslümanları Allah rızası ve ahiret sevgisi potasında eritir, birleştirir, homojen hale getirir.

Güçlü bir iman şuurundan yoksun olmanın sonucunda meydana gelen aşırı dünya sevgisi ve ölüm korkusu ise tefrikacıdır, “Vah Nefsî!” cidir, ego-duygucudur, menfaatperesttir. Bu sebepledir ki, dünya sevgisi ve ölüm korkusu, İslam kardeşliğini zedeleyen, birliğini parçalayan, insanları Allah’ın rızası merkezinde oluşan fazilet duygularını törpüleyerek aslî hedeften saptıran unsurların başında gelir.

Nitekim ahir zamanda Müslümanların rezil, değersiz ve perişan bir duruma düşeceğini belirten hadis-i şeriflerde de bu iki unsurdan söz edilmiştir.

Örneğin; Hz. Sevban şunları anlatıyor: “Rasûlullâh(sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”

Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı bu durum başımıza gelecek?” diye sordu.

(Hz. Peygamber) “Hayır, bilakis o gün siz (sayıca)çok olacaksınız. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” buyurdu.

Zaaf da nedir ey Allah’ın Rasûlü?” denildi.

“(Zaaf) Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.” (Ebu Davud, Melahim 5/4297).

Demek ki sekülerlik düşüncesi bizi uhrevilik duygusundan uzaklaştırmış ve bizi çer-çöp haline getirmiştir. Çer-çöp dağınık bir halde olduğu gibi, Müslümanlar da birkaç asırdır böyle bir konumla karşılaşmaktadır.

Bu günkü aşağılık bir hayata mahkûm olan Müslümanların bu rezillikten kurtulmaları için, her şeyden önce Allah’ın rızasını esas yapacak, nefsani arzularınıittihad-ı İslam potasında eritmek, iman kardeşliğini imanlarının baş tacını yapmak, İslam’ın hakikatleri ile fen bilimlerinin doğrularını birlikte talim etmek, umumun menfaatini şahsi menfaatine tercih etmek gerekir.

Şerefli bir hayat için gerekli olan bağımsız bir ekonomi, bağımsız bir siyaset, bağımsız bir yönetim tarzını benimsemek şarttır. “Ey iman edenler! Allah’a ve rsulüne(yeniden) iman edin” (Nisa:136) mealindeki ayetin emrine dikkat etmek, asrın getirdiği manevi sıkıntılardan kurtulmak için tahkiki imanı elde etmek, maddi sıkıntılardan kurtulmak için de kitap ve sünnetin uhrevi ve dünyevi emir ve yasaklarına riayet etmek, ehl-i tasavvufun ifadesiyle “İbnu’l-vakt”(zamanın çocuğu) olmak gerekir.

Hülasa, meşhur haysiyet kahramanı Antere gibi:

Zilletle elde edilen bir hayat suyu cehennem gibidir/ İzzetle cehenneme girmek ise medar-ı iftiharımdır” demek lazımdır. gerektiğinde “zillet içinde yaşamaktansa, izzetle ölmeyi” tercih etmeyi bilmek, fakat bir hiç uğruna ölmeyi değil, yaşamayı ve yaşatmayı prensip haline getirmek gerekir.

Doç. Dr. Niyazi Beki

RisaleHaber