Etiket arşivi: Ömer Çelebi

Nur Bayramı: 22 Eylül

22 Eylül’de “Nur” bayramını yaşadık.

Karanlık bir dönemden aydınlığa açılan bir pencere oldu Sinan Erdem Spor Salonu…

Onca işkenceler, onca baskılardan sonra Cennet âsâ bir bahar geldi yeryüzüne.

Göklerde rahmet bulutları, yeryüzünde “Nur” yağmurları yağdı sanki…

Islandık o yağmurla, şırıl şırıl…

Her bostanda yeni ekilen kardelen çiçekleri açtı.

Hem de yemyeşil dallarıyla…

Yürek atışlarımız değişiverdi bu atmosferde.

Emek verilmiş bir davanın emektar hâdimlerinin kavuşma anlarıydı bu tablo.

Bediüzzaman’ın talebelerine; “Ben size değil onlara sesleniyorum” dediği; Tahirler, Yusuflar, Hamzalar ve Ömerlerin uzun bir ayrılıktan sonra kavuşma sahnesiydi 22 Eylül…

Manevi bir coşku vardı salonda.

Belki meşakkat bitmedi ama saadet esintilerinin cilveleri vardı orada.

Belki hizmetlerin hakiki ücretleri alınmıyordu ama sürur damlaları akıyordu dört bir yandan.

Izdıraplar çemberinde filizlenen Üstad, eğer bu tabloyu görseydi çekilen cefalar gül goncası olacaktı ona.

Zaten yaşarken demişti Mübarek…

Milletimin imanını selamette görürsem bırakın dünyayı Cehennemin alevleri vız gelir dememiş miydi, o Ararat dağı gibi yürekli Zat.

22 Eylül’deki bu uhuvvet ve tesanüd tablosunu sanki Melekler göklerde sıraya dizilmiş alkışlıyor da alkışlıyor.

Rabbimize; “Ya Rab… Kulların Sen’in rızan için yek vücud olmuşlar, Sen’in ipine sımsıkı sarılmışlar” müjdesini veriyorlar…

Zira Sinan Erdem’de kırk ülkeden binlerce insanın asıl gayesi Âlemlerin Rabbi Allah’a abd olmak değil miydi?

Çekilen bütün ıztıraplar işte bunun içindi.

Rabbi bir, Mabud’u bir, Razık’ı bir, Malik’i bir olanların bir ve beraber olmasıydı bu birlik tablosu.

Öyle bir konu seçilmişti ki Kur’an’ı Hakim’in üçte biri bundan bahsediyor.

Nübüvvet!…

Yani peygamberlik mesleği…

En kudsî ve en ulvi meslek…

Bunu konuşmak ve Âlem-i İslam’a anlatmak her diyardan ilim adamı aktı İstanbul’umuza…

Hz. Âdem Aleyhisselam’dan, Hz. Davud Aleyhisselam’a; Hz. Nuh Aleyhisselam’dan, Hz. İsa Aleyhisselam’a…

Efendiler efendisi Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vessalam’ın kudsi davası konuşuldu

Bayram’a bayram kattı Efendimiz’i anmak ve anlatmak.

Devlet erkânı da bu kutlu bayramda hazır bulundu.

Onlar da bu Nur Bayramı’nın Nurundan istifade ettiler.

Ne güzel bir görüntüydü aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenleri orada görmek…

Aynı Cumhuriyetin devlet erkânları Bediüzzaman’a zindanda yer hazırlayanlar değiller miydi?

Kuran hakikatlerini anlatan ve iman kurtaran Risale-i Nurlara göz dikenler değil miydi?

Biliyor musunuz en anlamlısı da kimin gelişiydi?

İstanbul Valisi Sayın Hüseyin Avni Mutlu…

Tarihin necis çöplüğüne giren ve aynı Cumhuriyetin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ı bilirsiniz…

Hani Üstad’ı itibarsızlaştırmak için “Bu sarığı çıkar da gir” diyen ve Bediüzzaman’ın “Bu sarık bu başla beraber çıkar. Ben sizin bin senelik ecdadınızı temsil ediyorum. Başından bulasın Nevzat!…” dediği hadise…

Öyle bir Ankara Valisi’nden, Bediüzzaman ve talebelerini metheden bir İstanbul Valisi’ne geldik.

Hamdolsun.

İşte Nur Bayramında bütün bu güzelliklere şahit olduk.

İnşallah bu bayram mekânlara sığmayacak.

Daha da neşvü nema bulacak.

İttihad-ı İslam bu nurla vücud bulacak.

Her yerde Allah’ın mührü hâkim olacak.

Emeği geçen cefakâr kardeşleri, samimi dostları, takdir edici yoldaşları ve civanmerd arkadaşları tebrik ediyorum.

Sizleri kutluyorum.

İyi ki Kuran’a hizmetkâr olmuşsunuz!…

 Ömer Çelebi / Risalehaber

twitter.com/omrcelebi

Risale-i Nur Sempozyumu’nda hep beraber olalım!

Dünya büyük bir buhran geçiriyor.

Özellikle İslam âlemi son zamanların en kanlı ve en barbar saldırılarına maruz kalıyor.

Suriye, Irak, Mısır ve Myanmar’da haddi-hesabı olmayan katliamlar yürek ve vicdanları karartıyor. Guta’da yapılan kimyasal saldırı ile dünyanın gözü önünde can veren bebekler, çocuklar ve kadınlar artık küfrün ne derece gaddar olduğunu gösterdi.

İslam âlemi tarihi boyunca belki bu denli zulme uğramamıştı. Bu denli şeytan-ı racimin oyunlarına gelmemişti. Ehl-i küfrün, ehl-i tağutun kirli tezgâhlarına bu denli alet edilmemişti.

Zira zulmün ekserisi hariçten değil, dahilden geliyor. Müslüman, Müslüman’ı acımasızca katlediyor. Mümtaz’er hocanın tabiri ile ölen de “Allah-u Ekber” diyor, öldüren de…

Öyle bir çıkış yolu arıyoruz ki, âlem-i İslam’a bahar gelsin istiyoruz. Müslümanlar rahatça yaşasın istiyoruz. İslam’ın sevgi ve kardeşlik dini olduğunu bütün dünya bilsin istiyoruz. Ama olmuyor işte. Allah’ın rahmetini celp edemiyoruz.

O’nun sağanak sağanak gelen rahmetinin cilvelerine mazhar olamıyoruz. Zalimi kahredecek ve onlardan intikam alacak “Kahhar” ve “Zuntikam” isimlerine hiç olamıyoruz. Peki neden?

Cevabını Bediüzzaman Hazretleri bundan yüz sene evvel okuduğu ve bugün ise bombaların patladığı, her yerin ateşe verildiği, mazlumların zalimane katledildiği Şam Hutbesi’nde veriyor.

Dindarlar arasında “sıdk” yani doğruluğun zayıflaması, haramların serbestçe işlenişi, hamiyet ve faziletin yitirilmesi, takvanın azalması ve güzel ahlakın toplumdan giderek azalmasıdır.

Daha da önemlisi “Bu zamanın en büyük farz vazifesi olan ittihad-ı İslam’ın tesisine çalışmaktır” kaidesine riayet edemeyişimizdir.
Hac vazifesini ifa ederken bile artık ibadetin manasından uzaklaşıyoruz. Türkiye’deki Müslümanla, Endonezya’daki Müslüman turistik gezi edercesine hacı oluyorlar.

Birbirlerini dinlemeden, fikir alışverişi yapmadan ve âlem-i İslam’ın istikbali için Beytullah’ta beraber gözyaşı dökmeden hacıların hac vazifesi ne kadar tesirli olur ki?

Dar daireye baktığınız zaman Türkiye’de faaliyet gösteren dini cemaatler bile artık birbirinden bîhaberler. “Lekum dinukum veli yedin” ayet-i celilesini der gibi:  “Sizin hizmetiniz size, bizim hizmetimiz bize” olmuş!… Nazarı daha da dar daireye çevirirsek, gayesi sırf iman kurtarmak olan Bediüzzaman’ın başlattığı Risale-i Nur hizmetinin talebeleri, kardeşleri ve dostları neden yekvücut olamıyor?

Cadde-i Kübra-i Kuraniye olarak tanımlanan hizmetinizin düsturlarını tam yerine getiriyor musunuz?

Üç elifin ayrı iken “3” kıymetinde, beraberken “111” kuvvetinde olduğunu bildiğiniz halde neden en kudsi meselelerde istişare etmiyorsunuz? Daha doğrusu ayet-i kerimede “Allah’ın ipine ‘topluca’ sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin” dediğini okuduğunuz halde ne için gayret göstermiyorsunuz?

Muzaffer olmanın en evvel şartı bir ve beraber olmaktır.

İşte vakit kaybetmeden beraber olalım. Hislerimizi bir kenara bırakalım, hatta mümkünse dirilmemek üzere gömelim. En evvel Üstadımızın talebesi olduğumuzu gösterelim. Resul-i Ekrem’in ümmeti olduğunu bütün dünya görsün. “Abdullah” olduğumuzu herkes duysun ve en büyük hizmet olan “iman hizmetimizi” melekler alkışlasın.

İşte fırsat!

Gelin, 22 Eylül’de Sinan Erdem Spor Salonu’nda yekvücut olalım. ‘Hakikat Arayışında Nübüvvetin Yeri ve Rolü: Risale-i Nur Perspektifi’ Sempozyumuna hep beraber iştirak edelim. Risale-i Nur okuyan, Risale-i Nur’la Kur’an’a ve iman haikatlerine hizmet eden, Risale-i Nur’a dost olan herkes gelsin. Hatta tanıma fırsatı olmayıp da adavet edenler de gelsin. Tıka basa dolduralım.

Onlarca ülkeden dilimizi, kültürümüzü bilmediği halde Risale-i Nur’u kendine ilke edinmiş, kalbi onun için atan ve Allah rızasını kazanmak için hizmet eden Filipinli, Ganalı, İngiltereli, Arjantinli geliyorsa biz neden gitmeyelim?

Geçmişi bir kenara bırakıp istikbalimize bakalım. Ben kırdığım, üzdüğüm herkesten helallik isteyip oraya koşacağım. Unutmayın “Bizler muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” düsturu ile hareket edelim.

Hareket edelim ki Allah’ın rahmeti her yeri kuşatsın. Cenab-ı Hak zalimlerin planlarını yerler bir etsin. Suriye şenlensin, İslam âleminin zeki evladı Mısır bayram etsin.

Daha da ötesi onca baskıya rağmen eserlerini telif eden bu kudsi hizmetin Üstad’ı Bediüzzaman, özlenen bu tabloyu görsün, sizlerle gurur duysun.

O mübarek özlenen bu tabloyu hak etmiyor mu?

Ömer Çelebi

twitter.com/omrcelebi

Risalehaber

Risale-i Nur için idamla yargılandık ve beraat ettik!

Yıllarını Risale-i Nur hizmetine adayan ve ölüm pahasına da olsa hizmet etmekten geri adım atmayan Selahattin Uğur ağabeyin herkesçe sevilen ve nurani bir siması var. Yaşının ilerlemesine rağmen çalışmaktan, hizmet etmekten geri kalmıyor. Uzun yıllar kendini Alibeyköy’de Kur’an ve İman hizmetleri için de vakfetmiş Selahattin Uğur ağabey… “Baskı ve zulümlerden korkmuyor muydunuz?” şeklinde sorduğumuz zaman; “Hayır, asla. Bayram Yüksel ağabey bize korkmamamız için öyle teselliler verirdi ki, hala onu hissediyorum ve ölüm pahasına da olsa davamızdan vazgeçemezdik” diyor.

Selahattin UğurSungur ağabey için de gözyaşlarını dökerek: “Boşluğu doldurulmayacak değerli bir ağabeyimizdi. Ailece birbirimizle sıkı bağlarımız vardı. Merhumun kızı ile benim kızım aynı medresede eğitim aldılar. Allah Cennet-ül Firdevs’e idhal etsin” diyor.

Selahattin Uğur ağabeyin 1942 senesinde Edirne’nin Keşan ilçesinde başlayan ve tam altmış yıldır da İstanbul’da devam eden bir hayat hikâyesi var. Sohbetimize bundan tam 45 sene evvel yani 1968’de Risale-i Nurları hangi vesilelerle tanıdığını sorarak başladık. Manevi boşluktayken bir çay sohbeti ile hayatı değişiyor. İstanbul’da yaşanan sıkıntılara da değinirken, gençlere de önemli tavsiyelerde bulunuyor.

“RİSALE-İ NUR’U İLK KEZ ÜÇ ŞEHİTLER CAMİSİ MÜEZZİN’İN EVİNDE DİNLEDİM”

Risale-i Nurlarla nasıl müşerref oldunuz, kimler size vesile oldu?

Biz gençlik yıllarımızda manevi boşlukta hissediyorduk kendimizi. Sonra bir yere intisap edelim arzu ettik. 1968 senesinde bazı tarikatlara müracaat ettik. Fakat bir türlü o manevi havayı bir yerlerde bulamıyorduk. Bir nebze siyasi atmosfere idhal olup faydalanırız niyetiyle girelim dedik. Fakat oradan da tam istediğimizi alamayınca iyice bunaldık. En son bizim Bigalı Nurettin Koyuncu diye bir meslektaşımız vardı. Onunla beraber çalışıyorduk, o namaz kılarken uzun tesbihatı yapıyordu, ben bilmediğim için garip garip seyrederdim. Bir gün bana “gel seni bir yere çay içmeye götüreyim” dedi. Tabi ben de çok meraklıydım ve heyecanlıydım. Yıllardır aradığım ve beklediğim yeri ziyarete gidecektim. Daha sonra Eyüp Sultan’da Üç Şehitler Camisi müezzini Lütfi Karaca diye bir ağabeyin evine gittik. İlk Risale-i Nur dersini orada dinledim. İkinci dersi de Mustafa Kavurmacı ağabeylerin Fatih’teki yerine gittik. O tarihten beri Risale-i Nur’un dairesi içinde meşgulüz.

“BİRÇOK AĞABEYLE SIKI İRTİBATIMIZ OLDU”

Daha sonra hangi ağabeyleri tanıdınız?

O dönemde İstanbul’da şimdiki gibi her köşede dershaneler yoktu. Belli yerlerde vardı. O yüzden İstanbul’a gelen ağabeyleri kolayca görme imkanımız oluyordu. Bayram ağabeyden tutun bütün o dönemde yaşayan ağabeylerle aynı mekanlarda bulunduk.

Ayrıca ticaret yapmak için sürekli İzmir’e giderdik. Yolda önce Akhisar’a gider önce Şahin hocayı ziyaret ederdik. Sonra dönüşümüzde eğer Ankara’dan gelirsek illaki Bayram ağabeyi ziyaret ederdik. Bizi misafir eder akşam derse götürürdü. Daha sonra bu ağabeylerle sıkı irtibatımız oldu.

İstanbul Gedikpaşa’da ayakkabı imalatı ile uğraşıyorduk. Sağolsun Sungur, Bayram, Ali Uçar, Muzaffer Arslan, Mahmut Allahverdi, Abdulvahit ağabeyler sürekli iş yerimize uğrarlardı. Hepsi ile sıkı diyaloğumuz oldu.

“ALİ UÇAR AĞABEY’İ ALTINCI KARDEŞİMİZ BİLİRDİK”

Ali Uçar ağabeyle nasıl hatıranız var?

Ali Uçar ağabey de benim biraderlere vesile oldu. Nurlara öyle bir sahiplendiler ki Ali uçar ağabeyin fedaisi hükminde yurtdışı gezilerine, her yerde ona zemin hazırlıyordu. Ali Uçar abi bizi çok sever bize “Uğurlar” derdi. O yüzden biz Ali Uçar ağabeye altıncı kardeşimiz bilirdik. Her gidiş-gelişinde validemin elini öpmeye gelirdi.

Peki hizmetle iştigaliniz hep dışarıdan gelip dershaneleri ziyaret etmek şeklinde miydi? Yoksa bire bir dahil oldunuz mu?

Ailem vefat edince boşta kalmamak için kendimi dershaneye vakfettim. Tam on iki yıl boyunca Alibeyköy’de Celal Tetiker ağabeyle kaldık. Hizmet ettik. Rabbime hamd-u senalar olsun.

“ÖYLE İNANMIŞTIK Kİ ÖLÜM PAHASINA DA OLSA DAVAMIZDAN VAZGEÇEMEZDİK”

Malumunuz hizmet ettiğiniz dönemlerde anarşi ve terör had safhadaydı. Nur talebeleri bunlardan çok etkilendi. Siz ne sıkıntılar yaşadınız?

Nur talebeleri ağabeyler gibi biz de baskı ve zulmü gördük ve yaşadık. 1980 döneminde ticaretle uğraşırken Manisa Alaşehir’e gitmiştik. Akşam orada dershanede kalmaya niyetlendik. Akşam çay içerken dershaneye bir baskın oldu. Bizi karakola götürdüler ve on iki gün boyunca her gün karakolda nezarette kaldık. Daha sonra Manisa ağır cezaya sevk edilerek idamla yargılandık.  Sekiz boyunca Manisa ağır ceza mahkemesinde yargılandık. Hakim bize “Siz niye bu örümcekleşmiş kitapları okuyorsunuz, başka kitaplar yok mu?” diye soruyordu. Tabi verdiğimiz tatmin edici cevaplarla da olsa gerek idamla yargılandığımız davada beraat ettik.

Korkmuyor muydunuz?

Hayır efendim. Öyle inanmıştık ki ölüm pahasına da olsa davamızdan vazgeçemezdik. Bayram ağabey bize öyle teselliler verirdi ki, hala onu hissediyorum. “Kardeşler korkmayın, size bir şey yapamazlar. Risale-i Nurlar yasaklanamaz. O dünyanın kanun-i esasisi olacak” derdi rahmetli.

“İSTANBUL’DA ÇOK AZ SAYIDA DERSHANELER VARDI”

O dönemde İstanbul’un durumu nasıldı, dershaneler çok muydu?

O dönem sıkıntılı bir dönemdi, şimdiki gibi her tarafta dershane yoktu. Belli yerlerde az sayıda vardı. İstanbul’da evvelden Hilal ve Fakülte dershanesi vardı. Daha sonra Suffa kuruldu. Göztepe’de Demirci Hoca’mın kaldığı dershane vardı, oraya gidiyorduk. Yani böyle her mahallede dershane yoktu.

Hangi ağabeyler vardı?

Bahçelievler’de Şahin Hocam, Abdulvahit ve Ali Uçar ağabeyler vardı. Fatih’te bugün hala devam eden Nurtaşı vardı. Orda da Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci ağabeyler, Mehmet Kağan, Mehmet Karasan kardeşler vardı. Dediğim gibi çok az sayıda yerimiz vardı. Mustafa Kavurmacı ağabeylerin evi bildim bileli dershane olarak kullanılırdı.

“GAZİOSMANPAŞA’DA MÜLK DERSHANEMİZ OLDU”

Dershanelerin açılamamasının sebebi neydi, maddi sıkıntılar mı?

Hayır, Nurcu olduğumuzu öğrenince bize ev vermiyorlardı. Olan yerlerde de korka korka ve tek tek giderdik. Birimiz kapıda bekler, sırayla içeri girmesi için beklerdi. Ama nasip oldu Elhamdulillah, Gaziosmanpaşa’da mülk dershanemiz oldu. Açılışında Bayram ve Sungur Ağabeyler de vardı. Çok hizmetler inkişaf etti orada. Orada yetişen talebelerimiz şimdi önemli mevkilere gelmişler hizmet ediyorlar Elhamdulillah.

“RİSALE-İ NUR’U GÜN GELECEK DÜNYA OKUYACAK”

Peki o döneme kıyasla zor şartlarda yaptığınız hizmetlere binaen şimdi dünyanın çeşitli ülkelerinde dershaneler açılmış, ne hissediyorsunuz?

Biz onu düşünmekten ziyade Üstadımızın yaşantısına baktığımız zaman talebeleri yazarken üç-beş kişi varmış etrafında. Talebelerine “siz merak etmeyiniz gün gelecek bunu bütün dünya okuyacak” diyormuş. Bayram ağabeyin aklından geçmiş “biz beş kişiyiz burada, altıncı kişi yok nasıl dünya okuyacak?” Üstad şakadan ensesine vurmuş, “Keçeli kıyamete kadar gelecek nur talebelerini sayabilirim ve bir gün gelecek bütün kainat okuyacak” demiş. Biz bunları Bayram ağabeyden dinleyince zaten zerre kadar kalbimize şüphe gelmedi. Nitekim de Elhamdulillah bugün her tarafa gitti.

“KUR’AN SEVDASI BAYRAK YARIŞI GİBİDİR, BAYRAK KİMDE İSE ONU BIRAKMADAN İLERİYE KOŞACAK”

Şimdiki gençlerden beklentiniz nedir? O kadar zor günler geçirerek hizmeti bu noktaya getirdiniz, onlara ne tavsiye ediyorsunuz ve ne bekliyorsunuz?

Genç kardeşlerimiz önceden çekilen sıkıntıları görmedikleri için, hizmetin buraya kadar nasıl geldiğini çoğu bilmiyor ama inşallah öğrenecekler. Çok zor şartlarda ölmekler pahasına buraya geldi. Risale-i Nurlar insan için temel gıda gibidir. Risale-i Nurları okuyan insanlar bunu yaşıyorlar ve ifade ediyorlar. Yani maddi manevi hayatlarındaki terakkiye medar oluyor. Bunun için bu eserlere sahip çıkıp, hayatlarını onların ekseninde birleştirip büyük başarılara ulaşacaklarına inanıyorum. Kur’an sevdası bir bayrak yarışı gibidir, bayrak kimin elinde ise onu bırakmadan ileriye koşacak. Gençlerden de gelecekte bu hizmete talip olmalarını ruh-u canımızla bekliyoruz.

Röportaj: Ömer Çelebi-RisaleHaber

Gel Sungur kardaşım gel!

Bir çınar gitti.

Hem de koca bir çınar.

Üstad’ı sanki bir kez daha uğurluyoruz.

Bir kez daha Resulullah’a bir komşu gönderiyor gibiyiz.

İpek Palas oteli 27 numaralı odanın bir benzeri var Sema hastanesinde.

Koridorlarda sanki manevi bir ses “gel kardaşım” diyor.

Sungur! Yanıma gel”.

Vazifeni ifa ettin yanıma gel” diyor adeta.

Evet, Sema hastanesinde sanki vize işlemlerini yapıyor Sungur ağabey.

Resulullah’a (asm) gidiyor Sungur ağabey.

Elli yıldır hasreti ile yandığı Üstadına gidiyor.

Herkeste buruk bir bekleyiş var.

Keşke ölmeseydi, keşke hayatta kalıp Kur’an ve iman hizmetlerine sıkılmadan, yorulmadan devam etseydi.

Bu bir firak hüznü değildi.

Bu vuslat özlemi de değildi.

Çünkü biliyorlar ki bir terhis tezkeresidir ölüm.

Bir bahar nevruzudur.

En sevgiliye varmaktır ölüm.

Peki neydi buruk bekleyiş?

İman ve Kur’an hizmetlerindeki ağır yükü acaba Sungur ağabeyden sonra biz taşıyabilecek miyiz” endişesidir.

O ağır yükün altından belimizi doğrultabilecek miyiz” derdidir.

Onun fedakârlığını biz yapabilecek miyiz” hissidir bu bekleyiş.

Madem derdimiz kudsi ve madem hizmeti en birinci gaye yapmışız.

Gelin hep beraber bir olalım.

Gelin Fatih camisinde omuzdan omuza Sungur ağabeyimizi Eyyüb’e taşıyalım.

Kimse aramıza girmesin.

Kimse nefsimizi alevlendirmesin.

Zira biliyoruz ki; nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ!

Vazifemizi yapalım, bayrağı biz alalım artık.

Sungur yok belki ama aramızda yeni Sungurlar çıksın.

Yeni Hulusiler, yeni Bayramlar yeni Tahiriler çıksın içimizden.

Onlar da vefat edince;

Üstad: “gel kardaşım sen de gel desin.”

Biiznillah…

 

Ömer Çelebi

Kahta Nur dersanesi dualarla açıldı.

Adıyaman’ın Kâhta ilçesi yeni bir Nur dershanesine kavuştu. Kâhta Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından yapılan Nur dershanesinin açılışına Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin ağabey, Kâhta belediye başkanı İ.Yusuf Turanlı, son şahitlerden Dursun Kutlu ve çok sayıda nur gönüllüsü katıldı.

Program Kur’an tilavetiyle başladı. Abdullah Yeğin ağabey İhlas Risalesi’nden yaptığı sohbetten sonra yurtdışına yaptığı ziyaretleri anlattı. Öğle namazı ve yemeğin ardından Şanlıurfa’nın kanaat önderlerinden Mustafa Kılıç Hocaefendi’nin yaptığı dua ile sona erdi.

Kâhta Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından yapımına Mayıs 2010′da başlanan ve Risale-i Nur Talebelerinin de büyük gayret sarfettiği Nur Dersanesi 1000 m2 alana sahip.

Ömer Çelebi / Risalehaber