Etiket arşivi: oruç

Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan

Ramazan, İslam’ın temel esaslarından olan oruç tutmakla emredildiğimiz, her yılın bir ayına özel ibadet mevsimidir. Oruç, kul olduğumuzun farkına varma, nimetlerin değerini anlama, nefsi terbiye etme, toplumdaki muhtaç insanların durumlarını daha iyi anlama ve beden için bir perhiz olması gibi pek çok faydaları sayılabilecek bir ibadettir. Aşağıda bu faydalardan bazılarını başlıklar altında değerlendirmeye çalışacağız:

Nimetlerin Farkına Varma Açısından Oruç

Cenâb-ı Hak, yeryüzünü hadsiz nimetlerinin bulunduğu bir sofra şeklinde yaratmıştır. Bu sofrada yarattığı nimetlerle, kâinattaki en değerli misafir olan insanın etrafını donatmıştır. Bu nimetler “Umulmadık yerlerden” 1 getirilerek insanın istifadesine sunulmuştur.

Zehirli bir böcek olan bal arısı kendi ihtiyacının kat kat üstünde yaptığı balı, Allah’ın ilhamıyla insan için hazırlamakta, elsiz bir böcek olan ipek böceği yaprak yiyip Allah’ın ilhamıyla dokuduğu ipeği insan için üretmektedir. Allah bütün varlıklar âlemini, bu şekilde rezzakiyetini ve rububiyetini anlamamız için bizlerin hizmetine vermiştir.

Ancak insanlar, çoğu zaman gaflet perdesi altında ve sebeplerin perde olması ile Allah’ın bu nimetlerinin tam olarak farkına varamamakta ve Allah ile irtibatını kurmadan sebeplere verebilmektedir.

İşte, Ramazan’da, bütün Müslümanlar, Rezzaklarının ziyafetine davet edilmiş bir misafir gibi, akşama kadar “Sofraya Buyurun!..” emrini beklerler. Bu bekleme esnasında yemek, içmek ve cinsi münasebetlerden uzak durarak âdeta melekler gibi bir kulluk tavrı içerisinde bulunurlar. Böylece yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nimetlerin farkına vararak, bu nimetlerin ne kadar kıymetli olduğunu anlama imkânı bulup şükür vazifelerini yerine getirme gayretine girerler. Âdeta yeryüzü bir ordu gibi, beraber yiyip, beraber içmekle geniş ve külli bir ibadet ederler.

Acaba böyle ulvî bir kulluk mevsiminde, melekler gibi şerefli bir makamda ibadetle vakit geçirmek yerine, hayvanlar gibi yiyip içmeyi tercih edenler, insan ismine layık olurlar mı?

Nimetlerin Şükrünü Eda Etme Yönünden Oruç

Ramazan orucunun hikmetlerinden biri de nimetlerin kıymetini anlamamıza ve şükrünü yapmamıza vesile olmasıdır.

Nimetler bize çeşitli vesilelerle ulaşır. Örneğin bir elmanın hangi sebeplerle bize ulaştığını düşünelim. Elma bize gelinceye kadar, ağaç, ağaçtan elmayı toplayan yetiştiricisi, yetiştiriciden onu satan manavına kadar çeşitli vesilelerden geçmektedir.

Bizler çoğu zaman nimeti, bu vesilelerden bilip, asıl nimet sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı görmeyiz. Asıl teşekküre layık olan Cenab-ı Hak yerine, teşekkürümüzü o elmayı bize ikram eden şahsa ederiz.

Oysa o elma için arka planda bütün kâinat çalıştırılmıştır. Çünkü o elmanın olması için güneş olmalı, dünya dönmelidir… Rüzgârlar esmeli, bulutlar çalışmalıdır… O cansız, renksiz, tatsız, kokusuz toprağa giren cansız bir tohum, canlı bir bitkiye dönüşmekte, tatlı, renkli kokulu meyveler vermektedir. Demek ki, bu şuursuz mahlûklar şuurlu gibi çalışmalarıyla, bize arka plandaki ilim, irade ve kudret sahibi Cenab-ı Hakk’ı göstermektedirler.

Böyle vesilelerle bize gelen nimetlerde, vesilelere ehemmiyet verip, asıl nimet sahibini görmeyenin halini şöyle bir örnekle daha iyi anlayabiliriz:

Bir padişahın, elçisi vasıtasıyla, bize bazı hediyeler gönderdiğini varsayalım. Biz hediyeleri veren elçiye bütün teşekkürümüzü yöneltsek, padişahı hiç düşünmesek ve kıymet vermezsek olur mu?

Bu örneğe göre, nimetleri bize ulaştıran vesilelerin hepsi birer elçi gibidir. Asıl mal sahibi Cenab-ı Hakk’tır. Verdiği nimetlere karşılık olarak da bizden şükür istemektedir. İşte O’na teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacımızı hissetmekle olur.

İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî, samimi bir şükrün anahtarıdır. Çünkü normal şartlarda bir mecburiyet yoksa, insanlar hakiki açlığı hissetmezler. Açlık olmayınca da nimetin kıymeti pek anlaşılmaz. Kuru bir parça ekmekteki kıymeti, tok olan adam, özellikle zengin olsa bilemez ve göremez.

Hâlbuki iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin aleminde çok kıymettar bir İlâhi nimet hükmüne geçer ve lezzetinin farkına varılır. En zenginlerden en yoksul bir insana kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla, manevi bir şükür yapar.

Hem gündüz, yemek-içmek yasak olduğu için, “O nimetler benim malım değil. Yemek içmekte hür değilim. Demek başkasının malıdır ve ikramıdır. Onun emrini bekliyorum.” diye, nimeti nimet bilir, mânevî bir şükürde bulunur.

Bu şekilde oruç, çok farklı yönlerden, insanın hakikî bir vazifesi olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.

Orucun Toplum Hayatına Bakan Faydaları

Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de, toplum hayatındaki farklı tabakaların birbirlerinin hayat şartlarını daha iyi anlamalarına vesile olmasıdır.

İnsanların geçim şartları farklı farklıdır. Kimileri zenginken, kimleri de fakir olarak hayatlarını sürdürürler. Cenâb-ı Hak, bu farklılığa binaen, zenginleri zekât ve sadakalarla fakirlerin yardımına davet ediyor. Hâlbuki zenginler, fakirlerin acınacak acı hallerini ve açlıklarını normal şartlarda anlayamazlar. Ancak oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, kendinden başkasını görmeyen ve düşünmeyen çok zenginler, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu tam olarak anlayamaz.

İnsandaki hemcinsine şefkat ise, hakikî bir şükrün esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden daha fakirini bulabilir; ona karşı şefkat etmekle yükümlüdür. Eğer bir insan için, oruçla nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla yardım etmekle yükümlü olduğu muhtaç insanlara ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî olarak o hâleti kendi nefsinde hissetmez.

Orucun Nefis Terbiyesine Bakan Faydaları

Orucun emredilmesinin hikmetlerinden birisi de nefis terbiyesi için en ideal ibadet olmasıdır. Çünkü nefis, kendini hür bilir ve serbest hareket etmek ister. Hatta kendisinde bir nevi rububiyet olduğunu zanneder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Eğer dünyada serveti ve kudreti de varsa, gaflet de gözünü kapamışsa, bütün bütün gasbedercesine, hırsızcasına, İlâhi nimetleri, nimeti veren Yaratıcısını düşünmeden adeta hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, köledir; hür değil, kuldur. İzin verilmezse, en basit ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, kulluk halini takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.

Ayrıca Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, kul olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”
Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ben benim, Sen sensin.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten yani benlik ve gururdan vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Ben neyim, sen nesin?”
Nefis demiş: “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.” 2

Orucun, İnsanın Aczini Anlaması Açısından Faydaları

Orucun, insanın ihtiyaçlarının çokluğu açısından ne kadar fakir olduğunu ve bu ihtiyaçlarını karşılamakta ne kadar aciz olduğunu anlaması açısından pek çok faydaları vardır. Bir faydası şudur ki:

İnsan, gafletle kendi mahiyetini unutabiliyor. Ne kadar aciz, fakir ve kusurlu bir varlık olduğunu görmez veya görmek istemez. Oysaki insan nefes ve su gibi hadsiz maddi ihtiyaçlarının yanında, sevgi ve şefkat gibi hadsiz manevi ihtiyaçların hepsine muhtaçtır, yani bunların fakiridir. Ve bu ihtiyaçlarının çok az bir kısmını kendisi temin edebilir, çoğunun temininden acizdir. Su için yağmur yağmalıdır. İnsan yağmuru yağdırmaktan acizdir. Bir ekmek yiyebilmesi için güneşin çalışması, dünyanın dönmesi, bulutların vazife görmesi gibi pek çok sebep çalışmalıdır. Oysa insanın bu sebepleri çalıştırmaktan ne kadar aciz olduğunu herkes bilir.

Hem insan, ne kadar zayıf, yok olmaya müsait, musibetlere maruz ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Sanki çelikten bir vücudu var gibi, kendini ölümsüz zannedip dünyaya saldırır. Şiddetli bir hırs, açlık, ilgi ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini şefkatle terbiye eden Yaratanını unutur hem de hayatının yaratılış gayesini unutup, ebedi hayatını düşünmez ve günahlar içinde yuvarlanır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve inatçılara da, ne kadar zayıf, aciz ve fakir olduğunu hatırlatır. Açlık vasıtasıyla midesini düşünür; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlır. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu fark eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, acz ve fakr ile İlâhi dergâha sığınmaya bir arzu hisseder ve bir mânevî şükür eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır -eğer gaflet kalbini bozmamışsa!

Ramazan Kur’an Ayıdır

Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin dünya semasına indirildiği aydır. Kur’ân’ın bize gönderildiği bu mübarek ayda, o semâvî hitabı en güzel şekilde karşılamak için Ramazan-ı Şerifte oruç tutmak emredilmiştir.

Bu ayda, nefsin kötü arzularından ve dünyevi boş işlerden yüz çevirerek, yemeği içmeyi terk ederek insan âdeta meleklere benzemektedir. Bu vaziyette Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okur ve dinler. Okurken ve dinlerken de Kur’an’daki İlâhi hitapları güya ilk geldiği andaki gibi okumaya ve dinlemeye çalışarak ulvi bir hal yakalayabilir. Hatta bazı yüksek ruhlu insanlar, Kur’an’ı, sanki bizzat Allah Resulü’nden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Cenab-ı Hakk’tan dinliyor gibi bir kudsî hâle mazhar olurlar. Ve insan kendisi tercümanlık ederek, başka insanlara da bu İlahi mesajı iletip, hem kendi yaratılış gayesine uygun hem de Kur’an’ın indirildiği aya uygun bir şekilde bu zaman dilimini geçirir.

Ramazan-ı Şerifte İslâm âlemi bir mescid hükmüne geçer. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o büyük mescidin her tarafında Kur’an’ı bütün yeryüzüne işittiriyorlar. Her Ramazan, “Ramazan ayı, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği aydır.” 3 âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Ayı’nın “Kur’ân Ayı” olduğunu ispat ediyor. O büyük İslam cemaati ya Kur’an’ı okumakla veya dinlemekle vakitlerini değerlendirirler.

İşte, bütün İslam âleminin, yeryüzünü büyük bir mescid haline getirip ibadet ettiği böyle bir zaman diliminde, nefsinin kötü arzularına tabi olarak, yemek içmekle o nuranî vazifeden çıkmak ne kadar çirkin olduğunu şu misalle daha iyi anlayabiliriz:

Camide herkesin namaz kıldığı esnada, birisinin namaz kılmak yerine oyun oynaması, okunan Kur’anı dinlemek yerine şarkı söylemesi ne kadar büyük bir hürmetsizlikse, aynen öyle de bütün İslam âleminin oruçla ve Kur’an’la meşgul olduğu bir zamanda yemek-içmek ve orucu bozan diğer şeyleri yapmak da Kur’an’a ve ibadet edenlere karşı o kadar büyük bir hürmetsizliktir.

Ramazan, Ahiret Ticareti İçin En Uygun Zaman Dilimidir

İnsan bu dünyaya ahiret hayatını kazanmak için gönderilmiştir. Ramazan ayı bu ahiret ticareti için en uygun zaman dilimidir. Çünkü Ramazan-ı Şerifte amellere verilen sevaplar bire bindir. Kur’ân-ı Kerim okunduğunda, her bir harfi için on sevap vardır, on cennet meyvesi verilir. 4 Ramazan-ı Şerifte ise her bir harfin on değil, bin ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi için binler sevap verilir. Ramazan-ı Şerifin cumalarında bu sevap daha fazladır. 5 Ve Leyle-i Kadir’de ise her bir Kur’an harfine otuz bin sevap verilir. 6

Evet, her bir harfi otuz bin ebedi meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, nuranî bir tûbâ ağacı gibi, mil yonlarla bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır. İşte, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bakalım, seyredelim ve düşünelim ki, Kur’an okumanın kıymetini takdir etmeyenlerin ne kadar büyük bir kârı elden kaçırdıklarını anlayalım…

İşte, Ramazan-ı Şerif âhiret ticareti için gayet kârlı bir pazar yeri gibidir. Uhrevî kazanç için gayet verimli bir zemindir. İbadetlerimizin bereketlenmesi için âdeta nisan yağmuru gibidir. Bu bereketli zaman dilimi, bütün müminlerin kulluk vaziyetlerini takınıp kâinattaki diğer mahlûklara ve en önemlisi Yaratıcılarına karşı sergiledikleri bir resmigeçit gibidir.
Bu durumda, yemek-içmek gibi nefsin gafletle, hayvanî ihtiyaçlarla ve malayani şeylerle meşgul olmasına ve nefsin arzuları peşinde koşmasına engel olmak için oruç ibadeti emredilmiştir. Bu şekilde hayvani ihtiyaçlardan soyutlanarak, melekler gibi bir tavır takınmak mümkün olur.

Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, uzun bir ebedi hayatı içinde barındırır ve kazandırır. Evet, bir tek ramazan, eğer hakkıyla eda edilebilirse Kadir Gecesini içinde barındırmasından dolayı seksen senelik bir ömrü, ibadetle geçirmiş gibi bir netice kazandırabilir.

Nasıl ki bir padişah, yılın belli günlerini özel günleri olarak belirler ve o günlerde halka ve emri altında çalışanlara bazı ikramlarda bulunur. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli olan Rabbimiz, o on sekiz bin âleme bakan, Kur’ân-ı Hakîmini, Ramazan-ı Şerifte bize göndermiştir. Elbette o Ramazan, özel bir İlâhî bayram ve ruhanî bir meclis hükmüne geçmesi hikmetinin gereğidir.

Madem Ramazan İlahi bir bayramdır. Elbette bir derece boş ve hayvanî meşguliyetlerden insanları çekmek için, oruç tutmakla emredileceğiz. Bu orucun en mükemmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri ve benzeri insanın bütün maddi manevi organlarına dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, haramlardan ve boş şeylerden uzaklaştırarak, her bir organımıza özel ibadete onları yönlendirmektir..

Meselâ, dilimizi yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak ve o lisanımızı, Kur’ân okumak, zikir, tesbih, salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek, dilin en mükemmel orucudur. Veya gözümüzü namahreme bakmaktan ve kulağımızı fena şeyleri işitmekten men edip, gözümüzü ibrete ve kulağımızı hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, diğer organlarımıza da bir nevi oruç tutturmaktır.

Orucun, İnsanın Şahsi Hayatına Bakan Faydaları

Ramazan-ı Şerif’in orucunun, insanın maddi ve manevi hayatına pek çok faydası vardır. Oruç, insana en mühim bir ilâç gibi maddî ve mânevî bir perhizdir. İnsanın nefsi yemek, içmek hususunda serbestçe hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verir hem de helâl-haram demeyip rast gelen şeyi âdeta saldırırcasına yiyerek mânevî hayatını da zehirler. Böyle bir durumda kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Nihayet insan ona binemez; o insana biner.

Bazı veli zatların, nefis terbiyesinde riyazetin, yani yemenin içmenin azaltılarak ibadetle vakit geçirmenin önemli bir rolü vardır. Ramazan orucu da bir nevi riyazet gibi bizlere nefis terbiyesinde yardımcı olur ve hakikatlere karşı itaat etmeyi öğrenir.

Normal zamanlarda yemek üstüne yemek ile sürekli çalışan mide de bu vesile ile dinlenir. Allah’ın emrini dinleyerek helal olan yemeği ve içmeyi terk ettiği için, haramlardan çekinmeye yönelik emirleri de dinlemeğe ruhu ve nefsi daha kolay ikna olur. Bu şekilde manevi hayatı da düzene girer.

Diğer taraftan, insanların çoğu, açlığa çok defalar maruz kalırlar. Sabır ve tahammül için bir idman şeklinde olan açlığa ve riyazete muhtaçtırlar. Ramazan-ı Şerifteki oruç, ortalama on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir açlık zamanında sabır etmeyi öğreten bir riyazet ve bir idmandır. Demek, insanlığın sıkıntılarını arttıran sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur.

İnsanın midesiyle irtibatlı pek çok maddi ve manevi organları vardır. Eğer o mide yılda bir ay gündüzleri istirahat etmezse mideyle irtibatlı diğer azalar hususi ibadetlerini unutur, yemek ve içmekle meşgul olur. Bu nedenle eskiden beri veli zatlar manevi yükselişleri için yemeği içmeyi azaltma yolunu tercih etmişlerdir.

Ramazan-ı Şerifin orucuyla beden fabrikasının hizmetçileri anlarlar ki, sırf yemek ve içmek için yaratılmamışlar. Bedenin maddi ve süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerle, insanın ruhu ve manevi latifeleri lezzet alır. Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü’minler derecelerine göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalp ve ruh, akıl, sır gibi latifelerin, o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok manevi feyizleri ve yükselişleri vardır. Midenin ağlamasına bedel, onlar mâsumâne gülüyorlar…

[1] Talâk Sûresi, 65/3.
[2] El-Havbevî, Dürretüt’l-Vâizîn, s. 11.
[3]” Bakara Sûresi, 2/185.
[4] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 16; Mecmeu’z-Zevâid, 7/163.
[5] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 3/130.
[6] bk. Kadr Sûresi, 97/3.

Oruçla ilgili ayet ve hadisler

ORUÇLA İLGİLİ AYETİ KERİMELER: “Ey iman edenler! Oruç sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı—tâ ki günahtan sakınıp takvâya eresiniz. (Bakara-Ayet: 183)
Oruç günleri sayılıdır. Sizden biri hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar başkar başka günler oruç tutar. Düşkünlüğünde yahut iyileşme ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı oruca dayanamayanlar için ise, bir fakiri doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim kendiliğinden bir iyilik yapar da fazlasını verirse onun için daha hayırlıdır. Eğer bilseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (Bakara—Ayet: 184)

ORUÇLA İLGİLİ HADİSİ ŞERİFLER:
Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur (Müslim, Sıyam 2, (1079)
“Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine ALLAH’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8.)
Ramazanda Allah’ı zikreden mağfiret olunur. Ve o ayda Allah’dan dilekte bulunan kimse de mahrum edilmez. (Ravi: Hz. Câbir (r.a.)
Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvet nazarı ile harama bakmak, yalan yere yemin etmek. (Ravi: Hz. Enes (r.a.)
Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez(Buhari, Savm 29)

Kadir gecesini, kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle ihya ederse, geçmiş günahları affedilir (Müslim, Müsafirin 174, (769); Ebu Davud, Salat 318, (1371); Tirmizi, Savm 83)
Resulullah (sav)’a :” Kadir gecesi (Ramazan’ın neresinde?) diye sorulmuştu. O da, Ramazanın tamamında.” diye cevap verdi. (Ebu Davud)
Şurası muhakkak ki, Oruçlunun iftarını açtığı zaman reddedilmeyen makbul bir duası vardır” (Beyhaki)

“Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Ebu Hüreyre)
Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına, genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar(Tirmizi, Cihad 3, (1624)
Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün, anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün, ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün! (Tirmizi, Daavat 110, (3539)
Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir(Müslim, Sıyam 171,)
“Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez” (İbni Mace, Taberani)
Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Allah onu yetmiş sene Cehennem ateşinden uzaklaştırır. (Camiüs Sağir)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Oruç bizi virüsten nasıl kurtarır?

Dün Akşam Fatih Altaylının Teke Tek Programına denk geldim. Fatih Altaylı Doktora soru sordu önümüzde Ramazan Ayı var oruç tutmak bu hastalığı tetikler mi virüs bulaşımını artırır mı diye sordu. 2 doktordan birincisi dedi ki: artırmaz dedi manevi olarak güç alır ve hastalığa yakalanması zor olur dedi. Diğer doktor dedi ki: Ben Ramazan ayında araştırma yaptım. Ramazan ayının başında ortasında ve sonunda kan tahlilleri yaptım. Şunu gördüm bir tane hormonun değeri yükseliyor. Bu hormon bağışıklık sistemini kuvvetlendiren hormon olduğunu söyledi. Dolayısı ile hastalansa bile çok rahat bir şekilde hastalıktan kurtulur. Hasta olmasa da hastalığa yakalanmaz dedi. Fatih Altaylı çok şaşırdı. Israrla başka sorular sorsa da orucun güzelliğinden bahsettiler.

Ben de orucun bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğine ve faydası ile ilgili yazı buldum sizinlede paylaşayım istedim. Boşuna dememişler “Oruç Tut Sıhhat Bul”

Oruç tutmak, sindirim sistemini dinlendirdiği için, vücutta diğer organların kanlanmasını sağlıyor, kemik iliği uyarılıyor, kan yapımı artıyor. Vücut birikmiş zararlı maddelerden temizleniyor, bağışıklık sistemi güçleniyor. Kalp, damar, kanser gibi hastalıklara karşı direnç artıyor. Oruç, bağışıklık sistemini yeniler. Oruç gibi kısa süreli açlık ile ilgili yapılan araştırmalarda, bu gibi durumların metabolizma ve bağışıklık sisteminin çalışmasını olumlu yönde etkilediği gösterilmiştir. Yapılan benzer bir çalışmada, 3 günlük oruçtan sonra vücudun yeni savunma hücrelerinin oluşumunu tetiklediği ve böylelikle bağışıklık sisteminin yenilenmesine katkı sağladığı tespit edilmiştir.

Aşırı yemek, bağışıklık sisteminin gücünü düşürür. Gün içerisinde çok sık bir şeyler yemek, metabolizmayı sürekli hareket geçirmek anlamına gelmektedir. Bu durum ise bağışıklık sisteminin gücünün düşmesine neden olabilir. Çünkü bu sırada vücut tüm enerjisini gıdaları hazmetmek için harcar. Oruç sırasında metabolizma yavaşlar ve sindirim sistemindeki organlar dinlenir. Dinlenmiş organlar ve yavaşlayan metabolizma ile bağışıklık sistemi güçlenir.

NECİP FAZIL ÜSTAD DAN İNCİLER;
( Her cümleyi sindire sindire belki iki üç kez okumak gerek..)

“Ey kendi âilesine bile hükmedemeyen ilerici ( ! ), üç kıt’aya, yedi denize hükmeden ecdadın mı gerici ?”
“Camiye henüz dikeyken gel, yatay olarak zaten geleceksin.!” (cenazan yatay gelir)
“Maalesef öz ana babasını huzurevine gönderip, evinde kedi köpek besleyen insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz.”
“Yola birlikte çıktıklarını, yolda bulduklarınla değişirsen, hem yolunu kaybedersin, hem dostunu !”
“Ya sadece Allah’a baş eğer, başka hiç kimseye eğmezsin, ya da herkese başeğer, hiçbir şeye değmezsin.”
“İnsanlar ikiye ayrılır; vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar. “
“Abdülhamid hanı anlamak, tarihimizdeki her şeyi anlamak olacaktır. “
“Ya islamla yükselir, ya inkarla çürürsün. bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün.”
“Önüne gelenle değil, seninle ölüme gelenle beraber ol !”
“Siz hiç bir sarrafın malını bağırarak sattığını duydunuz mu ? kıymetli malı olanlar bağırmazlar.”
“Soruldu mu ne bilirsin diye, haddimi bilirim demeli.
soruldu mu ne istersin diye, hakkımı isterim demeli.”
“Bir tohumda; gövdesi, dalı, yaprakları ve meyvesiyle bütün bir ağaç gizlidir.”
“Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam, geçip de aynaya soran olmaz mı ?”
“Ömür ağaç dalından savrulan bir yapraktır, ne kadar genç olursan ol, sonun kara topraktır.”
“Ne gelirse başımıza hakk’tandır, fakat geliş sebebi haktan ayrılmaktandır.”
“İnsanı olgunlaştıran yaşı değil, yaşadıklarıdır.”
“Dinde zorlama yoktur, insan özgürdür elbette, isteyen bu dünyada pişer, isteyen ahirette.”
“Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak, hiçbirşey bizim değil..”
“biz ayakları şişene kadar namaz kılan peygamberin, gözleri şişene kadar uyuyan ümmetiyiz.”
“Dünya güzel olsaydı, doğarken ağlamazdık. yaşarken temiz kalsaydık, ölünce yıkanmazdık..”
“Ömrün ilk yarısı, ikinci yarısını beklemekle, ikinci yarısı da, ilk yarısının hasretiyle geçer.”
“Nki çeşit insan vardır. zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşip kendini düzelten, ikincisi zaman geçtikçe yüzsüzleşen.”
Necip fazıı’a sormuşıar: “-Neden sigarayı bu kadar çok seviyorsunuz?”.. “benim için yanan bir tek o var” demiş.!
“Örtü, şuuruyla örtülmediğinde allah katında bir değeri olsaydı, cennetin baş köşesinde rahibeler otururdu.”
“Ne başını kapat altını göster, ne altını kapat üstünü göster. hepsini kapat ta imanını göster.”
“Kün geçti, bugünü düşünüyorum, yarın var mı ? gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı ?”
“Kadın mezarlığa girerken başını kapatıyor, dışarı çıkarken açıyor. ölüye karşı kapanmak, diriye karşı açılmak ne akıldır ?”
“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.”
“Ayağın taşa takıldığında bile –allah kahretsin- dememelisin. dua etmelisin ki taşa takılan bir ayağın var.”
“Şimdi fatih sultan mehmet han kalksa mezarından, ne ben onu tanırım, ne de o beni. ama istanbul’u bizanslılar geri almış deyip, tekrar savaşır.”
“Allah var, fakat bizim o’ndan ancak sorulduğunda haberimiz var .”
“Benimki benim, seninki de senindir ! bu şeriattır.
seninki senin, benimki de senindir ! bu tarikattır.
ne benimki benim, ne de seninki senin, herşey sadece allah’ındır. bu da hakikattır.”
“Yanında olduğum zaman değerimi bilmezsen, değerimi bildiğin gün, beni yanında bulamayabilirsin”.

Çok faydalı bu yazıları sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Oruç: Yeniden diriliş…

Sevgili dostlarım, tekrar tekrar hayırlı ramazanlar…

Emr olundu ki, “Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız.” (Bakara, 2/183)

Demek oluyor ki, oruçta amaç, ayette ifade buyrulduğu üzere, “korunmak”tır…

Şeytandan korunmak…

Nefsanî arzulardan korunmak…

Enaniyetten korunmak…

Bencillikten korunmak…

Gösteri ve gösterişten korunmak…

İçinden cehennem geçen her türlü günahtan korunmak…

Dünyevileşmekten korunmak.

Bunlar “ramazanda ramazanlaşmak”la mümkündür: Ramazanlaşmak, tövbe ile arınıp ibadetle temizlenerek, bir bakıma melekleşmek anlamına gelir.

Derinden bir “Bismillah”ta yeniden dirilip yeşerdik ve taze bir niyetle oruca başladık. “Bismillah” deyip geçmeyin: Bir kere “Bismillah her hayrın başıdır”!..

Öyleyse, “Allah’ın adı zikredilmeden başlanan her işin sonu bereketsiz olur”diyen Resul-i Ekrem aşkına, “Bismillah”!

Hz. Âdem ile Havva’yı cennette var eden Evvel ve Âhiradına, Bismillah!..

Hz. Nuh’u tufandan, Hz. Yunus’u denizden kurtaran Rahman’a, Bismillah!..  

Belkıs’Hz. Süleyman’ın (aleyhisselam) huzuruna taşıyan Ferman’a, Bismillah!..

Hz. İsa’yı babasız var eden Rahmet’e, Bismillah!..

Hz. Yusuf’u kuyudan kurtaran ve Züleyha’ya Yusuf’u ilham eden Hikmet’e, Bismillah!..

Nemrut ateşini gülşene, Ebucehil hâkimiyetini mağlubiyete çeviren Kudret’e, Bismillah!..

Bağışlanmamız için mübarek ramazanı ikram edip, bir de içinden af gecesi Leyle-i Kadr geçiren Zülcelâl-i vel-İkrâm’a, Bismillah!

“Ramazan-ı mübarek”in ilk günlerinde, irade imtihanının en içinde, kulluk ve dua kapısının henüz en başındayız…

Şu an tam da, “Biz Senin orucunu tutalım ey Allahım, Sen bizi tut!” diye dua etme vaktidir…

Tut elimizi: Elimizi tut ki, Sana gelen yolu bulabilelim. Tut ki, “veren el” olabilelim. Tut ki, rızana ulaşabilelim.

Tut kalbimizi: Kalbimizi tut ki, sevmeyi, vermeyi, görmeyi, hoş görmeyi öğrenebilelim. Tut ki, arınıp temizlensin kalbimiz, temizlenip cilâlansın, cilâlanıp pırıl pırıl olsun: Kin tutmasın bir daha, intikam hissi gütmesin, içinde kök salmasın, sevgisizlik.

Tut ruhumuzu: Ruhumuzu tut ki, günahlarla kirlenmesin artık…

Tut mantığımızı: Yanlışlara meyletmesin, umutsuzluğa düşmesin, hayatı dünyadan ibaret sanmasın…

Tut gözümüzü: Gözümüzü tut ki, hayrı görsün şerri görmesin, güzeli görsün çirkini görmesin; namahreme bakmasın… Ülfet ve ünsiyet perdesi inmesin gözümüze; inmesin ki, hayatın tüm güzelliklerini görüp idrak edelim; idrak edelim ki, Seni yeterince zikredelim, fikredelim, dolu dolu şükredelim…

Tut nefsimizi: Tut ki, Sana isyankâr olmasın, bizi şeytanın peşinden sürüklemesin…

Tut aşkımızı: Aşkımızı tut ki, fani şeylere meyletmesin, tüm varlığımız Seninle ve Peygamberinle dolsun…

Tut bizi Allahım!.. Bizi tut ki, kötü alışkanlıklarımızdan kurtulalım, iyi alışkanlıklar kazanalım. En yüreğimizden tut, en gönlümüzden tut, en kalbimizden tut, en ruhumuzdan tut, imanımızın en imanından tut!

Bizi ramazanlaştır! Ramazanımızı, ilk ümmetin oruç tuttuğu ilk ramazana dönüştür.

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Ramazan

Nur ve feyiz saçan ramazan hilali ufukta tulu edince, envar-ı ilahiyenin nuru ve feyzi her haneye tecelli eder. Mü’minlerin kalbinde lahûti bir cezbe uyanır. İslam alemi feyiz ve berekete gark olur.

Mağfiret ayı olan ramazanın feyzi Müslümanların maneviyatına büyük bir tesir yapar. Bu nihayetsiz feyiz ve nurlardan hakkıyla hissedar olan müminlerin gündüzleri adeta birer bayram sabahı, geceleri ise leyle-i sürur olur.

Bu ayda yapılan ibadet ve taatler, onları manevi kirlerden temizler, necatlarına vesile olur. Münevver fikirler daha da nurlanır. Allah’ın rızasına mazhar olmak için gayret eden mü’minler hayır ve hasenatta birbiriyle yarışırlar ve her tarafta adeta bir bayram havası meydana gelir.

Evet, Ramazan; seksen küsur senelik bir ömr-ü manevî kazandıran ve bütün hayır ve bereketi içine alan çok feyizli ve mübarek bir aydır. Ramazan, nur-efşan bir aydır. Feyzinin serpildiği her haneyi namütenahî envâra garkeder. Çünkü, bütün zat ve sıfat-ı ilâhiyyenin kemalâtını talim eden Kur’an, bu mübarek ayda nazil olmuştur. Bu bakımdan Ramazan ayı mağfiret ve rahmet ayıdır.

“İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var.”

Oruç, ruhun gıdasıdır. Bu ayda namaz ve oruçla ruhlarını kuvvetlendiren kişiler şüphe yok ki, melekiyet makamına yükselirler. Oruç şehveti kırar, nefsi dizginler ve mağlûp eder. İnsanı hayvanî hallerden uzak tutar, serkeşlikten meneder. Süflî arzuların pespayeliğini gösterir. Hayatın lezzetini tattırır, kalbin, Allah’a incizabını arttırır ve ona meleki bir zevk-ü sefa bahşeyler.

Gündüzün oruçlu olduğundan hiçbir şeye el uzatamayan bir insan; “bu nimetler benim mülküm değil, onlar, çok şefkatli ve merhametli Rabbimin malıdır ve in’âmıdır. Ben bunları tasarrufta hür değilim; diyerek nimeti nimet bilir ve bir şükr-ü manevî eder.

Orucun, insanın nefis ve irade terbiyesinde çok mühim ve yüksek bir tesiri vardır. Oruçlu kimse, aczini bilir, fakrını derkeder, zafını anlar, her şeyi dilediği gibi yapmada serbest olamayacağı hakikatini kavrar. Kendini her işi yapmada hür ve müstakil zanneden, her şeyi kendi mülkü sanıp istediği gibi tasarruf edebileceği vehmine kapılan mağrur bir nefsin gururu, ancak oruçla kırılır, gafleti ancak açlıkla dağıtılır. Böylece insan aczini, fakrını, zaafını anlar; mal sahibi olmadığını bilir. Bu sayede nefsini dize getirir, Allah’a teslim olur, tevekkül eder, O’nun hıfzına sığınır, huzur bulur.

Ramazanda cami ve mescidler, milyonlarca müminlerin cilvegahı olarak onları mesrur eder. Kandillerle müzeyyen olan yüksek minareler, ezandaki nurani ve mukaddes kelimelerin haşmetini maddeten dahi ilan ederler.

Minarelerden yükselen lâhuti sadalar, “Emr-i Bülentsin ey ezan-i Muhammedî!” hakikatını mü’minlerin kalplerine sürur ile doldururlar. İlahi feyizlerin sağnak sağnak yağıp tecelli ettiği o seher vaktinde, azamet-i subhaniyenin ve kudret-i ilahiyenin tecellilerini temaşa eden hakiki neşe erbabı için, ondan daha büyük bir lezzet ve mazhariyet tasavvur edilemez. Aşk-ı hakikiye gark olan bir mü’min, o vakitte abdest alıp ubudiyetini ilan etmekle ebedi bir saadete kavuşur ve o vaktin letafetini zevk eder.

Ramazanda birçok gafiller de onun feyziyle intibaha gelirler; tövbe ederek günahlardan vazgeçerler. Namaz ve niyaza döner, dergah-ı İlâhiyeye teveccüh eder, huşu ile secdeye kapanırlar.

Oruç, içtimai hayat içinde önemli bir yer tutar. Meselâ, zengin bir insan aç kalmakla fakirin halini daha iyi anlar. Onlara şefkat eder, yardım elini uzatır. Buna karşılık, fakir de zengine hürmet eder. Böylece, zengin ile fakir arasında tam bir kardeşlik, muhabbet ve hürmet tesis olunur. İçtimai hayat, bir sükûn ve istikrar içinde cereyan eder, sürekli bir ahenk kazanır.

Peygamberimiz (s.a.v.):Oruç, oruçlu ile dünya hırsları arasına çekilen bir perdedir. Bu perde oruçluya kötülük yüzünü göstermez. Onun gönlünü fena sarsıntılardan korur. buyurmuştur. Şu halde, hakiki bir oruçlu, hayvani arzulardan sıyrılır, elini, dilini ve diğer bütün azalarını günahlardan korur. Kendisiyle uğraşanlara ayniyle karşılık vermez. “Ben oruçluyum.” der, geçer.

Oruç tutan kişi, kötü huylardan zamanla temizlenir, hak ve hakikatı görmeye mani olan perdeler önünden kalkar. Melekiyet mertebesine doğru yükselmeye başlar, hem kendisi için, hem de beşeriyet için en hayırlı bir uzuv olur.

Oruç tutan mü’minde fazilet hisleri ve onu hakiki Ma’bud olan Allah’a bağlayan kulluk unsurları inkişafa başlar. İşte, orucun, ruh ve gönüller üzerindeki temizleyici tesiri budur. Oruçlu bir kimse, hakkı hak, batılı batıl görmeğe başlar. Hayrı, şerri tefrik eder. Mukaddes lâtifelerin yolları oruçla açılır ve temizlenir.

Oruçlunun Allah Tealâ yanında şerefi çok büyüktür. Peygamberimiz (s.a.v.) Hak Tealâ’nın yüce ismine yemin ederek şöyle buyuruyor: “Oruçlu ağzın kokusu, Cenab-ı Mevlâ yanında misk kokusundan daha sevimlidir.”

Cenab-ı Hak, bir Hadis-i kudsîde buyuruyor ki: “Madem ki kulum yemesini, içmesini ve nefsani arzusunu benim rızamı kazanmak için bırakmıştır. Onun sayısız ecrini doğrudan doğruya kendim veririm.”

Ramazan ve oruç millet olarak benliğimize, ruhumuza ve şuurumuza silinmez bir mühür gibi nakşolunmuştur. Gecesiyle gündüzüyle, minarelerdeki mahyalar ve oralardan asumana yükselen ezan sesleriyle, camisi ve coşkun cemaatiyle, gürül gürül Kur’an tilavetleriyle, nasihlerin nasihatlarıyla, sofraların zengin bereketiyle, çocukların benzersiz sevinçleriyle Ramazan adeta her günü bir bayram sevincine çevirmekte ve yıldan yıla gelişen, kökleşen bir milli kültür halinde hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmaya devam etmektedir.

Her saati mübarek ve mukaddes olan Ramazanın, hele iftar ve sahur zamanları dualarımızın en çok kabul olunduğu vakitlerdir. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v): “Oruçlunun iki neşesi vardır. Birisi iftar vaktinde, öbürü kıyamet günü Mevlâsına kavuştuğunda.” buyururmuşlardır.

İhlaslı her Müslüman, iftar vaktinde kalplere dökülen manevi feyzi az çok duyar, kalbinde yüksek bir inşirah hisseder. Bütün varlığıyla dergah-ı İlâhiyeye yönelir. Nura ve feyze müstağrak olur. Bu hususta Bediüzzaman şöyle buyurur:

İftar vaktinde ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelînin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın, “Buyurunuz.” Emrini bekler gibi bir tavr-ı ubudiyetkarâne gösterir.”

Evet, iftar vakti, gönüllerde, ruhlarda bir cezbe-i lahuti uyandırır. İftar sofrasının etrafında toplanan herkes şendir, mesrurdur. Nur-u imanla parlayan çehrelere beşaşet ve saadet sanki semadan aksetmiştir. İftar anındaki bu şevk ve sürurun tarifi imkansızdır. Cennet asâ bir saadet içinde, günün en bereketli anı iftarla noktalanır.

MEHMED KIRKINCI