Etiket arşivi: oruç

İbadet Ve Aşk

Başlıktaki iki kelime 1920 yılında Said Nursi’nin yazdığı, “Şuaat-ı Marifetü’n Nebi” (Peygamber efendimizi tanıma, bilme, öğrenme ışıkları) adlı eserde geçiyor. Bu eserin başında Nursi “Marifetullahın bürhanları nefesler kadar hadsizdir.” diyor ve Peygamberimizi marifetullahın en büyük delillerinden biri olarak zikrediyor. Ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) i anlatırken bir yerde bu cümleyi kullanıyor: “O ibadete herkesten, herşeyden ziyade aşıktı.”

Bu cümleyi okuyunca bir türlü geçemedim. Adeta başıma bir topuz yemişçesine sersemledim. Üzüldüm, kendi halimi düşündüm. Ben şimdiye kadar bir insana, güzel bir manzaraya, güzel bir çiçeğe, güzel bahçeli bir eve, estetik bir arabaya aşık olmuştum. Ama bunca yıllık hayatımda ibadete aşık olduğumu hiç hatırlamıyordum.

Gençliğimden beri namaz kılar, oruç tutarım. Ama hiç de namaza, oruca aşık olduğumu hatırlamıyorum. Hatta çoğu zaman namazları iş yerinde, koşuşmalar arasında, aradan çıkarma endişesiyle kıldığımı hatırlıyorum. Oruçlarımı da hep kolayca geçiversin, açlığımı fark etmeyeyim, bana zahmet vermesin düşüncesiyle tutmuşumdur.

Biz Peygamber’i seven insanlarız. Bizim kalbimizde, ruhumuzda O’nun ayrı bir yeri vardır. Mevlitlerde gözlerimiz dolar, adı anıldığında salavatlar getiririz.

Peygamber bizim kalbimizde, ruhumuzda, sevgimizde var da hayatımızda, yaşadığımız dünyamızda ne kadar var acaba?

O adını duyduğumuzda heyecanlandığımız Peygamber, “Benim susmam fikir, konuşmam zikir, bakışım ise ibret bakışıdır.” buyurmuşlardı. Zaman zaman ortadan kaybolunca anlarlardı, O Eris adlı bir kuyunun bulunduğu bahçeye gider, bahçeyi seyreder ve tefekkür ederdi.

Hz. Aişe O’nun az uyku dışında gecelerini ibadet ve tefekkürle geçirdiğini söyler. Bazı geceler ay ışığında oturur, uzun uzun gökleri seyreder ve derdi:

“Şüphesiz, yerlerin ve göklerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini izlemesinde, derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır.Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru” (Âl-i İmran, 190/91) ayetlerini okuyup da  uzun uzun tefekkür etmeyenlerin vay haline.”

Peygamberin savaşlarını, fetihlerini okuyoruz. O’nu çok seviyoruz. Ama Nursi’nin bu cümlesini okuyunca bir defa daha anladım ki hayatımızda, dünyamızda, işlerimizde, evlerimizde Peygamber yok. Dünyamızda Peygamber’in bir kahramandan, bir film şahsiyetinden farkı yok. Ve bunu değiştirmek için Peygamber’in savaşlarından, fetihlerinden başka anladığımız, anlattığımız bir şey de yok.

Dini, imanı, Kur’an’ı içselleştirmediğimiz, ilimle onlara muhatap olmadığımız, Allah’ı, Peygamber’i hayatımızın aktif merkezine, hedefine oturtmadığımız müddetçe; din de iman da hayatımızda sadece bir süs ve kültür olarak kalmaya mahkûm olacaktır.

Sanırım bizim sakalını öpmeyi marifet saydığımız Peygamber ile gerçek Peygamber çok farklı.

Levent Bilgi – hicbisey.com

Yûnus’un [as] düştüğü yerde…

“O vaziyette esbab bilkülliye sükut etti.”

Birinci Lem’â’nın bu kritik cümlesini Ramazan Risalesi’nin ilk satırları eşliğinde okuyunca, irkildim.  Doğru ya; ‘o vaziyet’ ‘bu vaziyet’tir. Oruç tutan her insan, Yûnusça bir kaderden pay alıyor. Üstad, oruçla girdiğimiz o vaziyeti, Talak Suresi’nin üçüncü ayetinin anlamına vurarak resmediyor: “Hiç ummadıkları yerden [rızıklanırlar].” Ayetin anlamına meal yapıyor halimizi.

Oruç, gönüllüce bir ‘rızık kesme’ muradıdır. Alışkanlıkları kırıp yeryüzünde taze bir heyecanla var olma denemesidir. Rızıklanmanın mutat bir akış değil; hiç umulmadık, hiç beklenmedik olduğunu görme uyanışıdır.

Atıldığı ‘oruç denizi’nde öyle bir Zat’ı arar ki insan, “hükmü hem [bedenine], hem [yerküreye] , hem [zamana] geçebilsin.” Vaktin ağır akışında, yerkürenin sessiz dönüşüne, bedeninin arayışlarına kulak kesiliyor adeta. Alışık olmadığı hükümlerin geçmediğini gözleriyle görüyor. Bir tür ‘oruç gözü’, ‘oruç kulağı’ ediniyor; oruca tutunarak Yûnus’un[as] indiği kuyulara iniyor. Yeni şeyler görüyor, yeni sesler duyuyor.

Rızık umduğu her yönü perdeliyor oruç. Güvendiği her sebebi susturuyor, aşina olduğu çareleri bitiriyor. Kimseler kendisine el uzatamaz oluyor. Kendini kudretli sananları aciz bırakıyor. İmkânları tüketiyor, güvenceleri deviriyor.

Ne su çare oluyor susuzluğuna. Ne ekmek yetiyor açlığına. Gerçek sandığı rüya bitiyor. Hakikate uyanıyor insan. Dünya uykusundan doğruluyor. Hiç ummadığı yönlerden geliyor rızkı. Hiç sebepsiz doymanın tadına varıyor. Doğrudan cennette kurulmuş bir sofranın davetlisi olmak üzere terfi ediyor.

Hazır bildikleri önünden çekiliyor. Eşya ile arasındaki mesafeler açılıyor; şeffaf bir duvar örülüyor önüne. Yakınlıklarından oluyor, erişemez oluyor sıradan sandığı eşiklere. Parayla su alamaz oluyor. Ne öderse ödesin, ekmeğe erişemiyor. Kolayca geldiği için sıradan sandığı doymalar sıra dışı oluyor. Olağan diye aldandığı suya kanmaları olağanüstüleşiyor. Yeniden tanıyor ekmeği. Suyun tazeliği artıyor; billûrlaşıyor damlalar. Yeni baştan tadıyor elmayı kirazı.  Anlıyor ki kendisi kendisini doyuramaz. Görüyor ki kendisi sevdiklerine, sevdikleri kendisine rızık bulamaz. Sebepler bilkülliye susuyor, sadece Cenab- ı Hakk’ı beklemeyi öğreniyor insan.

Bir de oruç gözüyle okuyalım şu satırları, bakın, ne yeni şeyler söylüyor bize:

“Eğer bütün halk hizmetkârı[mız] ve yardımcı[mız] olsa, yine beş para faydaları olmaz. Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbab’dan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördü[ğümüzden], sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf e[diyor]” değil mi?

Senai DEMİRCİ – risalehaber.com

Oruç Tuttuğunu Bırakmaz

Herkesin içinde bir sevinç var, o gelecek diye.

Daha gelmeden gölgesi erişiyor.

Recep ve Şaban’ın ardından hemen geliyorum diyor.

İyi ki geliyor.

Hoş sefalar ile geliyor.

Rabbim, neye ne kadar ihtiyacımız olduğunu biliyor.

Lazım olan her ne ise, onu tam vaktinde gönderiyor.

Eskimiş hayata yeni bir ruh katıyor.

Ramazan’ın da bir ruhu, bir canı var. Bu hissediliyor.

Ulvi bir görevle geliyor.

Ve daha gelir gelmez, olmaz denilenler oluyor.

Allah’ın helâl kıldığı nimetlere bile, el sürmüyor insan, tam 18 saat boyunca.

Ramazan dışında kim dayanabilir buna.

İşte böyle mübarek bir ay.

Çocuktan gence, hastadan ihtiyara kadar herkese ayrı bir hediye ile geliyor.

En büyük armağanı ise, son günlerine ve bayrama saklıyor.

Çok da kalmıyor zaten.

Sessiz sedasız geldiği gibi, yine aynı edayla gidiyor.

Ardından gözü yaşlı, nice hasretli dostlar bırakarak.

Ey mübarek ay!..

Bu defa olsun bizde, kıymetini bilenlerden olalım senin.

Ne olur o bahtiyarların arasına biz de katılalım.

Kadrini kıymetini bilenlerden biri de biz olalım inşaallah.

Bilemeyiz bu Ramazan, belki de son Ramazanımızdır.

Vefalı gelir, vedalı gider.

Edasından belli.

Ne var ne yok her şeyi kendine benzetiyor.

Barışı, huzuru getiriyor.

Sakinleştiriyor kalbleri.

Günahtan, haramdan uzak tutuyor.

Geldiği yere, cennet misal bir hayat getiriyor.

Diğer aylara nispeten suçlarda azalma görülüyor.

Yeniden doğmaya, yeniden olmaya hazırlıyor her yanı, her insanı.

Nefsimizi gemlemek kolay değil.

Oruç ve Ramazan da olmasa işimiz zordu gerçekten.

Rabbimize hamdolsun, eşsiz bir nimeti bize misafir ediyor.

Kıymetini bilelim ve ondan layıkıyla istifade edelim diye.

Bazen ne dışındakine, ne içindekine söz geçiremiyor insan.

Uçuk uçurtma nevinden, boşlukta tam kaybolmak üzereyken, çıkageliyor mübarek Ramazan.

Bir ayar çekiyor cümle yanımıza, en başta ruhumuza.

Sevmek, sevilmek gibi güneşi iki yanından hissediyor insan.

Nasıl sevilmez ki Ramazan.

Hilaliyle bir kaş çatıyor ki sormayın. Bu ihtarı bile, söz anlamaz nefsimize yetiyor.

Daha şimdiden her şeyi yerli yerine çekip getirdi. Az söyledi, öz söyledi.

Sözü kısa olanın dili tatlı olur. İşte Ramazan budur.

Ruhumuz içimizdedir ama rengini, şeklini ve dahi ahengini dışımızdan alır.

Gücünü ise kalbin imanından alır.

Aldı, oturttu karşısına, gönlümüzle baş başa bıraktı bizi.

Aya, yıldıza bakmayı öğretti. Hilalleri bir bir saymayı ve sabretmeyi, tevekkülü öğretti Ramazan. O kızıl akşamüstlerini, iftar vakitlerini, oruçluların telaşlı hâllerini, aceleci yürüyüşlerini sevdirdi. Bir yudum suyu, bir kuru ekmeği özletti ve kıymetini bildirip, şükrettirdi.

“Sevin ki…” dedi, “Çiçekli rüyalar göresiniz Yusuf misali.” Uykularımız da, rüyalarımız da değişti. Günlerimiz, o bildiğimiz günler değil artık. Her anımız kutlu birer vakit oldu.

Niçin ve neden yaşadığını daha iyi anlıyor insan.

Böylesine bir yaşamaya doyamıyor.

O zaman işte, ömrü uzun ediyor.

Fanilik duygusu siliniyor içimizden.

Ebediyetin kokusunu alıyoruz geçen her saatten.

Ey mübarek ay!..

Sözünü hep tuttuk ve yine tutacağız ve daha ilk geceden orucuna tutunacağız.

Sıcak bir yaz ortasında hayret ki; akşamın serinliğiyle, pırıl pırıl salâ sesleriyle ve ışıl ışıl rahmetinle geliyorsun.

Rabbimizin bize armağanısın ve ömrümüzün en güzel Ramazanısın.

Hoş geliyorsun…

Hoş bulmadıysan eğer bizi, duamız bu ki, ne olur hoş ediver içimizi. Razı ol bizden.

Daha şimdiden…

Bizi kendine benzetti Ramazan ve hükmünü icra etti.

Nefisleri ağladıysa da, yolunu bekleyen sevdalıların ruhunu güldürdün sen.

Teravihle, sahurla, en bereketli vakitlerle. Süt gibi içirdin. Bembeyaz bir güzellik kattın tenimize, kalbimize.

Her sabah aynaya baktıklarında, her gün bir başka güzel yüz görecek oruç tutanlar.

Ramazan’ın da kalbi var. Kalbi ise, Kadir Gecesi. O kalbe muhatap olan ve hakkını veren insan, ne mübarek bir insandır, ne güzel bir Müslüman’dır.

Kara çalıda gül bitmez. Kalbini temizlemeli ki insan, güller bitsin oradan.

Yunus’a selam gönderelim buradan.

“Temiz et gönül evini

Yar gelecek oturmaya…”

Allah (cc), rahmetiyle, mağfiretiyle, sekînetiyle, tecellisiyle doyurur, sevindirir kalbimizi.

Ramazan bir armağandır bize Ondan, sonsuz rahmetiyle her şeyi yaratandan.

Gündüzleri diri kılmak için geceden gelir Ramazan.

Gecesini diriltmeyenin gündüzü de ölüdür.

Ramazan’la dirilir gönüller.

Oruçla açılır bir bir düğümler.

Kur’an, ayet ayet şifa olur, nur olur gönüllere.

Gecelerde bir sır var. O sırrı yaşatmak için gelir Ramazan.

Göklerden yerdekilere ilahî bir sofra serilir.

Önce ruhlar doyurulur.

Ruhlar ki; aylardır aç, Rahman’ın rahmetine muhtaç…

İnananların ruhlarını doyurmaya gelir önce Ramazan.

Hem de daha ilk geceden.

Geceler ki; anadır, velûddur.

Gündüzler, gecelerin çocuğudur.

Oruçla eğitilir, açlıkla terbiye edilir nefisler. Büyür de büyür, o küçücük kalpler.

Almayı unutur, vermeyi düşünür.

Oruç gündüz ibadetidir.

İftar, teravih, sahur ise gece ibadetidir.

Gündüzün, orucun kahramanı olmak, gecenin ibadetlerinden geçer.

Daha ilk gecenin teravihiyle, sahuruyla ve daha ilk günün orucuyla değişti, değişiyor her şey.

En müzmin hastalıklar bile deva bulup, iyileşiyor birden.

Seksen yaşını aşmış bir halacığım var.

Geçtiğimiz senelerin birinde ve Ramazanın başında konuşuyorduk. Orucunu tutamayacağından yana dertliydi. Çünkü hastalığı şiddetliydi.

“Ne yapayım?” diye sordu.

“Bismillah de, tut. Allah yardım eder.” dedim.

Bir gece iftara gittiğimde, hasta yatağında uzanmış yatıyordu.

“Oruçla aran nasıl, hala?” diye ihtiyatla sordum.

“Dediğin gibi.” dedi. “Bismillah dedim, tutuyorum. Allah yardım etti.”

Evet, hastalar bile oruçla iyileşir. Allah’ın rahmeti böyle gelir. İhsanı, lütfu, böyle olur kullarına. Sadece yardım paketleriyle gelecek değil ya. Allah’ın yardımı geldi mi, böyle gelir bazen. İçten ve derinden.

En küçükten en büyüğüne, en hastadan en yaşlıya kadar kolaylaştırılır herkese oruç.

Zorluklar Allah’ın yardımıyla aşılır. Mevsimler bile değişir. Bu da Allah’ın büyük bir mucizesidir. Her günün, her orucunda ve her Ramazan’da bunlar hep yaşanır.

Orucunu tutamayacağını zannedenler yine bir güç ve kuvvet bulur.

Oruç onları gönüllerindeki sevdadan tutar bırakmaz.

Halacığım yetmiş yıldır tutuyormuş.

Bu sevdaya kim dayanır?

Oruç, tutanı hiç bırakır mı?

Oruç, tuttuğunu bırakmaz.

Selim Gündüzalp / Zafer Dergisi

Davranışa Dönüştürelebilen Kararlar İçin

İnsanın 2 beyni vardır. Bunlardan birincisi üst beyin, buna insan beyni de diyoruz. Çünkü sadece insanda var olan bir yapı. Çok ince bir çizgi halinde primatlarda, maymunlarda da var ama diğer hayvanlarda yok.
Bir de shup corteksimiz var. Bunada biz alt beyin yani hayvan beyni diyoruz. Çünkü diğer hayvanlarla çok benzeşen bir yapı. Fizyolojik olarak benzeştiği gibi işlevleri itibariyle de benzeşen bir yapı sözkonusu.
Alt beyini bizim açımızdan bu kadar önemli hale getiren ne?

Duygularımızın orada oluşuyor olması.

Düşüncelerimiz üst beyinde oluşuyor. Akıl ve vicdan üst beyinde oluşuyor. Kararlar burada alınıyor. Fakat duygularımız hayvan beynimizde oluşuyor. Erişimizin sınırlı olduğu, otonom, özerk, bağımsız çalışma eğiliminde olan bir yapı. Her ne kadar alt beyin ile üst beyin arasında bir koordinasyon söz konusu olsa da bu çoğu zaman istenen tavırları sergilemek açısından yeterli olmuyor. O hayatın doğal seyri içerisinde, aile hayatı içerisinde aldığımız eğitim, okul hayatında aldığımız eğitim, toplumsal hayatta almış olduğumuz eğitim belli ölçüde üst beyin ile alt beyin arasında eşgüdüm oluşturuyor. Üst beyinin alt beyin üzerinde belli bir kontrol oluşturmasını sağlıyor.

Fakat bu çoğu zaman yeterli değil. Çünkü hayatın içerisinde bir yandan aileden eğitim alıyoruz bir yandan okul hayatında, öte yandan da hayat okulundan da eğitim alıyoruz fakat çeldiriciler var. O eş güdümü bozacak olaylar da yaşıyoruz. Dolayısıyla duygu eğitimini önemli bir başlık olarak hayatımızın bir parçası haline getirmek ve beşikten mezara kadar, yediden yetmişe kadar herkesin bu konu üzerinde durması bir gereklilik. Çünkü istediğimiz davranışı oluşturabilmek için o davranışla uyumlu bir duyguya ihtiyacımız var.

Diyelim ki; “bu konuda şöyle bir davranış sergilemeliyiz diye, eşime şöyle davranmalıyım, çocuğuma biraz daha toleranslı davranmalıyım, sabahleyin biraz daha erken kalkmalıyım” gibi bir farkındalık oluştu üst beyinde ve buna bağlı olarak bir karar aldı. Fakat bunu davranış haline dönüştürebilmesi için bir duyguya ihtiyacı var. Çocuğuna o toleransı gösterebilmesi için sabır duygusuna ihtiyacı var. Eşine ilgiyi gösterebilmesi için sevgi, muhabbet duygusuna ihtiyacı var. O şekilde duygu gelmiyor. Tahammülsüzlük, öfke şeklinde geliyor. Duygu ilgisizlik, benmerkezlik şeklinde tezahür ediyor. O zaman kişi düşünce boyutunda almış olduğu o kararları davranışa dönüştüremiyor, hayata geçiremiyor.

Hepimizin hayatında şikayet ettiği durumlardan bir tanesi budur. Eğer bir şeyi davranışa dönüştürebilmek için sadece düşünmek, farkında olmak yeterli olsaydı dünya bir cennet olurdu.

Gerek kendisiyle olan ilişkisinde gerek diğer insanlarla olan ilişkisinde, gerek hayat ile olan ilişkilerinde, gerekse Allahu Teala ile olan ilişkilerinde hatalı yaklaşımlar içinde olan insanlara baktığımız zaman bu insanların bir çoğunun hatalı yaklaşımlarının farkında olduklarını görüyoruz. Kendimi kontrol edemiyorum diye yakındıklarını duyarız. Çünkü duygular, alt beynimizin yani erişimimizin sınırlı olduğu bir yerde oluşmaktadır. Dolayısıyla oraya erişebilmek, oranın üzerindeki kontrolü arttırabilmek ve hepsinden önemlisi orayı terbiye etme zorunluluğu vardır.
Atı kontrol eden süvaridir. Dizginler aracığılıyla kontrol eder. Fakat süvari ile at arasındaki ilişki sadece o dizginlerden ibaret değildir. O sadece zayıf bir bağdır. Dizginler kopabilir. O at aynı zamanda terbiye edilmiştir. O atların eğitiminde iki husus var.
Birincisi, süvarisinden gelecek o yönergeleri anlamak ve tabi olmak konusunda eğitilmiştir. Fakat bu o süvarinin atını özellikle de olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda kontrol edebilmesi içini yeterli değildir.
İkincisi, bu tür olağan ya da olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda at belli bir tepkiyi verecek şekilde eğitilmiştir. Yani o an süvarinin dizginleri ele almaya gerek kalmaksızın süvariden gelecek yönergeye ihtiyaç duymaksızın spontene, süvarinin de onaylayacağı tepkiyi vermesi öngörülmüştür. Bununla beraber süvarinin onaylamayacağı tepkileri vermemesi de sağlanmıştır.

Mesela süvari atlarını göz önünde bulunduracak olursak, normal şartlarda at top sesinden, tüfek sesinden ürker. Çünkü onun doğasında böyle bir ses yoktur. Fakat o süvari atları eğitilirken özellikle de geçmişte o top sesini, tüfek sesini, mermi sesini duyduğunda ürkmiyecek şekilde eğitilir. Süvari düşmanla mücadele etme sürecei içerisinde, bir yandan da atını kontrol etmeye çalışırsa olmaz. O anda at almış olduğu terbiyenin gereğini yerine getiriyor. Bunu neden anlatıyoruz?

Dedik ya; bizim de hayvan beynimiz var. Düşünceler, duygularımızdan ortalama 5 saniye sonra gerçekleşiyor. Hayatımızdaki en önemli 5 saniye bu. Dolayısıyla o duyguyu henüz daha süvari dizginleri ele alıp ata bir emir vermeden de atın bunu tahmin etmesi ve süvarinin öngördüğü bir duyguyu açığa çıkarması gerekiyor.

Şimdi kişi çocuğuna daha toleranslı olma kararını aldı diyelim ki… Çocukta dikkat dağınıklığı var. çocukta arkadaşlarıyla uyumsuzluk var. Kurallara uymama, öğretmenlerine karşı gelme eğilimi var. Okuldan şikayet geldi ve anne baba aldı çocuğu psikologa götürdü. Psikolog çocukla görüştü ve çocuğunuzun duygu durumu bozulmuş dedi. Anne ve baba sordular “neden bu çocuğun duygu durumu bozuldu? Biz her dediğini yapıyoruz. Yediği önünde yemediği ardında. v.s.”

Babasının biraz daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Babası eve gelir gelmez kızım dersini çalıştın mı? Oğlum ödevini yaptın mı? Demeden önce onunla biraz nasılsın? İyimisin? Demesi ve biraz sohbet etmesi gerekiyor. Biraz sabırlı davranacaksın. Şu an biraz ergenlik belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Zaten çocuğun duygu durumuda çok iyi değil. Sosyal anlamda sıkıntıları var. Akademik anlamda başarısızlık yaşıyor. Senin onu tolere etmen gerekiyor.
-eyvallah hocam bunu yapacağız. Diye kararını aldı konuşmadan sonra. Aradan zaman geçiyor ve anne baba yeniden geliyor. Hocam beceremedik, başaramadık. O kararı aldık ama başaramadık. Çünkü alt beyin genellikle üst beyinden önce tepki verme eğilimi içerisinde.

Çocuğun yapmış olduğu bir davranışı alt beyin kendisine yapılmış bir saygısızlık, varlığının dikkate alınmaması, kişiliğinin hiçe sayılması, otoriteye meydan okunması şeklinde algılıyor. Ki öyle bir durum söz konusu değil. Ama öyle algılıyor alt beyin. Geçmişteki yaşantılardan hareketle ve bir anda öfke duygusu açığa çıkıyor. Daha üst beyin devreye girmedi. Akıl ve vicdan daha henüz bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğiyle ilgili verileri işleyip bir çıktı açığa çıkmadı. Yani bombalar patladı, at ürktü şaha kalktı ve süvarisini düşürdü. Onun için atlar öncesinden eğitime tabi tutulur.

Genel itibariyle baktığımızda bizim toplumumuzda altbeyin üstbeyine uyması konusunda bir eğitime tabi tutuluyor. Tamam bu olması gereken Bir şey. Ama ikincisi yapılmıyor. O bombalar patladığında silahlar ateşlendiğinde atın sakin olmasını sağlayacak eğitim verilmiyor.
Ya da at aç olduğu halde, at yorgun olduğu halde bir bağdan geçerken, bir bostandan geçerken, o yeşilliklere dalmamasını sağlayacak ya da yatacağı bir yer olduğunda hemen kendisini oraya atmamasını sağlayacak o eğitim verilmiyor. Eğer o eğitim verilmemiş ise at süvarisini dinlemez o bağa, o bostana kendisini atar ve sıkıntı söz konusu olur.

Alt beynimiz korktuğu şeylerden, acıdan uzak kalmak, ve hazza ulaşma eğilimi içerisindedir. Aynı şey hayvanlarda da söz konusudur.

At neden ürküyor, bombalar patladığında, silahlar ateşlendiğinde,bunun varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyor ve korku tepkisi açığa çıkıyor. Korkuyor şaha kalkıyor ve süvarisi düşüyor. Korktuğu şeyle yüzleşmesi sağlanır, ondan uzak kalmaması sağlanır. Ya da at aç hazza ulaşmak istiyor. O yeşillikleri yemek istiyor. O suyu içmek istiyor. Ya da yorgun dinlenmeye, uyumaya ihtiyacı var. böyle bir imkan söz konusu olduğunda atın oraya meyletmemesi gerekiyor. Kendisine verilen emir doğrultusunda kendisine öngörülen istikamet doğrultusunda işini sürdürmesi gerekiyor. İşte bunun eğitimi de verilir. Ulaşmak istediği hazlardan geri durma eğitimi de verilir.

Şimdi bizlerde alt beynimizi eğitirken, çocukları eğitmekten bahsetmiyorum yanlış anlamayın, kendinizi eğitmekten bahsediyorum. Öncelikli olarak il yapacağımız şey bir acı duyduğumuz durumlarla yüzleşmek. İkincisi de hayatımızda önem verdiğimiz hazlardan kendimizi geri çekmek suretiyle alt beynimizi eğitmek
Bu konuda paket programlar var. Bu paket programlar aracılığıyla bunu yapabiliriz. Bizim dinimizin bize sunmuş olduğu paketler var. Bunun için özel yapılandırılmış programlara gerek yok.

Mesela batı kültüründe böyle bir eğitim yok. Batı kültürü daha ziyade bu eğitimin verildiği uzak doğu ülkerinde özellikle de Hint kültüründe bunun arayışı içerisinde. Çin kültüründe bunun arayışı içerisinde. Orada keşişler kendilerini bu şekilde terbiye ediyorlar. Tabi bu terbiye çoğu zaman istenen sonuçları vermiyor. Çünkü sadece alt beyini terbiye etmek yeterli değil. Süvarinin de atı alıp nereye götürdüğü çok önemli. Evet at süvarisine tabi ama süvari atını uçurumdan aşağı sürüyor. O zaman atın terbiye olması, o duyguların terbiye olması çok da bir anlam ifade etmiyor. Her ikisi de çok önemli.

Bizim paket programımız ne? ORUÇ

Sabahleyin kalktığımızda alt beynimiz kahvaltı yapmak istiyorum diyor. Bakın sahur bu açıdan çok önemli. Sahur alt beynimizi yönetebilmemiz açısından çok önemli. Sahur yapılmadan oruç tutulduğunda alt beyin hadi bakalım kahvaltı yapalım diyor. Diyelim ki her sabah 9 da biz kahvaltı yapmaya alışığız. Sindirim sistemimiz otomatik olarak çalışmaya başlıyor. Alt beyin üst beyine sormadan hemen sindirim sistemine çalış komutunu veriyor. Çünkü alışmış o saatte yemek yemeğe. Ve hemen sabahleyin kalktığımızda açlığında ötesinde midemizde bir kazıntıyla uyanıyoruz. Çünkü sabahleyin kahvaltı vaktimiz geçmiş. Ama biz kahvaltı yapmıyoruz.
Öğlen geliyor yine bir kazıntı. Öglenleyin yemek de yok. Gün içerisinde su kaybettik, su ihtiyacımız var. hayır su da yok. Ne dedik; İhtiyaçların karşılanması nedeniyle hazza ulaşmak. Ve onun hazza ulaşmasına mani oluyoruz.

Biraz serbest gezmek, dolaşmak istiyor. Hayır bu da yok. Oruçluyuz çünkü, halimize, tavrımıza, konuşmalarımıza, bakışlarımıza dikkat etmek zorundayız. Aksi takdirde akşama elimizde kalan açlık ve susuzluk olur. Biz ise bunun ötesine geçmek istiyoruz.
Alt beyin anlayamıyor. Neden böyle yapıyoruz? Bu bir, iki, üç, tekrar edip duruyor. Altbeyin yine yarın sabah kalktığımızda tekrar sindirim sistemine emir veriyor. Hadi hazırlan birazdan kahvaltıya oturacağız. Hayır kahvaltı yok sana. Yine öğlen vakti ayni şey yine yok. Yine yok. Yine yok.

Tabi ilk başta itiraz. O yoksunluk halini oldukça yoğun yaşıyoruz. Çünkü bedenimizi yöneten alt beynimizdir ağırlıklı olarak. Üst beynimizin bedenimiz üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Ancak belli kas gruplarını üst beynimiz kontrol eder. Mesela yüzümüzde 12 tane kas varsa bunun 8 ini alt beynimiz kontrol eder, sadece 4 tanesini üst beynimiz kontrol eder. Dolayısıyla mimiklerimizi kontrol etme sürecinde alt beynimiz çok belirleyicidir. Eğer gülümseme isteği gelmiyorsa bu yüzümüze yansır. İçimzde bir öfke varsa bu yüzümüze yansır.

Ya da diyelim ki o anda çocuğumuza karşı ciddi bir duruş sergilemek istiyoruz veya çevremizdekilere karşı, altbeynimiz bunun ciddiyetinin çok farkında değilse o yüzümüze yansır. Çünkü o kaslar harekete geçmez. Üstbeyin emir verir ciddi bir ifadeye bürün diye. Fakat altbeyin o emri dinlemez. Dolayısıyla karşımızdaki insanda o etkiyi oluşturamayız biz.

Oruç alt beynimizi terbiye etme konusunda harikulade bir araç. Bir paket program. Herşey düşünülmüş ekstra bir şeye gerek yok. Fakat burada usule hürmet edeceğiz. Eğer orucu hayatının bir parçası haline getirirsen bir müddet sonra alt beyinde çok ciddi bir duygu eğitimi söz konusu olmaya başlıyor.
Üç ayların girmesiyle beraber oruca ağırlık verilmesi, özellikle de Recep ayında orucun yoğun olarak tavsiye edilmesinin altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi bu.

Tabi bunu yaparken hergün oruç tutmuyoruz. Özellikle de nafile oruçlarda. Genellikle alt beyin bir müddet sonra o uyarıcının varlığına ve yokluğuna uyum sağlama eğilimi içerisine girer. Dolayısıyla orucun çok düzenli bir şekilde değil de bir tutulup bir tutulmaması beyni şaşırtıyor.
Beyin tam oruçsuzluğa alışıyor. Oh diyor tamam bugün kahvaltı gelecek diyor. Fakat bakıyor o gün oruç var kahvaltı yok.
Ki Allahın Resulünün hayatına baktığımız zamanda her ne kadar belirli zamanlarda tutulan oruçlar olmakla birlikte bazen hiç oruç tutmayacakmış gibi davranırdı. Bazen de hiç bozmayacakmış gibi davranırdı. Bazen pazartesi, perşembe oruç tutardı. Bazende cuma günü oruç tutardı. Hadisi Şeriflerde öyle görüyoruz. İşte bu alt beyini şaşırtmaya yönelik. Alıtbeyin alışmasın diye. Çünkü altbeyin alıştığı zaman kendini ona göre ayarlıyor. O zaman o terbiyenin onun üzerindeki etkisi azalıyor.

Dolayısıyla bu günlerde oruca ağırlık vereceğiz. Altbeyini eğitme, terbiye etme konusunda, duygu eğitimi konusunda başka bir etkinlik, başka bir ibadet söz konusu değil.
Bununla beraber namaz, özellikle de gece namazları (teheccüd), günlerin uzadığı şu günlerde yatsı namazı, hatta erkekler için zorda olsa camiye gitmek. Sabah namazlarına kalkmak. Çoğu anne baba çocuklarına kıyamazlar. Halbuki altbeyini terbiye etme açısından harikulade bir araç sabah namazı. Tabi şefkatle, sevgiyle. Ama öte yandan kararlılıkla ve ciddiyetle yapılması gerekiyor.
Ve altbeyin şu soruyu soruyor; biz bütün bunları niçin yapıyoruz?

Sabahleyin kalkıyor okula gidiyor. Bunun somut kazanımları var. fakat söz konusu ibadetler söz konusu olduğunda pozitif bir geri dönüşüm söz konusu değil. Biz bunları niçin yapıyoruz diye soruyor. Bu ona anlamsız geliyor. Ama bir müddet sonra kişi bunu yapmaya devam ettikçe alt beyin bütün bu çabaların, bütün bu uğraşların belli bir amaca yönelik olduğunu birisinin takdirini kazanmaya yönelik olduğunu farketmeye başlıyor ve bu şekilde kişi alt beynine O nun varlığını anlatmış oluyor. Yaşantılar aracılığıyla.
İşte O nun varlığını anlatmayı başardığı andan itibaren alt beyinde O na boyun eğme, O nun koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşama eğilimi içerisine giriyor. Dolayısıyla unutmuş olan alt beyine O nun varlığını bu yöntemlerle anlatacağız.

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

cocukaile.net

‘Manevî Beslenme’ Yolları

Manevî hayat akan bir su gibidir. Akan su ise hayattır. Dağların ve ormanların içinden doğan su, tazelik ve sağlık getirir; çünkü akmaktadır. Bunun tam aksine, bataklık durgundur ve hastalık üretir; üstelik kendisine akan suyu tutar ve onu da bozar. Öyleyse, tutup biriktirmeye çalışan biri olmak yerine, kendi dışına akmaya ve vermeye çalışan biri olmak gerekir. Eğer içimizdeki iyilik potansiyelini saklı tutar ve onun dışarıya akmasına izin vermezsek, manevî dünyamız çürümeye yüz tutar, duygularımız cılızlaşır. İşte bu nedenle iyi yanlarımıza çektiğimiz setleri paramparça etmeli ve güzel niyetlerimizin bir nehir gibi akmasına izin vermeliyiz. Çünkü, tazelik ve hayat akmaktadır.
Evet, günümüzün artan tüketiciliği, materyalist ve dünyevî atmosferi, bu akışın önünde set olmaya çalışıyor. Ama her set, önündeki suyu bir süre tutabilirse de, ilânihaye tutmaya muktedir değildir. Su, ya seti aşar ya da deler geçer. İşte, insanın manevî dünyası da böyledir. İçindeki iyilik potansiyelini dışarıya akıtmak isteyen bir manevî gücün karşısında hiçbir set duramaz ve tutunamaz. Buna insanı ‘dünya‘ya çağıran ve onda boğmak isteyen her türlü set dahildir. Ancak bunun için gündelik hayat içinde insanın manevî beslenme yollarının farkında olması ve bunları elden geldiğince yerine getirmesi gerekmektedir. Bunlar bir dizi meleke hâline getirilmiş düşünce, tutum ve tavır ile alışkanlık hâline getirilmiş davranışı içerir.
Size yapılan iyiliklerin farkına varın:
İnsan unutkandır. Her an hayatımıza akıp durmakta olan iyilik ve lütufları unuturuz. Şefkatli Yaratıcımızın sonsuz iyiliklerini, başka insanların bizim için yaptığı iyilik ve yardımları unuturuz. Bu dalgınlığı aşmanın yollarından biri, son bir haftada ya da bir günde bize yapılan iyilikleri not etmek olabilir. Meselâ, bir gün aile üyelerinizin size yaptığı iyilikleri not edebilirsiniz. Başka bir gün, komşularınızın yaptığı iyilik ve yardımları; başka bir gün arkadaşlarınızın; başka bir gün ise bir düşmanınızın iyilik ve yardımlarını liste hâlinde yazabilirsiniz. Böylece bazı zamanlarda nefsinizin görmek istediğinin aksine, ne de çok iyilik ve lutfa mazhar olduğunuzu görebilirsiniz.
Sözlerinizde insanların iyiliğini isteyen dualara yer verin:
Dilinizi ‘Allah yardımcın olsun’, ‘Allah kalbini, seni ve tanıdıklarını huzurlu kılsın’, ‘Allah sana ve ailene merhamet etsin’, ‘Allah çocuğunuzu kendi istediğiniz şekilde yetiştirmenizi nasip etsin’, ‘Yeni işiniz hayırlı olsun’ gibi dua sözlerine alıştırın ve bunları arkadaşlarınız, dostlarınız ve tanıdıklarınız için söyleyin. Sizi ve çevrenizdeki insanları manevî olarak yükseltecek, cesaretlendirecek ve olumlu bir bakış açısına yöneltecek duaları taze ve yeni sözlerle gönülden dillendirin. Dilinizi duaya alıştırmanız, ruhunuzun kuvvet ve enerjiyle dolmasını sağlar.
Toplu ibadetlere iştirak ederek ruhunuzu besleyin:
Manevî yönünüzü güçlü kılmak için dua ve ibadet için harcadığınız zamanı artırmalısınız. Dua, namaz, tefekkür gibi ibadetleri mümkün olduğunca topluluk halinde yapmak, topluluğun ortak hareketinden doğan sinerjiden istifade etmenizi sağlar. Bu sinerji, Allah’ın cemaatle namaz emrini yerine getiren kulları için onlara lütfettiği bir ikramdır.
Allah’a tevekkül edin:
Manevî gelişme ya da yükselme, zaman içinde inançta ve imanda belirli sıçramalar yaşamak anlamına gelir. Bu sıçramaları belli ölçüde başarmış bir kişinin, elde ettiği başarıları sadece kendi şahsî gayretine ve ilmine bağlaması düşünülemez. Öyleyse iman etmenin ve manevî yükselmenin göstergelerinden biri de, ortaya konan gayretten sonra sonucu Allah’ın yarattığını teslim etmek ve hırçın bir şekilde sebeplere saldırmamaktır. Manevî yükselme yaşamış bir kişi, elinden gelen her şeyi yapar ama bütün bunları yaparken Allah’a ve kadere imanı onu huzurlu ve sakin hareket etmeye yönlendirir. O Allah’a güvenir, başarı için ihtiyaç duyduğu sebeplerin etrafında toplanmasına Allah’ın yardım edeceğini bilir.
Minnettar bir insan olun:
Her yeni günü Allah’ın bize gönderdiği bir hediye olarak görmeli ve güne O’na olan minnettarlığımızı ifade eden bir duayla başlamalıyız. O günün bize birtakım sıkıntılar getireceğini düşünüyorsak bile, güne bir şükür duasıyla başlamayı ihmal etmemeliyiz. Yine, gün içinde ne kadar zorlu olaylarla karşılaşırsak karşılaşalım, akşamın ilerleyen saatlerinde bir şükür ve hamd duası yapmalıyız.
Dostlarınızın manevî yolculuklarını paylaşın:
Manevî olarak yükselmek ve gelişmek isteyen birisini bulduğunuz zaman onunla dostluk edin. Belli aralıklarla dinî ve manevî konuları müzakere etmek üzere bir araya gelin. Göreceksiniz ki, bu düzenli görüşmeler manevî yükselmeniz için güzel basamaklar olacaktır.
Hizmet edin:
İçinde yaşadığınız topluma hizmet etmenin yollarını araştırın. Bunlar, özellikle karşılığında bir ödül almayacağınız hizmetler olsun. Sokakta gördüğünüz bir çöpü yerden almak, yaşlı birisini karşıdan karşıya geçirmek, otobüste ihtiyacı olan birine yer vermek ya da bir yayayı gideceği yere kadar arabanızla götürmek; veya geçiminizi temin ettiğiniz işte çok küçük bir yüzdeyi parasız yapmak gibi. Hem bu, emeğiniz karşılığında aldığınız ücretin de temiz olmasını sağlar.
Biraz yalnız kalın:
Bir filozofa göre yalnızlık bizi kendimize karşı daha dayanıklı; başkalarına karşı da daha müşfik yapar. Her iki açıdan da karakterimizi geliştirir. Belli aralıklarla kalabalıktan ve hayatın gürültüsünden uzaklaşmak ruhumuza iyi gelir. Gün içinde birkaç dakika sadece kendimiz ve Allah ile beraber olmaya çalışmalıyız. Sessizlik zihnimizi hayatın getirdiği problemlerden uzaklaştırır ve Allah’ın yardımıyla sessizlikte düşüncelerimiz sıhhat bulur.
Namaz kılın ve oruç tutun:
Namaz kılmak Allah ile olan bağımızı diri tutar, dinî duyarlılığımızı kalıcılaştırır. Oruç tutmak ise bir yandan her arzunun peşinden koşmak isteyen nefsimizi terbiye etmeyi, diğer yandan yoksul kişilerin hallerine yakınlaşmayı, onlara karşı empatik olabilmeyi mümkün kılar. Dolayısıyla özellikle Ramazan ayının çok verimli bir şekilde geçirilmesi manevî hayatımızı kuvvetlendirmek için kritik bir öneme sahiptir. Kuşkusuz oruç Ramazan ayı dışında da tutulabilir. Özellikle günümüz gündelik hayatının olumsuz görüntülerine maruz kalan genç bekarların, oruçtan elde edecekleri istifade muazzamdır. Gözlerini haramdan koruyabilecekleri için akıl ve ruhlarını dengede tutabilirler.
Üzüntünüzü ve sıkıntınızı Allah’a havale edin:
Canınız bir şeye sıkıldığında ya da gündelik işlerinizde bir engellemeyle karşılaştığınızda gönlünüzün rahatlaması ve önünüzün açılması için Allah’a dua edin. O size bir kapı kapalı olsa bile, başka bir kapıyı açacaktır. Öyleyse büyük küçük demeden her sıkıntı ve üzüntünüzü Allah’a havale edin ve O’ndan yardım isteyin.
Etrafınıza sevgi yayın:
Nereye giderseniz oraya sevginizi ve müspet bakışınızı da götürün. En önce kendi evinize. Gülen yüzünüz, nezaketiniz, gülümsemeniz ve sıcak selâmınızla insanları mutlu etmeye çalışın. Size gelen kişilerin yanınızdan ayrılırken kendilerini daha mutlu hissetmelerine vesile olun.
Kur’an-ı Kerim, tefsir ve hadis kitapları okuyup tefekkürünüzü genişletin:
Kutsal kitabımız ‘yaş ve kuru her ne varsa içinde yer aldığı’ bir kitaptır. Bize yol gösteren, bizi bilgilendiren, bize kim olduğumuzu bildiren, bizi uyaran boyutlarıyla ruhumuzu çepeçevre kuşatır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i ve onu şerh etmek için yazılmış tefsirleri okumaya ve anlamaya zaman ayırmalı, bunu düzenli bir iş hâline getirmelisiniz. Ardından okuduklarınızı tefekkür etmelisiniz. Bu tefekkür sayesinde kalbiniz inşirah bulacak ve maddeten de vücudunuzu zinde hissedeceksiniz.
Bugünü size bol lütuflu kılması için Allah’a dua edin:
Olgun ve kâmil bir mümin olabilmek ve bu yolculuğa heyecanla devam edebilmek için, Allah’ın size bunları lütfetmesi arzusunu dualarınıza taşıyın. Bunu günlük faaliyetinize henüz başlamamışken, sabahın ilk saatlerinde yapın. Bu maksatla kısa bir dua yapmayı alışkanlık hâline getirebilirsiniz: ‘Allahım, bugünü Senin lütfuna eriştiğim bir gün kıl.’ Sonra gün içinde gözlerinizi ve kulaklarınızı dört açın. Karşılaştığınız sıradan biri, yaşadığınız basit bir olay, belki de sizin o gün elde edeceğiniz kazanımı içinde barındırıyor olabilir. Allah size olan lütfunu böyle küçük sürpriz ve ayrıntılarla gönderebilir.
Zamanınızın bir kısmını doğal ortamlarda geçirin:
Dinin tabiatını hakkıyla bilenler, tabiatın dini anlamak için ne kadar önemli olduğunu bilirler. O yüzden zamanınız elverdiğince tabiatta vakit geçirmeye çalışın. Tabiattaki her şey; Allah’ın azametinin ve hüsnünün izlerini taşır. Ağaçlar, Allah’ın kudretini ve şefkatini anlatır. Gökyüzü, Allah’ın mühendisleri kıskandıracak işçiliğinden haber verir. Geceleri gökyüzünde ayın ve yıldızların saçtığı ışık, Allah’ın dünya evini karanlıkta bırakmadığını anlatır.
Tercih hakkınızı kullanın:
Ne tür bir ortamda bulunuyor olursanız olun her zaman bir tercih hakkınız vardır. Hayal kırıklığı ve üzüntü yerine, neşe ve dinamizmi seçin. Nefret yerine, sevgiyi seçin. İntikam yerine, affetmeyi seçin. Olduğunuz yerde durmak yerine, gelişmeyi seçin. Unutmayın ki karşılaştığınız her olaya olabilecek en iyi seçenekle de karşılık verebilirsiniz, en kötü seçenekle de. Tercih sizin.
Ömer Baldık / Zafer Dergisi