Etiket arşivi: osmanlıca

Osmanlıca Bilmeyen Bu Coğrafyanın Aydını Olamaz..

Osmanlıca bilmeyenin bu coğrafyanın ruhunu anlaması mümkün değil. Bu iklimde aydın olma iddiasında olan herkesin Osmanlıca bilmesi zarurettir. Zira ruhumuz, özümüz medeniyet kodlarımız, inanç esaslarımız, geleneğimiz, zihniyetimiz kelimelerimizde hayat bulmuş yüzyıllar içinde. Mesela akıl kelimesini dilden çıkarıp sırf öz Türkçe diye us kelimesini kullanırsanız içinde akıl geçen onlarca deyim ve atasözünü de baltalamış olursunuz. Bugün dindar ya da muhafazakâr olmadığı halde Osmanlıca bilmek gerektiğini düşünen birçok aydın var. Bunun yanı sıra Osmanlıcayı Arapça zannedenler de az değil maalesef.

Osmanlıca dediğimiz bir dil değil Türkçenin Arap harfleriyle yazılmış halidir. Dolayısıyla Türkçedir. Osmanlıcanın günümüz Türkçesinden kısmen farklı olmasının üç sebebi vardır.

(I) Dil canlıdır ve zaman içerisinde bir takım değişikliklere uğrar. Bu doğal bir değişimdir.

(II) Cumhuriyet döneminde Batılılaşma devlet politikası haline getirildiği için yaşanan zihniyet değişikliği dile yansımıştır. Bundan dolayı İslam irfanından beslenen Osmanlı Türkçesi ile Batı kültüründen beslenen Cumhuriyet Türkçesi farklılaşmıştır.

(III) Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen dile yönelik sistematik kıyımdan dolayı birçok Türkçeleşmiş Arapça ve Farsça kelime dilimizden atılmış, yerine Türk Dil Kurumu birçok yeni kelime uydurmuştur. Bu da eski(mez) dilimiz ile yeni dilimiz arasında bir uçurum oluşturmuştur. Araya bir de alfabe faktörü girince işler iyice sarpa sarmıştır.

Osmanlı Türkçesi anlaşılmaz değildir. Okuduğunuz metin sade dille yazılmış bir roman ya da bir hikâyeyse metni gayet rahat anlayabilirsiniz. Bir tıp kitabını, felsefî bir eseri anlamanız alanın uzmanı değilseniz mümkün değildir. Aslında bu Osmanlıcayla ilgili bir durum değil. Bugün Latin harfleriyle yazılmış bir tıp kitabını kaçımız anlıyoruz? Ya da kelam ilminin derin meselelerini alanın literatüründen haberi olmayan kaç kişi anlıyor? Dolayısıyla mesele alfabe ya da dil meselesi değil daha çok bilgi, kültür ve uzmanlık meselesidir.

Osmanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesini de katarsak bin seneden fazla konuşulmuş ve yazılmıştır. Dolayısıyla yüzyıldan yüz yıla değişiklikler arz ediyor. Bu da gayet doğal bir durum. Bugün bir genç, ben 16. yüzyılda yazılmış bir şiiri hemencecik anlamak istiyorum derse işe zor tarafından başlamış olur. Hele de 17. yüzyıldaki Sebk-i Hindî şiirini anlayacağım iddiasındaysa işi iyice zorlaştırmış demektir. Zira Sebk-i Hindî şiirini anlamak için Osmanlı Türkçesini bilmek yetmiyor. Felsefe bilmek lazım. Tasavvuftan anlamak lazım. Elbette onu da anlayacağı bir olgunluk dönemi olacaktır. Ya da mezar taşlarını okuma meselesi. Mezar taşlarındaki yazılar sanatlı yazılardır. Dolayısıyla bu taşları okumak bir parça uzmanlık ister. Fakat ortaöğretimdeki bir genç Yahya Kemal’in şiirlerini çok rahat okuyabilir. Ya da Mehmet Akif’i tam olmasa da anlayabilir. Refik Halit’in dili oldukça sadedir mesela. Şu nokta hep gözden kaçıyor nedense. Okur-yazar olmak her şeyin anlaşılacağı anlamına gelmiyor. İlmî derinlik lazım. Kültür lazım. Mesela bugün kaç insan II. Yeni şiirini ya da modern şiiri anlıyor? Hâlbuki Latin harfleriyle yazılıyor bu şiirler. Bir öğrenci metni gayet güzel okuyor; ama mesele anlamaya gelince tıkanıp kalıyor. Demek ki mesele sadece alfabe meselesi değil. Acilen irfanımızı, bilgimizi ve müktesebatımızı artırmamız gerekiyor.

Bugün bir tıp dilinden, hukuk dilinden, şiir dilinden, felsefe dilinden, sosyoloji dilinden, ya da jargondan, argodan bahsedebiliriz. Bu geçmişte de böyle. Osmanlıca dediğiniz kitap bir uzmanlık alanıyla ilgiliyse tabi ki anlaşılması zor olacaktır. Bugün yapılacak iş basit metinlerin hatta günümüz metinlerinin Osmanlı alfabesiyle yazılıp ders kitaplarına konulmasıdır. Öğrencilerin önyargılarının kırılmasıdır. Bu konuda Osmanlı Türkçesi ders kitabı hazırlama komisyonları kurulmalı ve kolaydan zora doğru bir yol izlenerek öğrencilere faydalı olunmalıdır.  

İnsan düşünen bir varlık. Fakat düşünme aslında kelimelerle yapılan bir iş. Yani kelime dağarcığını genişletmeden geniş düşünmeniz neredeyse imkânsız. Basit bir mukayese yapalım. Bin kelime bilen bir insan mı düşüncelerini daha iyi ifade eder; yoksa on bin kelime bilen bir insan mı? Tabi ki eğer sağlıklı bir zihne sahipse on bin kelimeyle daha yoğun düşünür insan. Dil aslında biraz da nüanslara vâkıf olma meselesidir. Kelime dağarcığı genişledikçe nüanslara vukufiyet de artar. Tek araç olmamakla birlikte eğer felsefe yapacaksanız, eğer bilimle, sanatla, şiirle uğraşacaksanız mutlaka dile vâkıf olmanız gerekli.

Öğrencilerimize baktığımızda modernizmin izin verdiği ölçüde bir ilgi var Osmanlıcaya. Mesela facebook’ta Osmanlıca grubu var. Yüz elli binden fazla kişi üye bu gruba. Burada gençler yazılar paylaşıyor. Paylaşılan yazıların bazıları vecize, bazıları şiir, bazıları kısa hikâye, hatta bazıları esprili sözler, karikatürler… Aslında kısır tartışmalarla ömür geçirmiş ihtiyarlar bir parça kenara çekilse gençler yolunu bulacak ama hala bazıları zihnen seksen öncesinde yaşıyor malesef.

Osmanlıcayı Osmanlıdan umacı görmüş gibi korkanlar istemiyor aslında. Batılılaştıkça bütün dertlerimizden kurtulacağımızı sandı yüz yıl önce bazı aydınlar. Fakat köklerinden kopan millet ne tam Batılı oldu ne de tam kendisi. İki arada bir derede kaldık.

Bugün Fransızlara, İngilizlere, Araplara, Farslara kıyasla kendi kültürüne en fazla yabancılaşan maalesef bizleriz. Batılılaşmanın bazı faydaları da olmadı değil. Fakat Batılılaşmada yanlış bir yol izlendi. Dinden, dilden uzaklaşarak her şeyi halledeceğimizi zannettik. Bilakis işler iyice sarpa sardı. 1960’lara kadar Osmanlı kültürüyle yetişen son nesiller de vefat edince meydan kültürsüz, köksüz, okumadan yazmadan, düşünmeden uzak kuşaklara kaldı maalesef. Bugün hangi düşünceden olursa olsun vicdanlı her insan bu gidişattan rahatsız olur.

Bir de bugün yaşadığımız siyasi gerilimlerden dolayı hiç umulmadık savrulmalar yaşıyoruz. Beslendiği tüm metinler Osmanlıca olmasına rağmen bazı aydınların bu gayretlere karşı çıktıklarını görüyoruz ki en çok da bu bizi yaralıyor. Bu açıkça insanın kendini reddetmesi, bindiği dalı kesmesidir. Batıcıların, laiklerin en büyük korkusu yönümüzü Doğu’ya dönmemiz ve Batıdan kopmamızdır. Türkiye artık bu Doğu-Batı kavgasından kurtulmalıdır. Biz ne sadece Doğuluyuz ne de sadece Batılı. Doğu ve Batı arasındaki yolgeçen hanı da değiliz. Şu köprü muhabbeti de bitmeli artık.  Biz dünyanın merkezine otağ kurmuş, para basmış, hutbe okutmuş Ertuğrul’un Osman’ın, Orhan’ın çocuklarıyız. Burası dünyanın merkezi ve önümüzdeki on yıllarda dünyanın güç merkezi tekrar bu bölgeye kayacak. Osmanlı Türkçesi bizi kimliksizlikten, kişiliksizlikten kurtaracak en önemli unsurlardan birisi. Her şeyin anahtarı demiyorum. Ama önemli bir kapı. O kapıyı zorlarsak Cemil Meriçlere, Yahya Kemallere, Şehbenderzâdelere, Ebussuudlara, Bediüzzamanlara, Hacı Bayram-ı Velilere ulaşabiliriz.

Dilin yanında hurafelerden uzak sahih bir din idraki ve imanı, olayların ruhuna nüfuz etmemizi sağlayacak bir düşünce altyapısı, insanı yaşatan bir medeniyet anlayışı,  nezih bir üretim,  Allahlı bilim, tabiat sever sanayi, bilim sever tarım, faizsiz ticaret, hormonsuz hayvancılık, paçozluktan uzak şehircilik izanı gibi yine birçok meselemiz var. Kısaca daha çok işimiz var. İş ahlakından, isyan ahlakına, imanın amel ve ihlâs boyutundan ve en mühim derdimiz olan adam olma meselesine kadar yığınla dert bizleri bekliyor. Osmanlı Türkçesi sadece hayırlı bir başlangıç. Her şey değil.  

Ömer Hatunoğlu

www.ulegder.net

Sadeleştirilen Risale-i Nur’un Nasıl Değiştiğini Görüyorsunuz!

AK Parti Grup Başkanvekili ve Kahramanmaraş milletvekili Mahir Ünal, “Bediüzzaman’ın güzel bir ifadesi var, şimdi sadeleştiriyorlar bazıları onları. Sadeleştiriyorlar, sadeleştiğinde bir şeylerin nasıl değiştiğini görüyorsunuz” dedi.

Kahramanmaraş Gençlik Merkezi Bilinç Okulu’nun açılış dersini ‘Medeniyet Tasavvuru ve Gençlik‘ konusuyla veren Ünal, Hıristiyan’ın Hıristiyan gibi, Musevi’nin Musevi gibi düşündüğünü ve Müslüman’ın da Müslüman gibi düşünmediği zaman bir sorun ortaya çıkacağını ifade etti. Yerel Akşam Postası’ndaki habere göre Ünal, bu Müslümanca düşünmenin ise bir gün hesaba çekilme sorumluluğu taşıması gerektiğine dikkat çekerek şunları konuştu: 

“Bediüzzaman’ın güzel bir ifadesi var, şimdi sadeleştiriyorlar bazıları onları. Sadeleştiriyorlar, sadeleştiğinde bir şeylerin nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Şimdi risalelerde “askerin vazifesi talim ve cihaddır” diyor Bediüzzaman. Şimdi bunu sadeleştiriyorlar diyorlar ki; askerin görevi eğitim ve hizmettir. Bakın talim yerine eğitim, cihad yerine hizmet. Şimdi talim eğitim değildir, talimin içerisinde ilim vardır, irfan vardır, inanç vardır, iman vardır. 

“Mesela köpeği eğitirsiniz ama insan talim olur, ilim. İnsan bir talime talip olandır. Siz köpeğin de eğitildiği insanın da eğitildiği bir anlayış inşa ederseniz köpekle insan arasındaki farkı ayırt edemez bir hale gelirsiniz. O yüzden dil medeniyeti kurar, hangi kavramlarla düşündüğünüz işin kalbini oluşturmaktadır. O yüzden klasik kaynakları okumanız gerekir.” 

“OSMANLICA DEDİĞİMİZ ASLINDA TÜRKÇE” 

Osmanlıcanın aslında sadece Türkçenin Arap alfabesiyle yazılması olduğunu aktaran Ünal şöyle konuştu: 

“Biz şimdi Osmanlıca deyince birileri niçin hop oturup hop kalkıyorlar. Çünkü Osmanlıca ayrı bir dil değil arkadaşlar, Osmanlıca bizim dilimiz, Türkçe, Osmanlıca dediğimiz aslında Türkçe. Yani Türkçenin Arap alfabesiyle yazımı sadece ama Osmanlıcayı okumaya başladığınız anda sizinle konuşmaya başladığını hissedersiniz. 

Çünkü orada bizim kim olduğumuzu anlatan, talimin ne olduğunu, tevfikin, muvaffakiyetin ne olduğunu, tedrisin ne olduğunu okumaya ve anlamaya başlarsınız. Oradan bir kapı açılır başka bir dünyaya gidersiniz, her kelime size bir kapı açar, her kavram bir dünyaya aittir. Hangi dünyanın kavramalarını konuşuyorsanız o dünyaya ait olmaya başlarsınız.” 

RisaleHaber

Türkçe ve Bediüzzaman

1923 de İzmir’de toplanan iktisat kongresinde amele murahhaslardan İzmirli Nazmi ve arkadaşı tarafından Latin harflerinin kabulü konusunda bir önerge verilmiş ve reddedilmiştir. Kongre başkanı olan Kazım Karabekir, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Latin Harflerini Kabul edemeyiz “ başlığı altında bir yazı yayınlamıştır.

Paşa’nın ifadesinden alıntılar; ”Binaenaleyh bugün bir kuvvet vardır ki bu kuvvet cihana karşı bu propagandayı yapıyor: Türk yazısı güçtür, okunmaz. Bendeniz bu mesele ile bizzat uğraştım ve Arnavutluk ihtilali içinde bulundum. Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket hercü merce girer. Her şeyden sarf-ı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz ve binlerce cilt asarımız bu lisanla yazılmış iken büsbütün başka bir şekilde olan bu hilafını kabul ettiğimiz gün, en büyük felakete derhal bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş olacak, bunlar alem-i İslam’a karşı diyeceklerdir ki; ürkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hristiyan olmuşlardır. İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytankarane fikir budur. Büsbütün lal ve ebkem olur ve bütün alem-i İslam’ı üzerimize hücum ettirir ve kendi aramızda birbirimizi yeriz “(Agah Sırrı Levent, Türk Dilinin Gelişme ve Sadeleşme Evreleri s 367)

Şükrü Saraçoğlu harflerin kaldırılmasını 1924 Yılı 25 şubatında bir konuşmasında ileri sürmüş mecliste büyük hücumlara uğramıştır. (Aynı eser, S. 368)

Mehmet Ali Tevfik ve Cenap Şahabettin, harflerin kaldırılmasına karşı beyanlarda bulunmuşlardır. Bu lehte ve aleyhte münakaşalar sonrası, devletin ve hükümetin harfleri kaldırmak konusundaki birliktelikleri 3 Kasım 1928 de yeni harflerin kabulü ile olay kapanmıştır. Ama mecliste milletin dinini, edebiyatını, kültürünü, tarihini savunacak insanlar olmadığı için milletin rağmına bu inkılap kabul edilmiştir. İsmet paşa bu münakaşalar sırasında Dolmabahçe’de yapılan toplantı da çok garip iddialar öne sürmüş talihsiz bir konuşma yapmıştır.

“Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip Latin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. Komisyonun teklif ettiği alfabe hakikaten Türk alfabesidir, katidir. Türk milletinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeğe kâfidir. “ (Aynı eser 374)

Latin alfabesini kabul ile millet birden bire alim olacaktır. Bin yıllık alfabe birden bire alfabelikten çıkmış Latin harfleri ile kabul edilen alfabe hakikaten Türk alfabesi olmuştur. Ne tuhaf asılsız, yanıltıcı iddialar. Kazım Karabekir’in dediği gibi bütün milletin mazisi, dini ve tarihi bir anda hurafe-i nisyana atılmıştır.

Necip Fazıl’ın dediği gibi;

Allah’ım sen acı bu saf millete
Akşam yatar sabah kalkar başıboş

Milletin hukukunu kim savunmuştur, dil, tarih, edebiyat öylesine gitmiştir. Bugün Erdoğan’ın yaptığı Osmanlıca hamlesi ne kadar büyük bir terakkidir, bunu anlamak zor değil. Halbuki Latin alfabesi kabul edilir, ama Osmanlıca ’da devam ederdi, bütün bu sıkıntılar yaşanmazdı. Bugün bir doçentin çevirdiği Osmanlıca metin okunmuyor sadece Latin alfabesine çevriliyor, o devirde bunu bir rüştiye öğrencisi yapabiliyor. Rübab-ı Şikeste’den bir şiiri okuyup anlatan büyük oranda doçentlik için yol alıyor, o gün o şiiri bir idadi ve rüştiye öğrencisi anlıyordu.

Bütün bu çalışmalar ve dayatmalar yapılırken Bediüzzaman şu eserleri telif eder.

Zehre Arapça 1923
1923 Zehrenin zeyli Arapça 1923
1923 Hubab Arapça 1923
1923 Zeyl-ül Hubab Arapça 1923
1922 Hutuvat-ı Sitte Türkçe ve Arapça 1922

1926-1930 SÖZLER
1926 Birinci söz Türkçe
1926 İkinci Söz Türkçe
1926 Üçüncü Söz Türkçe
1926 Dördüncü Söz Türkçe
1926 Beşinci Söz Türkçe
1926 Altıncı Söz Türkçe
1926 Yedinci Söz Türkçe
1926 Sekizinci Söz Türkçe
1926 Dokuzuncu Söz Türkçe
1926 Onuncu Söz Türkçe
Onbirinci Söz Türkçe
Onikinci Söz Türkçe
Onüçüncü Söz Türkçe
Ondördüncü Söz Türkçe
1933 Ondördüncü Söz’ün Zeyli Türkçe
Onbeşinci Söz Türkçe
Onaltıncı Söz Türkçe
Onyedinci Söz Türkçe
1927 Onsekizinci Söz Türkçe
Ondokuzuncu Söz Türkçe
1926 Yirminci Söz Türkçe
1926 Yirmibirinci Söz Türkçe
1926 Yirmiikinci Söz Türkçe
1929 Yirmiüçüncü Söz Türkçe
Yirmidördüncü Söz Türkçe
1927 Yirmibeşinci Söz Türkçe
Yirmialtıncı Söz Türkçe
1929 Yirmiyedinci Söz ve Zeyli Türkçe
Yirmisekizinci Söz Türkçe
1928-30 Yirmidokuzuncu Söz Türkçe
1928-30 Otuzuncu Söz Türkçe
1928-30 Otuzbirinci Söz Türkçe
1928-30 Otuzikinci Söz Türkçe
1928-30 Otuzüçüncü Söz Türkçe

Bediüzzaman bu münakaşalar yapılırken Barla’da eserleri Osmanlıca olarak yazıyor ve Barla’da kurduğu birkaç vilayet ve kasaba ve köyde, ikinci planda bütün Türkiye’de adeta bir matbaa coğrafyasında hem Osmanlıca öğretiyor, hem de yazdırıyordu. Sessiz sedasız beş yüz bine yakın nüsha Osmanlıca risale yazıldı. O eserleri yazanlar bugünlere kadar geldiler ve hala Osmanlıca risaleler var, ders yapılıyor ve Hayrat Vakfı da Türkiye’de Osmanlıca öğretimini üstlenmiş bulunuyor. Bediüzzaman eserlerini Osmanlıca yazdı, tashih etti.

Daha sonra Türk dil kurultayları ve Güneş Dil Teorisi konuşuldu. Daha sonra ders verilmedi. “Güneş Dil Teorisi, Türkçe’nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dil bilim teorisidir. Teori, 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklendi ve bizzat geliştirildi[1], ancak dil bilimciler tarafından kabul görmedi ve kısa sürede önemini yitirdi.[2] Atatürk’ün 1938 yılında vefatının ardından İbrahim Necmi Dilmen Ankara Üniversitesindeki Güneş-Dil Teorisi ile ilgili derslerine son verdi. Öğrencileri bunun sebebini sorduklarında “Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilirdi” diye cevap vermişti.[3]” Google Güneş Dil Teorisi )

Bütün bu dil tahribatları cereyan ederken, Bediüzzaman Osmanlıca ile eserlerini yazdı, talebeleri Osmanlıcanın yayılmasına çalıştılar. Kimseyle kavgasız dövüşsüz, teorik mülahazalara girmeden…

Dil hakkında yüz yıldır yapılan bütün tahrip çalışmalarında dilden atılan bütün kelimeler, onun eserlerinde yaşandı okundu ve kullanıldı. Ve Bediüzzaman yüzlerce dilcinin ve teorisyenin yıkmakta birbiri ile yarıştığı bir Türkçe’nin ölümüne dur dedi ve bugün bu dil onun sayesinde yaşamaktadır.19 yüzyılın son çeyreğinden itibaren Yüz elli yıllık bir süre içinde Bediüzzaman dili korumuştur, hem Türkçeyi hem de Osmanlıcayı. Onun yaptıklarının geri atılmaz adımlar olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Bütün Türkçüler ve dilciler onun yaptığını yapamamıştır. Türk milleti ona medyun-u şükrandır.

Sözler, Lemalar, Mektubat, Şualar, Tarihçe-i Hayat, Mektuplar‘ın dili üzerinde yapılacak köklü bir araştırma onun yüzyıllardır kullanılan dili nasıl koruduğunu gösterir. Gündemden kaldırılmasına çalışılan din ve dilin korumasını tek başına başaran bu insanın neden bu kadar zulme ve ihanete maruz kaldığı, karşısındakilerin ne kadar büyük bir gayretin sonucu başarısız oldukları görülmektedir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Osmanlı Türkçesi bilsek 3000 Kelime ile Konuşuruz

Ayşe Karabat’ın röportajı:

Yazar Dursun Gürlek’e göre, Osmanlıca övünülmesi gereken bir dil. Şu anda günlük 200-250 kelime ile konuştuğumuzu hatırlatan Gürlek, Osmanlı Türkçesi bilseydik 3000 kelime ile konuşacağımızı böylece, okurken ve yazarken daha zengin hissedeceğimizi söyledi.

Gürlek, Osmanlıca demenin ‘galat-ı meşhur’ yani yerleşmiş bir yanlış tanım olduğunu, doğrusunun Osmanlı Türkçesi olduğunu söyledi. ‘Zararın neresinden dönülse kârdır’ ‘fehvasınca’ Osmanlıca öğrenmeye şimdi de başlanabileceğini vurguladı. ‘Dilde taassup olmaz’ diyerek, aynı cümle içinde hem Osmanlıca hem yeni kelimelerin nasıl kullanılacağını gösterip, ‘kulak mollalığını’ anlattı.

‘Ayaklı Kütüphaneler’, ‘Maziye Bir Bakıver’, ‘Çınaraltı Sohbetleri’ gibi kitapların yazarı İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu Dursun Gürlek, Osmanlıca öğrenmenin değil, öğretmenin zorlukları olduğuna dikkat çekti çünkü ona göre, aşk olmadan meşk olmuyor.

Osmanlıcanın orta öğretimde daha yaygın olması tartışmalarının yapıldığı bugünlerde Gürlek Al Jazeera’nın Osmanlıca nasıl bir dil, nasıl öğrenilir ve öğretilir gibi sorularını yanıtladı.

Osmanlıca nedir? Nasıl tanımlanır?

Bugün kamuoyunda maalesef yanlış olarak bilindiği veyahut algılandığı gibi Osmanlıca yabancı bir dil değil. Kendi öz dilimizdir. Türkçedir, daha doğrusu Osmanlı Türkçesidir. Bunun doğru ifadesi Osmanlı Türkçesidir. Osmanlıca eskilerin deyimiyle galat-ı meşhur yani yerleşmiş yanlıştır. Herkes tarafından kabul gördüğü için biz de öyle diyoruz ama doğrusu Osmanlı Türkçesidir.

Osmanlı Türkçesi, Türkçe Arapça, Farsça kelimelerden oluşan zengin bir lisandır. Unutmayalım ki Osmanlıca imparatorluk dilidir. İngilizler İngilizce’de çok fazla kelime bulunmasından dolayı övünürler. Biz neden övünmeyelim? Osmanlıca da övünülmesi gereken bir lisandır. Şu an maalesef 200-250 kelime ile konuşuyoruz. Oysa eskiden 3000-5000 kelime ile konuşuyorduk. Siz 3000 kelime ile konuşamıyorsanız Fuzuli’yi, Baki’yi, Kâtip Çelebi’yi anlayamazsınız. Kâtip Çelebi’nin eserlerini okuyup anlayıp zevkini varabilmek için mükemmel Osmanlıca bilmek gerekiyor. Bugün Osmanlıca öğrenmenin gereğini kabir taşlarına kadar indirgediler. Dedelerin mezar taşların okuyabilmek için. Doğrudur ama sadece bundan ibaret değildir. Mezar taşlarında şiir vardır, fıkra vardır, ölüm doğum tarihleri vardır, edebi sanatlar vardır ve yazı güzelliği vardır. O başlı başına bir ilim.

Kaç harf var Osmanlı alfabesinde?

Osmanlıca’da 29 harf var. Latin alfabesindeki gibi ama değişen şu, Arap alfabesinde sesli harf yok. Halbuki Latin alfabesinde sekiz tane sesli harfli var. Sesli harf Arap alfabesinde yok ama elif, vav, ye harfleri ve bazı işaretler sesli harflerin fonksiyonunu, görevini yerine getiriyor. Arap alfabesinde müşterek harfler de vardır. Mesela Latin alfabesindeki bir “k” harfine karşılık Arap alfabesinde iki “k” vardır. Kalın sesli kaf, ince sesli kef. Osmanlıca bilmezseniz gaf yaparsınız…

Ölmüş bir dil midir Osmanlıca?

Bir doktor ölmüş bir kimseyi diriltemez ama kalp krizi geçirenler var, onların bazen dirildiklerini görüyoruz. Hadi diyelim öldü, diriltmeye çalışalım, ne zararı vardır? Rahmetli Bülent Ecevit Sanskritçe öğrenmişti. Adamın merakı, kınanamaz ki… Mesela ben Latince öğrenmek isterim. Çünkü istemek bir ilim merakıdır, araştırma merakıdır. Kimsenin benim merakımın önüne geçme hakkı yoktur efendim. Osmanlıca ölü değildir kaldı ki. Hâlâ Yahya Kemal’in eserlerini okuyorsak, Osmanlıca bilmek zorundayız. Bilmezseniz ‘Aziz İstanbul’un o güzel cümlelerini anlayamazsınız, anlar gibi yaparsınız. Mehmet Akif’i, Yakup Kadri’yi anlayamayız. Çok eskiye gitmeye gerek yok. 30 sene önceki eserleri sadeleştirmeye başladık. Peyami Safa’yı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anlamakta zorlanıyoruz. Bunlar 30’lı 40’lı yıllarda yaşamış insanlar. Atilla İlhan ve nice bilim adamlarımız, edebiyatçılarımız Osmanlıca’nın lüzumlu bir ders olarak konması gerektiğini söylemişlerdi. Çok geç kalındı. Eskilerin sözü var, ‘zararın neresinden dönülse kârdır’ fehvasınca, ben bunu özellikle söylüyorum, fetva müftünün verdiği cevaptır, fehva söz demektir.

Ayrıca başta İstanbul olmak üzere kütüphanelerimizin ağzına kadar Osmanlıca eserlerle dolu olduğunu görüyoruz. Beyazıt Kütüphanesi’ne, Süleymaniye Kütüphanesi’ne gidin. Japon, Fransız, İngiliz, Amerikan asıllı şarkiyatçıları göreceksiniz. Madem Osmanlıca üzerine konuşuyoruz ben de şarkiyatçı diyeyim ama siz isterseniz doğu bilimci diyebilirsiniz, isterseniz oryantalist diyebilirsiniz. Ben konuşmalarımda ve yazmalarımda yeri gelince şarkiyatçı, yeri gelince doğu bilimci derim. Dilde taassup olmaz, dilde ırkçılık olmaz. Zenginlikten zarar gelmez. Sadece bizde mi? Fransa’da milli kütüphanede on binlerce yazma ve matbu Osmanlıca eserler göreceksiniz. Onlar cilt cilt kitap yazıyor ama bizim çocuklarımız sanki yabancı bir dilmiş gibi melûl mahzun o kitâbelere bakıyor. Evet, İstanbul Üniversitesi merkez binasına girerken o ana kapının üstündeki Daire-i Umûr-ı Askeriye yazısını okuyamayan profesörler var. Fetih Ayeti’ni okuyamayan akademisyenler var. Bugün olduğu gibi dün de bazı ilim adamlarımız Osmanlıca bilmeyeni aydın saymıyorlar. Doğrusunu isterseniz ben de saymıyorum. Türk aydını olmanın şartı bu lisanı bilmektir. Biz buna ideolojik açıdan baktığımız için gerekli neticeyi alamıyoruz. İlimde, sanatta, medeniyette ideoloji olmaz. Öğrenmenin kaybı olmaz. Kayıp öğrenmemektir.

Osmanlıca ne zamana kadar günlük hayatta kullanılıyordu?

Bana sorarsanız bugün bile kullanılıyor. 70’li yılların başında İstanbul’a geldim. Eski İstanbullular çok güzel konuşurlardı. Ben birçok şeyi dinleyerek öğrendim. Osmanlılar zamanında sadece kitaplardan değil, dinleyerek öğrenen âlim olan bir sınıf varmış, onlara kulak mollası derlermiş. Osmanlıca kelimelerin yüzde sekseni musikisi olan kelimelerdir.

Bilgisayara Osmanlıca’da ne denilebilir, yani yeni sözcük türetmek mümkün mü?

Elbette, illâ ki karşılığı bulanabilir. Çünkü Arapça menşeli, hadi kökenli diyelim, kelimelerin zengin kelimeler olduğunu görüyoruz. Bir kelimeden çok kelime türetebilirsiniz. Kitap, kâtip, mektup, mektep, kütüphane gibi kelimelerin hepsi ketebe fiilinden geliyor ki, ‘yazdı’ demek. Arapça menşeli olmakla birlikte Türkçeleşmiş, öz malımız olmuş. Nasıl atarsınız?

Osmanlıca öğrenmesi kolay mı?

Çok genel konuşmak lazımsa hiçbir ilim dalı zor değildir. Siz öğrenmenin daha doğrusu öğretmenin öğrenci de öğrenmenin yolunu, tarzını, metodunu, usûlünü bakınız hep aynı manaya geliyor, keşfederse zor diye bir şey yoktur. Şimdi Japonca, bakıyorsunuz Rusça, bu kadar girift, değişik şekiller. Ama alfabe zor olduğu için geri kalınıyorsa, Japonlar niye bu kadar ileri gitmiş? Bunun tutar tarafı yoktur. Sadece Osmanlıca değil her ders için söz konusudur bunlar. Hoca ders vermesini bilirse, kendini sevdirirse öğrenci o dersi ister istemez öğrenir.

Eğer liselerde öğretilecekse yaygın bir biçimde hangi Osmanlıca öğretilmeli, bildiğim kadarıyla yüzyıla göre değişiyor?

Elbette. 17. yy 19. yy, erken devir Osmanlıcası var. Şimdi bana sorarsanız, hele hele liselere konulacaksa, 19. yy, hatta 20. yy Osmanlıcasını öğrenmek gerekiyor. Halit Karay’ı Reşat Güntekin’i aslından okuyabilelim o güzel Türkçeleriyle. Şunu da söylemem gerekiyor ki, her Osmanlıca bildiğini zanneden kimse çeşme kitabelerini, mezar taşlarındaki yazıları okuyamazlar. O ayrı bir ihtisas işidir çünkü onlar süslü yazıdır, istifli yazıdır. Latin harfleri de böyle. Herkesin el yazısını okuyabiliyor musunuz? Osmanlıcayı da öyle düşünün. Matbu eserler, var yazma eserler var. Matbu eserleri okumak nispeten kolay ama, yazma eserlere gelince zorlanıyorsunuz.. Dolayısıyla son dönem Osmanlıcasını öğretmek lazım. Meraklısı çıkarsa, ileri Osmanlıcayı öğrenir.

Osmanlıca öğretecek yeterlilikte ve yeter sayıda öğretmen var mı?

Kesinlikle yok. Endişem de o. Çünkü Osmanlıca öğretmek tekniğini herkes iyi bilemiyor. Bana gelen şikâyetler şu, ‘hocalarımız derste, dersin bitimine kadar gramer gösteriyorlar. Bu da bize bıkkınlık veriyor’. El-Hak doğrudur. Mesela ben derslerimde gramer çok az gösteriyorum, hep metin okumaları yapıyorum. Bir de okuduğumuz metinde sırası gelmişken gramerini de anlatıyorum ama derslerin yüzde seksenini metin okumaları teşkil ediyor. İkincisi o metinleri dahi okuturken kuru kuru okutma yöntemini tercih etmiyorum; metinlerde geçenlerle, olaylarla bağlantı kurarak, o dersle ilgili, o konuyla ilgili bir şiir, bir fıkra, anekdot naklediyorum. Dolayısıyla zevkli oluyor. Böyle yapılırsa netice alınır. Benim önerim şu ki, Osmanlıca verecek hocalarımızın önce kendilerinin bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Siz altyapıyı hazırlamadan böyle bir projeyi başlatırsanız dağ fare doğurabilir. Hocanın dile hâkim olması gerekir. Konusunu iyi bilecek, öğretme tekniğini bilecek ve dersi sevdirecek. Başka türlü mümkün değil. Sevmeden olmaz. Yine bir Osmanlıca cümle kullanayım, ‘aşk olmadan meşk’ olmaz. Yapılan her iş meşktir. Sizin şu deftere yazı yazmanız meşktir, bunu aşkla yaparsanız yazınızı güzel yazarsanız. Her iş böyledir. Onun için önce sevmek lazım.

Aljazeera

Uygurca Lemalar Basıldı

uygurca lemalarİhlas Nur Neşriyat tarafından baskısı yapılan yabancı dil tercüme eserlerine, yeni eserler kazandırmaya devam ediyor.

yeni baskı olan UYGURCA LEM’ALAR VE OSMANLICA RİKA HAT KÜÇÜK SÖZLER İSİMLİ ESERLER İHLAS NUR AİLESİNE EKLENMİŞTİR.

Yabancı dil ve Türkçe eserler neşretmekteki gayemize ila yevm-ül kıyamet inşallah devam edecektir. Bu konuda çalışmalarımız devam etmektedir.

TEMİN:
www.nur.gen.tr
www.ihlasnurnesriyat.com