Etiket arşivi: Özür

İhlâsı Güçlendirmenin Yolları

suGüçlü bir ihlâsa sahip olmak için, her birisi derin tefekkür ve tecrübenin mahsûlü olan aşağıda sıralayacağımız prensipleri akıl ve vicdanlarımızda tartarak özümsemeliyiz:

* Sonsuz kudret/güç sahibi Allah’ın kontrolü altında ve daima huzurunda olduğumuzu düşünmeli.

* Olumlu / müsbet / pozitif davranmalı.

* Kendi işimiz, mesleğimiz ve içinde yer aldığımız grubun sevgisiyle hareket etmeliyiz.

* Başkasının eksikliklerine, yanlışlarına değil, kendi işimize, mesleğimize, içinde bulunduğumuz düşünce akımına yoğunlaşarak üretim yapmalıyız. Psiko-sosyologlar uyarıyor:  “Başkalarını küçültmeyin, hafife almayın, eksiklikleriyle meşgul olmayın. Temel gıdanız, ekmeğiniz nefret değil, sevgi olsun.”

* Yardımlaşmalı ve dayanışmalıyız: Hangi inançta, düşüncede, meslekte olursa olsun insanlar yaradılışta kardeştir. Ve aralarında pek çok sevgi bağı vardır. Hain ve zalim olanlar müstesna herkes sevgiye ve yardıma lâyıktır.

* İnsafı elden bırakmamalı: Düşünceleriniz en doğru olabilir. Ama bu, başkalarının düşünce, meslek ve işini basite almanızı gerektirmez. “Benim fikrim doğru, haktır” yahut “daha güzeldir” diyebilirsiniz. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel sadece benim yolumdur” diye insafsızca hareket etmemelidir.

* Yanlış düşünebileceğimizi açıklama ve özür dileme faziletini gösterebilmeliyiz. Bu bize, ayrıca izzet ve şeref kazandıracaktır.

* Hakperest, samimî, dürüst, doğru insanlarla ittifak etmeliyiz. Bu, Yüce Yaratıcı’nın da hoşnutluğunu kazandıracak, bu da onların yardım ve desteklerini cezp edecektir.

* Haksızlar, şaşkınlar, sapıtmışlar, zalimler anlaşıp, birlik olup büyük bir güç kazanıyor. Halbuki, birlik ve beraberliğe, hakperestler daha çok lâyıktır.

* Gerçeği, doğruluğu, samimiyeti yanlışın, inkârcı felsefenin hücûmundan kurtarmak için ihlâsı kazanmak zorunda olduğumuzun şuurunda olmalı.

* Nefsimizi/egomuzu alt etmemiz gerektiğini kabul etmeli. İhlâs, enaniyeti / bencilliği / egoizmi yok eder.

* Önemsiz, duygusal rekabetleri terk etmeliyiz.

* Bir işi, insanların ilgisini kazanmak için değil, Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsak kazanırız. Eğer insanlardan aşırı ilgi beklersek ve ondan hoşlanırsak ihlâsı kaybederiz.2 İnsanların hoşlanmasının size vereceği enerji ile Sonsuz Güç Sahibi’nin vereceği enerji asla kıyas edilemez.

* Dünyanın geçici olduğunu ve ölümün gerçekliğini kabul etmeliyiz. Acı gibi görünse de gerçeklerden korkmamalıyız. Şu kısacık dünya hayatında samimiyetsiz, riyakâr, yalancı davranışlar sergilemeye değer mi?

* Maddî menfaat / çıkar yerine, uhrevî hizmetlerde birlikte çalışmanın muazzam kazançlar sağladığını düşünmeliyiz. Bunlar maddî ortaklıktaki kazançlar gibi değil. Parçalanmadan, eksilmeden (fazl-ı İlâhî ile) biriken sevapların hepsi, iştirak eden her ferde aynen verilir. Bu, rekabetten gelen çatışmayı önler, ihlâsı kazandırır.

* Kardeşlerinin, hemcinslerinin kazandığı şeref ve sevabın kendisine ve herkese aynen geçeceğini düşünmek, ihlâsı arttırır.

Ali Ferşadoğlu / Nur Postası

Bence Siz Bizi Şeriat’la Yönetiyorsunuz

İnsanlık işte. Bir iş edersin,  sonra beğenmeyebilirsin. Bir hatadır etmişsindir, dilin sürçmüştür, öfkene yenilmişsindir, yakıp yıkmışsındır bir kere. Sonra pişman olursun, gizli gizli yanıp tutuşursun. Ama evin babasısındır, büyüğüsündür. Öyle çocukça özür dilemelere yetkin yoktur. “Pardon!”larla yırtamazsın.

“Ben ettim sen etme!”lerin serinliğine başını sokamazsın. “Yüksekçe” bir mevkidesindir. Raconun bozulabilir. Raconu bozma korkusu sana racon olarak kesilir. Zaaf gösterdiğin yerde, tükürdüğünü yaladığın demde karizman çizilir, otoriten dağılabilir. İyisi mi içinde kalsın. Lafını etme. Kendi kendine söylen dur. İçinden mırıldanıver pişmanlığını.

Yüce yargıçlarımızı keşke gerekçe yazmaya zorlamasaydık. “Oldu bir kere!” demelerine izin verseydik keşke. Vicdanın dalga dalga yükselen kıpırtıları, bıraksaydık da kendi kıyılarına vurup vurup geri dönseydi. Ulu orta bağırtmaya zorlamakla ayıp ettik. Herkesin duyacağı meydanlara çağırıp da ettikleriyle yüz göz olmaya mecbur tutmakla hata ettik.

Benden nasihat: Birini seviyorsanız, bırakın da kendi hatasıyla kendisi yüzleşsin. Ulu orta yüzüne vurup da hatasını savunmak zorunda bırakırsanız, hatadan dönüşünü zorlaştırırsınız. Pişman olmasına izin vermezseniz, hatadan dönme yollarını kapatırsınız. Kendi egosunu, gururunu kocaman bir kaya olarak doğruya giden yola koyarsınız. Kendisini kendisine kilit yaparsınız. Kendi haline bırakırsanız, sessiz sedasız dönebilir belki, eve dönmeye yüzü olabilir.

Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” der Elçi (asm). Yani yönetilme şeklinizle istekleriniz arasında sürekli bir geçişkenlik vardır. Sen genleşebilirsin, yönetimin de genleşebilir. Sen daralabilirsin, yönetimin de düğmelerini ilikler, kemerini sıkar, incelir. Yasalarla insanlar arasında sürekli geliş gidişler olmalıdır. Yasalar elbise gibidir üzerimize. Şişmanlarsak onlar da genişler. Zayıflarsak onların da bedeni küçülür. “Al sana ayakkabı, ayağını sıkacak ama yürü!” demekle yürümez işler. Ayak önceliklidir, ayakkabı adı üzerinde kabı olduğu ayaklara göre değişir. Kanunlar, yönetmelikler, anayasalar insanlar içindir. İnsana göre kesilir biçilir yasalar. İnsana göre daralır genişler devlet. Devlete göre insanın ayar edilmesi tuhaftır. Yasalara göre halkın esnetilmesi günahtır.

Korktuğunuz gibi değil beyler! Korkuttuğunuz gibi de değil. Gerçek korkularınızı maskelemek için ürettiğiniz korkularla yüreğimizi hoplatacak safdillik yok artık bizde… “Şeriat gelecek!” korkusuyla yönetmeye kalkmadınız mı bizi? “Şeriat”ı manivela yaparak, hepimizi bir yerlere savurmadınız mı? “Laiklik elden gidiyor!” diye tir tir titrediğinizi hiç sanmıyorum. Siz, aslında “gelir ha!” diye öcüleştireceğiniz “o şeriat“ın elden gitmesinden korkuyorsunuz!

Siz başörtülü kızlarımızın da başörtüsüz kızlarımız kadar vatanını sevdiğini pekâlâ biliyorsunuz. Bu ülkede “açık/kapalı” diye bir ayırımı sizden başka kimselerin ciddiye almadığından adınız gibi eminsiniz. Bu topraklarda değil sadece, bu toprakların şimdiki sınırlarının çok çok ötelerinde gayr-i müslimi ve Müslüman’ıyla, Alevi’si ve Sünni’siyle, Türkleriyle Kürtleriyle insanların yüzyıllar boyu korkuttuğunuz “şerait” sayesinde sorunsuz, gerilimsiz yaşayabildiğini ve hâlâ da dekolte giyineniyle çarşaflısıyla bütün kadınların aynı yaşayış kodlarını paylaştıklarını pekâlâ itiraf ediyorsunuz. Adım gibi biliyorum ki, başı örtülü kadınla, başı açık bir kadının sokakta kol kola gezmesi, köşe başlarında kucaklaşması ödünüzü kopartıyor. Eminim ki, kapalı ve açık öğrencilerinizin baş başa verip ders çalışabilmesi sizi hayli üzüyor. Dayanaklarınızın hepsini bir anda yıkıveriyor çünkü bu manzaralar. Artık korkulacak bir şeyin kalmaması rahatsız ediyor sizi. Korkuttuğunuz şeyin hiç de korkulacak bir şey olmadığının anlaşılması sizi çıplak ve savunmasız bırakıyor.

Öyle “nasıl olursanız olun, böyle yönetileceksiniz!” demesini arzu ettiğiniz “o şeriat“ın gerçekte var olmadığı anlaşıldığı için kaygılısınız. İnsanların üzerine sakallı cübbeli adamların zoruyla, çatık kaşlı tahammülsüz zorba kadınların telkiniyle tepeden indirilmesini hayal ettiğiniz “o şeriat“ın sizin uydurmanız olduğu açığa çıktığı için fena halde tırsıyorsunuz.

N’apacaksınız şimdi? Elinizde malzeme kalmadı. Diyorsunuz ki, “Nasıl olursanız olun, işte böyle yönetilirsiniz!” “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz!” diyen o harbi delikanlı sözünü söyleyenlerin yanında olamadığınız için üzgünsünüz.

Elde malzeme kalmayınca, çaresiz siz kendi “şeriat”ınızı üretecektiniz. Bunu beklemeliydik sizden. Sizi biz çaresiz bıraktık. Köşeye sıkıştırdık. Umduğunuzu bulamayınca bizden, başımıza baskıyla “baskı yapabileceğimizi” yazdınız. Nasıl olursak olalım, işte böyle bilineceğiz bundan böyle. İsteyen öğrencilerin başlarını örtebilmesinin başını örtmeyenler üzerinde baskı yapabileceğinden korkuyormuşsunuz. Aşk olsun! Korktuğunuz başınıza geldi zaten… “Baskı” mı demiştiniz? Başınızda sayın bayım başınızda! Saçınızın tek bir telini bile göstermeyecek kadar sarmış her yanınızı. Baskı!

Senai Demirci