Etiket arşivi: Pakistan

Fakir Ülkenin Zengin Çocukları: Amerikada Müslümanlar

fakir.ulkenin.zengin.cocuklariSevgili Dostlar,

Dün akşam katıldığım bir toplantı vardı ki, 10 küsür senedir yaşadığım Amerika da beni bu kadar etkileyen, hislendiren, şevklendiren başka bir toplantı görmediğimi itiraf etmeliyim.

Belki benim gibi çoğu Türkün hor ve hakir gördüğü Pakistan, Hindistan ve Bangledeş gibi fakir ülkelerin insanları, Maryland Birleşik Müslümanlar Konseyi ismiyle bir vakıf kurmuş, insanları bir araya toplamış, ülke ve eyalet yöneticeleriyle ciddi yakınlıklar kurmuş ve dahası bu insanlar bu güçlü ülkede öyle makamlara, öyle mevkilere gelmişler ki, öyle ticaretler yapıyorlar ki, bizim gibi hala ayakları yere basmayan, mağrur ve kendini beğenmiş ülke insanlarına taş çıkaracak çok emsalleri teşkil ediyorlardı.

Fakir ülkelerin insanları çok zengin olmuşlar.
Fakir ülkelerin insanları çok okumuşlar.
Fakir ülkelerin insanları çok çalışmışlar.
Dünya görüşleri, vizyonları, bir Amerikalıyı dahi hayrette bırakacak seviyelere gelmiş..
Sınırları aşınca, sistemler değişince, düşünceler genişleyince fakirliğe mahkum edilmiş ve fakirliğe layık görülmüş, fakirlikle müsemma olmuş MÜSLÜMANLAR neler yapabiliyorlarmış, işte o olmuşlar.

Ne demek mi istiyorum?

Haklısınız.

Maksadım burada birilerini methetmek değil zaten.

Gördüğümde buydu.

Methedilen biri yoktu mesela.

Lider yoktu.

Enaniyet yoktu.

Böbürlenmek, kendinde olmayan hasletleri varmış gibi göstermek, riyakarlık, nefret yoktu.

Sistemi maddi şahısların üzerine bina etmemek, manevi bir şahsiyet, manevi bir vücut oluşturmak oldumu gaye, bir kaç hafta DEVLET KEPENK kapatsada hayat normal gidiyor olduğunu anlamak.

Dünyaya bedel milletimin başbakanı hastalansa dahi, herşeyin alt üst olduğu güzel ülkemin vatandaşları.

İsimlerini şahsi bir kahramanlık gösteremeden alamayan milletimin torunları.

Siyaseti sadece parlementoya hapsedip, tüm işlerini ve geleceğini de siyasetçilerden bekleyen milletimin ACİZ insanları.

Tek kişilik organizasyonlar.

Kişisel fantazilerin millet üzerinden beğeniye sunmalar.

Firavunlaşmış, nemrudlaşmış resimlerin yayınlandığı tek liderlik siteler, dergiler, gazeteler.

Dünyayı ben kurtarırım bakışları.

İnsanlıktan çıkmış, yolunu, yönünü kaybetmiş kırık tahta parçasında yüzen SÜPERMANLERİ..

Sizlere şimdi gördüğüm bir iki şeyi anlatacağım, fakat rahat olun, dünya kurtulmadı, şeriat gelmedi, kalpler tatmin olmadı fakat bir iki detay sunacağım..

Toplantıya Eyalet Valisi başta olmak üzere, Amerika Kongresinden bir çok Senatör, Üst düzey yöneticiler, Emniyet Müdürleri, Milli Eğitim müdürleri, Hapishane Müdürleri, Ulaştırma, Sağlık vs. gibi kurumlardan isimler.

Ama Vali herkesten önce toplantı yerine gelmiş, ne konvoy, ne korumalar, ne alayış, ne şa’şaa, ne depdebe… Herkesle tek tek ilgilendi, hal hatır sordu. Çok uzun konuşmadı. İlk de konuşmadı. En sonraydı.

Masalarda protokol yoktu, bütün önemli isimler teker teker tüm masalara dağıtılmıştı.

Bu geceyi organize eden yöneticiler, ayrı ayrı masalara oturmuşlardı.

Kimse liderin kim olduğunu bilmiyordu. Lüzumde varmıy dı bilmiyorum.

Kur’an tılavetiyle başlandı. Amerika milli marşı okundu.

Kuran okuyan bir çocuktu, programı sunanlar genç çocuklardı.

Yakışıklı, delikanlı gençler, şıkır şıkır giyinmiş genç kızlar.

Tutuculuk yoktu. Yobazlık yoktu. Radikalizm, övgüler, kompleks..

Yemekler on numaraydı.

Servis harika..

Bir yandan yapılan hizmetler anlatılırken, diğer yandan resim gösterisi. Valiyi evinde ağırlayabilecek, bbq partileri yapabilecek kadar samimi olmuş, sevgilerini kazanmış Pakistanlı, Bangledesli fakir ülkenin çocukları.

Evlerini hristiyan ve yahudilerle paylaşacak kadar geniş yürekli..

Ve vali kongre binasında her yıl bir kaç kez bu topluluğu ağırlayacak kadar kadirşinas. Kongre binasında, kendi odasında namaz kıldıracak kadar hoşgörülü.

Masamızda oturan Maryland eyaleti hapishaneler müdürü Gary idi.

Tokalaşma, hoşbeşten sonra daha önceden tanışıp tanışmadığımızi sordu.

Hafifmeşrep yapım, ani bir refleksle cevabım;

“- Allah Muhafaza” şeklinde oldu.

Gülüşmeler falan.

Çok kısa bir zaman icinde samimi olduk.

“-Resim çekelim!” dedi, kendi telefonunu garsona uzatti.

Yine gülüşmeler falan.

“-Eyvah yarın gazetelerde boyboy resimler, işte arananların tam listesi ve boy resimleri!” espirileri..

Kişisel bilgilerinin olduğu kartını verdi, görüşmek isterseniz dedi.

“-Pek sanmıyorum!” dedim.

“Hapishane müdürüyle ne işim olurdu ki?”

“-Sen gıda işiyle uğraşıyorsun değil mi? “

Evet!

“- Yillik butcemiz 1.5 milyar dolar. 22 bin mahkum bakıyoruz. Herbir mahkumun yıllık masrafı 80bin dolar civarında. Bunların yemeklerini dışarıdan anlaştığımız firmalara yaptırıyoruz, mesela böyle şeyler düşünmez misiniz?” dedi.

Valla ne diyeyim içimden kendi kendime “-Aklımız bu kadar!” dedim.

Düşüncelerimiz tutsak, hayallerimiz hapis insanlarız. Biz ki Anadolu insanlarıyız. Kapımız da polis görsek, onur kırıcı bir durum gibi algılarız.

“-Allah! Allah!” dedim.

Birde aklıma arkadaşlarımızdan güç bela izinlerle hapishanelere girip dersler yapanlar geldi. Ama yaşadıkları sıkıntıları atlatacak, yaşatmayacak adamla aynı masadayız. Ben adama birdaha görüşelim sorusuna Allah Muhafaza diyorum. Hay Allah!

Velhasıl güzel bir geceydi. Aralık ayında Maryland Eyaletinden Amerika Bediüzzamanın talebesini ağırlamaya hazırlanıyordu. Valiylede durumu görüştük, geleceklerini söylediler. Elimizdeki davetiye ile birlikte 4 tane Risaleyi hediye ettik.

Tek tek inceledi. Çok farklı buldu. Mutlaka okuyacağım dedi, çantasına koydu. Birisi Uhuvvet, İhlas, İman (20. mektup, 23. söz), ve küçük sözlerden oluşan büyük kitaplardı.

Dünya artık çok farklı. İrlanda asıllı vali O’malley. Ecdadımızın irlandayla olan yakın ilişkilerini, yardımlarını çok iyi biliyorlar.

Ama bu ecdadın çocuklarını, torunlarını bilmiyorlar.

Neden mi?

Çünkü, bu ecdada torun olamıyorlar, liyakat gösteremiyorlar, bölük pörçük halimiz, tavırlarımıza da yansımış.

Sen en başta çapulcusun!

Yoksa sen bu ülkenin sinirlerine kadar giren Nurcu musun?

Süleymancılar diye bir tarikat mı var?

Yok yok bunlar LAIK degiller.

Nerelisin hakikaten sen?

Malatyali.

Doğulusun yani?

Yok Amerika da yaşıyorum.

Valla kürtsen bölücü olabilirsin!

Ama ben ne dedim.. wiggh.

1980’e kadar kürtçe serbestti. Bölünmeyi kimse aklına getirmemişti. Yasakladılar.

Şimdi bu insanların anadilleri serbest bırakılsın istiyorlar. Bu defa korku yaşıyoruz. Ülke bölünüyor!

Bölünenler bizleriz. Paramparça.

Dünya küçüldü, İnsanlar büyüdü. nerede olduğunun pek önemi yok!

Eskiler beyin göçü derlerdi, şimdi beyin gücü olarak bakılıyor.

Ama bir ümit var, yeşeren gönüllerde. yeni bir nesil geliyor, uzak ülkelerde..

Sağlıcakla kalın.

Muharrem Atalan

500 Bilim Adamı İstanbul’da Nübüvveti Konuşacak

22-24 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek olan “Nübüvvet” konulu 10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna dünyanın birçok ülkesinden bilim adamları geliyor.

İtalya, Somali, Brunei, Güney Afrika, Suriye, Mısır, Irak, Cezayir, Fas, Tunus, Kırgızistan, Rusya, Burkino Faso, Uganda,  Nijer, Nijerya, Yemen, Suudi Arabistan, Ürdün, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Filistin, Malezya, ABD, Almanya, İngiltere, Avustralya, Romanya, Endonezya, Sudan, Azerbaycan, Malezya, Singapur, Filipinler, Lübnan, Moritanya, Kırım, Türkiye ve daha birçok ülkeden, 13 ü bayan 83 ü erkek toplam 96 tebliğci, 300 ün üzerinde gözlemci katılıyor. Ayrıca gözlemci olarak da 50 kadar bayan akademisyen geliyor.

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen “Hakikat Arayışında Nübüvvetin Rolü: Risale-i Nur Perspektifi” konulu sempozyum için gelen bilim adamları Peygamberlerin insanlığın yolunu aydınlatmada üstlendikleri ilahi vazifenin önemine dikkat çektiler.

ÜRDÜN , Ehl-i Beyt Üniversitesinden Prof. Dr. Ziyad Halil Al Daghamin :

RİSALE-İ NUR NÜBÜVVETİN GEREKLİLİĞİNİ EN GÜZEL DELİLLERLE AÇIKLIYOR

Sempozyuma Ürdünden katılan  Prof.Dr. Daghamin tebliğinde Risale-i Nur’un kâinat kitabının tarifini ele aldığını bununla birlikte kâinatın varılması gereken maksatlarından Allah’a imanı, Tevhidi, Ahiret’e imanı, nübüvvetin gerekliliğini, peygamberlere imanı ve insanın şükür’e erişmesini en güzel delillerle açıkladığını ifade etti.

Bedizzaman Said Nursi’nin nübüvvet konusuna bakışı hakkında dünyanın farklı ülkelerinde bulunan akademisyenlerin görüşleri şöyle;

PEYGAMBER SÜNNETİ BÜTÜN DERTLERE ÇARE

Nübüvvet sempozyumuna Cezayirden katılan Prof. Dr. Rabah Dafrur, tebliğinde şu görüşlere yer verdi:

“Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin Sünnetinin insanın bütün hayatının bütün yönlerini şümullü bir şekilde ele aldığını ve bütün problemlerine çözüm getirerek bütün dert ve hastalıklarına çare olduğu tasavvurundadır. O; Sünnetin desturlarının ruhi, aklı, kalbi ve sosyal bütün hastalılara en güzel ilaç olduğunu ispat eder.”

GÖRDÜĞÜMÜZ GÜZELLİKLER YARATICININ GÜZELLİĞİNİN GÖLGELERİNİN GÖLGELERİDİR

 Yıldız Teknik Üniversitesinden  Rasim Soylu etrafımızdaki güzelliklerin kemal sahibi bir yaratıcıdan geldiğini belirterek tebliğinde şunları kaydetti.

“Bediüzzaman sevdiğimiz şeylerde gördüğümüz güzellik ve mükemmelliğin, sonsuz güzellik ve kemal sahibi bir yaratıcının güzelliğinin çok perdelerden geçmiş zayıf bir gölgesi, hatta gölgenin gölgesi olduğunu söyler.”

ABD Trinity Enstitüsünden Robert Owens Scott tebliğinde Bediüzzaman’ın bakış açısından peygamberliği kalema aldı.

‘‘Said Nursi egemenlik, istismar ve şiddet sistemlerine yol açan saptırmalara peygamberliği bir siper olarak görmektedir. Said Nursi’ye göre peygamberler lider ve eğitimcilerdir. Onların rolleri insanları İlahi irade doğrultusunda bir düzene getirmektir.’’

İNSANLIĞIN NÜBÜVVETE OLAN İHTİYACI YERYÜZÜNÜN GÜNEŞE OLAN İHTİYACI GİBİDİR

Sempozyuma Hindistan Jamia Millia Islamia Üniversitesinden katılan öğretim görevlisi Prof. Dr. Iqtidar Mohammad Khan tebliğ metninde Bediüzzaman’ın diğer İslam filozofları gibi karmaşık bir dil yerine kolay ve anlaşılır bir dil kullandığını kaydetti.

Khan ayrıca tebliğ metninde Kur’an’ın temel gayelerini ele alarak şunları kaydetti.

‘‘Bediüzzaman’ın nübüvvet hakkındaki görüşleri, diğer İslam filozoflarının görüşlerine kıyasla oldukça nettir. Kur’an’ın mesajını ve nübüvveti anlatırken diğer İslam filozoflarının kullanıldığı karmaşık dilin aksine kolay anlaşılır bir dil kullanmıştır. Üstad Bediüzzaman “Kur’an’ın temel gayeleri dörttür; tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet” der. Buradan da anlaşılacağı üzere nübüvvet Nursi’nin fikir ve eserlerinde önemli bir yere sahiptir. Nursi, insanlığın nübüvvete olan ihtiyacını yeryüzünün güneşe olan ihtiyacına benzetir. Çünkü peygamberler insanlığın önderleridirler.’’

BÜTÜN PEYGAMBERLER AYNI MESAJI VERMİŞTİR: YARATICI BİRDİR VE TEKDİR

ABD Virjinya İlahiyat Okulundan Nübüvvet sempozyumuna katılan Prof. Dr. David Scott tebliğ metninde şu önemli konuları ele aldı:

‘‘Allah’ın tüm peygamberlerinin insanlığa bildirdiği esas mesaj, Yaratıcının birliğidir. Bütün peygamberler aynı mesajı vermiştir: Yaratıcı birdir ve tektir. Bu mesaj hayatın özüdür. Bu, post modern insanlarla iletişime geçerken yararlanılacak en önemli husustur çünkü bu gibi insanlar hayatın manasını ararlar. Ve mana ve birlik temelde birbirleriyle bağlantılıdır.’’

 

NÜBÜVVET TARİHİN ŞAH DAMARINA HAYAT VE CANLILIK VERDİ

Mısır Zegazig Üniversitesinden tebliğ metnini sunan Usama Abul Abbas Şahvan kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren şeyin tanımını şöyle yapmaktadır.

‘‘Nübüvvet Bediüzzaman’ın fikrinde çökmek üzere olan zamanı ayakta tutan, yükselten ve ona direnç kazandıran bir güç, kurumak üzere olan tarihin şah damarına hayat ve canlılık veren, aydınlatan ışıltılı, parlak,  nurani canlı bir kandır.’’

ÜSTAD NURSİ AKLÎ DELİLLERLE NÜBÜVVETİ İSPAT ETTİ

10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna Suudi Arabistan Kral Halid Üniversitesi’nden katılan Prof. Dr. Ali Bin Hüseyin Musa tebliğ metninde Nübüvvetin ispatını kalema aldı.

Üstad Nursi aklî delillerle nübüvveti ispat etti. Bu konuya daha önce âlimler böyle yaklaşmamıştı. Beşeri hayatta birçok ilim vardır; tıp, astronomi gibi ve sair mevcut ilimler. İnsanın bu ilimleri öğrenmeden bilmesi çok zordur. Yani bir rehberden öğrenme olmadan mümkün değildir. Vahiy yoluyla Allah öğretti. O zaman bilim, vahiy ile olur.

Prof. Dr. Musa nübüvvetin Hz. Muhammed (s.a.v)’in yüksek ahlakı, güzel nitelikleri ve onun kişisel özellikleriyle ispat edileceğini üzerinde vurgu yaptı.

Nübüvvet sadece mucizelerden ibaret değildir. Kişisel örnekler ile nübüvvet ispat edilebilir. Yani Hz. Peygamberin yüksek ahlakı, eşsiz kişisel durumu, güzel nitelikleri, iyi davranışları, nübüvvetin doğru olduğunun delillerinden birkaç tanesidir. Üstat şöyle diyor:

“Zâtında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secâyâ-yı gàliyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvâsı, fevkalâde ubûdiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti, dâvâsında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.”

SEMPOZYUMA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN HAYATTAKİ TALEBELERİ DE KATILACAK

Sempozyumun açılış oturumu 22 Eylül Pazar günü saat 10:00’da Ataköy Sinan Erdem Spor Kompleksi’nde yapılacak.

Sempozyumun oturumları ise 23 ve 24 Eylül günlerinde Yeşilköy Wow Hotel Convention Center salonlarında devam edecek.

Üç gün sürecek olan Uluslararası Sempozyum boyunca, dünyanın dört bir yanından gönderilen 400 tebliğ arasından seçilen 96 tebliğ sunulacak ve müzakere edilecek. Nübüvvet sempozyumuna Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebeleri de katılacak.

Sempozyuma 40’ın üzerinde ülkeden gelen akademisyenler tebliğleriyle katılıyor.

www.nubuvvetsempozyumu.com

İSTANBUL İLİM VE KÜLTÜR VAKFI
Kalenderhane Mah. Cüce Çeşmesi Sok. No:6 Vefa Fatih / 34134/  İstanbul
Tel :90212 527 8181 Fax:90212 527 8080
Web site: www.iikv.org     E-mail: iikv@iikv.org

Ramazan Coşkusu Tüm Dünyada

Çin’in başşehri Pekin’de Müslümanlar, 11 ayın sultanı Ramazanda ilk iftarını dualarla açtı. İftar öncesinde Niucie Camisi’nin külliyesinde gönüllü olarak çalışan Müslümanlar hummalı bir hazırlık yaptı. Ardından bir bölümü camide imece usulü hazırlanan, bir bölümünü dışarıdan getirilen yemekler iftar sofrasında servis edildi. Ezanın okunmasıyla hurma, meyve ve şerbetlerle orucunu açan Müslümanlar namazlarını kıldıktan sonra yemeğe devam etti. İftarın ardından konuşan Niucie Camisi’nin imamlarından Ma Şemseddin, her akşam iftar için Müslümanları beklediklerini vurgulayarak, cemaatten özellikle israf hususuna dikkat etmelerini istedi. Ramazan ayı boyunca birçok etkinlikleri olduğunu belirten Ma, camide hergün iftar yapılacağını, Kuran-ı Kerim okunduğunu ve arzu edenlere ders verildiğini anlattı.
MESCİD-İ AKSA’DA HATİMLİ TERAVİH
Filistinliler, ilk teravih namazında Mescid-i Aksa’yı doldurdu. 3 imamın görev yaptığı teravih, hatimle kılındı. Eski şehrin içinden Mescid-i Aksa’nın kapılarına açılan yollar, her yıl olduğu gibi bu yıl da özel olarak ışıklandırıldı. Ramazan ayı boyunca çeşitli dernek ve vakıfların sponsorluğunda Mescid-i Aksa’nın avlusunda kurulacak iftar sofralarında, Filistin’in farklı bölgelerinden ve yurtdışından gelenler oruçlarını açabilecek.
PARİS’TE RAMAZAN ÇADIRI
Fransa’nın başşehri Paris’te kurulan iftar çadırından Müslümanlara, evsizlere ve Romanlara yemek dağıtıldı. Fransa İslami Yardımlar Kuruluşu’nun öncülüğünde ve çeşitli özel şirketlerin sponsorluğunda Saint-Denis Porte de Paris semtinde iftar çadırı kuruldu. Ramazanın ilk iftarını kurulan çadırda yapmak isteyen Müslümanlar yemek kuyruğunda iftar saatini bekledi. İftar çadırına ayrıca, evsizler ve Romanlar da yoğun ilgi gösterdi. Saint-Denis Porte de Paris’de kurulan ve Ramazan ayı boyunca açık kalacak çadırda her gün 700 kişilik yemek dağıtılacak.
KABİL’DE CAMİLERE AKIN
Afganistan’da vatandaşlar teravih namazı için camileri doldurdu. Başşehir Kabil’de bulunan Vezir Ekber Han Camisi’nde teravih öncesi imam tarafından yapılan vaazda, Ramazan ayının ve orucun önemine vurgu yapıldı. Zaman zaman sıcaklığın 40 dereceyi geçtiği ülkede halk, ortalama 17 saat oruç tutacak. Ramazan boyunca devlet dairelerinde memurlar öğlene kadar yarım gün mesai yapacak.
MADRİD’DE ELLER SEMAYA AÇILDI
İspanya’da yaşayan yaklaşık 1,6 milyon Müslüman, Ramazan ayının ilk teravih namazını kıldı. İspanya’daki Müslüman toplumu, Ramazan başlangıcı olarak Arap ülkelerindeki takvimi esas alıyor. Madrid Merkez Mescidi veya diğer adıyla Ebu Bekir Mescidi’nde toplanan ve çoğunluğu Araplardan oluşan Müslümanlar, teravih namazını kıldıktan sonra İslam dünyası için dua etti.
MOSKOVA’DA ÇADIR CAMİ
Ramazan, Rusya’nın başşehri Moskova’ya bereket ve coşkuyla geldi. Ülke genelinde 20 milyon Moskova’da ise 2 milyon Müslüman iftar ve teravih namazı için mescitleri doldurdu. İnşaatı devam eden Moskova’daki Merkez Camii’nin yanı başında kurulan çadır cami ise inananlara hizmet veriyor. Kurulan geçici çadırda ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Ramazan ayında burada zaman geçirmeyi seviyor. Gönüllü kuruluşlar tarafından verilen iftar yemeği büyük ilgi görüyor. Her gün özel programların düzenlendiği camide, her namaz öncesi ve sonrası hatimler okunuyor. Haftanın farklı günlerinde farklı hocalar ilmihal dersleri ile cemaati bilgilendiriyor.
GAZZE’DE CEMAAT SOKAKLARA TAŞTI
Gazze’de bu yıl Ramazan ayı Türkiye’den bir gün sonra başladı. İlk teravih namazını Al Abiyad Camisi’nde Filistin Başbakanı İsmail Haniye kıldırdı. Namaz sonrasında, cami içerisine kurulan bir masada konuşan Haniye, “İslam ve dinimiz kimliğimizin esasıdır” dedi. Cami, namaza gelen cemaate yetmeyince dışarılara da saf tutuldu. Namaz sonrasında cami içerisindeki cemaate baklava ikram edildi.
ROMANYA’DA MISIR VE SURİYE İÇİN DUA EDİLDİ
On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, Romanya’nın başşehri Bükreş ve soydaşların ağırlıkta bulunduğu Dobruca bölgesindeki 60’ın üzerinde camide kılınan ilk teravih namazıyla başladı. Bükreş Camii’nde kılınan ilk teravihe genç, yaşlı, çoluk, çocuk Müslümanlar akın etti. Huşu içinde ibadetlerini yerine getiren Müslümanlar, Mısır ve Suriye başta olmak üzere dünyadaki Müslüman kardeşleri için barış, huzur ve kardeşlik duası yaptı.
ABD CAMİLERİNDE İFTAR
ABD’de ise New Jersey ve New York eyaletlerindeki Türk camilerini tercih eden vatandaşlar ilk teravih namazını huşu içinde kıldı. Camiler Akşam namazından sonra gelmeye başlayan kadınlı erkekli cemaatle doldu. Ramazan ayının birlik ve beraberlik ayı olduğunu söyleyen Paterson Ulu Camii İmamı Mustafa Bağacan, insanların özellikle bu mübarek ayda ibadetlerine daha dikkat etmesi gerektiğini hatırlattı. Oruç ve teravih namazı ile ilgili cemaati bilgilendiren Bağacan, Ramazan boyunca camiide her akşam iftar vereceklerini de müjdeledi.
Yeni Asya

Güney Afrika Hizmetleri ve Ziyaret

25 Haziran – 2 Temmuz tarihlerinde Yenisiad İş Adamları Derneği ile yapılan program çerçevesinde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden 20 iş adamıyla beraber Güney Afrika’yı ziyaret ettik. Bizi 10 yıldır bu bölgede hizmetlerle meşgul Abdullah Okur, 10 yıldır Filipinler’de hizmetlerle meşgul Muhammed Rıza ve Çare derneği hizmetleriyle meşgul Mehmet Südlü karşıladı. Otelde bir süre dinlendikten sonra akşam dersaneye geçtik.

Johannesburg’daki dersanede program bayağ bir yoğundu. Avusturalya’dan, Sudan’dan, Hollanda’dan, Pakistan’dan ve yerel esnaftan katılım vardı. Namazlar kılındı, dersler okundu. Yurtdışı hizmetleriyle ilgili sunumlar oldu, çaylar içildi, muhabbetler yapıldı.

Ertesi gün yerel esnafların da katıldığı iş toplantıları düzenlendi. Ardından çeşitli yerleri gezme fırsatı bulduk.

www.NurNet.org

Güney Afrika Hizmet Mektubu

Zahiri kara, batını mazlum ve istikbali inşallah ve biiznillah Nur olan Afrika kıtasından, hususan Güney Afrika Cumhuriyetinden hürmet ve muhabbetlerimizi arz ederiz.

Evvela: Rivayat-ı sahiha ile “Leyle-i Kadri; nısf-ı ahirde, hususan aşr-ı ahirde arayınız” ferman etmesiyle, bu gelecek geceler, seksen kusur sene bir ibadet ömrünü kazandıran Leyle-i Kadrin gelecek gecelerde ihtimali pek kavi olmasından istifadeye çalışmak, böyle sevaplı yerlerde bir saadettir.

Hem Mübarek Ramazan- Şerifinizi, hem bu Leyle-i Kadrinizi, hem de gelen Bayramınızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Hazretleri bu Ramazan-ı şerifin başını hakkımızda rahmet, ortasını mağfiret eylemiş ve sonunu da cehennemden azat edilmiş olmayı nasip eylesin ve Leyle-i Kadrini umumunuza bin aydan hayırlı eylesin. Ve seksen sene bir ömr-ü makbul hükmünde  hakkınızda kabul eylesin, amin…

Çok muhterem Ağabeylerimiz; sizlerle hasbihal etmeyeli uzun zaman oldu. Bu ramazanın hürmetine hem kusurumuzun affı hem dualarınızda dahil olmak için  bir kaç cümle sizinle konuşalım arzu ettik. Malumunuz Güney Afrika’da Nur hizmetleri 10 yılını doldurdu. Elhamdulillahi heza min fadli rabbi. Çok güzel hizmetler oldu ve oluyor. İnşallah dualarınız bereketiyle kıyamete  kadar olacaktır. Burada dershanemizde dersler, programlar, teravihler, talebeler aynen Türkiye’deki gibi devam etmektedir. Hamdolsun günden güne Risale-i Nurlar Kur’andan aldığı nurlarını Dünyanın her tarafına dağıttığı gibi Afrika’nında etraf-ı erbaasına dağıtmaktadır.

Bizler Güney Afrikada dershanemizdeki programların yanında, ramazan münasebetiyle, bulunduğumuz şehir olan Johannesburg’un varoşları denilen fakir semtlerinde günlük iftarlar ve teravihler ve derslerle iştigal ediyoruz. Her gün  buradaki ağabeylerin iştiraki ve Çare Derneğinin katkılarıyla yüzlerce muhtaç insana iftarlar veriyoruz. Onlarla okuma programları yapıyoruz. Ülke genelinde ondan fazla hatim ve cevşen-ul kebir dağıtıldı, günlük okunuyor. Televizyon ve gazetelerde Risale-i Nur program ve makaleleri yayınlanıyor. Ramazan ve iktisat Risalesi binlerce basıldı ve dağıtılıyor. Yüz bin şükür burada hizmetler yoğun bir şekilde devam ediyor, ehl-i hizmet ve himmet ağabey ve kardeşlere çok ihtiyaç var dua buyurun.

Güney Afrika Nur Talebeleri

 

Abdurreşid İbrahim Kimdir? (1857-1944)

Abdürreşid İbrahim, bir asra yakın ömrünü İslam’ın ihyasına, İslam dünyasının kurtuluş ve uyanmasına, Müslümanların dert ve meselelerine harcamış bir isim. Avrupa, Asya ve Afrika’yı gezen Abdürreşid İbrahim özellikle Japonya’da İslam’ın tanınması ve yayılması konusunda önemli hizmetler yapmıştır.

Bir asra yakın ömrünü İslam’ın ihyasına, İslam dünyasının kurtuluş ve uyanmasına, Müslümanların dert ve meselelerine harcayan Abdürreşid İbrahim, Sibirya bölgesinde yaşayan Rusya Türklerindendir. 1857 yılında Tobolsk vilayetinin Tara kazasında dünyaya geldi. Babası Ömer Efendi, Tara’nın eski Özbek ailelerinden İbrahim Ahond’un oğludur. Abdürreşid İbrahim soy isim olarak dedesinin ismini almıştır.

Abdürreşid İbrahim, o devirde takip edilen eğitim usullerine göre düzenli bir dinî ve ilmi eğitim gördü. O zamanın meşhur medreselerinden sayılan Kışkar’da okudu. 20 yaşına varıncaya kadar memleketindeki medreselerde temel eğitimini tamamladı. Bir müddet Kırgız bölgesinde dolaşarak dinî dersler verdi, halkı aydınlatıcı irşat hizmetinde bulundu.

Bilgi ve görgüsünü arttırmak ve tahsilini ilerletmek maksadıyla İslam memleketlerindeki ilim ve irfan merkezlerine gitmek üzere yola çıktı. İlk defa 1877’de İstanbul’a geldi. Burada bir müddet kaldıktan sonra Mekke ve Medine’ye geçti. Dinî tahsilinde esas teşkil edecek ilmi bu mübarek topraklarda elde etti.

Abdürreşid İbrahim zihin ve hafızasına yerleştirdiği ilim ve irfan; duygularını doldurduğu yiğitlik ve cesaretle mukaddes beldelerden ayrıldı. 1881’de tekrar İstanbul’a geldi. Sadece bilgi ve görgünün kâfi gelmeyeceğinin farkındaydı. Memleketinde daha faydalı olabilmek, Rus tahakkümü altında mazlum bir vaziyette bulunan milletine hizmet edebilmek ve bütün Müslüman Türkler arasında daha verimli çalışabilmek için tecrübeye de ihtiyacı vardı.

O zamanlar İstanbul’da çeşitli Türk oymaklarından gelmiş, Müslüman Türkler arasında dil ve kültür birliğini kurmayı hedef edinmiş seçkin bir heyet de bulunuyordu. Bu heyetle birlikte bir çalışma ve ziyaret programı tertip ederek İstanbul’da mevcut eğitim kuruluşlarında incelemeler yaptı; ilim, fikir, edebiyat, eğitim ve kültür sahasında isim yapmış şahsiyetlerle görüştü. Namık Kemal, Ahmed Vefik Paşa, Muallim Naci, Cemaleddin Efganî, Ahmed Mithat Efendi gibi kişilerin çeşitli konulardaki tecrübe ve çalışmalarından istifade etti, bilgi aldı. Bilhassa eğitim ve öğretim programlarının tanzim, tertip ve ıslahı; müspet ilimlerle dinî ilimlerin birlikte okutulup öğretilmesi hususunda yaptığı incelemeler sonunda tatbike yönelik kararlar aldılar. Varılan bu kararları bütün Türk bölgelerinde, daha çok Sibirya Türkleri arasında tatbik yollarını araştırdılar.

Bu inceleme ve araştırmalardan sonra düşüncelerini ve alınan kararları kendi memleketinde ve esir Türkler arasında tatbik etmek gayesiyle memleketine döndü. Genç neslin yetişmesi, halkın irşadı ve uyanması, ortak düşmana karşı Müslümanların güç birliği içinde bulunmaları için mühim teşebbüslere geçti. Okullar açtı, tasarlamış olduğu eğitim programını tatbik etme imkânı buldu. Camilerde vaaz vererek, çeşitli toplantılar tertip ederek Müslümanların uyanmasına çalıştı.

“Reşid Kadı”

Dinî ilimlerde derin bir bilgiye sahip olan Abdürreşid İbrahim, Rusya Müslüman Türkleri arasında “Reşid Kadı” olarak da tanınırdı. Resmen de kadılık vazifesi yapmıştı. 1787 tarihinde II. Katerina, Müslümanlara şirin görünmek maksadıyla Orenburg’da şer’î bir mahkeme kurdurmuştu. Bir art niyete âlet gayesiyle kurulan mahkeme Müslümanlara büyük hizmet etti. Milyonlarca Müslüman’ın mercii oldu. Fakat daha sonra Rusya hükümeti, Müslümanları buradan soğutmak için mahkemenin başına cahil ve ehliyetsiz kimseleri getirdi.

1890’lı yıllarda bu mahkemeye aza olarak seçilen Abdürreşid İbrahim, reisin bulunmaması üzerine sekiz ay kadar da mahkemenin reisliğini yaptı. Hükümetin nasıl bir tuzak kurarak mahkemeyi kendi emellerine âlet ettiğini anlayınca daha fazla dayanamadı. Zaten elinden gelen bir şey yoktu. İstifasını vererek 1895’te İstanbul’a geldi.

İstanbul’da bulunduğu sırada Rusya Müslümanlarının geleceğini, Orenburg Şer’î Mahkemesi’nin durumunu, idarî şeklini, mahkemenin ıslahı için yapılması gereken hususları anlatan Çolpan Yıldızı adında bir kitap yazdı. Kitabı gizliden bastırarak Odessa’ya ulaştırdı ve Rusya Müslümanları arasında yayılmasını sağladı.

İstanbul’da daha fazla kalmayan Abdürreşid İbrahim 1897 Nisan’ında başlayıp 1900 yılı Ocak ayının 4’ünde sona eren, Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’yı içine alan üç senelik uzun bir seyahate çıktı. İstanbul’dan Mısır’a, oradan sırasıyla Tihame (Sina çölünden Kızıl Deniz boyu uzanan bölge), Filistin ve Hicaz bölgelerini dolaştı. Buradan Avrupa’ya geçti. Fransa’dan başlayan bu seyahat, daha sonra İtalya, Avusturya, Sırbistan (Yugoslavya), Bulgaristan ve Batı Rusya’dan Kafkasya tarafına, oradan Hazar Denizinin üst bölgelerinden Buhara, Batı ve Doğu Türkistan, Yedisu ve Sibirya yoluyla asıl vatanı olan Tara’da son buldu. Fakat bu seyahati esnasında tutmuş olduğu notları daha sonraki yıllarda yayınlamaya fırsat ve imkân bulamadı.

1900’de yeniden İstanbul’a geldi. Fakat 1905 yılında Rusya’da meşrutiyetin kabulünden sonra Müslümanları uyandırmak ve birleştirmek hususunda daha serbest çalışma imkânı doğdu. Bunun üzerine Sibirya’ya döndü. Birkaç yoldan faaliyete geçti.

Bu sahadaki hizmetlerini teşkilat kurarak, kongreler tesis ederek, hatta partilerde vazife üstlenerek yaptığı gibi, basın ve yayın yoluyla da ayrı bir cepheden İslamî potansiyeli muhafazaya, aktif hale getirmeye, Müslümanların gasp edilen hak ve hukuklarını elde etmeye, Rusya idaresine karşı varlıklarını kabul ettirmeye gayret etti.

Fakat 1907 yılı ortalarında Rus idaresi başlatmış olduğu hürriyet havasını kıstı, bilhassa Müslümanlar tarafından yapılan bütün faaliyet ve çalışmalara yasaklama getirdi. Matbaaları kapattı, gazetelerin yayınına son verdi, kurulan teşkilatları lağvetti, dağıttı. Bu arada Abdürreşid İbrahim’in Ülfet Matbaası ve aynı adla çıkarmış olduğu gazetesi de kapatıldı. Artık yıllar önce düşünmüş olduğu seyahate çıkmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı. Bunun için 1907 sonlarında Batı Türkistan bölgesini, Buhara, Semerkand, Yedisu ve civarını içine alan bir seneyi bulan bir seyahate çıktı. Evinin bulunduğu Tara’ya geldikten sonra ailesini ve çocuklarını Kazan’a yerleştirdi. 1908 Eylül’ünde Sibirya, Moğolistan, Mançurya, Japonya, Kore, Çin, Hindistan ve Orta Doğu’yu içine alan ve 1910’da İstanbul’da nihayet bulan bu uzun ve yorucu seyahate başladı.

Büyük seyahat

Abdürreşid İbrahim, gayesini ve seyahate çıkış maksadını kendisi şöyle ifade eder: “Ben tiynet ve yaratılış icabı olarak millî hayatım demek olan şu İslamî hayata hizmet yolunu tuttum. Bu uğurda türlü zahmetlere göğüs gerdim. Çoluk çocuğumu feda ederek İslam düşmanlarına karşı ne gibi teşebbüsler münasip görüldüyse, sebeplerine yapışmakta kusur etmedim.”

Bu seyahati esnasında Asya kıtasına serpilmiş vaziyette bulunan, Rusya ve Çin gibi mütehakkim devletler tarafından hak ve hukukları gasp edilmiş, ikinci sınıf vatandaş muamelesine tâbi tutulmuş azınlık halde yaşayan, çoğu Türk olan Müslümanların yurtlarına uğradı. Hayat tarzlarını yerinde gördü, maddî ve manevî meselelerini dinledi, hal çareleri araştırdı. Dinî hayatlarını, İslam’ı nasıl tanıdıklarını, yaşadıklarını, millî ve İslamî hüviyetlerini muhafaza edip edemediklerini müşahede etti. Netice şuydu: Rusya ve Çin idaresi altında yaşayan Müslümanların hem dünya hayatları, hem de dinî hayatları içler acısıydı, eksikti. Birçok hurafe ve batıl âdetlerin, inançların tesiri altında kalmışlardı. Sevindirici tarafı da vardı: Bu kadar baskılara rağmen bütünlüklerini korumuşlar, dinlerini bırakmamışlardı. Az bir gayret ve yardımla uyanabilir, düzelebilirlerdi.

Malezya ve Hindistan gibi birer İngiliz sömürgesi olan ülkelerdeki Müslümanların durumunu da gören Abdürreşid İbrahim, aynı problem ve sıkıntılarla onların da karşı karşıya olduklarını gördü. Buradaki Müslümanların daha çok cehaletlerine kurban gittikleri açıkça belliydi.

Üzerinde durduğu ve ihmal etmediği bir husus da, uğradığı her devlet, her şehir ve hatta en küçük bir yerleşim merkezinde dahi orada bulunan okul ve medreselere uğrayıp hocalarıyla görüşmesi, talebelerini imtihan etmesi, program ve müfredatını tetkik etmesiydi. Bilhassa İslam beldelerinde bu meselenin üzerinde çok durdu. Müslümanların terakkisinin eğitimden geçtiğinin farkındaydı. Hatta bu ihtiyacı hissettiği için, Türkistan’da bir kasabada bir müddet kalıp ders bile verdi. 6-7 ay kadar Japonya’da kaldığı müddetçe en çok meşgul olduğu, alaka duyduğu ve incelediği meselelerden birisi de Japon eğitim usulüydü. Okulların tertip ettiği merasimlere katılıyor, konuşmalar yapıyor, her sahada kurulan okulları geziyor, incelemelerde bulunuyor, teftiş ediyordu.

Japonya’da İslam

Japonya’da bulunduğu sırada bir işçiden, bir köylüden milletvekiline, bakana ve hatta prense varıncaya kadar her kesimden ve seviyeden insanlarla görüştü, fikir alışverişinde bulundu, Japonya’nın tarihi, kültürü, geleceği ve millî hususiyetleri hususunda bilgiler aldı. Yeri geldikçe, münasip bir zemin buldukça da, kendisi İslamiyet hakkında bilgi veriyor, İslam’ın hususiyetlerini anlatıyor, İslamiyet’i onlara tanıtmak ve hoş göstermek için çok ihtiyatlı hareket ediyordu. Nitekim bu çalışmasının neticesini de gördü. Görüştüğü bu kimselerden bir kısmı Müslüman olmuş, büyük bir kısmı İslamiyet hakkında sağlam ve sıhhatli bilgilere sahip olmuştu.

Bu seyahatte dikkate değer başka bir husus da, Abdürreşid İbrahim’in Japonya’yı Japonya yapan millî âdet, ahlâk ve değerleri incelemesi, Japonya’nın terakki sırrını araştırması, yerinde görerek tespit etmiş olmasıydı.

Japonya’da bulunduğu zaman teşebbüs edip tahakkukuna çalıştığı hedeflerden birisi de Japonya’da İslamiyet’in yayılmasına hizmet edecek bir cemiyetin kurulmasıydı. Kurulan cemiyete Asya Gı Kay adını verdi. Bu, Asya Savunması Gücü manasında Asya Kuvve-i Müdafaası demekti. Bu ismi verirken ihtiyatlı ve tedbirli olmayı düşünmüştü. Şayet ilk anda “İslam’ı Yayma Cemiyeti” diyecek olsaydı, pekçok hücumlara maruz kalabilirdi. Cemiyetin başına meşhur Japon diplomatlarından ve Müslüman olarak Ebu Bekir ismini alan Ohara getirilmişti.

Abdürreşid İbrahim seyahati esnasında yapmış olduğu tetkikleri, gezip gördüğü yerleri kaleme alıyor, yazdıklarını Kazan’da yayınlanan ve oğlu Ahmed Münir’in idare etmiş olduğu Beyanülhak gazetesine gönderiyor, orada yayınlatıyordu. Meşrutiyet’in ilanından sonra da seyahat intibalarını İstanbul basınına, bilhassa Eşref Edib’in çıkardığı, başta Mehmed Akif gibi devrin mühim yazar ve şairlerinin yazılar yazdığı Sırat-ı Müstakim mecmuasına gönderdi. Bu yazılar Sırat-ı Müstakim’de yayınlandı.

1910 başlarında İstanbul’a döndü. Fazla bir ara vermeden notlarını bir araya getirdi. Aynı yıl yine Sırat-ı Müstakim aracılığıyla abone kaydı usulüyle Âlem-i İslam isimli kitabını neşretti. Kitap bölüm bölüm fasikül halinde basıldı, daha sonra bir cilt haline getirilerek, son sayfasında çıkan reklamların da yardımıyla satışa sunuldu. İkinci cilt de 1911-1913 yılları arasında yayınlanarak seyahatname tamamlandı. Daha sonra her iki cilt bir araya getirilerek tek cilt halini aldı.

Abdürreşid İbrahim Türkiye’de Meşrutiyet’ten sonra, yani seyahat notlarının mecmualarda neşrinden sonra tanındı ve şöhreti yayıldı. Seyahat dönüşü İstanbul’a geldiğinde başta eğitim olmak üzere çeşitli mevzularda konferanslar verdi, camilerde vaaz etti. “Seyyah-ı şehîr / meşhur seyyah” olarak büyük şöhret kazandı.

Abdürreşid İbrahim’in seyahati bu tarihte de noktalanmış değildi. 1911-12 yıllarında İtalyanlar Trablusgarb’ı işgal edince Afrika’daki cihat hizmetinde bulunmak üzere Trablusgarb’a gitti, bir müddet cephede çalıştı. Cihat fetvasını dağıttı, halkı işgalcilere karşı harekete geçirdi. 1915’te Rusların Sarıkamış’ı işgal etmeleri üzerine Sarıkamış muharebesinde bulundu.

Yine bu yıllarda Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevli olarak Almanya’ya gitti. İtilaf devletleri ordularından alınan Müslüman esirlerin durumunu yakından gördü. Orada bulunan yüz bine yakın esire nasihatte bulundu.

Rusya’da baş gösteren Bolşevik İhtilali üzerine Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çin sınırını aşarak Doğu Türkistan’a geçti, orada yaşayan Müslümanların kızıl tehlikeye karşı uyanık durmalarını temine çalıştı, faaliyetlerde bulundu. Sonradan burada meydana gelen hareketlerde bu faaliyetin izleri göründü.

Yeniden Japonya

Dönüşünde İstanbul’a geldi. 1930-1931 yıllarında tekrar Mekke’ye gitti. Orada Hindistan İslam cemiyet temsilcileri ve Japonya’dan gelen Müslümanlarla temasa geçti. Yıllar önce Asya milletlerinin birleşmesi hususunda attığı temelleri sağlamlaştırmak maksadıyla Japonya’ya yerleşmeye karar verdi. Nihayet 1933’te İstanbul’dan yola çıktı. 1934 başlarında Japonya’ya vardı. Buraya yerleştikten sonra o zamana kadar belli bir mesafeye gelmiş olan İslamî hizmetleri yaygınlaştırmaya, civar ülke ve adalara uzanmasına çalıştı. Daha önce kurmuş olduğu Asya Kuvve-i Müdafaası Cemiyetinin faaliyetini hızlandırdı. Hindistan, Malezya ve Endonezya gibi mühim İslam muhitlerine kadar tesir sahasını arttırdı. İkinci Dünya Savaşı’nda bu milletlerin bağımsızlıklarına kavuşmaları için Japonlarla işbirliği yapmak hususundaki ortak hareketleri bunun canlı bir deliliydi. Bir zamanlar hayal gibi görünen şeylerin sonunda hakikat sahasına girmekte olduğunu sağlığında görmesi o uzun ve yorucu çalışmasının mükâfatıydı.

Japonya’ya İslam’ın kökleşmesine, yerleşmesine yönelik hizmetleri önemli bir gelişme gösterdi. 1937’de Tokyo Camii’nin açılmasını, 1939’da İslamiyet’in Japonya’da resmen tanınması izledi. Bu camide vazife yaptığı ve Japonya’da bulunduğu sıralarda pek çok talebe yetiştirdi. Nihayet 17 Ağustos 1944’te Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Kızı Feyziye Hanım’la yapılan bir mülakatta ifade edildiği gibi, vefatı Japon radyoları vasıtasıyla her tarafa ilan edildi. Cenaze namazına iştirak etmek isteyenlerin her taraftan gelmeleri için cenaze dört gün bekletildi. Muhteşem bir cenaze merasiminden sonra toprağa verildi.

Mehmed Paksu / Moral Dünyası Dergisi