Etiket arşivi: Pedagog Adem Güneş

Erdemli Davranışlar Doğuştan Mıdır?

Psikolojiye dair ilk bilgiler insanın bomboş dünyaya geldiğini, bütün davranışların çevrenin etkisi ile oluştuğunu söylüyordu.

Buna göre bir çocuk “iyi” bir çevrede dünyaya gelmiş ise, erdemli davranışlar ediniyor, olumsuz bir çevrenin içinde ise “kötü çocuk” oluyordu.

Yapılan onlarca pedagojik deney, uzunca yıllar bu görüşü destekledi. Ta, Yale Üniversitesi psikologlarından Paul Bloom ve Karen Wynn’in çocuklar üzerinde “erdemli davranışlar” deneylerini yapıncaya kadar…

Profesör Bloom, erdemli davranışların doğuştan her insanda var olan bir “hazır bulunuşluluk” mu, yoksa sonradan edinilen bir öğreti mi olduğunu, birkaç aylık bebeklerle yaptığı deneylerde ortaya koydu.

parmak kuklaBunun için parmak kuklalar kullandı.

Henüz birkaç aylık bebeklere parmak kuklalarla bir oyun sergilediler.

Oyunda, bir kukla küçük bir kutuyu açmak için uğraşıyordu. Bu uğraşa biraz sonra bir başka parmak kukla gelip yardımcı olmaya çalıştı, iki kukla birlikte kutunun kapağını açtılar.

Bir süre sonra yine aynı kukla yine aynı kutunun kapağını açmak için uğraşmaya başladı. Bu sefer bir başka kukla geldi, kutunun açılmasına engel oldu… ve kutunun kapağı açılmadı.

Bu oyunu seyreden 3 ile 6 aylık bebeklere oyundaki kuklalardan birini tercih etmesi için kuklalar bebeklerin önlerine konuldu. Sonuç enteresandı; bebeklerin yüzde 87’si kutunun açılmasına “yardımcı” olan kuklayı almayı tercih etti. Bir başka deyişle erdemli davranışın yanında yer aldılar.

Deney bununla kalmadı…

İkinci deneyde, bebeklerin önüne iki ayrı kâse içinde, iki ayrı kraker sunuldu. Çocukların bu farklı kâselerdeki krakerlerden birini tercih edip tatması beklendi. Ve her çocuk kendince bir yönelişle kraker kâselerinden birine uzanıp krakerleri ağzına götürmeye başladı.

Aynı krakerler parmak kuklaların da önüne konuldu. Parmak kuklalardan bazıları çocukların tercih ettikleri krakerleri, bazıları ise diğer krakerleri yer gibi yaparak ağızlarına aldılar.

Ve birinci deneye tekrar dönüldü…

Yine kuklalardan biri, kutuyu açmak için çaba harcarken, bir başka kukla geldi, kutunun açılmasına yardımcı oldu. Aynı kukla bir kez daha kutuyu açmaya çalışırken, bir başka kukla gelip kutunun açılmasına engel oldu.

Ancak burada ilginç bir ayrıntı vardı, ikinci deneyde kutunun açılmasına engel olan kuklalar çocuklar ile aynı krakeri tercih eden kuklalardı. Bir başka deyişle, “kötü kukla” çocukla aynı cins krakeri yiyen kuklalardı. Ve sonuç inanılmazdı; çocuklar kendileri ile aynı tür krakerleri yiyen kuklaların “kötü” davranışlarını gördüklerinde önce tereddüt ettiler, kararsız kaldılar, fakat sonra “kötü” kuklaları almayı tercih ettiler…

Bu oldukça önemli ve bir o kadar da trajik bir sonuçtu. Çocuk dünyaya geldiğinde ince bir erdemli davranış yönelimi içinde olduğu hâlde, çevresindeki yetişkinler (çoğu defa farkında dahi olmadan) onun bu ince yönelişinin önüne geçmekteydiler.

Bir başka deyişle, “erdem” her insanda doğuştan var olan ve kaybolmaya yatkın bir içsel hazır bulunuşluktu.

Profesör Bloom, bu göz kamaştırıcı deneyi 2007 yılında “Nature” isimli dergide kaleme alarak bilim dünyasına hediye etti…

Pedagog Adem Güneş

Eş eşin terapistidir

Belki ülkemiz için yeni olabilir ama pedagojinin en önemli konularından biri olan anne-çocuk “bağlanması” ve “ayrılması”, Batılı akademisyenler için hayati önem taşıyor. Zira erken çocukluk döneminde anne ile çocuk arasında kurulan bu bağın kalitesi çocuğun gelecek yaşamında oldukça belirgin bir rol oynuyor.

Bu konudaki önemli çalışmalardan birini Prof. Dr. David M. Fergusson yaptı. Yeni Zelanda’da 1265 çocuğun, doğdukları günden itibaren, tam 30 yıl boyunca duygusal gelişimleri gözlem altında tutuldu.

Dünya pedagoji literatürüne çok önemli bir katkı sağlayan bu çalışmada, “erken çocukluk döneminde” anne-çocuk arasındaki bağlanmanın çocuğun gelecek yaşamında oluşturduğu etki, hayret verici bir belirginlik ile ortaya konuldu.

Buna göre bebeklik döneminde annesi ile “güvenli bağ” kuramamış çocukların temel ortak özelliği, “kaygılı” olmaları. Endişeli benlik yapısına sahip çocuklarda ise ilerleyen yaş dönemlerinde farklı farklı davranış bozuklukları gözlemleniyor.  Örneğin bu çocuklar 7 ile 9 yaş arasında ya içe kapanık bir ruh hâli sergiliyor, sosyal davranışlarında bir gerileme gözlemleniyor ya da agresif bir ruh yapısına sahip oluyorlar…

Daha net ifade ile söyleyecek olursak, erken çocukluk döneminde anne ile doyasıya bağ kuramamış çocuklar ya yaşadıkları bu hayal kırıklığı ile etrafa karşı yıkıcı ve saldırgan oluyorlar veya içe kapanık bir ruh hâli ile yaşamlarının geri kalan kısmını asosyal olarak sürdürüyorlar…

“Çocuk böylesi bir ruha büründü ise her şey bitmiş mi oluyor?” sorusu hemen sorulabilir ama insan ruhuna ait sistem mükemmel bir şekilde işlediği için yapılan hata ve eksikliklerin giderilmesi de her dönemde mümkün oluyor.

Yine aynı araştırmada, çocukluk döneminde annesi ile güvenli bağ kuramamış çocuklara “ergenlik döneminde” pozitif bir aile ortamı sunulduğu takdirde davranışlarındaki bu negatiflik yeniden olumluya dönebiliyor…

Bütün bu çalışmaları veri olarak aldığımızda, ülkemizdeki anne-çocuk bağlanmasının ne durumda olduğunu araştırmanın, ülkemiz çocuklarının psikolojisini anlamak için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz…

Bu nedenle 800 anne ile bir anket gerçekleştirdik. Ankete katılan annelere iki temel soru sorduk. Birincisi, kendi gözlemlerine dayanarak çocukları ile “güvenli bağ” kurup kuramadıkları idi. Diğeri ise çocuklarında hangi davranış bozukluklarını gözlemledikleriydi.

Anketin değerlendirilmesi devam ediyor; ancak ilk sonuçlara baktığımızda oldukça önemli bir bilgiyi içeriyor.

O bilgi de ankete katılan 800 kişinin sadece 159’unun kendi çocukluk döneminde annesi ile “güvenli bağ” kurduğunu söylemesiydi. Bir başka deyişle annelerin yüzde 81’i kendi çocukluk dönemlerinde anneleri ile doyasıya bir anne-çocuk ilişkisi kuramadıklarını ifade ediyorlardı…

Annesi ile doyasıya anne-çocuk bağı kuramamış çocuklar, bugün kendileri annelik yapıyor… Bu, oldukça üzücü bir durum…

Zira çocukluk döneminde kendisinde güven ve emniyet duygusu oluşmamış bir anne, kendi çocuğuna veya eşine ne kadar güvenebilir ve ne kadar kaygısızca annelik yapabilir ki? Evet bu zor; ama imkânsız da değil…

Eş eşe yardımcı olabilir ve eşler birbirlerinden “mükemmel olmayı beklemezlerse” çocukluk döneminde ne yaşanırsa yaşansın evlilik süreci bu olumsuzlukları olumluya çevirebilecek bir özellik taşıyor… Eşler birbirlerine çocukluk dönemlerinde yaşadıkları gerçekleri de görecek şekilde iletişimde bulunurlarsa birbirlerinin “terapisti” gibi oluyorlar. Ne ilaç, ne psikolog… Eş eşe yetiyor…

Ve o zaman yıllar süren olumsuz hayat, evlilik içinde “yeni bir yaşama” dönüşebiliyor… Aksi takdirde annelerin çocukları ile hırçın ve sinirli, eşlerin de huzursuz ve kavgalı olması kaçınılmazdır…

Adem Güneş / Aksiyon Dergisi

Okul Başarısı Ayrı Şey, Yaşamı Başarmak Ayrı Şeydir

Acı ama yazacağım…

Telefonda sesi titrek bir anne “Hocam, çaresizim. Allah rızası için yardım edin.” diye feryat etmişti. “Sorun nedir, ben size nasıl yardımcı olabilirim?” dediğimde, “8. sınıfa giden oğlum garip garip konuşmaya başladı, korkuyoruz.” Dedi. İçim ürperdi. “Buyurun gelin” diyerek görüşmeye davet ettim.

Dünyalar tatlısı bir genç, henüz 13-14 yaşında, ablası ile geldi. Üniversite öğrencisi ablası, “Kardeşime bir şey oldu, korkuyorum” dedi ve ağladı. “Ağlama, ben size yardımcı olmaya çalışacağım.” dedim.

Genç kız odadan çıktı, kardeşi girdi.

Tam karşımdaki sandalyeye oturdu.

İçimde bir garip ürperti hissettim. Bu bakışları tanıyordum. Ama yine de sordum: “Merhaba, benim adım Adem Güneş, tanışabilir miyim seninle?”

Çocuk gözüme anlamsız anlamsız baktı ve “Beni neden suluyorsunuz?” dedi.

İçimde bir şey koptuğunu hissettim. “Nasıl yani?” dedim…

“Benim ziyaretime neden gelmedin sen!” dedi…

Korktum! Hem de çok…

“Adını öğrenebilir miyim canım? Nedir adın?” diye tekrar sordum.

Cevap vermedi.

Çocuğun ablasını çağırdım. “İstersen kardeşini dışarıya alabilirsin. Biraz seninle konuşmak istiyorum.” Dedim.

Çocuk dışarı çıktı.

Genç kıza “Kardeşin ‘Beni neden suluyorsunuz?’ diye sordu. Bu ne demek?” dedim.

Genç kız elini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. “Kardeşim bir haftadır kendinin öldüğünü zannediyor. Mezarda çiçek sanıyor kendisini. Herkese böyle söylüyor.”

Kanım dondu. Çok tatlıydı yüzü. Ne diyeceğimi bilemedim.

“Peki, son zamanlarda neler yaşadı kardeşin?” diye sorduğumda içim cız etti…

“Kardeşim SBS denemelerinde bölge birincisi idi. Gece gündüz sınava hazırlanıyordu. Bir gece yanıma geldi, ‘abla korkuyorum’ dedi. Ben anlam veremedim önce. Sonra gözlerindeki korkuyu gördüm. Anneme haber verdim. Annem ‘Ne oldu oğlum?’ deyince ‘Beni neden suluyorsunuz?’ deyiverdi. Annem, ‘Oğlum ne diyorsun sen, ne sulaması!’ dese de anneme dönük ama boşluğa bakarak ‘Beni neden mezara koydunuz?’ deyince babam da uyandı, evin içinde bir garip korku oluştu. Annem hem ağlıyor hem dua ediyordu. Cin mi çarptı acaba diye düşündü annem önce, sonra korkuları iyice arttı. Babam belki uykusuzluk ve sınav kaygısından dolayı halüsinasyon gördüğünü düşündü, ‘Hadi yatalım, sabah ola hayır ola.’ dedi ama ben yatamadım… Korku ile birkaç kez yanına gittim durdum. Sabaha karşı uyumuşum. Allah’ım bir rüya olsun gördüklerim diye sabahın ilk saatinde uyandırdım kardeşimi. Uyandığında yine o boş gözlerle baktı bana. Anlamsız bir-iki söz söyledi, benim sinirlerim iyice gerildiği için omuzundan tutup salladım, ‘Kendine gel ya, yapma, korkuyorum’ dedim ama sanki uyurgezer gibi idi, hiç etkilenmedi bile. Annemler yanımıza geldiler, annem ağlamaya başladı, babam şaşkındı.”

“Doktora götürdünüz mü?” diye sordum. “Bir haftadır hastanelere gidiyoruz, psikiyatra gittik, ilaç aldık ama hiçbir şey değişmedi.” dedi.

İçim çok yandı. Ne diyeceğimi şaşırdım. “Ben size yardımcı olamam ki…” diyebildim. Genç kız sordu: “Kendiliğinden geçer mi hocam, ne yapalım? Annem diyor, ‘Taşınalım İstanbul’dan. Memleketimize dönelim. Ben oğlumu okutmak falan istemiyorum. Kendim bakar büyütürüm.’ Önümüzdeki hafta da sınavı var, dershaneden öğretmenleri arıyor, onlara da bir şey diyemedik. Ne yapalım? Bize bir akıl verin n’olur!”

Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. “Kardeşinizin akıl zembereği boşalmış galiba” diyemedim. “Annenizi dinleyin. Alın kardeşinizi gidin buralardan.” diyebildim.

Vedalaştık…

O çıktı, ben kaldım sandalyede tek başıma…

Durdum biraz… Gözlerimi tavana çevirdim… Düşündüm… Sonra kendime hâkim olamadım… Ellerimi yüzüme kapattım ve hıçkırıklarla ağlamaya başladım…

Bu olayın üzerinden 2 yıl geçti. Bu genç delikanlı ne hâlde bilemiyorum. Aile Konya’ya gidecekti, gitti mi onu da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Ülkemizdeki sınavlara yüklenen anlam, çocukların ruh sağlığını bozuyor. Yetkililer ne yapar bilemiyorum; ama sınav tarihi yaklaşırken koca koca çocukların altlarını ıslattıklarına, panik atak olduklarına, geceleri kâbus gördüklerine, kekelemeye başladıklarına şahit oldukça benim de psikolojim bozuluyor.

Sözüm tesir eder mi size bilemiyorum ama bunaltmayın çocuğunuzu. Bırakın şu son bir hafta dinlensin, kendine gelsin. Sınav her şey demek değil. Zira bazı kayıplar, sınavı kaybetmekten daha acı verir insana…

Pedagog Adem Güneş