Etiket arşivi: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed

Miraç Kandili Nedir?

Allah’ın emriyle Peygamber Efendimiz (sas)’in rûhen ve bedenen, Burak (1) isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya (Beytü’l–Makdis) kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna –ki buna İsra denilir–, oradan da bir mi’râcla (manevî asansör) yedi kat göklere yükselip tâ Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen ledünnî binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Zât–ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve zaman–mekân üstü konuşması olaylarına Mi’râc denilir. İki aşamalı bu gökler ötesi yolculuk, peygamberliğin 12. yılında, hicretten on sekiz ay önce, mübarek üç ayların ilki olan Recep ayının 27. gecesinde (Regâib gecesinden yirmi küsur gün sonra) gerçekleşmiştir. Kadir gecesinin de Ramazan’ın 27. gecesi olması ile aralarında çok gizemli bir tevafuk vardır. Bediüzzaman Hazretleri: “Mi’rac gecesi ikinci bir Kadir gecesi hükmündedir.” (2) sözleriyle, bu gecenin Kadir gecesinden sonra en kutsal bir gece olduğunu belirtmişlerdir. Ebu Talip’in ve Hatice (ra) validemizin vefatı ile çok hüzünlenen, müşriklerin üç yıl süren ablukası ve Tâiflilerin saldırıları karşısında daralan Allah Rasûlü (sas) (ve mü’minler), bu mi’rac olayı ile çok muhteşem bir teselliye ve ihsan–ı İlâhîye ve nail olmuştur. Üç ayların ilk kandili, Regaip gecesi, ikinci Mi’rac gecesidir. Regaib gecesi, Zât–ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. Mi’rac gecesi de Zât–ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanıdır. (3)

Kur’ân–ı Kerim’de İsrâ suresi (17/1) bu İsrâ olayını anlatır. Necm suresi de İsrâ’nın devamı olan Mi’râc hadisesini anlatır. (4) Âyetlerde biraz da kapalı olarak anlatılan bu esrarengiz yolculuğu, Peygamberimiz (sas) bir çok hadîslerinde detaylarıyla anlatmışlardır. (5)

Bir gece Kâbe–i Muazzama’nın Hatîm mevkiinde yatarken, Cebrail (as) gelip mübarek göğüslerini yardı, kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup eski hâline koydu. Sonra beyaz bir binek Burak ile (normalde bir aylık mesafedeki) Mescid–i Aksa’ya uçtular. Orada bütün peygamberlerin ruhlarına imam olup namaz kıldırdı. Bu, onların şeriatlerinin asıllarına mutlak varis olduğunu ifade ediyordu. (6) Bir de kendisine su, şarap ve süt takdim edildi. O, fıtrî ve tabiî olan sütü içti. Bu ise ümmetinin doğru yola iletildiğini ifade ediyordu. Ardından yüceliklere yükseltici bir mi’rac (manevî asansör) ile göklere çıkartılıp yedi kat semaları bir bir dolaştırılmıştır.

1. kat semada: Hz. Adem’le, 2. kat’ta Hz. İsa ve Hz. Yahya, 3. kat’ta Hz. Yusuf, 4. kat’ta Hz. İdris, 5. kat’ta Hz. Harun, 6. kat’ta Hz. Musa ve 7. kat’ta Hz. İbrahim ile görüştü.

Melekleri, Cennet ve Cehennem’e kadar bütünüyle ahiret hayatını müşahede etti. Bütün mülk ve melekût âlemlerini dolaştı. (7) Cebrail daha sonra Peygamberimiz (sas)’i daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu.  Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaştılar. Cebrail:

“İşte burası Sidretü’l–Müntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.”

dedi. Peygamberimiz (sas)’e Sidre’de dört kutsal nehir ve her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt–i Ma’mûr gösterildi. Sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, yine sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratı, yani hilkat–i İslâmiyesiydi.

Ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l–Me’vâ’yı temaşa etti. Cebrail’i geride bırakan Zât–ı Ahmediye Aleyhisselam, burada Refref’e binerek Arş–ı A’lâ’ya urûç etti ve tâ Kâb–ı Kavseyn olarak belirtilen “imkân dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaştı. Huzûr–u Kibriya’da Zât–ı Akdes’e ok yayının iki ucu kadar, hattâ daha fazla yaklaştı. (8) Cemâlullah’ı perdesiz ve vasıtasız olarak müşahede etti, Onunla zaman ve mekândan münezzeh olarak bîkem u keyf konuştu. Daha sonra tekrar Refref’le Sidre’ye geri döndü. Orada Cebrail’i asıl hüviyetiyle –tıpkı ilk defa Hira’da gördüğü şekliyle– gördü. (9) Müteakiben de yine Cebrail ile birlikte göz kırpması kadar kısa bir zaman parçasında dünyaya nüzûl eylediler. (10)

“Ben mi’racdan daha güzel bir şey görmüş değilim.” (11)

diyen Peygamberler Sultanı (sas), mi’rac yüceliklerinden –âdeta bir vefa duygusuyla– geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir.

Birincisi: Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.

İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. (Bakara, 2/285–286)

Üçüncüsü: İsra Suresi’nin 22–39. âyetlerinde(12) bahsedilen on iki adet İslâm prensibini getirmiştir. (13)

Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.

Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye –onu yapamasa bile– bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye –onu yapmadığı müddetçe– hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.

Bir diğer hediye de, Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki et–Tahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’racda Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir. (14)

Evet Zât–ı Ahmediye, bütün velayetlerin üstünde bir külliyet ve ulviyetle tezahür eden velayetinin bir neticesi olarak İlâhî kemal mertebelerinde seyrü sülûk olan Mi’rac (15) ile huzur–u kibriyaya uzanan yolu açmıştır. Kapıyı da açık bırakmıştır ki, arkasındaki evliyayı ümmet, ruh ve kalp ile o nuranî caddede, Mi’râc–ı Nebevî’nin gölgesinde seyrü sülûk edip istidatlarına göre yüce makamlara çıkıyorlar. (16) Mi’rac’ta farz kılınan beş vakit namaz, mü’minin mi’racıdır; (17) ve Mi’rac–ı Ekber’in (Efendimiz’in Mi’racı) cilvesine mazhar (18) olan bir mi’rac–ı asgar (küçük mi’rac’tır. (19) Bu mi’racın zirvesi ise secde hâlinde yaşanır, (20) kulun Allah’a en yakın olduğu anda. Her mü’min, namazın fiil ve rükünlerine fikrini bindirip, bir nevi mi’rac ile kâinatı arkasına atıp huzura kadar gider. (21)

Bediüzzaman Hazretleri:

“Leyle–i Mi’rac, ikinci bir Leyle–i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket–i maneviye sırrıyla, inşâallah her biriniz kırkbin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz.” (22)

sözleriyle bu gecenin manevî bir fırsat bilinip değenlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.

“Bu bağlamda, fıkıh kitaplarında bir Mi’rac gecesi namazından bahsedilmektedir ki, kılınması müstahsen görülmüştür: 12 rek’attir. Her rek’atında fatiha suresiyle beraber herhangi bir sure okunarak iki rek’atte bir selâm verilir. Sonra da 100 kere “Sübhânellâhi velhamdü lillahi vela ilahe illallâhü vellâhü ekber.” denilmelidir. Müteakiben ise 100 kere tövbe ve istiğfar edilip, 100 kere de Efendimiz (sas)’e salât ü selâm getirilmelidir. Gündüzünde de oruçlu bulunmalıdır; zira bu hâlde günaha dair olmaksızın yapılacak her duanın kabul edileceği inayet–i İlâhîden umulur. (27) Ayrıca bütün mü’minlere dua etmeyi de unutmamalıdır.”

Nasıl ki Efendimiz’in (sas) Mevlid kandillerinde, Onun kutlu doğumunu anlatan Mevlidler okunur; öyle de Mi’rac kandillerinde, bu semavî seyehati anlatan Mi’râciyeler okunur. (28) Mevlid–i Nebi şairi Süleyman Çelebi’nin “Söyleşirken Cebrail ile kelâm / Geldi Refref önüne, verdi selâm” beytiyle başlayan mi’raciyesi meşhurdur. Bu kandil gecesi, Mi’rac olayını anlatan hadîsler ve kitaplar yeniden okunmalı, toplantılar düzenleyip mi’raciyeler okutulmalıdır. Gönüller ilâhilerle coşmalı, ilmî–manevî sohbetlerle kendinden geçmelidir. Kur’ân’dan özellikle (İsra, 17/1, 22–39. âyetleri, Necm 53/1–18; Bakara, 2/285–286) âyetleri ve tefsirleri okunabilir. Eğer kişi, Kur’ân’ın dilinden kalp kulağıyla iman derslerini dinleyip başını kaldırıp vahdete tam yönelse, “kulluğun mi’racı”yla kemalat arşına çıkabilir. (29) Mi’rac’ta iman hakikatleri gözle görüldüğü için, bu kandil gecesi imanî konuları ve o konular içinde Mi’rac’a ait meseleleri derinlemesine okuyup mütalâa etmek lâzımdır. (30) “Mi’rac–ı imânî” (31) ile âdeta İlâhî mükâlemeye nail olmalıdır.

Camilerde cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazları ve okunan Kur’ân’larla kıvamını bulan ruhlar, daha sonra evlerine çekilmeli, evlerindeki mescid–i haram mesabesindeki odalarından seccade burak’ına binerek ilham cebrail’i eşliğinde ihlas mescid–i aksa’sına varmalı; orada gözyaşıyla karışık bir kâse mânâ sütü içtikten sonra secdelerin mi’racıyla yükselip âyetlerin kanatlarında ruhunun mülk ve melekût semalarına yelken açmalı, her rek’atta âdeta bir kat yukarılarına doğru yücelmeli, bir noktadan sonra binit değiştirip ihsan (32) refref’ine binerek kendi kemal sidre–i müntehalarında pervaz etmeli, nihayet insanda arş–ı azam mesabesindeki kalbin derece–i ufkuna urûç ile tâ kâbı kavseyne ulaşıp “et–tahiyyâtü”nün sırrıyla huzur–u kibriya’da sünûhât ve ilhâmât ötesi bir nevi mükâleme–i İlâhiye ve müşahede–i Rabbâniyeye mazhar olmalıdırlar.

Dipnotlar:

1) Merkepten büyük, attan küçük bu göksel binit beyaz renklidir ve Cennet’ten getirilmiştir. (Nursi, Mektubat, s.303, Envar Neşriyat, İstanbul, 1992).
2) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598.
3) Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.207.
4) Necm, 53/1–18.
5) Buhari, Bed’ü’l–Halk, 6; Enbiya, 22, 43; Müslim, İman, 263, 264; Tirmizi, Tefsîr’u–İnşirâh, 33–34; Ahmed b. Hanbel, 1/309; Musannef, 14/306; İbn Hişâm, Sîretü’n–Nebî, 2/44, İhyâü’t–Türâsi’l–Arabî, Beyrut, Beyrut.
6) Nursi, Sözler, s.525.
7) Nursi, Sözler, s.560.
8) Necm, 53/9.
9) Necm, 53/1314.
10) Nursi, Sözler, s. 136, 562. Mi’rac olayının “bast–ı zaman gibi” çok kısa bir sürede olduğuna dair bkz. Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.197; Nursi, Lem’alar, 
21) Buhari, Salât, 1; Hacc, 76, Enbiya, 5, Tevhid, 37, Menâkıb, 24; Müslim, İman, 259; Ahmed b. Hanbel, 3/148, 149, 5/143. Mi’rac: Semavî asansördür ki, ölülerin ruhları gökyüzüne onunla yükseltilir. Bu yüzdendir ki ölülerin gözleri yukarılara gökyüzüne doğru bakar.
12) “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ana–babanıza da iyi davranın. Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını verin. Gereksiz yere de saçıp savurarak israfçı ve cimri olmayın. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Zinaya yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Ahdinizi yerine getirerek verdiğiniz sözü tutun. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma.” (İsra, 17/22–39).
13) Müslim, İman, 264.
14) Nursi, Şualar, s.77–79.
15) Nursi, Sözler, s.561, 563.
16) Nursi, Sözler, s. 580; Nursi, Mektubat, s.306.
17) Kaynaklarda bu mânâyı gösterir şekilde bazı hadîsler bulunmaktadır: “Sizden biriniz namaza durduğunda Rabbiyle münacat edip konuşur.” “Cenab–ı Hakk’ın namaz kılan kula teveccühü ve ikbali devam eder, tâ ki kul namazdan çıkıncaya kadar (ya da kul sağına–soluna dönünceye kadar).” Buhari, Salât, 39; Müslim, Mesâcid, 54; Salât, 108, 121; Müsned–i Ahmed, 2/26, 34, 36, 129.
18) Nursi, Şualar, s. 92, 643.
19) Nursi, Şualar, s.645.
20) Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.63; Nursi, Sözler, s.47.
21) Nursi, Sözler, s.572. Ümmet de insilâh–ı küllî denilen bir haletle bir nevi mi’rac yapmaktadır. İnsilâh–ı küllî: Kulun (mutasavvıfın) unsurlardan mürekkep olan kesif madde bedeninden çıkarak, bütün unsurları bırakıp âlem–i gaybdan olan latif cesediyle semalara urûc etmesi olayına denir. Bkz. Yazır, Muhammed Hamdi, 5/315152, Eser Neş.İstanbul.
22) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598, Envar Neşriyat, İstanbul, 1989.
23) Bediüzzaman Hazretleri bazen kandil gecelerini iki gece olarak değerlendirirdi. Örneğin bir defasında Mi’rac gecesini iki gece olarak kutladığını kendisi belirtmektedir. [Nursi, Emirdağ Lahikası, 2/65>.
27) Bilmen, a.g.e., s.188.
28) Nursi, Mektubat, s.307.
29) Nursi, Sözler, s.364.
30) Bu meyanda Risale–i Nur Tefsirlerinden uygun bahisler okunabilir. Zira “Risalei–Nur, hakikat–ı Kur’ân ve mi’rac–ı îmandır.” [Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.266>.
31) Mi’rac–ı İmânî için bkz: Nursi, Tarihçe–i Hayat, s.373; Asa–yı Musa, s.138).
32) İhsan: Allah’ı görüyor gibi veya O’nun gördüğü şuuruyla ibadet ve kulluk yapmaktır.

“Muharrem” Ayının Önemi Nedir? Aşure Günü Nedir? Nasıl Değerlendirmeli?

Önümüzdeki perşembe günü mübarek bir aya giriyoruz; hicri takvime göre yeni bir yılın başlangıcı da olan Muharrem’e… Muharrem ayının aylar arasında farklı bir yeri var. Çünkü içinde ‘aşure’ gibi önemli bir günü barındırıyor. Bu kutlu ayda yapılacak ibadetlerin mükâfatı da büyük…

1 Muharrem, yani hicri yılbaşı. Aslına bakarsanız İslam’dan önce Arabistan’da yaşayan Arapların belli bir takvim ve tarih sistemleri yoktu. Zaman tespiti bazı büyük ve önemli olaylar esas alınarak yapılıyordu. Fakat İslamiyet’in kısa zamanda hızla yayılmasından sonra idari işleri düzenlemede yaşanan aksaklıklarla takvim ihtiyacı doğdu. Özellikle ticarette takvim eksikliğinden kaynaklanan bazı aksaklıklar yaşanıyordu. Bir defasında Hz. Ömer’e (ra) halifeliği döneminde bir borç senedi getirildi. Alacaklı ile borçlu, senedin tarihi hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Alacaklı, kâğıdın üzerindeki ‘Şaban’ ayı yazısının bu yıla ait olduğunu söylerken, borçlu gelecek yıla ait olduğunu iddia ediyordu. Yaşanan buna benzer hadiseler üzerine Hz. Ömer danışma kurulunu topladı. Meseleyi onlara anlattı ve bir tarih tespitinin gerekli olduğunu söyledi. Takvim başlangıcı için çeşitli teklifler geldi. Bazıları Efendimiz’in (sas) vefatının tarih başlangıcı olmasını isterken, bazıları da peygamberlik vazifesinin kendisine verildiği günün esas alınmasını teklif etti. Hicretin tarih başlangıcı olması teklifi ise Hz. Ali’den (ra) gelmişti. Seçenekler gözden geçirildikten sonra oybirliğiyle kabul edilen teklif bu oldu. Bilindiği gibi Hicret, Rebiülevvel ayında gerçekleşmişti. Ancak Araplarda önceden beri Muharrem ayı sene başı olarak kabul edildiğinden, aradaki iki aylık farklılık dikkate alınmadı. Böylece 1 Muharrem 622 tarihi hicri birinci yılın başı oldu…

AŞURE GÜNÜ ORUCU BİR YILIN KEFARETİ

‘Allah’ın ayı Muharrem’ olarak bilinen Muharrem, İlahi bereket ve ihsanın bollaştığı bir ay. Bu ay, içinde önemli bir günü de barındırıyor. Muharrem’in 10. günü aşure günü olarak biliniyor. Bu kutlu ayın diğerleri arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, aşure gününün de diğer günler içinde bereketli bir yeri var. Muharremin ilk on gününün Allah katındaki seçkin yerini ise Fecr Suresi’nin ikinci ayetinde geçen ‘On geceye yemin olsun’ ifadelerinden anlıyoruz…

Allah Resulü (sas) Aşure günü peygamberlerin oruç tuttukları bir gündür. Siz de o gün oruç tutunuz.” buyurmuştur. Aşure, Yahudilerin de oruç tuttuğu, saygı gösterdiği bir gün. Peygamberimiz (sas), Medine’ye hicret edince Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını gördü. Nedir bu diye sorduğunda, “Bu büyük, hayırlı bir gündür. Bugün, Allah’ın Musa’yı ve İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u ve adamlarını suda boğduğu, Musa’nın da buna şükür olarak oruç tutmuş olduğu bir gün. İşte biz bugün bunun için oruç tutuyoruz.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Ben Musa’ya ve onun orucunu tutmaya, sizden daha yakın, daha layığım.” buyurdu.

Peygamberimiz (sas), aşure günü oruç tutmaya hem kendisi devam etti hem de bunu Müslümanlara tavsiye etti ve “Aşure günü orucu bir yılın kefaretidir. Sağ olursam gelecek yıl dokuzuncu gününü de inşaallah oruçlu geçireceğim. Dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutup Yahudilere muhalefet ediniz.” buyurdu. Ramazan orucu farz kılınınca aşure günü oruç tutup tutmamakta Müslümanlar serbest bırakıldı. Efendimiz, “Aşure günü Allah’ın günlerinden bir gündür. O gün orucunu tutmak isteyen tutsun, bırakmak isteyen de bıraksın.” buyurdu. Muharrem, ileriki dönemde Sevgili Peygamberimiz’in (sas) ciğerparesi Hazreti Hüseyin (ra) Efendimiz’in bu ayda şehid edilmesiyle Müslümanlar için acı bir hatıranın yıldönümü de oldu.

YILI ORUÇLA TAÇLANDIRMAK NE BÜYÜK BEREKET…

Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” hadis-i şerifi, bugünlerde tutulan orucun önemini ifade ediyor. Bu hadisin açıklamasını İmam-ı Gazali şöyle yapıyor: “Muharrem ayı hicri senenin başlangıcı. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayandırmak ne güzel olur. Bereketinin devamı daha fazla ümit edilir.” Tabii bu özel günde biraz dikkat etmek gerekiyor. Zira gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam aşure gününe denk getirmemek için, Muharrem’in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye ediliyor. Ya da onuncu günün önüne ya da arkasına birer gün eklenmesi gerekiyor. Bugünde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetler de yaşatılmalı. Herkes, bugünlerin faziletini bildiren hadiseleri hatırlayarak ailesine, akraba ve komşularına ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alır. Peygamberimiz, müminin aile efradına aşure gününde her zamankinden daha çok (fazla külfete girmeden, aile bütçesini zorlamadan) ikramda bulunmasını tavsiye ediyor. Bir hadiste şöyle buyuruyor: “Her kim aşure gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.”

HİCRET” BASİT BİR GÖÇ DEĞİLDİR

Prof. Dr. Orhan Çeker (İlahiyatçı): “Hicret’in Efendimiz’in hayatında olduğu gibi, İslam ümmetinin hayatında da önemi büyük. Çünkü İslam inkılâbının bir dönüm noktası olmuştur. Hicret basit bir göç hadisesi değil, İslam’ı kurtarma taktiği ve onu daha geniş kitlelere yayma idealinden kaynaklanmıştı. Hicretle Müslümanların hayatlarının kurtulması İslamiyet’in de kurtulmasına vesile oldu. Yeni bir çevrede, yeni bir dostluk ve kardeşlik muhitinde yeni müminlerle kısa zamanda güçlenme imkânına kavuşuldu. Bu kutlu olayın takvim için başlangıç sayılması Hz. Ömer tarafından uygulandı.

 ON PEYGAMBERE ON İKRAM

Bugüne ‘aşure’ denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk gelmesi. Allah (cc) aşure gününde, on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunuyor:

  1. Allah, Hz. Musa’ya bu günde mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
  2. Cudi Dağı’nın üzerine Hz. Nuh gemisini demirledi.
  3. Balığın karnından Hz. Yunus, bu günde kurtuldu.
  4. Hz. Âdem’in tövbesi kabul edildi.
  5. Hz. İsa, aşure günü dünyaya geldi ve o gün semaya yükseldi.
  6. Kardeşlerinin attığı kuyudan Hz. Yusuf bu günde çıkarıldı.
  7. Hz. Davud’un tövbesi kabul edildi.
  8. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail doğdu.
  9. Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı gözleri kapanan Hz. Yakub görmeye başladı.
  10. Hz. Eyyûb, hastalığından o gün şifaya kavuştu.

Fatma Turan / Zaman

Zeyd Bin Harise (r.a.) Kimdir?

575 yılında doğmuştur, Peygamber efendimiz(sav)’in azadlı kölesidir,annesi Su’da binti Salebe’dir. Künyesi oğluna nisbetle “Ebû Üsâme’dir.” Yemenli’dir

Kur’ân-ı kerîmde Eshâb-ı kirâm içinde Zeyd’den (r.a.) başka hiçbir kimsenin ismi açıkça zikredilmemiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) ilk îmân edenlerdendir. Hz. Hatice, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’den sonra dördüncü, âzâd olmuş köleler içinde ise ilk müslüman olmakla şereflenmiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) çocuk yaşlarında iken annesi Su’da ile birlikte akrabalarını ziyârete gitmişti. Bu sırada başka bir kabilenin baskınına uğradılar. Zeyd’i esir aldılar. Mekke’ye panayıra getirdiler.Hz. Hatice’nin yeğeni Hâkim bin Hizam, Zeyd’i 400 dirheme satın aldı. halası Hz. Hatice’ye hediye etti. O da Peygamber efendimiz(sav)’e hediye etti. Peygamber efendimiz(sav) onu derhal âzâd ederek yanında alıkoydu. Mûte harbinde şehîd düşene kadar ona hizmet etti.

Peygamber efendimiz(sav) ‘den gördüğü güzel mu’âmeleden dolayı Resûlullah(sav)’ı, babasından ve anasından daha çok seviyor, yanından hiç ayrılmak istemiyordu.

Zeyd’in babası Hârise, kardeşi Ka’b ile birlikte yanına fazla miktarda para alarak Mekke’ye geldi. Mekke’ye varınca Peygamberimiz (sav)’in huzurlarına çıktı ve şöyle dedi:

Köleniz bulunan oğlumuzun kurtulması için ne kadar para istersen onu verelim, serbest bırak, ne olur bu dileğimizi geri çevirme!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):

Zeyd’i çağırıp kendisine durumu bildirelim. O’nu serbest bırakalım. Şayet size gelmeyi tercih ederse sizden herhangi bir para almadan onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse Allah’a yemin ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır.”

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Zeyd’i huzuruna çağırarak kendisine:

Bunları tanıyor musun?”

Evet biri babam, diğeri amcamdır.”

Ey Zeyd sen benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı gördün. Bunlar seni almaya gelmişler. O halde ya beni tercih et, yanımda kal veya onları tercih et, git.”

Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz benim hem amcam, hem de babam makamındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum” dedi.

Babası, kızarak Zeyd’e; “Yazıklar olsun sana, demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun?” dedi

Peygamber efendimiz Zeyd’in kendisine olan bu bağlılığını ve sevgisini görünce onu Kâ’be-i Muazzama’nın duvarında bulunan Hacer-i Esved taşının yanına götürüp oradakilere hitap ederek; “Şahid olunuz Zeyd benim oğlumdur. O bana vâris, ben ona vârisim” buyurdu.

Babası ve amcası bu durumu görünce memleketlerine döndüler. Eshâb-ı kirâm bundan sonra Zeyd’e, Zeyd bin Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) demeye başladılar. Bu hadîseler olduğunda henüz İslâmiyet gelmemişti.

Daha sonra Allahü -teâlânın. Ahzâb sûresinin 5 ve 40. âyetlerindeki: “Evladlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur.” “Muhammed aleyhisselâm sizden hiç bir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir” emirleri ile evlad edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yani “Hârise’nin oğlu Zeyd” (Zeyd bin Hârise) diye çağrılmaya başlandı.

Peygamber efendimiz Zeyd’i Mekke’de Ümmü Eymen’le (r.anha) evlendirdi.Bundan, Eshâbın büyüklerinden Hz. Üsâme doğdu. Daha sonra Peygamber Efendimiz(sav) Zeyd’i halasının kızı Hz. Zeyneb’le evlendirmiş, ancak, eşlerin anlaşamamaları neticesinde boşanmışlardı. Daha sonra Peygamber Efendimiz Zeyneb’le evlenmek suretiyle, Cahiliye devrinden kalma evlatlık anlayışının ortadan kaldırıldığını bizzat göstermiş ve Kur’an-Kerim’de, “… sonra Zeyd o hanımla alakasını kesince biz onu sana nikahladık -ta ki, evlatlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin müminler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah’ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.” (Ahzab 37) şeklinde ifadesini bulmuştur.,

Peygamberler, peygamberlik vazifeleri itibariyle ümmetleri için baba hükmünde olmaları, onlara babalarından daha büyük bir şefkatle ve muhabbetle bakmalarındandır. Yoksa, nesep itibariyle olan babalık değildir. Dolayısıyla peygamberlerin kendi ümmetlerinden olan hanımlarla evlenmelerinde bir sakınca yoktur.

Risale-i Nur’da Yedinci Mektup’ta bu konu izah edilmektedir. Büyük bir idareci kendine tabi olanlara büyük bir şefkat gösterdiği ve bu şekilde yaklaştığı zaman, insanlar kendisine evladından ziyade bir muhabbet ve nazarla bakmaya başlar. Bu durum zamanla baba-evlat ilişkisine benzer bir mahiyet alınca, söz konuşu kişiler arasında bir evliliğin gerçekleşmesi halk arasında kolay kolay kabul görmez. Kur’an-ı Kerim böyle bir düşünceyi ortadan kaldırmak maksadıyla; “Peygamber rahmet-i İlahiye hesabıyla size şefkat eder, pederane muamele eder. Ve risalet namına siz onun evladı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin. Ve sizlere ‘Oğlum’ dese, ahkam-ı şeriat itibariyle siz onun evladı olamazsınız.”

Peygamber efendimiz(sav), Zeyd bin Hârise (r.a.) ile Taif’ten dönerlerken yolda Tâifliler taşa tuttular. Her tarafı an kan revân içinde kaldı. Hz. Zeyd, Peygamberimiz(sav)’i atılan taşlardan korumak için, O’nun önüne, arkasına, sağına soluna geçerek siper oluyordu. Kendisi de bu suretle bir çok yerinden yaralandı.

Daha sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de, Ensârdan Gülsüm bin Hedm’in evinde misafir kaldı, Üseyd bin Hâfız’la din kardeşi oldu.

Zeyd bin Hârise (r.a.) Bedr harbinden Mûte harbine kadar Peygamber efendimizin bulunduğu bütün gazvelere katılmıştır. bir çoğunda kumandanlık ederek, şecaati, kahramanlığı ile örnek olmuştur. . Peygamber Efendimiz, Medine’de kendi yerine onu vekil bırakmakla; kendisine verdiği önemi gösterdiği gibi, idareciliğini, dirayetini tasvip ettiğini, aynı zamanda, makamlara getirilmenin ırkla, soyla değil, takva ile olacağını göstermiş oluyordu.

Hz Aişe validemiz derki; Resulullah(sav) Zeyd’i bir seriyyeye göndermişse mutlaka komutan yapmıştır eğer sağ olsaydı onu yerine halife tayin ederdi.

Bir hadîs-i şerîfte: “Bana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, Benim ve Allah’ın ihsanına mazhar olan kişidir. Bu zât Zeyd’dir.” buyurmuştur.

Resûlullah (s.a.v.) efendimiz bir gün minberde konuşma yapıyorlardı. Birden bire efendimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamış ve konuşmalarım keserek: “İşte Zeyd şehîd oldu!” buyurdular

Hz. Zeyd, 629 yılında Şam bölgesinde “Mûte”de şehîd olmuştur.

Zeyd, beyaz ve güzel idi.

Peygamberimiz(sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyurdular“Cennete baktım. Bir de gördüm ki, Cennet narlarının her biri deve derisinden yapılmış, şişirilen tulum gibi, kuşları, büyük develer gibi iri. Bunların arasındaki bir gence gözüm ilişti. “Sen kimsin?” diye sordum. O da, Zeyd bin Hârise olduğunu söyledi. Sonra baktım ki, Cennette gözlerin görmediği kulakların duymadığı, hatır ve hayâle gelmeyen şeyler vardır

Kuranı kerimde adı geçen Peygamberimiz(sav) tarafından en çok sevilmeye layık olan Zeyd bin Hârise (r.a.)gibi anılmak ve sevilmek duamız olsun Amin…

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1)Hadis Ansiklopedisi

2)Risalei-nur Külliyatı

Hz. Peygamber’e (sas) Hakaret Filmine “Anlamlı” Tepki!

Malatya Kent Konseyi Gençlik Meclisi üyeleri, Peygamber Efendimiz’e (sas) hakaret içeren filme tepki amacıyla gençlere, ‘Peygamberimizin Hayatı’ adlı kitabı dağıttı.

Gençlik Meclisi üyesi Mustafa Akyıldız, şehir merkezindeki otobüs duraklarında ve üniversite durağında dağıtılan kitaplara gençlerin büyük ilgi gösterdiğini belirtti. Hz. Peygamberin (sas) hayatını anlamanın ve anlatmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Akyıldız, Gençlik Meclisi üyelerine, bu kapsamda 2 bin 500 kitap dağıttıklarını kaydetti.

Akyıldız, “Peygamberimize (sas) hakaret içeren filme, dünya genelinde gösterilen protestolar, yine aynı şer örgütleri tarafından provoke edilerek, dünya insanlarına Müslümanların şiddet yanlısı oldukları lanse edilemeye çalışılmıştır.” dedi.

Şefkat ve merhamet timsali bir Peygamberin (sas) ümmetinin asla şiddet yanlısı olamayacağını, zalimce tavırlar içerisine giremeyeceğini vurgulayan Akyıldız, Peygamberimizi (sas) öldürmeye gelen birçok insanın İslam ile şereflendiğini, hiçbir Müslümanın zihninden çıkarmaması gerektiğini söyledi. Akyıldız, şöyle dedi:

Dünyada yapılan protestolardan ziyade, biz Müslümanlar olarak ilk önce şunu diyebilmeliydik. Biz Peygamberimize (sas) sahip çıktık mı? O’nun (sas) sünnetini yaşadık mı? Sahip çıkmak, O’nun (sas) sünnetini yaşamak ve hayatını anlamakla olurdu. Bu gün protesto yaparak sadece günü kurtarmış oluyoruz. Peygamberimiz’in (sas) sünnetini yaşatarak, çok daha hayırlı bir iş yapmış oluruz. Buna karşılık verilecek en güzel cevabın, O’nun (sas) hayatını anlatan kitapları okumak ve Peygamberimiz’in (sas) sünnetini hayatımızda uygulamak ile verilecektir.’

Peygamberimiz’in (sas) hayatını anlamak ve anlatmanın çok önemli olduğuna dikkat çeken Akyıldız, ‘Gençlik Meclisi üyelerine bu kapsamda 2 bin 500 adet kitap dağıttık. Gençlik Meclisi olarak bu imkânı tanıyan Kent Konseyi Genel Sekreteri Av. Ali Yıldırım’a teşekkür ederiz. Hakaret filmine karşı yapılacak en güzel protesto, bu kitapları okumak ve Peygamberimiz’in (sas) sünnetini yaşamaktır.” diye konuştu.

Cihan

Efendimiz’e Üstadımızın Bakışının Bir Nebzesi

Bediüzzaman’ın eserlerinde peygamberimiz, farklı perspektiflerden anlatılır. Kitap piyasasında belki yüzü aşkın Peygamberimizin hayatı isimli eser vardır. Bütün bu eserlerde kronolojik bir seyirde Peygamberimizin kutlu doğumundan ölümüne olaylar anlatılır. Bediüzzaman O’nu eserlerine yansıtırken, yine yapılmayanı yapmış, yeni bir sentez getirmiştir orta yere.

Bediüzzaman evvel emirde peygamberlik kurumunun insanın ve evrenin anlamını ortaya çıkarmakta lüzumunu, mantıki ve akli gerekçelerini anlatır. Bu isbatlar Haşir Risalesinde ve 19. Mektub’un başında verilmiştir. Orada genel anlamda peygamberlik ve özelde peygamberimizin gönderilmesinin akli gerekçelerini anlatır.

Bundan sonra onun hayatına mucizeleri gibi olağan üstü bir pencereden bakmış, mucizeler adı altında onun, arkadaşlarının, savaşlarının, mücadelesinin karakter özelliklerini verir. Eser terkibi ile mucizeler gibi görünse de Peygamberimizi anlatmada kimsenin aklının ucundan geçmediği bir kanevada Resullullah’ı (ASM) anlatmıştır. Peygamber hayatı ile ilgili eserlerde olmayan ve az olan bir şey var, bunu Üstad-ı muhteremimiz düşünmüştür. Peygamberin hayatını okurken duygulanır ve ağlarız. Ama, “Onu nasıl sevmeliyiz, ona nasıl benzemeliyiz?” konusu biraz havada kalır. Bediüzzaman olayın ana noktasını bulmuştur. Onun sünnetine uymak, bu da yine kapalı bir cümle; nasıl uymak. Bediüzzaman “Peygamberimiz nasıl sevilir?” konusunda bütün eserlerinde mesajlar verir. Onun Sözler isimli eseri Peygamberin varlığa, insana bakış açısının muhassalıdır.

YA RESULALLAH ! NEDEN BÖYLE OLDU?

Birinci Söz’de Bismillah’ı anlatır.

Peygamberimiz bir gün bir kaç kişi ile yemeğe oturur, yemeğe daha sonra bir kişi oturur, bir süre sonra yemek biter. Bu bereketin kesilmesi sahabeden birinin dikkatini çeker, o Cenab-ı Nebi’ye derki; “Ya Resullallah bu neden böyle oldu?” o ise fem-i mübarekinden söyle konuşur: “Sonradan oturan, Bismillah demediği için yemeğe şeytan da katıldı ve yemek kısa sürede bitti.

CENNET GARANTİSİ

Dördüncü Söz’de namazı anlatır:

Namaz ne kadar kıymettar ve muhim ve hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır.” Bu cümle Resulullahın namaz öğretisinin bel kemiğidir. Namaz’ını vaktinde cemaatle kılan kişiler cennet garantisini almıştır, ama vaktinde kılınmayan namazlar ve cemaatle kılınmayan namazlar için böyle bir sigorta yok. Ölürken bile son sözlerini namaz ile bitiren bir Nebi’nin namaz konusundaki tutumu Bediüzzaman’ın diğer eserlerin de anlatılmıştır.

Haşre inanmak ve öyle yaşamak

O’nun hayatının en önemli bir misyonu ve Kur’an’ın üzerine özellikle vurgu yaptığı bir konudur. Şimdi onun Haşri anlatırken takındığı tutum hasta aklı tedavidir, dolayısı ile Peygamber’in evren yorumu konusundaki sünnet fikrinin yansımasıdır. O eseri okuyan Peygamberin örgütlediği sünnete uyan kişidir. Yoksa sünnet, “Suyu nasıl içelim?“, gibi muamelata taalluk eden şeyler demek değil, asıl büyük sünnet imanın altı rüknü ile kainatı ve insanı ve Allah’ı yorumlamaktır.

ALLAH’IN DİNİ VE DAVET

Sonra sevginin ölçüsünü verir, Onuncu Söz’ün İkinci Hakikatında, kainatı bu kadar güzelliklerle yaratan Allah’ın tanınması gerekir, yaratmak tanımayı gerektirir. Sonra bu güzel kainatı ve güzel nimetleri süsleyen, insana kendini sevdirmek istiyor demektir, bu sevdirmeye verilecek cevap ibadetle sevmektir. Yani sevginin yolu peygamberin dikkat ettiği ibadeti yerine getirmekle olur. Bir zat Ona(ASM) gelir müslüman olmak istediğini söyler. Resulullah ona yapması gereken şeyleri anlatır, o da; “Efendim, ben varlıklı bir adamım, zekat veremem çok olur, sonra ben korkak bir adamım savaşa gidemem” der. Resulullah celallenir: “Be adam zekat vermeden, cihat yapmadan nasıl cennete gideceksin?” Ve yüzüne bakar, gözleri ile karşı karşıya gelen adam; “Bir anda içimdeki bütün tereddüdler gitti. Kabul ettim” der.

İşte en büyük sünnet her devrin şartlarında cihat, herkes Allah’ın dininin kendisine gelmesinde getirenlerin meşakkatini hiç düşündü mü?

SOSYAL HAYATIN İLACI VE TEDAVİSİ: SÜNNETLER

Kur’an’ın her harfi için binlerce insan öldü, o zaman biz de her gün bir veya yarım saatimizi hizmete verelim. O zaman sünneti anlarız. Risale-i Nur’a sünnetin yansımaları sünnet adı altındaki bölümler ile sınırlı değil, bütün eserler onun sünnetinin bütün vecheleridir. Onun sünneti aklın ve kalbin, toplumun marazlarına ilaçtır, bu onun ifadesinin bir başka şekilde ifadesi.

Şimdi Bediüzzaman bu akli, kalbi ve ictimai marazların hepsine çareler düşünür.

Felsefi sekamete, gençlik çılgınlıklarına, ihtiyarların umarsızlıklarına, hanımların yanlış tutumlarına daha nice bahislerde sünnetin telkinini yapar. Mirkatü’s-Sünne isimli risalesinde Resulullah’ın sünnet anlayışını çok yönlü olarak ifade eder ve sünnete uymanın ne kadar mutlak bir zorunluk olduğunu anlatır. Bu devirde sünnete uyanın yüz şehidin sevabını kazanacağını söyler. Kapı açılsa çeşitli savaşlarda ölmüş kefenli yüz ölünün odamıza girip bize; “Niye sünnete uymuyorsun, bak biz yüz şehit Allah için öldük, sen sünnete uy bizim kadar şehidin sevabını kazanacaksın” dese, biz ne deriz, ölmesek sünnete uyarız.

DÜNYA FİKİR VE DİN TARİHİ VE RİSALE-İ NUR

19. Söz Bediüzzaman’ın Peygamberimizin bütün mücadelesini, kişiliğini, olaylara bakış açısını anlatan bir büyük kitap olacak kadar büyük çekirdek fikirlerden oluşan bir eser. O kısa bölüm onun icmal gücünün dehasal bir görüntüsüdür. On Dört Reşha’nın her birini oluşturan cümlelere on örnek versen koca bir kitap olur. Sadece bir cümle alalım:

Hem o nur ile kainattaki harekat, tenevvüat, tebeddülat, tagayyürat manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer Mektubat-ı Rabbaniye birer sahife-i ayat-ı tekviniye birer meraya yı Esma-i İlahiye ve hem alem dahi bir kitab-ı hikmet-i samedaniye mertebesine çıktılar.” Bu cümle bütün Risale-i Nur’un kozmik bahislerinin özetidir. Bütün Risale-i Nur bunun açılımıdır. Dünya fikir ve din tarihinin en önemli sorunu alemdeki değişimlerin, başkalaşmaların, nevilerin ne manaya geldiği konusudur, bu bin yıllık bir kozmik bocalamadır. İşte Bediüzzaman’ın Peygamber-i Zişanımıza bakış açısına bir cümle ile baktık.

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer  / www.risaleakademi.com