Etiket arşivi: Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?

Maveranın Farklı Merdiveni; “Mirac-ı Nebevi”

Miraç, hakkında konuşulması en güç meselelerdendir. Selefin naklettiği sadece olayın tanrısal ve nebevi akışının hikayesidir. Dellalı Saltanatı İlahi Cenabı Nebi’nın Miraç denen fantastik macerasının durakları anlatılır, Kudus’e gidiş, sonra semaya uruc, sahibi Kainat ile mülakat-ı fevkal beşeri ve idraki aciz eden kudsi kavsin iki ucu gibi telakki ediş, ve kamer vari menzilden menzile bir seyyahatı acibe görülenler, seyredilenler ve eve dönüş. Giderken vakayı acibe ile neler görecek neler, gelirken neler gördü neler tavsifine muhatap olacak bir sahibi şan-ı azim, cenabı ulül azm Hazreti Seyyid ül enam, kafasında muğlak kalan esrar-ı kainatı taharriye giden çok meraklı bir zat, Burakın sırtında arkadaşı ve mihmandarı Cebrail ile birlikte uçtular uçtular, sağda solda insan gözünün görmediği farklı iklimler, semanın merdivenleri , nebiler, farklı sarayları , farklı tefrişleri , onu bekleyen yüzlerce yılın gözleri mutlu mülakatlar mülakatlar..

Bediüzzaman sözün başında bir ihtar çeker okuyucularına, hani insan birine ihtar verir, hukuki bir terimdir yerine göre, Bediüzzaman birçok bahiste konunun uzmanı kendi olduğundan bahsin önemine dikkat çeker, çekmeyi teklif eder. Esmayı sittede daha birçok bahiste. Orada Mirac’ın neden sonra gerektiğini anlatır, imanın bütün rükünlerini kabulden sonra Miraç gelir, imanın rükünlerini anlayan bir adam miracı kolay kabullenir. Sonra Büyük anlatımın esaslarını öne sürer biri Allah, diğeri peygamber, sonra melaikeler, sonra da semavat, çünkü miraç denen bu büyük tanrısal tiyatronun cereyan ettiği mekanlar ve o mekanların lazımları bunlardır. Miraç bunların arasında cereyan etmiştir. Bir ilah yüzyılların tezgahında hazırladığı bir, büyük peygamberini peygamberlik gereği olarak mülküne çağırır mülkünün dikkat çeken öğeleri, hilkatın ve miraç görütüsünün sahibi muhatabı ve seyircileri ve mekanlar zinciri semavat. Bediüzzaman anlatımda iki muhatap seçmiştir, biri şüphedeki mümin diğeri inanmış ve terketmiş mülhiddir.

Bediüzzaman tek boyutlu bakmaz olaya, bir Allah canibinden bir de peygamber canibinden bakar. Bir peygamber bir seyahata çıkmıştır,o seyahatta umumi bir seyir vardır, çünkü alemin maksadı insanın seyridir, ona iki göz verilmiştir bu alemi bütün acaibi ile seyretmek için büyük temaşagerdir o, seyirci peygamberdir, o hem kendi adına hem de ümmeti adına seyreder. Çünkü gördükleri ile hayretini teskin ettiği gibi ümmetini de tatmin etmelidir ve etmiştir, “ben miraçtan daha güzel bir şey görmedim” der. Bu seyrin cazibesinin fevkaladeliğidir. Bir külli uruç semaya oranın şartlarına göre yükselmektir, mümkün alemin bittiği noktaya sınıra son sınıra Sidret ül Müntehaya, ondan ötesi Rabbi ile iki yayın mülakatı gibi bir karabet noktasına gelir, bütün bu seyahat ve yükselmede gözü ve kulağı sanatkarı Zülcelal’in mülkünün arka planında Allah’ın esması ile inşa ettiği sanatlarını görmüştür işitmiştir.Dünyada esma insanın göz ve kulağına ve idrakine göre çizer, boyar gösterir, ama maveranın böyle bir geometrisi yok orada isimlerin cüzi değil sınırlı değil dar değil külli ihatalı tecellileri var onları görür. O onları görmek için hazırlanmıştır fizyolojisi ve manevi iklimleri ona göre şekillenmiştir. Yoksa ne göz görebilir onları ne de akıl anlayabilir, ne de idrak yanaşabilir. Onlar onun mana ve ruh ikliminin sofrasıdır, ona hastır, kurbu huzur ona hastır, bize kalan ise günah ile yastır.

Bir de sahibi kainat, miracın kurgusu kendine ait büyük organizatör bütün vakaların dramaturgu, zemin denen bu büyük tiyatroda sonsuz canlıları ve olayları bir arada tanrısal bir tiyatro gibi oynatan ve seyreden kendine has seyrini yapan bir büyük Allah .Bir kulunu bir seyahatle huzuruna davet eder, ona bir vazife verecektir, o vazife kainatın mahiyetini değiştirecek bir vazifedir, varlığa bakış açısını başkalaştıracaktır. Davet edip diyor davet eden Cebraili göndererek böyle bir seyahata çağırır, onu Mescid-i Haram’dan bütün peygamberlerin bulunduğu Mescid-i Aksaya gönderip, onlarla görüştürüp, fiilen onların dinlerini temsil ettiğini onlara gösterdikten sonra yanına çağırıp , mülkünün gizli açık her tarafında gezdirir. O seyahatinden sonra bütün kainatı alakadar eden bir emanetle geri dönecektir, kainatın rengini değiştiren bir nur ile beraberdir. Onun öncesi kainat gri, renksiz bir toz bulutu gibi manası muhtevası tayin edilmeyen bir renkte idi, o rengi mananın cuşu huruşa getiren rengi ile boyadı. Hem manası yüzyıllardır anlaşılamayan dünya ve mafihanın bütün kapalı anlamlarını açan bir anahtarla geri dönmüştür, muammayı müşkül küşa açılmıştır, onun eli ile. O emanet, o nur ve o anahtarın cihanı kaplayan , bütün kainatı içine alan , bütün canlıları kapsayan bir muhtevası vardır.

Miracın bir sırrı konuşma zorunluğudur. Öyle ya kainatın bütün sırlarını açacak biri kainatın sahibine gereklidir, insan denen kainatın maksadı olan bir canlı bu kadar büyük yaratılışına mukabil bir görev ile tavzif edilecektir, kainatın manasını değiştiren rengini değiştiren bir renk ile alemin rengini değiştiren bir peygamber, alemi yaratan ve onu kendine mukabil görevlendiren bir ilah ile konuşmalıdır. Bütün kainat onun konuşmasıdır, arıya balı öğreten bu mükalemedir, ağaca elma yapmayı öğreten bu esrarlı konuşmaktır, ya insan ile konuşmasın mı temsili konuşan ve konuştuğunu nakleden bir peygamber için konuşmak herkesten daha gerekli bir konuşmadır. Yoksa kainat denen bu büyük mektebin sahibi en büyük öğretmeni ile konuşmasa nasıl olur. Rububiyet görevini peygamberler kanalı ile yapan bir Rab, bütün kainatı yaratan bir yaratıcı ile o peygamberin konuşmaması imkansızdır.

Nasıl bir ressamın sanatı eserine , boyaları kullanmadaki mehareti resmine yansır o eser onun aynası olursa, bir Selimiye mimar Sinan’nın ruhunun yansıması bir ayna ise , insan da EzelEbed Sultanı olan Ehad ve Samed bir Zatın insanın mahiyetine yansımasıdır. Bir ressam ile eseri arasında bir mülakat vaki olduğu gibi insan da ayine mahiyeti ile kabiliyetine ve mertebelerdeki uçmasına ve yürümesine göre kendine yansıyan esma ve sıfat ile mülakata buluşmaya , sohbete gerek duyar işte miraç ayna ile sanatçı arasındaki mülakatın safahatıdır. Peygamber bütün insanlar adına bu Şemsi Ezelinin aynaya yansımasıdır. Bu sır çok harika bir örnek ile ifade edilmiştir. Ancak ve ancak Bediüzzaman’a hastır.

Miracın hakikatı, sırdan daha zahir bir görüntüdür. Tanıtmak, göstermek varlığın temel yaratılış gayelerinden biridir. Bu kainat bir sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir. Öyle ifade eder Bediüzzaman, meşher teşhir etme göstermedir, meşher teşhir edilen mekandır. Kainatın ve dünyanın tefrişi döşemesi bir gösterme mantığı ile yapılmıştır. Allah kendi sanat eserlerini teşhir etmek içingüzel yaratmış ve güzelce herşeyi yerli yerine koymuştur. Bütün sanat eserlerini en iyi anlayan dellal ki peygamberdir, o da ilahının bütün sanat eserlerini , esması ile yaptığı bütün eserlerini görmelidir.

Sanat eserlerini görmediği bir sanatkar-ı Zülcelali nasıl anlatsın, nasıl eserlerine dikkat çeksin. Varlıkların yaratılış safahatı öncesi, ve sonrası, yaratılışın daireleri, varlığın atölyeleri, tasarruf merkezleri, semanın her tabakasında gösterdiği faaliyeti bir özel kuluna gösterilmelidir. İşte bu hakikatın bir yönüdür. Cebrail bir tarif memurudur, Allah büyük kulunu bütün ilahi tecellilere ayine, hem bütün kainat tabakalarını gören, Rububiyetin saltanatının dellalı, Allah’ın rızasının tebliğ edicisi , kainatın sırlarının keşfedicisi yapmak için onu bütün mülkünde dolaştırmalıdır. Çünkü nazırlık, mübelliğlik, dellallık ancak bu görme ve düşünme ile mümkündür. Tebliğ ettiği hakikatların arka planını, görmeden nasıl onları ikna edici bir şekildeinsanlara anlatabilir. Görmediği sırlı iklimleri nasıl insanlara anlatsın. Bütün bunlar gösterme görme ve anlatma ve görevlendirme için gerekli miraç hakikatlarıdır. Bunları yapmayı şöyle harika şekilde anlatır. “Buraka bindirip, berk gibi semavatı seyrettirip, mertebeleri kat ederek, kamervari , kamer gibi menzilden menzile , yani ayın hızında dolaşmak , daireden daireye ilahi terbiyeyi temaşa ettirip, o dairelerin reisiolan peygamberler ile görüşüp, ta Kab-ı kavseyn makamına çıkarmış, kelamına ve rüyetine seyrine mazhar ayine etmiştir.” Kainat bir hükümdarın mülküdür, Peygamber bir kumandandır. Kumandanın kumandanı azamın hükümdarının mülkünü ve hükmettiği varlıkları görmesi gerekir , bir hakikat de budur.

Miracın hikmeti, yukarıdan aşağı bir görevlendirmedir. Peygamber, varlık aynalarındaki güzellikleri sanat güzelliklerini , mahlukatı kendi hedeflerine hazırlayan terbiyedeki harikalığını kendi görmek müşahade etmek ve ve kuluna müşahede ettirmek için Miracı kurgulamıştır. Ama o bir mümtaz ferddir bütün bu faaliyetleri görecek niteliklere sahiptir. Yaptığı işde bütün şuur sahiplerinin adına yapılmıştır.Allah’ın nihayetsiz cemali ve kemali vardır. Cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini sever, o kemal ve cemali mahlukatta tecelli etmektedir. Bütün masnuatında sanatlı varlıklarında kemal ve cemalini görür, bu masnuat içinde en sevimli olan insandır, bu en sevimli olan insanın en sevimlisi peygamberdir. Bu kemal ve cemalin odağı peygamberdir, bütün kemal ve cemalleri ve en cami yansıyan varlığı görmek ve göstermek için Miraç da onu yanına çağırmıştır. ”Bir sarayı alemi kendi kemalat ve cemal-i manevisini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celil-i Zülcemal , Cemil-i Zülcelal Sani-i Zülkemal’in hikmeti iktiza ediyor ki şu alem-i arzdaki zişuurlara nisbeten abes ve faidesiz olmamak için o sarayın ayetlerinin manasını birisine bildirsin

Miracın beşyüzden fazla meyvesi vardır. Bediüzzaman yalnız beş tanesini anlatır. İman hakikatlerini gözle görüp, melaikeyi, ahireti , hatta Zatı Zülcelali gözle müşahade etmek bu meyvelerden biridir. Bu bilmek ve görmekler öyle bir hazinedir ki insan için yüzyıllarca bunları bilmeyen insanlar pagan dönemlerde her gördüğü büyüklüğe tapmış şaşırmış kalmışlardır, bunların izahı insanlığı karmakarışıklıktan kurtarmış bir noktayı vahdete yöneltmiş ve rahatlatmış ve kainatı anlamlandırmıştır. Çünkü kainatın en önemli hakikatı onu manalandırmaktır. Manalandırmak yüzünden insanlık çok kötü günler yaşamıştır ve yaşamaktadır.

Kainatın bir bir yaratıcısı olduğu bilinmiştirçok zaman ama insandan ne istediği rızası nasıl elde edileceği, alemin sonunun ne olacağı, büyük temaların ahiret ve ölüm gibi çözümü gerekir bu da miraç ile ortaya çıkmıştır. Bu hayatın sonu ebedi bir saadetin definesidir, o defineyi peygamber görmüş ve anahtarı alıp insanlara getirmiştir, o anahtar dinin bütün zaruriyeti ve emirleridir.Kendini yaratan kainatı insan için donatan zatı görmek insan için gayeyi hayaldir, Miraç ile o Cenabi Nebiye müyesser olmuş, insana da müyesser olacaktır. En önemlisi insanın mahiyeti ve önemi Allah’ın ve emirlerinin muhatabı ve kul olduğu miraç ile anlaşılmıştır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Miraç Kandili İle İlgili Sorular ve Cevapları

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Miraç Gecesidir. Miraç bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın (a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur. Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:

Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)

Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:

O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)

Miraç nasıl oldu?

Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.

Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.

Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.

Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.

Süleyman Çelebi’nin dediği gibi

Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah…

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.

Hz. Musa’nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.

Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.

Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.

Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.

Bunun üzerine müşrikler:
Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler.

O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı.

Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.

Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…

Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?

Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?

Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir insan nasıl göklere çıkabilir?
Soru: “Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10-15 bin metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay’a ve Venüs’e ulaşabiliyor. Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?

Yerküremiz, yani Dünya bir yılda yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı?

Peygamberimiz sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?
Soru: “Öyleyse ise neden Miraça çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak Cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.

Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’1-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.

Peygamberimiz Miraça sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?
Soru: “Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?

Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır.

Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.

Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.

İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

Miraçın benzeri bir olay var mıdır?
Soru: “Peygamberimizin Miraça çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?

Miraçın çok örnekleri vardır:
Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.
Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.
İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.
Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.
Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar.
Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem Efendimizin bir anda Miraça çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Miraçla gelen hediyeler

Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.

İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.

Mü’minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.

Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.

Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir.

Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.

Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz eserinden faydalanılarak hazırlanmıştır.

Kaynak : Mübarek Gün ve Geceler, Nesil Yayınları