Etiket arşivi: Prof. Dr. Mehmet Görmez

FETÖ üzerinden Said Nursi’ye Bakmak Fitnedir

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son zamanlarda FETÖ üzerinden Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi’ye saldırmaya çalışanlara cevap verdi. Nurculuğun 1980’li yıllardan itibaren FETÖ’yü dışına attığına dikkat çeken Görmez, FETÖ üzerinden Said Nursi ve Risale-i Nur’u değerlendirmenin son derece yanlış olduğunu söyledi.

NTV’de Oğuz Haksever’in sorularını cevaplayan Görmez, “fitne”ye dikkat çekti. Cemaat ve tarikatların realite olduğunu vurgulayan Görmez, FETÖ bahanesiyle bu yapılan eleştirilerin doğru olmadığını söyledi.

Görmez’in sözleri şöyle:

BÜTÜN CEMAATLERİ AYNI KATEGORİYE SOKMAK DOĞRU DEĞİLDİR

“Benim en büyük korkum, bu sürecin bir fitneye dönüşmesi. Fitne kelimesi dinin insanları ikaz etmek için kullandığı çok önemli bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim “Fitne adam öldürmekten daha beterdir, daha şiddetlidir” diyor.

Çeşitli fitneler dolaşabilir o fitnelerden bir tanesi de bu ihanet üzerinden birtakım bütün yapıları aynı kategoriye sokarak suçlamak. Dünyaya İslam’ın mesajı geldiği andan itibaren Hz. Peygambere (asm) mensubiyeti ifade eden bir ümmet kavramı vardır ve o ümmetin vahdet içinde olması istenmiştir. Bu vahdeti parçalamayacak İslam’ın temel referanslarına sadık yapılara biz cemaat diyoruz. Aslında daha çok tarikat deniyordu. Bu tarikatlar tasavvuftan neşet etmişlerdi. Tasavvufi yapılardı. İslam tarihi içinde hep bir realite olmuştur. Doğruları olmuştur, yanlışları olmuştur.

FETÖ dediğimiz bir ihaneti konuşurken o ihanet üzerinden nice masum yapıları içerisinde barındıran bütün din hizmetine, din eğitimine katkıda bulunan bütün cemaatleri aynı kategoriye sokmak doğru değildir. Türkiye’de cemaatlerin büyük bir kısmı. Her birinin tarihi bir geçmişi, geneleği vardır.

Siz İsmailağa dergahı, Nakşi dergahı dediğinizde bir kaç asır geriye gidebilirsiniz. Cumhuriyetin ilk yıllarındada tekkeler, dergahlar, bunlar yasaklandıktan sonra her biri farklı bir şekle bürünmek istedi. Din eğitimin olmadığı zor zamanlarda topluma yönelik çok hizmetleri olanlar oldu. Buradan bakarak tamamını aynı kategoriye sokmak doğru değil. Özeleştiriye onların ihtiyacı yok mu? Evet ihtiyacı var.  Aynı hataya düşmemeleri için her birisinin özeleştiri yapması gerekiyor.

CEMAAT VE TARİKATLAR İÇİN CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA İKİ YANLIŞ YOL KONUŞULDU

Cumhuriyet tarihi boyunca iki yol konuşuldu. Bütün cemaatlerden kurtulmanın yolu olarak iki yol zaman zaman önerildi. ‘Ya yasaklamak’, hiçbir zaman çare olmamıştır. Çare olmaz, doğru da değildir. Biri de “Devletleştirmek, hepsini Diyanet’e bağlayalım, hepsini kontrol altına alalım.”

Bu da doğru olmaz. Doğru olan İslam’ın ana yolundan sapmamaları için yanlış yola sapmamaları için şeffaf olmaları, liyakat ve sadakat esaslarına bağlı kalmalarını sağlayacak bir mekanizmanın oluşması ve belki de en önemlisi de bütün bunlarla beraber kendi iç disiplinlerini kurmalarını sağlamak. Yani birisi yanlış bir şey İslam’a aykırı bir şey söylediği zaman aldatanla, aldatmayan tefrik edilmeli. Güvenliğimizi tehlikeye sokacak bir davranış içerisine girmemeli. Cemaatin liderinin söyledikleri vahiy yerine konmamalı, ona bir kutsiyet atfedilmemeli. Kendisiden olmayanı dalalete görmemeli, tekfir etmemeli, tevsik etmemeli, tadlil etmemeli.  Aldığı bir kuruş zekati bile nereye harcadığını görmeliyiz.

FETÖ ÜZERİNDEN NURCULUĞU, RİSALE-İ NUR’U VE SAİD NURSİ’Yİ OKUMAK FİTNEDİR

FETÖ denilen bu yapı bir cemaatin içinden çıktığı iddia ediliyor. O da Nurculuk yahut Risale-i Nur Külliyatı denilen bir yapı içerisinden, grup içerisinde. Ve aynı şekilde bu dönemde ortaya çıkan fitnelerden bir tanesi de yine bu yapı üzerinden topyekün Nurculuğu okumak, hatta buradan Said Nursi ve onun bütün eserlerini aynı kategoriye sokarak değerlendirmenin de ben açıkça yanlış olduğunu ifade etmek isterim.

RİSALE-İ NUR ALLAH’I ANLATMAK KONUSUNDA SON DERECE BAŞARILIDIR

Çünkü (Risale-i Nur) materyalizmin bilhassa ateizmin, “Allah yok” düşüncesinin egemen olduğu zamanlarda, bu topraklarda, kainatın ayetleri üzerinden, kevni ayetler üzerinden bu toprakların çocuklarına ve bu dünyanın insanlarına Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmak konussunda son derece başarılı bir projedir.

NURCULUK CEMAATİ 1980’DE FETÖ’YÜ DIŞINA ATTI

Burada hatalı olan şahıslara ve eserlere kutsiyet atfetmektir. Bu doğru değildir. Kaldıki zaten hiç kimse de bunu yapmaz. Kutsiyeti sadece Allah verir. Kendisi bizatihi, “baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez” sözü Bediüzzaman Said Nursi’ye aitttir. FETÖ üzerinden bütün cemaatleri aynı kategoriye sokmak ve değerlendirmek yanlıştır. Ama orada yapılması gerekenler vardır.

FETÖ üzerinden bu topraklardan çıkan özgün eserleri, Risale-i Nur’u kaldı ki Nurculuk cemaati de 80’li yıllardan itibaren FETÖ’yü dışına atmış bir yapıdır. Eserlere, eserin naşrini bir kutsiyet atfetmek yanlış olur. Ama FETÖ üzerinden okumak ve ötekileştirmek de doğru değildir. Bunu da açıkça ifade etmek isterim.

Kaynak : Risale Ajans

Diyanet, Darbe Girişimini Kınadı

Kırk yıldır bu topraklarda din görüntüsü altında fitne fesat ve husumet tohumlarını ekenler, bilsinler ki milletimize çok büyük zarar vermiştir.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, “Dün gece, kırk yıldır bu topraklarda din görüntüsü altında fitne, fesat ve husumet tohumlarını ekenler, bilsinler ki milletimize çok büyük zarar vermiştir. Aklını, izanını, ruhunu başkalarının emrine veren bu paralel yapı, en büyük ihaneti de bir kez daha yüce dinimize, hak, adalet ve merhamet dini olan yüce İslam’a vermiştir.” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaptığı açıklamada, darbe girişimini kınadı.

Konuşmasına besmeleyle başlayan Başkan Görmez, “Aziz milletimizin her ferdine geçmiş olsun diyorum. Dün gece hayatını kaybeden bütün vatan evlatlarına, bütün masum şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralı evlatlarımıza acil şifalar diliyorum.” diye konuştu.

“Dün gece kırk yıldır bu topraklarda din görüntüsü altında fitne, fesat ve husumet tohumlarını ekenler, bilsinler ki milletimize çok büyük zarar vermiştir. Aklını, izanını, ruhunu başkalarının emrine veren bu paralel yapı, en büyük ihaneti de bir kez daha yüce dinimize, hak, adalet ve merhamet dini olan yüce İslam’a vermiştir. Bugün millet olarak hepimiz için birlik günüdür, gün dayanışma günüdür.” değerlendirmesinde bulunan Başkan Görmez, şunları kaydetti:

“Ezanları susturan darbelerden, darbeleri susturan sala seslerini bize lütfettiği için Allah’a hamd ediyorum.”

“Gün milletçe kenetlenme günüdür, gün yaşadığımız kabusu tarihin mezarlığına gömerek kardeşliğimizi ve istikbalimizi birlikte yeniden inşa etme günüdür. Dün gece, fecrin doğuşuna kadar semalarımızdan sala seslerini eksik etmeyen bütün diyanet camiamıza, bütün din gönüllülerine en kalbi teşekkürlerimi arz ediyorum. Ezanları susturan darbelerden, darbeleri susturan sala seslerini bize lütfettiği için Allah’a hamd ediyorum. Dün gece, milletimizin kalbine yönelmiş tank namlularından, evlerimizin üzerinden geçen F-16 uçaklarının seslerinden rahatsız olmayıp, bağımsızlığımızın simgeleri olan minarelerimizden yükselen o güzel sala seslerinden rahatsız olan bir tek kardeşimin çıkacağını düşünmüyorum.

Herkes bilsin ki bizim vazifemiz, sadece namaz kıldırmak değildir. Bizim vazifemiz, aynı zamanda tarih boyunca mazlumların umudu olmuş aziz milletimizin maneviyatını ayakta tutmaktır. İstiklal ve bağımsızlığımız için çaba göstermek, iman vazifemizdir.”

“Geçmiş olsun dileklerini ilettiler.”

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, dün gece göz yaşlarıyla Türkiye’yi izleyen mazlum milletler olduğunu ve o milletlerin Diyanet İşleri ve Din İşleri Başkanlarının kendisini arayıp, Türk milletine geçmiş olsun dileklerini ilettiğini belirtti.

Başkan Görmez, “Allah milletimize zeval vermesin, Allah milletimizi, ülkemizi ve bütün insanlığı her türlü kötülükten muhafaza etsin. Sözlerimi yüce Rabbim’in bir ayeti ile bitirmek istiyorum. Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer inanıyorsanız, siz en yücesiniz. Allah’a emanet olunuz.” diye konuştu.

Mehmet Görmez’den Risale-i Nur Takdim Yazısı

Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük gayelerinden biri daha gerçekleşiyor. Risale-i Nur Külliyatından üç eser daha Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında neşredildi. Daha önce yayınlanan İşaratü’l-İ’caz’dan sonra, bu defa Mesnevi-i Nuriye ile İhlas ve Uhuvvet Risaleleri de Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasına girdi.
S Prof. Dr. Mehmet Görmez, Başkanlık yayınları arasında neşredilen Risale-i Nur’lara yazdığı takdim yazısında, Bediüzzaman’ı “milletimizin yetiştirdiği büyük alim ve mütefekkir” olarak niteledi ve onun, Kur’an ayetlerini etkileyici bir dil ve üslub ile çağımızın idrakine sunduğunu söyledi.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez’in takdim yazısı aynen şöyle: 

Bismillahirrahmanirrahim

Bediüzzaman Said Nursi milletimizin yetiştirdiği büyük alim ve mütefekkirlerdendir. O hayatını bu çağın insanlarına iman hakikatlerini anlatmaya adamıştır. Bediüzzaman’ın en büyük arzusu ve hayali, yüz yılın başında 60-70 cilt olarak tasarladığı büyük bir Kur’an tefsiri kaleme almaktır. Tefsirin mukaddimesi olarak da Muhakemat adlı eserini kaleme almıştır.

Birinci Dünya Savaşında bu tefsirin birinci cildi olan İşaratü’l-İ’caz’ı cephede yazmıştır. Ancak 1915-1918 yılları arasında, Bolşevik ihtilalinin hemen öncesinde uzun bir zaman Rusya’da esir kalmış ve bu esareti sırasında pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyanların Müslümanlar ile Hristiyanların inanç dünyaları üzerinde meydana getirdiği sarsılmaları bizzat müşahede ettiğinden bu fikrinden vazgeçmiştir. Bunun yerine Kur’an-ı Kerim’den hareketle özellikle bu günün inanç problemlerini kaleme almayı tercih etmiştir.

O eserlerinde iman hakikatleri, ahlak-ı İslamiye, ibadetlerin hikmetleri, İslam birliği, İslam’ın mebde’ ve mead anlayışı, insanın varoluş gayesi, mevcudatın yaratılış hikmetleri, esma-i hüsnanın mevcudattaki tecellileri, mikro kozmos olan insan ile makro kozmos olan kainat arasındaki rabıtalar, iman hakikatlerinin günümüz gençliğine anlatılması, ihlas, uhuvvet, iktisad, kanaat, şükür, gençlik, hastalık ve ihtiyarlık gibi temel konular üzerinde durarak Kur’an ayetlerini etkileyici bir dil ve üslub ile çağımızın idrakine sunmayı tercih etmiştir.

Ancak onun kaleme aldığı bu eserler, te’lifleriyle eş zamanlı olarak takibata uğramış, kendisi ve talebeleri defaatle sürgünlere, mahkemelere ve hapislere ma’ruz bırakılmıştır. 2 7 Mayıs ihtilaline kadar onlarca, 1980`li yılların sonlanna kadar da yüzlerce kere mahkemede eserler yargılanmış ve bu yargılamaların tamamı beraatia neticelenmiştir. Söz konusu mahkeme her defasında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan bilirkişi raporu istemistir.

Din İşleri Yüksek Kurulu da her defasında bu eserlerin Kur`an-ı Kerim`in bir tefsiri mahiyetinde iman hakikatlerini ele alan eserler olduğunu, herhangi bir menfi düşüncenin bu eserlerde yer almadığını açıkça belirtmiştir. Buna rağmen Bediüzzaman ve eserleri üzerinde ortaya konan menfi mülahazalar sonraki dönemlerde de uzun süre devam etmiştir. Kendisi maruz kaldığı tüm bu sıkıntı ve tazyiklere rağmen eserlerini yazmayı ve neşretmeyi hayati bir vazife addetmiştir.

1947 yılında Diyanet İşleri Başkanı Merhum Ahmed Hamdi Akseki, Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye yıllarından beri tanıyıp dostu olduğu ve devrin uleması arasındaki yüksek mevkiini takdir ettiği Bediüzamandan ısrarla bir takım Risale-i Nur Külliyatı istemiştir. Ancak o günlerde Külliyat’ın elyazması ve bazı nüshalannın teksir olması münasebetiyle tashih gerektiği ve 1948-1950 yılları arasında Bediüzzaman’ın Afyonda hapiste bulunmasından dolayı ancak 1950 yılında bir takımı Din İşleri Yüksek Kurulu’na verilmek üzere, iki takım halinde gönderebilmiştir. Merhum Ahmed Hamdi Akseki eserlerin bir kısmını neşretmeyi arzulamasına rağmen buna ömrü yetmemiştir.
1960 ihtilalinden sonra Bediüzzaman ve eserleri ile ilgili mahkemelerin ve ta’kibatın şiddeti daha da artmıştır. Bütün bu süreçlerde mahkemeler Risale-i Nurlar hakkında Diyanet İşleri Başkanlığından ve Din İşleri Yüksek Kurulundan mütalaalar istemeye devam etmiştir. Bu mahkemelerin isteklerinin tamamında Din İşleri Yüksek Kurulu müsbet mütalaa vermiştir. Nitekim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 13.05.1955 tarihli mütalaası şöyledir:
İlişik eserler teker teker gözden geçirildikte: Münderecatları itibariyle Kur’an-ı Kerimden alınmış duaları ve ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin şerhlerini ve ayat-ı celilede mündemic olan hakaik-i diniyenin izahlarını ve ibadetin esrar ve hikmetleriyle faziletlerini ve Ramazan orucunun fazilet ve hikmetlerini ve Cenab-ı Hakka yaptığı münacatı ve kendisinin Tarihçe-i Hayatını ve Müslümanlığa ait vaki sorulara fenni ve felsefi ve iknai cevabları muhtevi olduğu; ve 1326 senesinde Cami-i Emevi’de irad eylediği Hutbe-i Şamiye’de, İslamlara lazım olan ittihad ve şecaat ve hamasetten ve dine hizmetin ve iman kuvvetinin maddi ve manevi faidelerinden bahis bulunduğu anlaşılmış; ve muhtevasında dini ve idari mahzurlu bir ifadeye tesadüf edilmemiş olduğunun bildirilmesi uygun olacağı mütalaasiyle Yüksek Reisliğe arzına karar verildi.”
Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihinin en zor dönemlerinden birini 1960-1966 yılları arasında geçirmiştir. Bu dönemde 6 Başkan değiştirmiş ve Din İşleri Yüksek Kurulu bu eserler hakkında menfi raporlar vermeye zorlanmıştır. Dini ve ahlaki temelde bu talebler reddedilerek eserler hakkında herhangi bir menfi rapor verilmemiştir.
Binaenaleyh Diyanet İşleri Başkanlığımız Türkiye’den ve dünyadan pek çok alim ve mütefekkirin eserlerini yayınladığı halde Bediüzzaman Said Nursi’nin herhangi bir eserini son dönemlere kadar yayınlamamıştır. İlk defa 20 Ocak 2014’de Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim’in tefsirinin ilk cildi olarak yazılan İşaratu’l-İ’caz’ı orijinal metni ve tercümesi ile birlikte neşretmiştir. Eserin yayınlanması milletimizin her kesiminden büyük bir teveccühle karşılanmıştır.

2014 yılının Kasım ayının sonlarına kadar uzun bir süre bazı hukuki gerekçelerle bu eserlere bandrol verilememesi sebebiyle eserler yayınlanamaz hale gelmiş, 26.11.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Devlet bu eserleri koruma altına almıştır. Bakanlar Kurulu’nun 2014/7007 sayılı kararı ile de eserleri yayınlama hakkı ve eserleri neşredecek yayınevlerine eserlerin aslına uygun metnini verme görev ve yetkisi Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir.

Esasen Bakanlar Kurulu Kararı hazırlanırken öncelikle eserlerin neşir yetkisinin yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesine verilmesi gündeme gelmiş ancak Diyanet İşleri Başkanlığı bu eserlerin neşrinin tamamen kendi tekelinde olmasının uygun olmayacağı yönünde kanaat belirterek eserleri aslına uygun şekilde yayınlamak isteyen tüm yayınevlerine yayın iznini verecek şekilde bu Kararın düzenlenmesini sağlamıştır.

Böylece eserlerin sadece Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vain Yayınları arasında değil ayrıca aslına uygun olarak yayınlama şartını kabul eden tüm yayınevleri tarafından yayınlanmasının yolu açılmıştır. Bu çerçevede şimdiye kadar müracaat eden yirmi kadar yayınevi bu izni almıştır ve müracaat edecek diğer yayınevlerine de gerekli izin verilecektir.

Gerek bu eserleri okurken gerekse de Kur’an-ı Kerim dışındaki bütün kitabları okurken Bediüzzaman Said Nursi’nin şu ihtarı daima göz önünde bulundurmalıdır.

“Aziz kardeşlerim! Üstadınız layuhti değil. Onu hatasız zannetmele hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla hazineyi kıymetten düşürtmez.” “Baki bir hakikat, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye ma’ruz ve mübtela şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır”demek suretiyle aciz, fani, hatalı gördüğü kendi şahsiyetinden ziyade nazarlan yazdığı eserlerine tevcih etmiştir.

İlk dönem büyük alimlerinden İmam-ı Şafii ve İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin de kendi düşünceleri için söylediklerini Bediüzzaman da kendi eserleri için şu şekilde ifade etmektedir:
“Siz mihenge vurmadan almayınız. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan edip tamamını kabul etmeyiniz. … Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”Şübhesiz burada Üstadın sözünü ettiği mihenk Allah’ın kelamı ve sünnetten başkası değildir.
Her biri kıymeti haiz olan ve kültür mirasımızın güzide örneklerinden sayılan Bediüzzaman Said Nursi’nin bu eserlerinin okuyucu ile buluşturulması, bilgi, fikir ve kültür hayatımıza önemli katkılar sunacaktır. Bu vesileyle eserlerin yayına hazırlanması süreçlerinde emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Diyanet İşleri Başkanı
Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
 Risale Ajans

30. İl Müftüleri Toplantısı ve 7. Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanları Toplantısı Sona Erdi

Edirne’de üç gün süren İl Müftüleri İstişare Toplantısı ve 7. Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanları Toplantısı sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi. Balkan ülkelerinin Diyanet İşleri Başkanlarının, 81 İl Müftüsünün ve Diyanet İşleri Başkanlığının üst yönetiminin katıldığı değerlendirme oturumunun ardından Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in kamuoyu ile paylaştığı 18 maddelik ortak sonuç bildirgesinde şu ifadelere yer verildi;

Açılış programının ardından “V. Din Şûrası Kararlarının Değerlendirilmesi”, “Göç, İltica ve Din Hizmetleri”, “4-6 Yaş Grubu Kur’an Kursu Hizmetleri”, “Personel İstihdamında Yerindelik ve Yeterlik”, “TDV Şube Yapılanmaları ve Öğrenci Yurtları Çalışmaları” konularının üç gün süreyle çalıştaylar halinde müzakere edildiği istişare toplantısı sonunda ortaya çıkan sonuçlar ve alınan kararların kamuoyu ile paylaşılması uygun görülmüştür.

Kim hangi gerekçeyle yaparsa yapsın şiddet, vahşet ve ölümle sonuçlanan eylemlerin İslâm’a mal edilmesi asla kabul edilemez…

30. İl Müftüleri İstişare Toplantısının hazırlıklarının yapıldığı sırada, Fransa’da dünya kamuoyunu sarsan, önce 12 kişinin ve daha sonra da 6 kişinin ölümüne neden olan hiçbir şekilde kabul edilemez bir terör saldırısı meydana gelmiştir. Avrupa’da yaşayan Müslüman varlığını da yakından etkileyecek olan bu saldırı şiddetle telin edilmiştir. Kim hangi gerekçeyle yaparsa yapsın şiddet, vahşet ve ölümle sonuçlanan bu tarz eylemlerin İslâm’a mal edilmesi asla kabul edilemez.

Bütün dünyanın, fasılasız ölümlerin yaşandığı coğrafyaların trajedilerini aynı hassasiyetle karşılaması bir insanlık vazifesidir…

Uzun süredir saldırıların, ölümlerin ve vahşetlerin yaşandığı dünyanın pek çok bölgesinde nice masum insanların katledildiği bilinmektedir. Nitekim aynı günde Pakistan’da, Nijerya’da, Irak’ta ve Suriye’de yüzlerce insanın katledildiği olaylar gerçekleşmiştir. Bütün dünyanın, fasılasız ölümlerin yaşandığı bu coğrafyaların trajedilerini aynı hassasiyetle karşılaması bir insanlık vazifesidir. Ölenlerin coğrafyasının, ırkının, dininin ve mezhebinin farklı oluşuna göre tepki verilmesi, tüm insanlığın vicdanını yaralamaktadır. Ölümler arasında çifte standart oluşturmak; bölgesine, rengine, ırkına, dinine ve mezhebine göre ölümleri tasnif etmek ve ortaya çıkan sonuçları istatistiklerin konusu yapmakla yetinmek hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu vesileyle bugüne kadar, her türlü insani değerden yoksun olarak üretilen ve kirli amaçlar için seferber edilen silahların sebep olduğu mazlumiyet, mağduriyet ve katliamların acısının ayrım gözetmeksizin insanlık ailesinin bütün fertleri tarafından hissedildiği bir dünya özlemi yüksek bir hissiyatla ifade edilmiştir.

İslamofobinin bir endüstriye dönüşerek yaygınlaşması, dünyanın her tarafında Müslüman varlığına karşı bir tehdit oluşturmaktadır…

İslamofobinin bir endüstriye dönüşerek yaygınlaşması, başta Avrupa’da yaşayan Müslümanlar olmak üzere dünyanın her tarafında Müslüman varlığına karşı bir tehdit oluşturmaktadır. İslamofobik eylemler, barış içerisinde birlikte yaşama kültürüne zarar verip güvenliği ortadan kaldıracak boyutlara ulaşmadan, ilgili ülkeler tarafından gerekli tedbirler alınmalı, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme ve ayrımcılıktan uzak durulmalıdır. Bu arada din görevlilerimizin İslamofobi ve bunu körükleyen yanlış dini anlayışlar konusunda bilinçlendirilmesi amacıyla çok yönlü çalışmalar yapılmalıdır.

Kutsal değerleri aşağılamak, küçümsemek, istismar etmek, onlara hakaret ve tecavüz etmek, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez…

Dinin kutsal kabul ettiği değerler, inansın ya da inanmasın herkes tarafından saygı duyulması gereken hususlardır. Kutsal değerleri aşağılamak, küçümsemek, istismar etmek, onlara hakaret ve tecavüz etmek, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Müslümanlar, Kur’an’ın evrensel mesajları ve Hz. Peygamberin çağlar üstü örneklik ve rehberliğini esas alarak bunları yapanlardan yüz çevirmeli; tepkilerini İslâm’ın rahmet mesajları çerçevesinde ve makul düzeyde göstermelidir. Tahrikler meşru gösterilerek şiddet ve ölümle sonuçlanan tepki ve eylemler, hiçbir şekilde İslam açısından kabul edilemez.

İslâm dünyasında herhangi bir dinin mabedine saldırmak nasıl kabul edilemez ise Avrupa’da da herhangi bir camiye saldırmak aynı şekilde kabul edilemez…

Bilhassa son yıllarda Kıta Avrupası’nda camilere yönelik pek çok yakma ve kundaklama girişimleri olmuş, mabetlerimize ırkçı söylemler içeren yazılar yazılarak kesilmiş domuz kafaları bırakılmış, hakaret, tahkir ve tezyiflerle İslâm’ın mukaddesatı aşağılanmış, Müslümanlara yönelik kin, öfke ve nefret suçlarında kayda değer bir artış gözlenmiştir. Çağdaş dünya vakit kaybetmeden bu tür suçları önlemeye yönelik gerekli adımları atmalı, mabet masumiyeti çerçevesinde camilerin güvenliğini sağlamalıdır. İslâm dünyasında herhangi bir dinin mabedine saldırmak nasıl kabul edilemez bir eylem ise Avrupa’da da herhangi bir camiye saldırmak aynı şekilde kabul edilemez bir eylem olarak görülmelidir.

İslâm’ı terör ve şiddetle özdeşleştirmek rahmet dini İslâm’a yapılabilecek en büyük haksızlıktır…

İslâm, rahmet, merhamet ve şefkat dinidir. İslâm’ın amacı, insanı hem bu dünyada hem de ahirette mutlu etmektir. Bütün insanların barış, huzur ve esenlik içerisinde yaşadığı bir dünyayı var etmek İslâm’ın en büyük gayesidir. İslâm’ı terör ve şiddetle özdeşleştirmek rahmet dini İslâm’a yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın defalarca kanıtladığı gibi tüm insanlık şunu iyi bilmelidir ki, Allah’a ve O’nun Sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile gönderdiği Kitab’a tam bir teslimiyetle bağlı olan müminler, hiçbir topluluk için tehdit, korku, düşmanlık ve şiddet unsuru değildir.

İslami kavramların kolayca ve sınır tanımaz bir şekilde fütursuzca kullanıldığı bazı temsillerin, günümüzde, en çok da Müslümanlara zarar verdiği muhakkaktır…

Gerek çağımızdaki pozitivist eğitim anlayışı, gerekse modern zamanlarda gelişen kimi ideolojilerden etkilenme hali sömürgelerin, istilaların, işgallerin ve istibdatların oluşturduğu zeminlerde şekillenen Müslüman tasavvurunda farklı tezahürlerin ve yaralı bilinçlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İslami kavramların kolayca ve sınır tanımaz bir şekilde fütursuzca kullanıldığı bu temsillerin, günümüzde, en çok da Müslümanlara zarar verdiği muhakkaktır. Başta ilim adamları olmak üzere İslâm dünyasındaki dini kurumların, dini-sosyal teşekküllerin ve her bir Müslümanın, İslam’ın hak ve adalet anlayışı ile Rahmet Peygamberinin (sav) emsalsiz üstün ahlaki vasıflarını herkesin anlayabileceği hikmetli bir dil ve üslupla özellikle gençlere ve toplumun tüm kesimlerine tanıtmaları konusundaki gecikmişliğimiz artık hiçbir mazeret kabul etmemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Balkan Ülkelerindeki dini kurumlar bu konularda işbirliğinin gerekliliğini vurgulamışlardır.

Balkanlarda ve Avrupa’da din eğitimi kurumları ile Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili kurum ve kuruluşlarla temas kurması gerekli görülmüştür…

Balkanlarda ve Avrupa’da din eğitimi kurumları ile ülkemizde orta ve yüksek düzeyde din eğitimi müesseselerinin öğrenci değişimi, öğretim elemanı desteği, müfredat ve eğitim materyalleri hazırlanması, kütüphane ve dökümantasyon hizmetleri vb. konularda işbirliği ve tecrübe paylaşımının gerçekleştirilmesi maksadıyla, Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili kurum ve kuruluşlarla temas kurması gerekli görülmüştür.

Balkanların dini ve kültürel unsurları arasında yer alan Bektaşi Müslümanlara maruz kaldıkları kültürel erozyon karşısında destek sunulması gerekli görülmüştür…

Balkan coğrafyasının en önemli dini ve kültürel unsurları arasında yer alan Bektaşi Müslümanlar ve irfan geleneğimizin kadim temsilcileri yaşadıkları coğrafyada İslam’ın sınırlarının zorlandığı mahallerde ciddi bir kimlik ve kültür kuşatması altındadır. Onların sorunlarıyla yakından ilgilenmek, ihtiyaç duydukları konularda ve özellikle sık sık maruz kaldıkları kültürel erozyon karşısında İslam kardeşliğinin bir gereği olarak kendilerine destek sunulmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur.

Roman vatandaşlarımıza yönelik müftülüklerimizin çalışmalarını yoğunlaştırmalarının yerinde olacağı dile getirilmiştir…

Roman Müslümanlar sık sık ayrımcılığa uğrayan kimlikleriyle, tahrip edilen kültürleriyle “ümmetin yetimleri” mesabesinde kendilerini yalnızlaştırılmış hissetmektedir. Roman Müslüman kardeşlerimizin gerek Türkiye’de gerekse Balkan dünyasındaki akıbetleri hakkında sorumluluk bilinciyle hareket edilerek müftülüklerimizin, Roman vatandaşlarımıza yönelik çalışmalarını yoğunlaştırmalarının yerinde olacağı dile getirilmiştir.

Kardeşlik hukukunun gereği olarak Suriyeli kardeşlerimizin ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda daha fazla gayret gösterme gerekli görülmüştür…

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde bölgemizde meydana gelen iç savaşlar nedeniyle devlet ve milletimizin yüksek sorumlulukları çerçevesinde ülkemize göç etmek zorunda kalan muhacir kardeşlerimizin fiili durumlarının daha da iyileştirilmesi konusunda müftülüklerimize düşen görev ve sorumluluklar artmıştır. El birliği ve dayanışma içerisinde Suriyeli kardeşlerimizin ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda kardeşlik hukukunun gereği olarak daha fazla gayret gösterme zarureti ortaya çıkmış ve bu gereklilikler çeşitlenmiştir.

2015 yılı Kutlu Doğum Haftasının teması “Hz. Peygamber, Birlikte Yaşama Ahlâkı ve Hukuku” olarak belirlenmiştir…

Dil, din, mezhep ve coğrafya ayrımı yapmaksızın tüm dünyada hiç kimseyi ötekileştirmeden bir arada birlikte yaşamak, toplumların barışı için giderek önem kazanmaktadır. Bu itibarla 2015 yılı Kutlu Doğum Haftasının teması “Hz. Peygamber, Birlikte Yaşama Ahlâkı ve Hukuku” olarak belirlenmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığının Camiler Haftası, Kutlu Doğum ve Ramazan temaları bütün yılları kuşatacak şekilde programlandırılması gerekli görülmüştür…

Diyanet İşleri Başkanlığının Camiler Haftası, Kutlu Doğum ve Ramazanlarda gündeme getirdiği “Hz. Peygamber ve Merhamet Eğitimi”, “Hz. Peygamber, Kardeşlik Ahlakı ve Hukuku”, “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru”, “Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet”, “Cami ve Çocuk Buluşması”, “Engelsiz Cami Engelsiz İbadet”, “Cami, Kadın ve Aile”, “Cami ve Gençlik”, “Ramazan ve Komşuluk Medeniyeti”, “Müminin Sevgi ve Barış Dokunuşu: Selam”, “Helal Lokma, Helal Kazanç”, “Hiç Kimse Kimsesiz Kalmasın” başlıkları altında farkındalık oluşturmaya yönelik temaların, sadece bu haftalara münhasır kılınmaması, söz konusu tema ve kampanyaların bütün yılları kuşatacak şekilde programlandırılması hizmetlerin kalıcılığı açısından önem arz etmektedir.

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığının kurul kararları dışında kalanlar, kurumsal olarak Diyanet İşleri Başkanlığının görüşlerini yansıtmaz…

Dini konularda Diyanet İşleri Başkanlığını kurumsal olarak bağlayıcı kılan husus, bir süreç dâhilinde Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığının mekanizmalarından geçerek Kurul kararı haline gelen görüşlerdir. Bunun dışında kalanlar, kurumsal olarak Diyanet İşleri Başkanlığının görüşlerini yansıtmaz. Hal böyleyken son zamanlarda bazı medya mensuplarının kendilerini fetva soran kişi konumuna koyarak müftülüklere sorular yöneltmesi ve aldığı cevapları Diyanet İşleri Başkanlığının topluma takdim ettiği bir kararı ve görüşüymüş gibi sunması asla kabul edilemez. Bazı konularda münferit sorulara verilen cevapların ise çarpıtılarak basında yer bulması ve bu yolla Diyanet İşleri Başkanlığının itibarsızlaştırılmaya çalışılması her şeyden önce gayr-i ahlâkidir. Bilinmelidir ki İslâm geleneğinde kişiye özel verilen fetvalar, umumileştirelemez. Alo 190 Fetva Hattı ile verilen fetvalar, tamamen fetva isteyen kişiyle ona fetva veren görevlinin arasında geçen ve sonuçta fetva isteyeni bağlayan bir husustur. Bazı medya kuruluşları tarafından bu tür fetvaların bütün bir topluma Başkanlığın görüşü olarak takdim edilmesi, hatta bazı gazetecilerin de bunları köşelerine taşıması kabul edilebilir değildir.

Hiçbir durum ya da kurum, İslami hakikatlerin yalın ve doğru bir şekilde anlatılmasına engel teşkil edemez…

İslâm, güzel ahlâktır. O halde ahlaktan yoksun bir dindarlık anlayışı düşünülemez. Öte yandan İslami ahlakın en belirgin özelliği de merhamet ve adalettir. İslam, öncelikli olarak ahlaka dayalı bir toplum inşasını hedefler. Nihayet İslam, bireyin nefsinin tezkiyesiyle başlayan bir toplumsal ıslahı esas alır. Dindarlık sadece bazı ritüellerin ifasıyla yerine getirilmez. Gerek başkasının hak ve hukukuna riayet, gerek kamusal hak ve sorumluluklar gerekse kamusal emanetlere riayet yüksek ahlakın bir gereğidir. Yetim hakkı gözetmek, helal kazanç sağlamak, emanete riayet etmek ve liyakati esas alarak iş yapmak, en az ibadetlerimiz kadar İslam’ın emir ve tavsiyelerindendir. İslâm’ın doğru bilgisini anlatmak bütün görevlilerimizin en başta gelen vazifesidir. Hiçbir durum ya da kurum, İslami hakikatlerin yalın ve doğru bir şekilde anlatılmasına engel teşkil edemez. Aynı şekilde İslâmî hakikatler, hiçbir zaman siyasal bir talep ve beklentinin aracı ve konusu yapılamaz. Beşeri zaaf, eksiklik ve günahlarımızı ört bas etmek için Kur’an ve Sünnet’ten delil aranmaz.

Kur’an kurslarıyla ilgili taleplerin karşılanmasında Başkanlığımızca gerekli adımların atılması önem arz etmektedir…

Halkımızın yoğun talebi üzerine Başkanlığımızın 4-6 yaş grubu Kur’an kursu eğitimiyle ilgili çalışmaları halkımız tarafından takdirle karşılanmaktadır. Kurslarımızla ilgili talep her geçen gün artmakta olup talebin karşılanmasında fizikî, malî, eğitim materyali, öğretici ve yardımcı personel istihdamı açısından yaşanan sıkıntıların giderilmesi için Başkanlığımızca gerekli adımların atılması önem arz etmektedir.

Müftülüklerimiz, Türkiye Diyanet Vakfının illerde yapılanmasını tamamlamalı, ülke genelinde öğrenci yurdu açma faaliyetlerine ağırlık vermelidir…

Müftülüklerimiz, Türkiye Diyanet Vakfının tüm illerimizde ve ilçelerimizde temsilcilik ve şubelerini yapılandırma iş ve işlemlerini tamamlamalı; ülke genelinde öğrenci yurdu açma faaliyetlerine ağırlık vermelidir.

Başkanlık personelimizin vaaz, irşat ve hutbe gibi dinî vazifeleri ifa ederken siyasi yönelim ve eğilimlerini izhar etmemeleri konusunda dikkatli olmaları gerekir…

Yasalar, Diyanet İşleri Başkanlığı mensuplarının, her türlü siyasi faaliyetten uzak durmalarını zorunlu kılmaktadır. Yaklaşan seçim sürecinde Başkanlık teşkilatında görev alan her bir personelimizin gerek vaaz, irşad, hutbe gibi dinî vazifeleri ifa ederken gerekse sosyal medya gibi mecralarda ima yolu ile dahi olsa siyasi yönelim ve eğilimlerini izhar etmemeleri konusunda dikkatli olmaları gerekir.

Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanlarının toplantımıza iştirak ederek bakış açılarını yansıtmaları büyük bir zenginlik kazandırmıştır…

Ülkemiz, bölgemiz, İslam dünyası ve dünyada yaşanan pek çok konu ile hizmetlerimiz çerçevesinde Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanlarının toplantımıza iştirak ederek bakış açılarını yansıtmaları büyük bir zenginlik kazandırmıştır. İl müftüleri bu katkıların manevi anlamının ve tarihsel değerinin yüksek olduğunu belirterek ilişkilerin ve işbirliği imkânlarının daha da geliştirilmesini arzu ettiklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca bu toplantıda, il müftülerimizle Balkan Ülkeleri Diyanet İşleri Başkanları ilk defa istişare yapma imkânı bulmuşlardır.

diyanet.gov.tr 

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Gündemle İlgili Önemli Mesajlar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Ahmed Arpat’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Fransa’nın Paris kentinde yaşanan olaylara, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere, son yıllardan yükselen İslamofobik eylemlere dair görüşlerini açıkladı.  

Başkan Görmez,  insanlığın, dünyayı bir bütün olarak değerlendirerek, acılara, ızdıraplara, katliamlara, vahşetlere karşı birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde yaklaşması gerektiğini söyledi. Bütün insanların, birlikte yaşama ahlakının kriterlerini belirlemesi gerektiğine işaret eden Başkan Görmez, “Bizim bugün bütün dünyada, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, gayr-i Müslim, hangi inanca mensup olursa olsun, yeryüzünde barışı arzu eden bütün insanların, bir araya gelerek, birlikte yaşama ahlakı nasıl olmalıdır, bunun kriterlerini nasıl koyalım, bunun hukukunu yeniden nasıl inşa edelim, bunu konuşmamız gerekiyor.” diye konuştu.

Başkan Görmez’in verdiği mesajlardan öne çıkan başlıklar…

“Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hadiseleri büyük bir ızdırapla izliyoruz…”

“Din hizmetini yürüten ve bütün dünyada bilinen bir kurumun başkanı olarak, bir mümin ve Müslüman olarak, bir insan olarak, son yıllarda, gerek coğrafyamızda, gerek bunun yansıması olarak başka dünyalarda meydana gelen hadiseleri, büyük bir ızdırapla izliyorum. Üstelik aynı gün, belki hiç konuşmadık, hiç kimse konuşmadı ve konuşmayacak ama, aynı gün Irak’ta bir fabrikadaki patlamada otuz beş kişi hayatını kaybetti. Nijerya’da dört yüz kişi, Yemen’de yirmi altı kişi öldü aynı gün. Yani sadece Fransa’da, bir dergide 12 kişi ölmedi. Bu coğrafyada, coğrafya acı çekiyor.

“Olaylarda dini simgelerin kullanılması, İslam dinini ve Müslümanları mağdur haline getiriyor…”

Izdırabımızı artıran, bunların bir kısmının dini simgelerle süslenmesi, Hz. Peygamberi savunma adına, intikam alma adına yapılması çok daha üzücü. Neden? Çünkü dini simgelerin bu tür olaylarda kullanılıyor olmasının, bizi endişelere sevk eden bir boyutu var. Bu, İslam dinini bütün bu olayların mağduru haline getiriyor. Avrupa’da yaşayan 30 milyon Müslümanın güvenliği tehlikeye giriyor. Birlikte yaşama kültürü yok oluyor. İnsanların birbirlerine komşu olması, komşuların birbirinin yüzüne bakması zorlaşıyor.

“Yeryüzünde zulmü, haksızlığı, ilahî rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı harekete geçirerek ortadan kaldırabiliriz…”

Yeryüzünden zulmü, haksızlığı nasıl ortadan kaldırırız? İlahi rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı, şefkat ve merhameti harekete geçirerek, Yaratıcının insana kazandırmak istediği onuru dile getirerek bunu düzeltebiliriz. Ama eylemleri gerçekleştirenler, bu imkanı elimizden alıyor. En azından bilmeyen insanların elinden bunu alıyor ve böylece dine müracaat ederek bunları düzeltme imkânımızı da ortadan kaldırıyor.

“Biz yeryüzünü ifsat etmeye değil; imar etmeye, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik…”

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz sizi topraktan yarattık ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedik” buyuruyor. Biz yeryüzünü ifsat etmeye gelmedik. Biz yeryüzünü imar etmeye geldik. Biz yeryüzünde, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik. Ama bütün bu hadiseler, yeryüzünü ifsat eden hareketler din adına yapıldığı için, elbette, hem inanan bir insan olarak, Müslümanların mesuliyetini yüklenen bir kurumunda çalışan insan olarak, gerçekten, büyük bir teessürle, büyük bir üzüntüyle, ızdırapla izlediğimi ifade etmek isterim.”

“Dini simgelerin insanları katledenlerin dilinde bir slogana dönüşmesini kabul etmek mümkün değildir…”

İslam’ın kabul etmediği, Kur’an’ın her kelimesinin reddettiği, Hz. Peygamberin hayatı boyunca mücadele ettiği bir kötülüğü yaparken, masum insanları katlederken yahut mabedin içerisinde canlı bomba olarak kendisini patlatırken dahi, Allah’ın, Peygamberin adını kullanmak, tekbirler getirmek son zamanlarda çok yaygınlaştı. Bu aslında modern zamanlarda ortaya çıkan, nevzuhur bir şey. Tekbir mesela. Tekbir, bir Müslüman için o kadar önemli bir ifadeki, Müslümanların dünyaya gelen her çocuğun kulağına fısıldadığımız ilk kelimedir. Çünkü çocuğun kulağına ezan okuruz. Günde beş defa, insanları Allah’a bu kelimelerle davet ederiz. Biz insanları ahirete yolcu ederken, tekbir getiririz. Bayram namazları, tekbirlerle süslüdür. Itrî’nin bestelediği tekbir, insanları katleden insanların dilinde bir slogana dönüştüğü zaman, gerçekten bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü gün, yüzlerce insan bombalarla katledildi”

Son yüzyılda, Dünyamızın pek çok yerinde, büyük yaralar açıldı ve o yaralardan kan akmaya devam ediyor. Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, kan durmuş olsa bile, yüreklerde, zihinlerde, kalplerde o acılar devam ediyor. Afrika’da, Ortadoğu’da,  Filistin’de, Şam’da, Bağdat’ta yaralar açıldı. Dünyayı bir insanın bedenine benzetecek olursak, bu bedenin farklı yerlerinden, yaralar açıldı ve kan akıyor. Üzülerek belirteyim, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar, umursamaz bir tavırla, “Bana ne!” dedi. Bu hadisenin yaşandığı gün, dünyada olup bitenleri toplayıp masaya koyduğunuz zaman, bu tablo ortaya çıkıyor zaten. Coğrafyaların, toplumların birbirine empati yapmadığı ortaya çıkıyor. Aynı gün, yüzlerce insan bombalarla katlediliyor, ölüyor, öldürülüyor; ama bütün dünya iki gündür Paris’teki cinayetleri işliyor. Elbette, bu tür hadiseleri kınarken, ama ve fakat kelimelerini kullanmamak lazım. Ama ve fakat kelimelerini kullanmadan, herhangi bir insanın böyle bir yere girip insanları katletmesinin herhangi bir dinde izahı yoktur. Allah hiç kimseye böyle bir yetki vermemiştir. Hiç kimse yaratıcı adına, Peygamber adına böyle bir şey yapamaz. Bunu yapanlar, aslında İslam dinine saldırmıştır. Çünkü zihinlerde, kalplerde İslam’a olan sempatiyi yok ediyor. Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Peygamber adına intikam aldıklarını düşünenler bilsinler ki, en büyük haksızlığı, en büyük hakareti Peygambere yapmışlardır.

“İslamofobi endüstrisinin sahiplerince, İslam korkusu sürekli üretiliyor…”

“Kim yaptı” diye kimse aramasın. Çünkü İslamofobi endüstrisi tarafından bir korku üretiliyor ve pazarlanıyor dünyamızda. Bu endüstrinin sahipleri, böyle bir eylem yapıldığı zaman, elbette o korkuyu artırmak için İslam’ı adres olarak gösterecekler. Güpegündüz, Paris’in göbeğinde, filmlerle bile çekilmesi zor olan bir sahneyi, bütün dünyaya yaşatarak tekbir getirtecekler, yahut Peygamberin intikamını aldığını söyletecekler, sonra da Müslüman beldelerden geldiklerini gösterecekler. Bilhassa, sadece Fransa için, Batı dünyasında, üzerinde durulması önemli bir konu olduğu için söylüyorum. Sömürgelerinden Batı’ya göçen gençler, kadim acılarıyla beraber döndüler. Buralarda yüksek bir eğitimle, eşit insan haklarıyla, toplumsal ve kültürel hayata da eşit katılımla karşı karşıya kalmadılar. Dolayısıyla pek çok yerde meydana gelen hadiselerin temel sebeplerden birisinin bu olduğunu unutmamak lazım.

“Din, doğru anlaşıldığı ve Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir…”

Din, doğru anlaşıldığı zaman Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir. Ama yanlış anlaşılırsa, insanlar onu istismar ederse ki tarih boyunca nice insanlar, hegemonyalarını insanlar üzerinde kurmak, ticaretlerini geliştirmek için dini metinleri kullandılar; Peygamber adına sözler uydurdular; Allah’ın ayetlerin tahrif ettiler. Dolayısıyla bu sadece oradaki iki kardeşin, bu katliamı meydana getirirken başvurduğu bir yöntem değil. Bugün üzülerek belirteyim, bütün dünyada, İslam dünyasında, başka dünyalarda, son üç ilahi dinin mensupları arasında, karşılaştığımız en acı tablolardan bir tanesidir.

“Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor”

Dolayısıyla dini istismar ederek, din ile yanlış ilişki kurarak, dini yanlış yorumlayarak, dini tahrif ederek, kutsal kavramların içini boşaltarak, dinimizin temel kavramları rehin alınıyor. Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor, tekbir bizden çalınıyor. Vatanımızı, varlığımızı, özgürlüğümüzü, dinimizi, mukaddesâtımızı savunmak için tasvip edilen şahadet kavramı bizden çalınıyor. Medine müdafaasında, Bedir’de can verenlerin mertebesi, Çanakkale savaşında vatan savunması, iman savunması yaparken, can verenlerin mertebesi, bizden çalınıyor. Ne oluyor? Katliam yapanların, katledenlerin, katillerin bir argümanı, meşrulaştırıcı bir davranışına dönüşüyor. İslam dininde bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Avrupa’daki beş bin camide,  Cuma hutbelerinde sağduyu çağrısı yapıldı…”

Avrupa’daki beş bine yakın camide Cuma günü bütün insanlara sağduyu çağrısı yaptık. Avrupa’da okunan bütün hutbelerde, ilk cümle şöyleydi: “Dün yaşanan hadiseden başta Fransa halkı olmak üzere bütün insanlık ailesinin acılarını paylaşıyoruz.” Basın toplantısında yaptığım açıklama, aynı zamanda 5 bin camide okundu. Ülkemizde Cuma hutbesinde, tekbirin ne manaya geldiğini, ezanın ne ifade ettiğini, Allah-u Ekber’in bir mümin için ne yüce bir ifade olduğunu, Müslüman toplumların, kendi özgürlüklerini ifade etmek için, semaya doğru şahadetlerini ifade edildiği tekbir olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tepkilerde ölçü ne olmalı?

İslam’ın değerlerine tahkir, aşağılama ve benzeri yaklaşımlar Hollanda’da, Danimarka’da, başka ülkelerde tekrarlandı. İslam dünyasından bir kısmı olumsuz olmak üzere tepkiler verildi. O zaman hemen, Batı dünyasında insanların bunu dikkate alarak, “İslam’a veya İslam Peygamberine bir dil uzattığımızda, aşağıladığımızda, demek ki bu Müslümanları rencide ediyor. Biz o halde bundan uzak duralım” demeliydiler. Ama buna rağmen, buna karşılık yapılacak şey asla, karikatür krizlerine verdiğimiz tepki gibi olmamalı, asla bu mizah dergisinin de meydana gelen katliam gibi olmamalı. Nasıl olmalı? Peygamberi bir hikmetle cevap vermeliyiz.  Mesela, karikatür krizlerinden sonra, nice ülkelerde Hz. Peygamberi başka dillerde insanlara anlatmak için çok daha fazla kitaplar yazıldı, müstakil Hz. Peygamber kütüphaneleri kuruldu. Böyle bir karşılık vermenin, peygamberi tavra çok daha uygun olduğu kanaatindeyim.

“Birlikte yaşama hakkı, hukuku ve ahlakını tesis etmek için çalışmalıyız…”

Dünyayı bir bütün olarak görerek, bütün dünyada meydana gelen acıları birlikte paylaşarak bu konulara tepki verelim. Sadece Paris’e, Yemen’e, Nijerya’ya değil, dünyanın neresinde olursa olsun, insana yönelik bir şiddet, vahşet ve katliam yaşandığı zaman, aynı tepkileri vererek, bunu dünyamızdan ortadan kaldırmaya ve barışı ve kardeşliği, adaleti, hakkı yeniden inşa etmek için, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunu inşa etmek için kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

diyanet.gov.tr