Etiket arşivi: Prof. Dr. Metin Bülbül

Hayat Destek Materyalleri

Hayatı veren ve hayatın devamı için lâzım olan şeyleri hazırlayan Allah (cc), canlıların hayatını devam ettirmek için bazı destek materyallerini kullanmaktadır. Bizim ve bütün canlıların bedenleri bu destek materyalleriyle çalışır ve hayatımız devam ettirilir.

Bunlardan ilki, vitaminlerdir. Vitaminler, hayatımızın devamı için olmazsa olmaz maddelerdir. Bunlar da iki grup altında incelenirler.

Birincisi: B grubu veya suda çözünen vitaminlerdir. Bu vitaminler, enzimlerin protein yapılarında; yardımcı grup olarak bulunurlar ve çok az bir yer kaplarlar. Ancak küçüklüklerinin aksine, çok büyük öneme sahiplerdir ve koenzim olarak çok büyük görevlerde rol alırlar.

Bunu kısaca şöyle ifade edebiliriz: Canlı bedenlerindeki bütün kimyasal olaylar, enzimler tarafından hızlandırılırlar. Mesela enzimler ile saniyenin çok küçük bir diliminde gerçekleşen görme olayı, enzim olmadan günler ve haftalar gibi bir sürede ancak gerçekleşebilecekti. İşte enzimler olmadan, canlı bedeni çalışamaz, hayatı devam edemez. Bu enzimlerin de koenzimsiz görev yapması mümkün değildir. Demek ki; Alîm-i Mutlak olan Allah, görme olayını yaratmak için vitaminleri enzimlerin yardımına; enzimleri de bizim yardımımıza gönderiyor. Bu görme olayı ise koenzimlerin, enzimlere katkısıyla gerçekleşen milyonlarca görevlerinden sadece bir tanesidir. Yani vitaminler bu kadar önemli hayat destek malzemesidir.

İkinci grup vitaminler: A grubu veya yağda çözünen vitaminler olarak tanımlanırlar. Daha çok canlılarda yapı elemanı olarak kullanılırlar. Mesela görme olayında görev yapan rodopsin, A vitamininden yapılmıştır. Görme olayı için A vitamini, olmazsa olmaz bir maddedir.

Aynı şekilde, kemik yapısı için D vitamini, antioksidan olarak E vitamini ve kanın pıhtılaşması için K vitamini olmazsa olmaz vitaminlerdir. Vitamin eksiklikleri ise vücudumuzdaki hastalık habercileridir. Bu eksiklikler ise mutlaka besinlerle veya besin takviyeleri ile giderilmelidir.

Başka bir destek materyali de CoQ’dur (koenzim Q). CoQ molekülleri de, canlı hücrelerde oksidatif fosforilasyon denen metabolik yolun gerçekleşmesi için yardımcı elemanlardır. Bu ve bu tür moleküller sayesinde oksidatif fosforilasyon sırasında radikal oluşumu önlenir ve bunun sonucunda dokuların tahribi ve hatta yaşlanma bir derece önlenmiş olur. Eksikliğinde ise; ya besin olarak ya da besin takviyesi olarak mutlaka alınmalıdır.

Yine vücudumuzda çok büyük öneme sahip olan bir destek materyali de, glukozamindir. Bu madde de, vücudumuzun dik durması ve kolay hareket etmesi için yaratılan olmazsa olmaz bir maddedir. Kıkırdakların yapısında bulunur, omurlar arasında yastık, dizlerde ve ellerde destek görevi görür. Glukozamin eksikliğinde omurlar ve eklemler arasında boşluklar oluşur, bel-boyun fıtığı ve kemiklerin birbirine sürtmesi ile hareket kısıtlanması ortaya çıkar. Besinlerle yeteri kadar alınamadığında, dışarıdan besin takviyesi olarak alınması gerekir.

Bu saydıklarımız, bizim hizmetimize sunulan binlerce destek materyallerinden birkaç tanesidir. Bizi yaratan, yaşatan ve bu hayatı destek materyalleri ile destekleyerek devam ettiren Âlim, Rahîm olan kerem sahibi Rabbimize bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün nimetleri sayısınca şükürler olsun…

Prof. Dr. Metin Bülbül

zaferdergisi.com

Gürültüsüz Fabrika

Bir fabrikaya gittiyseniz dikkatinizi çekmiştir;üretim aşamalarında çok büyük gürültülerin olduğunu görürsünüz.

Peki şimdi birkaç fabrikayı hayalen gezsek, acaba nelerle karşılaşırız?

Mesela, gezdiğimiz fabrika, pancardan şeker elde edilen bir şeker fabrikası ise; pancar, çok yumuşak bir malzeme olduğu halde; pancarların yıkanması, kesilmesi, sıkılması ve elde edilen şerbetin kireçle muamelesi ile yabancı maddelerin çöktürülmesi ve bu karışımın süzülmesi ve elde edilen süzüntüdeki şekerin kükürt dioksit kullanılarak ağartılması ve bu şurubun derişikleştirilmesi ve içerisindeki şekerin kristallendirilmesi sırasında; çalışanların kulaklarını tırmalayacak kadar çok gürültünün çıktığına şahit oluruz.

Gezdiğimiz fabrika, biraz daha sert bir malzeme olan buğdayların öğütüldüğü un fabrikası ise; buğday tanelerinin temizlenmesi ve ayıklanması, paçal işlemlerinin yapılması, yıkanması, tavlanması, öğütülmesi, elenmesi ve elde edilen unun ambalajlanması sırasında yine büyük bir gürültü ile karşılaşırız.

Eğer, gezdiğimiz fabrika gümüş madeninden gümüşün elde edildiği bir gümüş fabrikası ise; ocaktan alınan gümüş cevherlerinin, çelik bilyelerle boyutlarının küçültülmesi ve öğütücü makinelerde toz haline getirilmesi, sodyum siyanür ile muamele edilerek gümüşün sıvı hale geçirilmesi ve daha sonra bu karışımın süzülmesi, yıkanması ve hava alma kulelerinde oksijeninin alınması, çinko tozu ile sementasyonuyla konsantre gümüş kekinin elde edilmesi, ergitme, rafinerizasyon ve elektroliz işlemleri sonucunda gümüş metalinin elde edilmesi… Biz bunları izlerken, ne kadar çok gürültü çıkarıldığını tahmin edebilirsiniz sanırım.

Ancak, bir fabrika var ki; yukarıdaki fabrikalarda gördüğümüz işlemlerin benzerleri, hatta çok daha fazlası yapıldığı halde hiç ses çıkarmamakta ve etrafa hiç rahatsızlık vermemektedir. İşte bu sessiz ve harika fabrika vücudumuzdur.

Vücudumuz, bildiğimiz fabrikalardan tamamen farklıdır. Vücudumuzda, besinlerin sindirilmesi sırasında yukarıda saydığımız işlemlerden çok çok fazla işlem yapıldığı halde, hiçbir gürültü duyulmamaktadır.

Mesela, sindirim işleminde; ağız yoluyla alınan besinler, öncelikle diş değirmeni ile öğütülürler. Daha sonra bu besinler; yemek borusunun sigmoidal kasılıp-gevşeme hareketleri ve kayganlığı sayesinde mide kazanına atılırlar. Adeta bir kaynar asit kazanı olan midede, döner karıştırıcı sistemlerden daha mükemmel bir şekilde, çalkalanarak ve karıştırılarak, besinler hamur haline getirilirler. Hamur haline getirilen besinler; mideden, önce ince bağırsağa ve daha sonra onikiparmak bağırsağına ve kalın bağırsağa taşınırlar.

Bu sıradan bir taşınma olayı değildir. Bu sevkiyat sırasında hem ağızda, hem midede, hem ince bağırsak ve hem de onikiparmak bağırsağında; kasapların, bıçaklarla etleri parça parça ettikleri gibi, besinler de enzimler tarafından parça parça edilerek en küçük birimleri olan monomerlerine ayrılırlar. Bu birimler de kan yoluyla karaciğer ve ilgili dokulara ulaştırılırlar.

Vücudumuzda gerçekleşen bu kırma, öğütme-parçalama ve taşınma olayları sırasında hiçbir gürültüye rastlanmaması ne kadar harika değil mi?

İşte Allah’ın sanatı ve yaratması böyle her bakımdan güzeldir.

İlk örneklerde fabrikalarda yapılan işlemlerle, insan vücudunda yapılan işlemler aynı iken, çalışma şekilleri ve çevreye etkileri ne kadar farklı değil mi?

Vücudumuz, Cenab-ı Hakk’ın sanatıdır. Eğer vücudumuzdaki sistemler de, insanın sanatı olan fabrikalar gibi gürültülü olsaydı: Midemizden, harç makinesininki gibi sesler; ağzımızdan, un öğütme makinesininki gibi gürültüler; yemek borumuzdan farklı farklı sesler gelecekti. Ve bu sesler de hayatımızı olumsuz bir şekilde etkileyecekti.

Düşünsenize, vücudunuzdan garip sesler çıkarken birisine bir şey anlatmaya çalıştığınızı ya da önemli bir görüşme yaptığınızı…

Demek yarattıklarında var ettiği sesleri nice hikmet ve güzelliklerle yaratan Allah (cc.), sessiz olarak yarattığı şeyleri de nice hikmet ve güzelliklerle yaratıyor… Ne diyelim; bildiğimiz ve bilmediğimiz her nimeti için Rabbimize şükürler olsun…

Prof. Dr. Metin Bülbül

zaferdergisi.com

Kainat Çapında Bir Resmigeçit

Uzun zamandır görüşmediğimiz bir dostumuzla görüştüğümüzde “Nasılsınız?” sorusuna bazen, “Değişen bir şey yok, eski tas eski hamam devam ediyoruz’’ cevabını alırız.

Halbuki tas da, hamam da çok defa değişmiştir ama biz farkında değiliz.

Nasıl mı?..

Cenab-ı Hak her bir asrı, her bir seneyi ve her bir günü bir model yapmış, düzenli bir şekilde değiştiriyor ve canlı cansız her şey bir resmi geçitte, kendine verilen görevi yerine getiriyor.

Her bir asırda; çevremizdeki binalar ve insanlar değişiyor. Bunun en güzel örneğini de çocukluk çevremizdeki insanların, zamanla bir bir değişip, 50-60’lı yaşlarda karşımıza yeni yüzler ve yeni simalar çıktığında görüyoruz. Sonuçta çevre modeli gün be gün değiştiriliyor.

Her bir yılda ise; insan modelindeki yaklaşık yüz trilyon hücre, genel olarak mitoz bölünme yolu ile iki defa yenileniyor. Bu hücrelerde görev yapan atomlar, altı ayda görevlerini tamamlayıp, yerlerini yeni atomlara bırakıyor. Yeni gelen atomlar da, altı ay sonra yeni atomlara görev devri yapıyorlar. Sonuçta, vücut modelinde de yılda iki defa devir teslim yapılıyor; yani iki defa vücut yenileniyor.

agacBu yıllık değişiklik, ağaç modellerinde kısmen görünüyor. Çünkü, kışta kupkuru bir kütük şekline bürünen ağaçlarda, bahar mevsimi ile yeni atomlarla yeni bir faaliyet başlıyor… Yeni yaprak, çiçek ve meyveler yapılıyor. Güz mevsimi geldiğinde ise ağaçta bu atomların görevleri bitiyor, meyveler ve sararmış yapraklar ağaçtan ayrılıyorlar ve gelecek yeni baharda ise bunların yerlerine yenileri geliyor.

Bitkilerin büyük bir kısmını oluşturan otlarda ise bu yıllık değişim ve nöbet değişimi topluca gerçekleştiriliyor. Çünkü bu modelde; bir tohum ve bu tohum içerisindeki DNA yazılımına göre, her baharda yeni atomlar ve moleküller ile yeni hücreler, organlar ve dokular yapılıyor. Her bir ot, Onun izin ve kuvvetiyle; resmigeçit görevini yapıyor. En başta yaratıcının nazarına arz-ı endam ediyor ve sonuçta bitkiler yeni tohumları ve meyveleri bize bırakıp gidiyor. Güz mevsiminde; adeta görevini tam yapma aşkı ile sararıp solan bir asker gibi sararıp soluyor ve toprağa düşerek; yeni baharda gelip, görev yapacak atomlar için zemin hazırlanıyor.

Her bir günde ise; üç öğün yemek ve bu yemeklerle alınan besinlerin sindirimiyle; her insanın vücudunda bulunan milyonlarca molekül, yeni atomların katılmasıyla değiştiriliyor. Her asker alım döneminde yeni askerlerin gelmesi ile orduda eski askerlerin terhis edildiği gibi, vücut ordusuna da her gün milyonlarca atomun besinler yoluyla katılması ile vücutta görevini tamamlamış milyonlarca atom terhis olup ayrılıyor.

Bu zaman dilimini saat, dakika ve saniye gibi daha küçük birimlere indirmek mümkün…

Demek çevremiz ve çevremizdeki insanlar aynı gibi görünse de, bu çevre ve insanlarda; bir anda milyonlarca değişiklikler gerçekleştiriliyor. Vücutlarından atomların bir kısmı ayrılıp giderken, bir kısmı ise onların yerlerine gelip çalışıyorlar.

Bu değişiklikler gerçekleşirken, biz de bunların farkına varıp kâinata ve mevcudata bakışımızı değiştirmeliyiz ki, hayatın farklı bir yüzünü görebilelim…

Her bir dağ-deniz, insan-hayvan, ağaç ve ot gibi canlı cansız her şey Cenab-ı Hakk’ın emir ve kuvvetiyle ve Onun nazarına karşı resmigeçitlerini ve görevlerini güzel bir şekilde yaparken, kendine akıllı ve şuurlu diyen bir insanın; kâinatın bu resmigeçidinde elini kolunu sallayarak hiçbir şeyden habersiz bir şekilde geçmesi, insana en yakışmayan bir hal değil midir!..

Kendisi ve çevresini hakkıyla tanıyan ve ona göre hayatını düzenleyen insanlardan olmamız dileklerimle…

Prof. Dr. Metin Bülbül / Zafer Dergisi

Bakıp da Görmemek

Günlük hayatta bazen her şeyi mükemmel bir şekilde görür ve ayrıntılarına nüfuz ederiz. Bazen de gözümüzün önündeki şeyleri göremeyiz. Halbuki bulunduğumuz her iki ortamda da görmek için bütün sebepler tamdır. Birinde her şeyi bütün ayrıntıları ile görürken, diğerinde gözümüzün önündekini göremeyiz.

Acaba görme dediğimiz olay nasıl gerçekleşmektedir?

Güneş ışınları bütün eşyayı aydınlatmaktadır. Güneş ışınlarının eşyadan yansıyan kısmı gözümüze gelmekte, gözün arka kamera denilen retina tabakasındaki rodopsin moleküllerine ulaşmaktadır. Rodopsin molekülleri de bu ışınların etkisi ile opsin ve trans-retinal bileşiklerine ayrılmaktadır. Trans-retinal bileşiği daha sonra sırası ile trans retinole ve 11-cis retinal bileşiklerine dönüştürülmektedir. 11-cis retinal de, olayların başlangıcında açığa çıkan opsin ile enzimlerin yardımı ile birleştirilerek tekrar rodopsin moleküllerine dönüştürülmektedir. Ve sonuçta bir görme olayının seyri bu şekilde tamamlanmaktadır.

Saniyenin binde biri kadar sürede gerçekleşen bu mucizevi olaylar zinciri sonucunda görme olayı gerçekleşmekte, metabolik devirlerden biri tamamlanmış olmaktadır. Bu reaksiyonlar zinciri sonucunda, ikinci defa görmemiz için zemin hazırlanmakta ve yeniden rodopsin molekülü yapılmaktadır.

Görme Olayındaki İsrafsızlık

Görme olayı, bir ömür boyu devam etmekte ve hiçbir zaman aksatılmamaktadır. Ömür boyunca gerçekleştirilen bu olaylar; Cenab-ı Hakk’ın izniyle en kısa ve kolay yoldan gerçekleştirilmekte ve görme sırasında hiçbir şekilde enerji ve madde israf edilmemekte ve başlangıçta harcanan maddeler devir sonucunda geri kazanılmaktadır.

Bu olaylar düzenli bir şekilde gerçekleştirilirken en hayret edilecek şey; önümüzdeki şeyleri nasıl göremediğimiz değil, her an güneş ışınlarını bizim emrimize verip bize hizmetkâr eden, cansız molekülleri bizim görmemize vasıta eden ve bir ömür boyunca bize görme nimetini bahşeden Cenab-ı Hakk’ın bu nimetini görememektir ve şükür secdelerine kapanmamaktır. Yoksa dikkat eksikliğinden veya başka şeylerle meşguliyetten önümüzdekileri görmememiz normaldir.

Bu gerçeği Bediüzzaman Hazretleri: “Basar masnuatı görüp de, basiret Sanii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer” cümlesiyle ifade etmiştir.

Çünkü basar (göz) ile bu fani, geçici dünyayı kazanma imkânı varken, basiret (kalp gözü) ile ebedi bir dünyayı kazanma fırsatı var. Akıllı olan bir insan, bu fırsatı elinden kaçırmayacaktır. Basiretli insanlardan olmanız dileğiyle…

Prof. Dr. Metin Bülbül / Zafer Dergisi