Etiket arşivi: Prof. Dr. Mustafa Nutku

Cola’nın Rengi!

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

Coca Cola adlı gazozun renginin, ezilip kaynatılarak bir böcekten elde edildiğine dair e-posta şimdiye kadar değişik çok sayıdaki kişiden yıllardır bana gönderilmekte devam ediyordu. Bu e-posta birkaç gün önce bana bir kere daha gelince, helal gıda hatıraları mevzuunda bir şeyler daha yazmak için masaya oturduğumda başka konuları bir kenara bırakıp, çok mühim olmasa da, bu mevzuu ele alarak Coca Cola’nın renginden bahsetmeye karar verdim.

Yıllardır internette Coca Cola markalı meşhur gazozun renginin Cochineal adlı bir böcekten elde edilen bir boya olduğu, o böceğin dişisinin ve erkeğinin resimlerinin, o böcekten boya elde edilişine ait renkli fotoğrafların, altına da büyük harflerle “Paylaşalım!” yazısının konulmuş olduğu bir dosya halinde yayılmasının ve gönderildiği tarihe kadar o dosyayı paylaşanların sayısının da aynı e-postada bildirilmesinin üzerinde durulabilecek yönü ne olabilir?

Konuyla ilgili hiçbir kimya bilgisi olmayanın bile, o internet dosyasında gönderilen renkli resimlerde açıkça görülen Cochineal böceğinden elde edilmiş kazandaki kıpkırmızı boya rengiyle Coca Cola ve diğer tüm cola’lı gazozların rengi olan koyu kahverengi arasındaki renk farklılığına bakarak, bu iddianın yanlışlığına kolayca hükmedebilmesi mümkündür. Bu farka dikkat edilmemesine ve Coca Cola’nın renginin de sadece Coca Cola’da değil tüm cola’lı gazozlardaki renkle ayni ve koyu kahverengi olmasına rağmen, gazoz rengiyle ilgili o asılsız iddiada niçin yalnız Coca Cola’nın hedef alındığına –şimdiye kadar internetten bana kaç defa gönderildiğini sayamadığım- o dosyanın internetten bana her gelişinde bir kere daha hayret ediyordum.

Bu mevzuda hayret etmemin ötesinde, bazen de;

“-Acaba bu iddiayı Coca Cola firması mı yıllardır kendisi yaymağa çalışmaktadır?

diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Çünkü, reklamcılıkta alışılmış ve yaygın şekliyle, ekseriya ürünün medhiyesi yapılmakla beraber, bazen de bir ürün ile ilgili “haklı olumsuz tepkiler” varsa, bir reklamcılık taktiği olarak o tepkileri “hedef saptırarak yok etmek” için, o ürün hakkında asılsızlığı kolayca ispatlanabilecek gerçek dışı olumsuz iddialarda da bulunulabilir.

Bilhassa internet medyasında, ilk kaynağı belirsiz olarak yoğun şekilde, “asılsızlığı kolayca ispatlanabilecek gerçek dışı olumsuz iddialar” yayılırsa, muhatap kitle o ürün ile ilgili olumsuz özelliğin sadece internette yoğun şekilde yayılan o asılsız iddialar olduğuna şartlandırılmış olur ve şartlandırıldıkları o asılsız iddiaların gerçek dışı olduğunu anladıklarında da, o ürün onların nazarında sanki tamamen aklanmış olur ve ekseriya hakkında başka olumsuzluk aramazlar.

Coca Cola firması gibi, dünyanın en pahalı markasının yöneticilerinin müşterilerindeki marka itibarını korumak için böyle bir reklamcılık taktiğini gerçekten kullanıp kullanmadığını bilmek ve iddia etmek benim için tabii ki mümkün değil; fakat böyle bir reklamcılık taktiğini kullanan ve ürünü hakkında aksi çok kolayca ispatlanabilecek olumsuz bir iddianın asıl kaynağı ve ilk yayıcısı kendileri olmasa bile, bu halden rahatsız olmak değil; tam aksine memnun olacakları da söylenebilir.

Yıllardır internette Coca Cola gazozunun rengiyle Cochineal böceğinden çıkarılan boya ilişkisinin yayılmasına karşı bu firmanın yöneticilerinin sessiz kalışının bu iddiayı ehemmiyetsiz görüp cevap vermeye lüzum görmemekten başka bir sebebi belki, bu asılsız iddianın Coca Cola satışlarına menfi değil; müsbet etkisinin olacağını bilmeleriyle de ilgili olabilir.

İstanbul Üniversitesindeki kimya tahsilimde, ilk yıl okutulan derslerden biri olan Organik Kimya dersinde “Boyar maddeler Kimyası” adlı bir bölüm de vardı. İlk defa o derste, Organik Kmya profesörü hocamız Muvaffak Seyhan’dan Cochineal adlı böcekten Carmine isimli kırmızı boyanın elde edilişini teferruatı ile dinlemiştim. Avrupa Birliğinin kullanılmasını kabul ettiği ve E-120 kod numarası verdiği bu boyanın, çekirge hariç tüm böcekler ve böcek ürünlerinin yenilmesini yasaklayan Hanefî fıkhına göre gıdalarla alınmaması gerektiği halde, Şafiî fıkhında bunun gıdalarla alınmasına mani bulunmamaktadır. Carmine boyası sucuk, salam gibi et ürünlerini cazip göstermek ve kozmetikte de bilhassa rujlara kırmızı rengini vermek için kullanılmaktadır.

Böcekten elde edilen bu boyaya tepki gösterenlerin ve tepkilerini yanlış mecralarda tüketip bu mevzuda sadece Coca Cola gazozunu hedef alanların, aslında kırmızı renginin cazibesine kapılıp tereddütsüz aldıkları et ürünlerindeki o rengin Cochineal adlı bu böcekten elde edilmiş gıda boyası olup olmadığını merak etmeleri daha isabetli olacaktır. Bunu da ancak, o et ürünü markasının güvenilir bir helal gıda sertifikalandırma kuruluşundan “Helal” sertifikalı olup olmadığına bakarak kontrol edebilirler.

Merkezi ve fabrikası Anadolu’da bulunan bir et ürünleri firmasının sahibinin oğlu ve İstanbul satış temsilcisi, kendisiyle bizzat tanışıyor olmamız sebebiyle, bir defasında beni tenha bir köşeye çekip, cebinden çıkardığı küçük bir şeffaf poşet içindeki kırmızı tozu göstererek;

“-Bu, Cochineal adlı böcekten elde edilen E-120 kodlu gıda boyası Carmine’dir. Çok az bir miktarı ile et ürünlerimize müşteriyi celb edici cazip bir kırmızı rengi veriyoruz. Bunu kullanmazsak, bunu kullanan rakip firmalar kadar et ürünlerimizi satamıyoruz. Bu durumda ne yapmamız lâzım?

diye bana sormuştu.

Ben de, bu sorusunun bir fetva konusu olduğunu, benden ziyade fıkıh âlimlerini ilgilendirdiğini, fakat alışverişle ilgili genel bir dinî bilgi olarak satılan malın özelliklerini ve varsa kusurunu gizlemeden söylemek gerektiği göz önüne alınacak olursa, böcekten elde edildiği için Hanefilerin gıdalarıyla almamaları gereken bu gıda boyasını et ürünlerinde mutlaka kullanmakta devam edeceklerse, ürünlerinde bu boyayı kullandıklarını tüketicilerin anlayacağı şekilde etiketlerine yazmalarının doğru olabileceğini; ürünlerinin etiketindeki o yazıya ve güvenilir bir helal sertifikası almamış olmasına bakarak tüketicilerin onu satın almakla ilgili kararlarını verebileceklerini söylemiştim.

Coca Cola ve diğer kolalı gazozların koyu kahverenginin Cochineal’ adlı böcekten değil, “karamel” adlı gıda boyasından kaynaklandığını, karamel’in de şekerin (çay şekeri=sakkaroz) yavaşça uzun müddet ısıtılması neticesinde suyunu kaybettikten sonra 170’C sıcaklıkta moleküllerinin oksitlenmesi ve teşekkül eden bazı uçucu maddelerin uzaklaşması sonucu kahverengi bir renk almasıyla meydana geldiğini uzun zamandır biliyor ve bunu yeri geldikçe söylüyordum.

16 Temmuz 2013 tarihli Yeni Şafak gazetesinde “Kolada kanser bilmecesi” başlıklı bir haberde Kaliforniya mahkemesinin Coca Cola içindeki kanserojen karamel boyası miktarını düşürdüğünden bahsederken, ayni zamanda Coca Cola’nın rengini verenin de Cochineal böceğinden elde edilen Carmine adlı boya değil, karamel boyası olduğunu da bu vesileyle açıklamış oluyordu.

Gazozlarla ilgili 4080 No.lu Türk Standardı’nda da KOLA (COLA) sınıfı gazozların spesifik maddelerinin, kola ekstraktı, karamel ve kafein olduğu belirtilmektedir.

Coca Cola ve diğer kola sınıfı gazozların koyu rengini veren karamel adlı gıda boyasının kanserojen etki göstermemesi için, bu içeceklerdeki miktarının düşürülmesi gerektiğiyle ilgili son tartışmalardan önce, ABD Başkanı Obama’nın 2009 yılında, ülkesindeki çeşitli hastalıklara ve ekonomiye zarara sebeb olan obezite (çok fazla kilolu) oranının düşürülmesi için kolalı içeceklere “günah vergisi” adı altında özel bir vergi uygulanabileceğini açıklaması da çok dikkat çekici olmuştu.

Bu haberin, 10.4.2009 tarihli Vatan gazetesinde veriliş şekli şöyleydi:

“Ülke çapında obezite oranlarının düşürülmesi için

Obezitenin önüne geçmek ve eyalet bütçelerini düzeltmek için kolalı içeceklere yüzde 18 vergi getirmeyi planlayan Obama’ya büyük gıda şirketleri baskıya hazırlanıyor. ABD Başkanı Barack Obama, ülke çapında obezite oranlarının düşürülmesi için kolalı içeceklere “günah vergisi” adı altında özel bir vergi uygulanabileceğini açıkladı. Ülkenin en çok satan sağlık dergilerinden Men’s Health’e kapak olan Obama, New York eyalet Valisi David Paterson’ın Eylül’de verdiği ancak hararetli tartışmaların ardından geri çekmek zorunda kaldığı kolalı içeceklere eyalet çapında yüzde 18 vergi uygulanması teklifini ulusal sağlık paketine alabileceğini söyledi. ABD’nin gelmiş geçmiş en fit başkanlarından biri olan Obama kendi çocuklarının da bu içecekleri tüketmesine izin vermediğini söyledi ve “Bence bu öneriyi masaya yatırmalıyız. Çocukların aşırı miktarda kolalı içecek tükettiği şüphe götürmez bir gerçek. Şimdiye kadar yürütülen tüm bilimsel araştırmalar da bu içeceklerin obezite riskini önemli oranda artırdığını ortaya koydu” dedi. Ancak “günah vergileri” yüzünden maddi kayba uğrayabilecek olan büyük gıda şirketleri, kabul edilmemesi için hükümete baskı uygulayabilir. ABD’deki Kamu Yararı İçin Bilim Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma ise “günah vergileri”nin eyaletlerdeki bütçe açıklarını kapatabileceğini belirledi. Ülkedeki 25 eyalette kolalı içeceklere özel, ayrı bir vergi uygulanıyor. (Vatan , 10.04.2009)”

Dinî Kavramlar Sözlüğü’ne göre “Günah” Farsça bir kelimedir ve sözlükteki manâsı: “Suç”tur. Dinî bir kavram olarak, ilâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranış manasında kullanılmaktadır. Kur’an’da ve hadislerde günah kavramını ifade eden birçok kelime vardır.

Kolalı içecekler günah mıdır ki, Obama onlarla ilgili vergiye böyle bir isim vermektedir? Haberin metni okunduğunda; tüm dünyada aşırı şişmanlık (obezite) en yaygın ülkenin Amerika olması, ABD’nin sağlık sistemi zaten bozuk iken, sadece obezite kaynaklı hastalıkların bile sağlık harcamalarının yüzde onunu meydana getirmesi, Amerikalıların üçte ikisinin ya fazla kilolu veya obez olması ile Obama’nın kolalı içeceklere karşı bu olumsuz bu tavrı ve onlara koymak istediği vergi ismi arasında belki ilişki kurulabilir.

2008 Yılında Antalya’da bir mahkemede açılan dava sebebiyle Coca Cola firmasının mahkemeye resmen verdiği cevapta, o gazozun bileşiminde yüzde on kadar şeker ihtiva ettiği bildirilmişti; o kolalı gazozun taklitleri ve emsallerinde de şeker muhtevasının bundan pek farklı olmadığı söylenebilir. Herhalde, yüzde on kadar şeker ihtiva eden kolalı içeceklerin bağımlılık da meydana getirip su gibi çok tüketilmesinin sebeb olduğu obeziteyi frenlemek ve daha az tüketimlerini sağlayabilmek, ayni zamanda da bozuk ABD ekonomisinin vergi gelirini biraz daha arttırıp ona katkı sağlayabilmek için, Obama böyle bir vergiyi yasallaştırmak istemiş ve muhtemelen, bu mevzuda haklılığına delil gibi çarpıcı bir tesir yapması için, ona “Günah Vergisi” ismini vermeyi uygun görmüş olabilir.

Kola sınıfı gazozlardan biri olan Coca Cola’nın rengi ve obeziteyle ilişkisinden başka, kamuoyunun yıllardır merak ettiği diğer bir özelliği de, bu gazoz sınıfı ile ilgili standartta kısaca “kola ekstraktı” olarak bahsedilenin hangi maddelerin karışımı olduğudur. Bunun ticarî bir sır olması sebebiyle firma tarafından tam olarak açıklaması yapılmamakta, Amerika gibi gayriislâmî bir ülkede hazırlanmış gizli bir formül olması da bazı Müslümanların “şüpheliden sakınmak” Nebevî tavsiyesiyle ona karşı tavır almasına sebeb olmaktadır.

Bir asırdan fazla geçmişi olan, yaptığı reklamlarla bütün dünyaya yayılmış ve bir Amerikan sembolü haline gelmiş olan Coca Cola hakkında şimdiye kadar çok sayıda kitap da yazılmıştır. Onunla ilgili en son yazılmış kitaplardan biri de Mark Pendergrast adlı bir Amerikalı tarafından yazılmış ve 1983’te yayınlanmıştır. Kitabın ismi de şöyledir: “Tanrı, Ülkem ve Coca Cola İçin” (“For God, Country and Coca Cola”, Mark Pendergrast, Charles Scriber’s Sons, Mac Millan Publishing Company, 866 Third Avenue, New York NY 10022).

Harvard Üniversitesi mezunu olan Pendergrast Coca Cola şirketinin tarihçesini yazmak için bu şirketin arşivlerinde yıllar süren araştırmalar yapmış ve kitabının son bölümünde firmanın kendi arşivlerinde bulduğu Coca Cola’nın formülünü de açıklamıştır.

Kitabında anlattığına göre, bir gün Coca Cola’nın Amerika’nın Atlanta şehrindeki merkezinin arşiv görevlisi Phil Mooney ona her zaman olduğu gibi bir deste belge vermiş. Bu belgelerden birinde, baş tarafı X işaretiyle işaretlenmiş bir formül varmış. Pendergrast o zamana kadar yaptığı araştırmalar ve mülakatlara göre bunun Coca Cola’nın orijinal formülü olduğu kanaatine varmış. Daha önce de William Poundstone adlı başka bir yazar 1983’te yayınlanan “Büyük Sırlar” (Big Secrets) adlı bir kitap yazmış ve o kitabında açıkladığı Coca Cola’nın formülü ile Pendergrast’ın Coca Cola arşivindeki belgeler arasında bulduğu formül arasında büyük benzerlik varmış.

“-Kimyasal analiz metotlarıyla Coca Cola’nın içindeki maddelerin neler olduğu öğrenilemez mi?” sorusu, bu mevzuda çok sorulur. Pendergrast’ın Coca Cola’nın psikometri uzmanı Harry Waldrop’tan bu soruya aldığı cevap da; başka rakip firmaların Coca Cola içindeki maddeleri ilmî metotlarla bulabilecekleri halde, hiçbir zaman karışım oranını tam tamına ayarlayamayacakları olmuş.

Pendergrast Coca Cola firmasının bir sözcüsüne, Coca Cola’nın formülünü kitabında yayınlarsa ne olacağını sorduğunda ise, firma sözcüsü ile aralarında şu konuşma olmuş:

“-Mark, diyelim ki sana orijinal formülü ben verdim, onunla ne yaparsın?

-Kitabıma alırım.

-Sonra?

-Birisi Coca Cola ile rekabete girmeye karar verebilir.

-Peki, ürünlerine ne isim verirler?

-Coca Cola diyemezler tabii, çünkü onları mahkemeye verirsiniz. Diyelim ki Yum Yum dediler . Ayni zamanda bunun Coca Cola’nın aynisi olduğunu ima eden reklamlar yaparlar.

-Tamam. Peki sonra onu kaça satacaklar? Nasıl dağıtacaklar? Nasıl reklam yapacaklar? Ne demek istediğimi anlıyor musun?

Biz Coca Cola markasını bugünkü hale getirene kadar 100 yıl ve hesapsız para harcadık. Bizim sürümden sağladığımız kâr ve müthiş pazarlama sistemimiz olmadan, kimse bizim ürünümüzü taklit edemez. Etse de, ayni fiyata satamaz. Hem sonra kim Coca Cola’nın kendisini dünyanın her yanında daha ucuza almak varken, taklidini daha pahalıya almak istesin?”

Pendergrast, Coca Cola firması sözcüsünün bu söylediklerine verecek cevap bulamadığını kitabında yazıyor ve özetle; Coca Cola firması sözcüsünün kendisi tarafından Coca Cola’nın orijinal formülünün bulunmuş olduğunu inkâr etmediğini, fakat orijinal formülünü bilmekle hiç kimsenin Coca Cola ile rekabet edemeyeceğini söylediğini naklediyor.

Mark Pendergrast’ın bahsettiğimiz kitabının sonunda Coca Cola’nın orijinal formülü olarak bildirdiği formül ve bu formüle göre Coca Cola’nın yapılışı şöyledir:

Formül-1 (Ana çözelti): Kafein Sitrat (1 oz), vanilya özütü (1 oz), sıvı Coca özütü (4 oz), sitrik asit (3 oz), limon suyu (1 gt), şeker (30 lbs), su (2,5 galon), karamel (isteğe göre). Bunlara, kaynar suda karıştırıldıktan sonra, “Formül-2 (Tadlandırıcı)”ilave edilir.

 

Formül-2 (Tadlandırıcı): Tarçın yağı (40 mg), Coriander yağı (20 mg), Neroli yağı (40 mg).

(1 oz: yaklaşık 28 gram, 1 gt (guatr): yaklaşık 1 litre, 1 galon: yaklaşık 3,8 litre, 1 lb (libre): yaklaşık 0,453 gram)

Bu tatlandırıcı karışımındaki maddelerin hepsi, yağ cinsindendir ve suda çözünmezler. Bu karışımı su bazlı ana çözeltide çözünür hale getirebilmek için, hem suyla hem de yağlarla her oranda karışabilen alkolün (etil alkol) 1 guart kadar miktarı üzerlerine ilave edilip, alkolde tamamen çözünmeleri için, bir gün (24 saat) bekletilir.

Daha sonra da, etil alkolde çözünen “tatlandırıcı yağlar karışımı”nın su bazlı ana çözeltiye ilave edilmesi ile, berrak bir çözelti elde edilir. Bahsedilen kitaba göre, Coca Cola markalı meşrubat budur.

Coca Cola’nın Mark Pendergrast’ın kitabında verilmiş bu formülünde ve yapılış şeklinde helal gıda bakımından üzerinde durulabilecek husus, yalnız Coca Cola’ markalı gazozda değil; dünyanın her tarafında çeşitli markalarla sade, meyveli, kola (cola), tonik (acı) aromalı bütün gazoz sınıflarında da yaygın bir özellik olarak, bir damlasının bile vücuda bilerek kasdî olarak ithal ile alınmasının haram olduğu sekerat verici etil alkolün gazoz ana çözeltisine dışarıdan ilave edilerek hazırlanmasıdır.

Helal gıda hatıralarından bahsederken, daha önce de bu mevzu üzerinde durduğum gibi;

Alkol (etil alkol), şarabın ve bütün sarhoşluk verici alkollü içeceklerin sekerat verici maddesidir; pancar küspesinden, patatesten ve daha birçok nişastalı ve şekerli maddeden bol miktarda ve nisbeten ucuz elde edilebilir. Gazozların imalatında “etil alkol” yerine ayni maksatla kullanılabilen ve sekerat verici olmayan “propilen glikol” gibi maddeler de vardır; ancak, maliyete ancak çok cüzî bir artış getirebileceği halde, İslâmî hassasiyeti olmayan gazoz imalatçıları dışarıdan ana çözeltiye ilave ettikleri “etil alkol” yerine bunu kullanmaya lüzum görmez.

Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.” hadisine göre; bilerek, kasıtla, dışarıdan ilave edilmiş etil alkolü ihtiva eden Coca Cola ve emsali kolalı veya diğer cinslerden, etil alkolde çözüldükten sonra ana çözeltiye ilave edilmiş tad ve koku verici esansları ihtiva eden tüm gazozların içilmelerinin helal olup olmadığı, zamanımızın Müslümanları için üzerinde durulması gereken konulardan biridir.

Peki, zamanımızın bazı Müslümanlar niçin bu konuda net bir hükme ve davranışa varmakta zorlanıyorlar?

Bunun sebeblerini, 2008 ve 2009 da İstanbul’da yapılan iki Uluslararası Helal Gıda Konferansı’na sunduğum tebliğlerimde açıklamaya çalışmıştım. 2009’daki tebliğimde, Müslüman tüketiciyle helal gıda arasındaki engelleri, şu beş başlık halinde vermiştim: 1- Şahsî sebebler, 2- İlmî sebebler, 3- İktisadî sebebler, 4- Sosyal sebebler ve 5- Siyasî sebebler.

Burada tekrar ve sadece; “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.” hadisine verilebilecek manâ ile ilgili kilit hükmünde önemli bir soruyu sorarak akıllara kapı açıp iradelerini onlardan almadan, cevabını düşünmeyi ve hükme varmayı muhatablara bırakacağım:

“- Hadiste bahsedilen “çoğu” kelimesinden, “herhangi belirsiz bir çokluk miktarı” değil; kişinin “bir oturuşta içebileceği en fazla miktardaki içecek” manâsında anlaşılmasının akla uygun olduğu göz önüne alınırsa; bir insan, bir oturuşta ne kadar “etil alkol” almasının kendisini sarhoş edebileceğini (meselâ: 200 gram) tesbit ettikten sonra, “hîle-i şer’iye” yaparak, bir oturuşta içebileceği (Meselâ: 2 litre) içeceği, 2 litresinde 200 gramdan daha az alkol bulunacak şekilde, her türlü alkollü içkiden (rakı, şarap, votka, kanyak, likör, cin, kımız, bira, kefir..vs) sulandırarak hazırlasa; o zaman, bu sulandırdığı içkilerin bir oturuşta içebileceği 2 litre miktarları onu sarhoş etmeyeceği için onları içmek, o “hîle-i şer’iye”yi yapana helal mi olacaktır?”

Bu soru karşısında Müslümanların alacakları tavır, belki de bu dünya imtihanlarındaki nazik sorulardan birine verecekleri cevabı teşkil edecektir.

Böyle bir durum karşısında ise, Coca Cola’nın renginden çok, kendimizin bu konudaki rengimizin ne olduğunu merak etmemiz, üzerinde durmamız ve düşünmemiz daha doğru olmaz mı?

——————————————————————————————————————————————

Prof.Dr.Mustafa NUTKU’nun bu konuyla ilgili diğer bazı yazıları:

Gıda Maddeleri ve Katkılarında, “Merak, Takva ve Vesvese”nin Çaresi!

Gıda maddeleri ve onların katkı maddelerinin ülkemizde öncesine göre daha yoğun olarak gündeme geldiği son yıllarda, bu konularla ilgili merak, takva veya vesvese halleri de öncesine göre daha fazla görülmekte ve bazı sorular sorulmaktadır.         

Gazozlar helal mi?

Bir Müslüman’ın bu dünya hayatı boyunca aklını ve cüz’î iradesini iyi kullanmakla imtihanı esnasında en fazla dikkat etmesi gereken şeylerden biri de kendisinin ve bakmakla mükellef olduklarının gıdalarının helal olmasıdır.

—————————————————————————————————————————————–

Genç neslin terbiyesi ve eğitimi  

Prof. Dr. Mustafa NUTKU                                                                                                      

“Eğitim” kelimesinin asıl manâsı, eski dilimizdeki “terbiye” kelimesiyle kastedilen manâdır. Eğitim kelimesinin geçtiği her yerde, onun “terbiye” kelimesiyle eşmanâlı olduğunun da hatırlanmasında fayda vardır. 

İnsanların genç yaşlarından itibaren terbiye ve eğitimleri, şimdiye kadar çok tartışmalı olmuş; tartışmaları şimdi de devam eden ve bundan sonra da devam edecek olan çok mühim bir mevzudur. 

Genç yaşlarından itibaren insanların hayatlarındaki faaliyetlerinde olan yanlışlarının ve eksiklerinin belirtileri, onların çeşitli bunalımları halinde kendini göstermektedir. 

Bir insan cemiyetinin fertlerindeki ve bilhassa o cemiyetin genç neslindeki bunalımları endişe ile müşahede ettikten sonra, sadece hastalık belirtilerinin (tıp deyimiyle, “semptomların”) giderilmesi değil; o hastalıkların esas sebeblerine inilerek, tam teşhislerinin ve o teşhislere göre de iyi tedavilerinin yapılması icabeder.  

Bunun için temel bir prensip olarak, genç neslin manevî ihtiyaçları da iyi anlaşılmalı ve o ihtiyaçların da iyi karşılanmasına çalışılmalıdır. 

  *  *  *   

İnsanlar, hem maddî ve hem de manevî gıdalara muhtaçtırlar. Onların ekseriya “maddî gıda rejimleri” incelenerek üzerlerinde ehemmiyetle, geniş şekilde ve teferruatlı olarak durulurken manevî gıdalarının temininde ve onlara arzlarında ihmaller, eksiklikler olursa, o sebeblerle görülebilecek hastalık belirtilerinden ve neticelerinden de şikâyet edilmemesi gerekir.  

Sadece maddeten doyurulmağa çalışılan fakat “manevî açlığa” mahkûm edilen her yaştaki insanlar, bu açlıklarının tesiriyle âdeta şuursuzlaşmış bir halde, ya vücutlarına rastgele birşeyler almaya çalışırlar veyahut da bu açlıklarının tahammülü güç sancılarını dindirecek bazı uyuşturucularda çareyi ararlar. Bu uyuşturucular, onların sindirim sistemleri veya dolaşım sistemleriyle vücutlarına aldıkları kimyevî maddeler olabileceği gibi; daha geniş manâda, onların akıllarını uyuşturarak veya geçici olarak gidererek, manevî açlıklarının sancılı âlemlerinden başka sanal âlemlere onları muvakkaten götürecek çeşitli sunî vasıtalar da olabilir.  

  *  *  *   

Türkiye’de halen ulusal, mahallî veya sadece internet üzerinden yayın yapan TV kanallarının toplam sayısının 1200 kadar olduğu söylenilmektedir. TV yayınları hem gözlere ve hem de kulaklara hitap ettiği için en tesirli eğitim vasıtaları olmalarına rağmen, maalesef çoğu faydasız ve bazıları da zararlıdır. Futbol maçlarına, o maçlarla ilgili haberlere ve yorumlara, İslâm dininin seyredilmesine ve dinlenmesine cevaz vermediği çeşitli cinsten müzik ve ses yayınlarına, bazı sinema, tiyatro, televizyon dizilerine v.b. seyirciliklerine ve dinleyiciliklerine odaklanmak halleri, manevî açlıkların giderilebilmesi için bu sunî vasıtalardan -çeşitli günahlara da girerek- medet umulmasının misalleri olarak verilebilir. 

  *  *  *   

Tıp ilmi varken bu ilmi hiçe sayanların, sahte veya kifayetsiz doktorların sözlerine ve reçetelerine itibar edilemez. Bir makinenin imalatçısı tarafından verilen “Kullanma Talimatı”na aykırı hareket edilmesi o makineden verim ve fayda sağlanamayışına; bazen onun arızalanmasına, bunun da ötesinde organ, can veya mal kaybı ile ilgili çeşitli kazalara da sebeb olabilir. Modern makine ve araçlardaki “beyin” denilen kontrol sistemlerine kaba-saba müdahale edilmesi de o makine ve araçlarda büyük arızalara ve kazalara davetiye çıkarır.  

İnsan, aslında kâinatın en mükemmel makinesidir. Onun bir makinenin kaporta, motor, güç aktarma vd organlarına benzetilebilecek olan maddî yapısından başka, benzeri ve daha iyisi başka hiçbir mahlukta bulunmayan harika bir beyni vardır. İnsanın beynindeki arızalara meydan verilmemeli; bir arıza olursa, ona kaba-saba metotlarla müdahaleye teşebbüs edilmemelidir!. 

  *  *  *   

Genç neslimizde, bazı yabancı ülkelerin gençlerindeki kadar olmasa da,bunalıma gidiş” vakalarının artışı, hepimizi ciddî şekilde düşündürmeli ve üzmelidir. Bunun en basit bir delili de, çeşitli seviyelerdeki okullarda öğrenim gören gençlerimizde uyuşturucuların kullanılması yaşının ve çokluğunun, zamanla maalesef daha da küçük yaşlara inmesiyle alâkalı rakamlardır.  

Bu uyuşturucu maddeleri temin edip kullanmanın hem zor ve pahalı, hem de sıhhî ve cezaî bakımdan tehlikeli olduğunu idrak etmesini beklediğimiz her yaş ve tahsil kademesindeki, bilhassa yüksek tahsildeki gençlerimizden bu canavara teslim olanların artmasının sebebi acaba nedir? 

Uyuşturucu maddeleri kullanmanın zararları mevzuunda ülkemizin her tarafında konferanslar, seminerler, açık oturumlar vb yapılmasına; basın, radyo ve televizyon yayınları ile de uyuşturucuların zararlarına karşı ikaz edici neşriyatta bulunulmasına rağmen, bu faaliyetlerin gençliğin uyuşturucu kullanmasındaki artış hızını frenlemekte başarıya ulaştığı söylenemiyor. Çünkü bu faaliyetlerin başarısı, sadece “yasakçılık” yapmakla kalmayıp, kötüden alıkoyabilmek için onun yerine iyiyi maharetle koyabilmeğe büyük ölçüde bağlıdır.  

  *  *  *   

Genç yaştaki insanlarımızın dimağları “temiz bir sayfa” veya “boş bir kap” gibidir; o yaşlardayken onların içini en iyi şeylerle doldurmağa çalışmak gerekir. Kötüyü benliklerinde kabul etmeyecekleri şekilde iyiyi ve doğruyu, hakikî şekliyle ve kâfi muhtevasıyla mümkün olduğu kadar erken yaşlarda onlara verebilmek, onların “eğitimlerinin ilk kuralı” olarak uygulanmalıdır. Bunu yapmaktaki ihmaller ile geçen her an, bir kısım gencimizin daha insanî şahsiyet kaybına sebep olabilmektedir. 

Bu sebeble, “Genç neslin terbiyesi ve eğitimi” mevzuunda “hakikî teşhis ve tedavi”den yanlış bir çekingenlikle uzak durmağa çalışmak suretiyle tıp ilmini inkâr ile, üstünkörü ve yanlış “kocakarı ilaçları” gibi bazı vasıtalarla hastalıkların sadece belirtilerini gidermeye çalışır şekilde hareket etmeyerek, insan kaynaklarımızla ilgili güç ve imkânlarımızı israf etmemeye önemle dikkat çekmemiz icab ediyor. 

  *  *  *   

Genç neslin terbiyesi ve eğitimi ile alâkalı olarak sporun, kültür ve sanat faaliyetlerinin bu çok mühim derde “tam deva” olabileceği de asla söylenemez.  

“Dünyayı yıllardır sarmış salgın bir manevî hastalık” haline gelmiş olan “futbol hastalığı” ile, genç neslin küçük yaşlarından itibaren, içi atmosfer basıncından biraz daha fazla basınçtaki hava ile doldurulmuş meşin bir topun ardından ruhuyla, aklıyla, kalbiyle ve diğer bazı organlarıyla, merakıyla, alâkasıyla, çeşitli kabiliyetleri ve hissiyâtıyla vd ile sürüklenerek en kıymetli sermayeleri olan hayat müddetlerini israf etmelerine “Daha kötü şeylerle uğraşmaktansa futbolla uğraşsın..”(!) denilerek hoşgörü ile bakılmamalıdır!.  

Spor bizzat usulüne göre yapılsa bile beden sağlığı için faydasına rağmen ruh sağlığı için derde deva olmaktan çok, “tabiî bir uyuşturucu” gibidir; beden hareketleri esnasında ve sonrasında, vücudun rahatlatıcı bir kimyevî maddeyi (hormonu) ifraz ettiği tıbben tesbit edilmiştir. Genç neslin, “futbol sektöründe çok yüksek paralar var” denilerek, onların küçük yaşlarından itibaren alâkalarının futbola yöneltilmesi; bunun için de bilhassa yaz tatillerinde camilerdeki Kur’an Kursları yerine ülkemizde sayıları gittikçe artan futbol okullarına gönderilmeleri çok yanlıştır. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüzle de ifade edildiği gibi, “bir insana çocukluk yaşlarından itibaren İslâmî terbiye gerekli ve yeterli şekilde verilemezse, sonradan o terbiyeyi verebilmenin bir gayrimüslimin Müslüman yapılması kadar zor olacağı” dinî kitaplarımızda belirtilmektedir. Bu sebeble, genç neslimizin terbiyesi ve eğitimi için, bilhassa dinî vakıflarımız onların alâkalarını İslâm dinine yöneltmek, onları hem bâtılın ve hem de malâyânînin tahribatından korumak için gereken çalışmaların üzerine önemle yoğunlaşmalıdırlar.  

Dinî vakıflarımız bu faydalı icraatın yapılmasını İslâm düşmanı şer güçler tarafından dayatılmış İslâm dışı kanun ve anlaşmaların esareti ve “resmî ideoloji” bağımlılığı içindekilerden beklemeyerek, şimdikinden daha az ücretle veya ücretsiz olarak tüm ülkemizde “özel anaokullarının” sayılarını çok arttırmalı; kız öğrencileri dünyevî daha çok kazançlarla ilgili meslekler yerine, uhrevî kazançlarının çok olabileceği şekilde icra edebilecekleri bu okullarda “anaokulu öğretmenliği”ne teşvik etmelidirler. Ebeveynleri de “çocuklarını istikbale hazırlamak” düşüncesiyle öncelikle onların dünyevî istikballerini düşünerek onlara dünyevî menfaatleri değil; uhrevî menfaatleri hedef göstermelidirler. Çünkü dinî kaynaklarımızda da açıkça ve defalarca belirtildiği gibi,  “asıl hayat”, âhiret hayatı ve “asıl istikbal” de âhirettir!. 

Gerekçelerinin kuvvetli dayanakları mevcut olmadığı halde genç neslin yönlendirildiği “bazı kültür ve sanat faaliyetleri” de, onların “manevî açlıklarını gidermek” için -dengeli ve iyi beslemek yerine- onlara “rastgele atıştırma yapmak” malzemesi sunmaya benzetilebilir!. 

  *  *  *   

Çok tartışması yapılan, “Genç neslin terbiyesi ve eğitimi” mevzuunda özetle ve daha önce belirttiklerimizi tekrar ile denilebilir ki: Onlar eğitilmeğe çalışılırken maddî bünyelerinin ihtiyaçları yanında, manevî bünyelerinin ihtiyaçları da mutlaka göz önüne alınmalıdır; manevî bünyeleri açlığa mahkûm edilerek, “ne bulurlarsa atıştıran” veya manevî açlıklarının sancılarını yatıştırabilmek için çeşitli uyuşturuculara, “denize düşenin yılana sarılması” gibi müptelâ olmuş hallere asla düşürülmemelidirler!. 

  *  *  *   

Bu mevzuda yukarıda söylenenler, söylenilmesi gerekenlerin ancak az bir kısmıdır; söylenebilecek daha çok şey vardır. Bizim rehberimiz: Zevcesi Hz. Aişe (r.a.) tarafından “Yaşayan Kur’an” sözleriyle bize tanıtılmış olan Peygamberimiz (a.s.m) ve onun Sünnet-i Seniyyesidir. 

Genç neslin terbiyesi ve eğitimi mevzuunda yıllardır “Genç nesil nereye gidiyor?” sorusunu cevapsız olarak tekrarlamakla kalmayarak (!), “çözüm odaklı” hareket edilmelidir. Bunun için de, “en büyük öğretmen” olarak Peygamberimiz’in (a.s.m) sünnetinde terbiyenin ve eğitimin önemi, terbiyenin safhaları (aşamaları); ahlâkî, bedenî ve sosyal terbiyenin nasıl kazanılacağı ve bu terbiyenin edinilmesi için gereken çevresel şartlarla ilgili bilgiler araştırılmaya, uygulanmaya, neşredilmeye ve tavsiye edilmeye çalışılmalıdır.   

Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyoruz

“Allah’ım, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden (gelebilecek tehlikelerden); altımdan gelebilecek (zelzele gibi) felaketlerden de azametine sığınırım.”
Hadis-i Şerif (Ebu Davud)
 
Ülkemizde bu sabah Güneydoğu Anadolu bölgesinde, tarihinin en büyük depremi olmuş; çok sayıda vatandaşımız vefat etmiş veya yaralanmış, büyük maddî zararlar ve mal kayıpları da meydana gelmiş. O depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralananlara hayırlı şifalar, yakınları vefat eden veya yaralananlara sabr-ı cemîl için dualarımızla birlikte bu Hadis-i Şerif levhasındaki duayı da tüm ülkemiz ve İslâm âlemi için yapıyoruz.
 
Prof.Dr.Mustafa NUTKU

Havadan, sudan..

Halkımız arasında, daha önce yapmış oldukları bir konuşmadan bahsederken, o konuştuklarının pek mühim olmadığını ifade için bazen, “Havadan, sudan konuştuk” denilir.

Bu şekilde, “hava” ve “su” kelimelerinin konuşma dilimizde ‘ehemmiyetsiz konuşmalar vd şeyleri kastetmek’ maksadı ile kullanılmasında aslında büyük bir isabetsizlik ve tezatlı hal vardır.

Çünkü hava ve su, insanların ve diğer canlıların hayatları için en lüzumlu maddelerin başında gelirler. İnsanlar her an havaya ve her gün de suya muhtaçtırlar. Bu görünen âlemde cari olan Âdetullah Kanunlarına göre, insanlar havasız olarak ancak birkaç dakika, susuz olarak ise ancak birkaç gün yaşayabilirler. İnsanlar havasız veya susuz yerlerde muvakkaten de olsa kalacaklarsa, önceden bununla ilgili gereken tedbirlerini ve tedariklerini dikkatle almak mecburiyetindedirler; aksi halde, hayatlarını kaybedebilirler!
*  *  *
Havanın ve suyun insanlar için “en hayatî maddeler” olmalarına rağmen, bazen de sanki en ehemmiyetsiz bazı konuşmalara vd misal olarak veriyormuş gibi “Havadan, sudan” denilmesinin sebebi acaba ne olabilir? Bunun, ‘nimetlerin kıymetlerini, onların bol ve devamlı oluşları halinde düşünememek’ sebebine bağlanabileceği, ilk olarak akla gelebilecek bir cevaptır.
Gene aynı sebepledir ki, senenin diğer aylarında nereden, nasıl, hangi kudret ve rahmet eliyle bize rızık olarak gönderildiklerini hiç düşünmemiş veya pek az düşünmüş isek, o yiyeceklerimizin ve içeceklerimizin kıymetlerini ve önemlerini de, Ramazan-ı Şerif orucumuz esnasında -yiyip, içmemiz gün boyunca yasaklanınca- daha iyi düşünmekteyiz.
Buna benzer şekilde, insanların biraz hayretine de sebep olabilen, ‘satış mallarındaki fiyat değişmelerini’ iktisat ilmi arz-talep münasebetine bağlayarak çok kolay anlaşılır bir şekilde izah etmektedir: “Herhangi bir cins mal çok miktarda satışa arz edilir fakat buna talep az olursa, o malın fiyatı düşer; aksi halde onun fiyatı yükselir.” 
‘İktisat’ kelimesinin manasını bile bilmeyenler de dahil, küçük veya büyük tüm satıcılar her tür ticarette çok yaygın olan bu fiyatlandırma uygulamasını çok iyi bilirler. Bu uygulamayı herkes kendi alışverişleri esnasında da görebilir.
*  *  *
Bir nimetin bol, devamlı ve kolay istifade edilebilir hali, insanların onun kıymetini bilmeyişinin haklı bir gerekçesi olamaz. ‘Teneffüs edilebilecek’ temiz hava ve ‘içme suyu kalitesindeki’ temiz su da ihtiyaca yetebilecek kadar bol ve devamlı olarak bulunduğunda, insanların onların kıymetlerini ve önemlerini görmemezlikten gelişlerine; onlar için de Allah’a şükretmeyişlerine ve üzerlerinde ibretle düşünmeyişlerine hak verilemez.
‘Teneffüs edilebilecek’ temiz hava ve ‘içilebilecek’ temiz su, insanların görünen âlemdeki hayatları için en lüzumlu maddeler ise, bununla birlikte de onlar bol, devamlı ve insanlar tarafından kolayca istifade edilir bir tarzda bulunabiliyorsa, bu vasıfları onların ‘kıymetsiz ve ehemmiyetsiz şeyler’ oluşlarını değil; Kur’an ve Hadîs yoluyla insanlara bildirilen şu hakikati ispat ederler:

Bütün kâinatı ve kâinat içinde yer küresini (arzı) yaratıp orada da ‘düşünen yegane varlık’ olarak insan neslini iskân ederek ona imtihanı için muvakkat bir ömür veren Allah, ‘Hay’, ‘Hakîm’, ‘Rezzak’ ve ‘Rahim’ vd bazı isimlerini tecellileriyle insanlara tanıttırmak için, insanları hayatlarıyla ilgili bazı maddelere şiddetle muhtaç kılmış ve o maddeleri de istifadeleri için onlara vermiştir.

Bunun için insanların ‘imtihan mahalleri’ olan yerküresi, başka hiçbir gök cisminde bulunmayan özellikteki ‘atmosfer’ denilen bir hava tabakası ile çevrilmiştir. Ve bunun için yerküresinin üstünde, altında ve atmosferinde –sıvı veya buhar halinde- su ve o suyun devr-i daimi vardır.
*  *  *
‘Hava’ ve ‘su’ kelimeleri aslında insanları bu nimetlerin tefekkürüne sevk etmeleri icab ederken -bunun tam aksine olarak- insanlar tarafından önemsiz, manasız ve faydasız şeylere benzetmek maksadıyla ‘Havadan, sudan’ denilmesi, öyle diyenlerin hakikî maksatları ve öyle demelerinin sebebi ne olursa olsun; muhatapları tarafından, havanın ve suyun ‘ehemmiyetsiz şeyler’ sayıldığı şeklinde anlaşılabilir. Böyle yanlış bir anlamada bulunmaktan ve kendimizin de o sözleri manasız, faydasız ve ehemmiyetsiz şeyleri kastetmek için kullanmakla başkalarına da yanlış bir anlayış telkin etmekten sakınmamız gerekir.
Çünkü, havanın ve suyun vazifeleri çok mühimdir; küçümsenemez. Allah’ın çok vazifeler yüklediği bu nimetlerini, fennî ve dinî ilimleri meczetmek suretiyle de daha iyi idrake ve Hay, Hakîm, Rezzak, Rahîm gibi bazı isimlerinin bunların vasıtasıyla tecellilerini de hayretle, tahsinle, takdirle tefekküre çalışarak, bu konuda da insaniyetimizin gereğini yapmaya gayret etmeliyiz.
*  *  *
Hafız Şirazî demiş:
“İnsanın her nefesinde iki defa şükretmesi lâzım. Biri nefes aldığı için. diğeri verdiği için. Çünkü verip alamamak, alıp verememek var.”
Prof.Dr.Mustafa NUTKU

“Enerji tasarrufu haftası” vesilesiyle…

Bu yıl 11 Ocak 2023- 18 Ocak 2023 tarihleri arasında olan “Enerji Tasarrufu Haftası”nın benim için özel bir önemi vardır.

Yıllar önce KTÜ’de (Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde) görevliyken, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’ndan KTÜ (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Rektörlüğüne bir yazı gelmişti ve o yılki “Enerji Tasarrufu Haftası”nda üniversitelerde konuyla ilgili konferansların verilmesinin de istendiğinden bahsedilmişti.
KTÜ Rektörlüğü o talebi TBF (Temel Bilimler Fakültesi) Dekanlığına, TBF Dekanlığı da Kimya Bölümü Başkanlığına havale etmişti. O zamanki Kimya Bölümü Başkanı bu konferansı vermek için beni görevlendirmişti. Kendisiyle aram hiç iyi değildi. O görevi bana vermesinin sebebinin ise, “Kimya bölümünde bu görevi en iyi yapabilecek olanın ben olduğumu ve benim liyakatimi kabul etmesi” manâsında değil; “evinizde, iş yerinizde elektrik enerjisi tasarrufu yapmak için iki elektrik lambasından birini söndürün ve bunun benzeri” çok basit ve kolaylıkla hafife alınabilecek sözler sarf etmemi ve daha sonra da o konuşmam sebebiyle yakın çevresinde beni tenkit etmek, benimle o sebeble alay etmek için olduğuna ihtimal veriyordum.
Ben, onun o muhtemel yanlış niyet, düşünce ve beklentilerine tamamen zıt şekilde, Risale-i Nur Külliyâtından da aldığım derslerle mükemmel bir konuşma metni hazırlayarak, “tasarruf” (israfsızlık) konusunu konferansımda kâinattaki misallerini vererek anlatmaya çalışmıştım.
“İsrafsızlığın kâinatın temel prensiplerinden biri olduğunu” fizik, kimya, biyoloji, fizyoloji, jeoloji, astronomi, vd kâinatı inceleyen bilimlerden çeşitli misaller vererek ve sonunda da “minimum potansiyel enerji prensibi” ile “entropi”nin temperatür moderatörlüğünde bir tahteravallinin iki ucundakiler gibi bazen birinin bazen de diğerinin baskın gelmesiyle maddenin 3 fiziksel hali arasında birinden diğerine geçişlerde oynadığı rolden bahsetmiştim.
Yapmış olduğum o konuşmam konferansıma gelenlerin ilgisini çekmiş, beğenilmişti. O konferansımı daha sonra (“Fen Bilimleri Enstitüsü’nün ilk konferansı” olarak Şırnak Üniversitesinde vermiş olduğum konferansım da dahil olmak üzere) İstanbul’daki ve diğer illerdeki bazı üniversitelerde tekrarlamıştım.
Allah kabul etsin.
Prof.Dr. Mustafa NUTKU