Etiket arşivi: Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Kibir Hastalık Belirtisi Mi?

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kibir ve gururun psikolojisi hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Toplumda kibir olarak bilinen gururun, aslında hastalık değil, hastalık belirtisi ve kişilik sorunu olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kibir, kişinin büyüklük duygusunu yoğunlukla yaşamasıdır. Narsistik kişilik dediğimiz kişilik yapısı vardır. Bu kişilerin hayatlarının en büyük teması, büyüklük duygularının yüksek olmasıdır. Kendilerini özel, üstün ve seçilmiş görürler. Diğer insanları da küçük görürler. Bu kişilerin hak duyguları kendilerine yöneliktir. Bu kişiler sıra beklemekten hiç hoşlanmazlar. Trafikte sen benim kim olduğumu biliyor musun diyen kişiler tam narsistik kişilerdir. Kendilerini inanılmaz üstün ve ayrıcalıklı görürler ve bu ayrıcalığı her yerde kendilerine tanınmasını beklerler” diye konuştu.

Kendini gerçekçi şekilde analiz eden kişide kibir olmaz…

Bu kişilerin psikolojik analizleri yapıldığında kişilerde özgüven değil, öz beğeni olduğunun görüldüğünü belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özgüven bir kişinin kendiyle barışık olmasıdır. Özgüven kişinin sağlığı açısından tavsiye edilmektedir ama öz beğeni kişinin kendisinde olmayan şeyleri varmış gibi görmesidir. Kişi kendinde olan şeyleri görürse zaten büyüklük duygusu yaşamaz. Kendini gerçekçi bir şekilde analiz eden bir insanda kibir olmaz. Her insan biriciktir, hiçbir insanı küçük görmemek gerekir. Narsistik kişiler kendilerini üstün, diğerlerini küçük görür. Bu durumu kişilik haline getirmişlerdir” dedi.

Modernizm kibirli olmayı empoze ediyor

“Öz beğeni kişinin kendisini beğenmesidir” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

“Narsistik kişinin kendine hayranlık hastalığıdır. Kişiliğindeki en büyük ana tema da büyüklük duygusudur. Büyüklük duygusu olan kişiler sarımsak yemiş kişiler gibidir. Tevazulu gibi gözükürler ama tevazuunun arkasında kendini büyük görme vardır. Hatta kibirli birisi tevazuunun prim yaptığı bir ortama girmiş, aşırı tevazulu davranmış. ‘Sen niye böyle davranıyorsun önceden böyle değildin?’ diye sorulunca da ‘Ben tevazuda da en büyük olmalıyım’ demiş. İnsanoğlunda en önde olma, en iyi olma gibi bir duygu vardır. Bu, insanın ilkel ve vahşi bir duygusudur. İnsanın bu duygusunu eğitmesi lazım. Bu duygu herkeste az ya da çok var. Modernizm, kapital sistemde özgüven adı altında gururlu ve kibirli olmayı empoze ediyor. Kendini övmeyi beceri olarak sunuyor.”

Kibirli kişiler kendini kutsallaştırmıştır

Kibir duygusunun kendini büyük, diğerlerini küçük görmek olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kibrin bir ucunda da şu vardır; başkalarını küçük görmezsin ama kendini büyük görürsün. Bu tarz kişiler mütevazı gibi gözükür. Fakat yakın ilişkilerde anlaşılır ki kişi kendini kutsallaştırmıştır. Bu tarz büyüklük kendine tapmaktır. Sahip olduğu birçok nimeti kendinden bilmektir. Bu durum yaratılış kanunlarına da varoluş felsefesine de aykırıdır” dedi.

Kibirli kişiler yalnız kalırlar

Kişinin dikkat etmesi gereken unsurun haddini bilmek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyüklük hastalığı olan kişiler sınırlarını ve nerede duracaklarını bilmezler. Ben en iyi liderim diyen kişilerdir. Büyüklenerek konuşan kişilerdir. İnsanlar anlamasa da bu davranışlar ahlaka zıt düşer. İnsanlar sevmez ve soğurlar o kişilerden. Bu tipler farkında olmadan sevilmezler. Kibir sarımsak kokusu gibidir, saklayamazsınız ses tonunuzdan bile anlaşılır. Kibir itici ve soğuk bir duygudur ve onun için kibirli kişiler yalnız kalır. Başarılı oldukları zaman etrafları dolu ve kalabalıktır. Emekli olduklarında veya başarılarını, güçlerini kaybettikleri zaman bu kişiler yapayalnız kalırlar. Bu sefer de insanları menfaatçi olmakla suçlarlar. Hâlbuki insanlar onları değil, onlardaki çıkar için yanlarında dururlar zaten. Büyüklük hastalığı olarak da adlandırabiliriz. Atalarımız hep söylemiş “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diye. Bu, insanın psikolojik olgunlaşmasının en önemli engel unsurudur” dedi.

Narsistik kişi sevgi yatırımını doğru yapamıyor

İçindeki büyüklük duygusunu terbiye etmeyen bir insanın psikolojik olgunluğa erişemediğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Büyüklük duygusu yemek, içmek, üremek gibi insana kodlanmıştır. Narsisizm duygusu en çok olan varlık çocuktur. Çocuklar dünyayı kendi etraflarında dönüyor sanırlar. Büyüdükçe sevgi yatırımlarını diğer nesillere anne babalarına, hayata, yaşam felsefesine, varoluşa, yaratıcıya vs. yaparlar. Böyle durumlarda sevgi kaynağını doğru yönetmiş olur. Narsistik kişi bütün yatırımını kendine yapıyor. Freud şizofreniye de ‘Sekonder narsisizm’ demiş. Şizofren kişi kendi dünyasında yağmurlar yağdırır. Hastalık olan budur” diye konuştu.

Kibirli kişiler, sıradanlıktan korkarlar

Akıl sağlığı yerinde olduğu halde kendini özel, önemli, üstün gören bir kimsenin kibir özelliğini taşıyan bir kimse olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

“Kibirli kişilerin arkasında müthiş bir korku vardır aslında. Sıradan olma korkusu vardır. Onun için ‘Sıradan olmaktansa hiç yaşamayayım’ der. Narsistik yaralanma dediğimiz yaralanma yaşar. Başarısız olduğu zaman ‘Ben başarısızım neden yaşayayım ki?’ diyerek intihar eder, narsistik yaralanma yaşayanlar. Onun için başarısızlığı tolere edemezler. Dünyada intiharın artış sebeplerinden birisi de narsisizmin bir illet şeklinde küresel olarak yayılmasıdır. Kendini yeryüzü Tanrısı gibi gören bir insanın her şeyi kontrol etmeye gücü yetmiyor.

Herkesi kontrol etmek isterler

Narsistik insanın en büyük özelliği ‘Ben her şeyi kontrol etmeliyim, hep benim dediğim olsun’ der. Aşırı kontrol duygusu vardır. Çocuğunun, eşinin gördüğü rüyayı bile kontrol etmek ister, bu davranışın arkasında narsisizm vardır. Mütevazı rolü oynasa bile iç dünyası öyle değildir. Sıradan olma korkusu nedeniyle devamlı çalışırlar. Kapital sistem bu kişileri çok iyi kullanır. ‘Başarısız olmaktansa ölmem daha iyi’ diyerek ölümüne devam ederler. “Ya ölüm ya başarı” yaşam felsefeleri budur. Çok çalışır, çok üretirler hep parmakla gösterilen, özel, üstün olmak isterler. Bunun için barışçıl olmayan rekabet yaparlar. Çelme takarlar, başkasının ekmeğiyle oynarlar. Sırf kendi güçlerini, iktidarlarını devam ettirmek için. Tehlikelidir. Dünyada da bunun üzerinden savaşlar çıkmıştır, aile içi kavgalar bu yüzden çıkıyor. Kendi dünyamızda, evimizde, toplumda iç barış istiyorsak önce narsisizmi terbiye etmemiz lazım.”

Böyle kişilerin duygularını yönetebileceğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Evlilikte hepimizin içinde narsistik eğilimler var. Bunun farkına vardığımız zaman korkmayalım bu bize yaşam enerjisi olabilir. Yani çok çalışkan yapar ama amacınızı egonuzu tatmin değil de toplumsal faydaya çevirmemiz lazım. Bireysel faydayı değil, toplumsal faydayı gözetmemiz lazım. Narsistik kişi içindeki başarılı olma eğilimini topluma faydalı olmaya çevirirse bu kişi narsisizmin yönünü değiştirmiş olur. Çünkü bu duyguyu öldüremeyiz. Bu aynı zamanda insanların alkışıyla beslenme duygusudur, şöhret duygusudur, zenginleşme duygusudur. Her insan zengin olamaz, ünlü olamaz, başarılı olamaz ama her insan iyi bir insan olabilir. Ego idealimizin ne olduğu önemli böyle durumlarda” dedi.

Bu insanlarla nasıl baş edilebilir?

Böyle kişilerle yaşamak zorunda olan kişilerin de olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bir kişinin narsisizmini kontrol etmek istiyorsak önce kendimizden başlayacağız. İlişkilerde ne ezeceğiz ne de ezdireceğiz. Birinci ilke budur. Narsistik kişi kendi sınırlarını zorlar. Onun için narsistik kişiler kanser hücresine benzer. Kanser hücresinin özelliği nedir? Yanındaki dokuları harap ederek büyür. Doyumsuzdur, sorumsuzdur ve sınırsızdır. Karaciğerde başlar, büyür karaciğerle birlikte kendisiyle birlikte ölür. Ölümüne büyür. Narsisizm de böyledir, açgözlüdür. Hepimizin genç yaşta bile üç beş tane kanser hücresi vücudumuzun sağında solunda bulunur. Bağışıklık sistemi zayıfladığı zaman o hücreler çoğalır. Narsisizm de ruh kanseridir. Ruh yapımızı kanser gibi kaplar. Sosyal kanserdir aynı zamanda” diye konuştu.

Narsistik kişi, eşini uzvu gibi görür

Narsistik kişilerin aile ilişkilerini de olumsuz etkilediğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özellikle aile içinde erkeklerde daha çok oluyor. Para onda güç onda ve kontrol etmek istiyor eşini. Köle gibi görüyor. Narsistik kişi eşini uzvu gibi görür. Kalk der kalkar, dur der durur. Onu ayrı bir birey olarak görmez. Ona kendisinin ayrı bir birey olduğunu kişinin anlatması gerekiyor. Narsistik kişiye kesinlikle mütevazı davranılmaz. Narsistik kişinin karşısında mütevazı davranırsanız size nasihat vermeye başlar. ‘Sen başarılısın, iyi şeyler yaptın ama bu konuda şu gerekçelerle senin gibi düşünmüyorum’ diyerek o kişilerin kişiliğini değil yanlışlarını eleştirmek gerekir. Kişiliğini eleştirirseniz size saldırırlar. Mesela eşi, ‘Aslında iyi bir insansın, bizlere sahip çıkıyorsun bizler için çalışıyorsun ama şu davranışın iyi değil’ şeklinde duygularını dile getirirse bir müddet sonra iki taraf da birbirinin narsisizmini kontrol etmeye başlar. Böylece kontrol etmek isteyen kimse sınırları olduğunu anlar. Kişi kendi sınırına narsistik kişiyi sokmayacak. O nedenle birlikte yaşama bilinci geliştirmek için narsistik kişilere gerekçeleriyle birlikte hayır demek lazım. Biz böyle durumlarda zorluk çeken kişilerle hayır deme becerisi kazandırmaya çalışıyoruz” dedi.

Narsistik kişilerin değer verdiği şeyleri kaybetmekten korktuklarını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu kişilere ‘Bu şekilde devam edersen bunları kaybedersin’ denildiği zaman özeleştiri yaparlar. O nedenle bu kişilerin değer verdiği şeyleri bulmamız lazım. Değer verdiği şeyi kaybedeceğini anladığı zaman kendini değiştirmeye başlar. Narsisizmi devam etse bile davranışlarını düzeltebilir. Narsisizm de onun için sınır koyma becerisi çalışıyoruz. Kendi narsisizmimizi de yenmek için sessiz iyilikler yapılması tavsiye ediliyor. Göstere göstere yapılan iyilik narsisizmi besler. Narsisizmi eğitme yöntemidir bu. Ödev olarak bu kişilere sessiz iyilik yapmayı veriyoruz” dedi.

Hataları yazılı olarak iletilebilir

Narsistik kişinin toplum içerisinde eleştirdiğiniz zaman yara aldıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ama bu kişiyi tek başına çağırıp hatası söylendiğinde o kimse onuru kırılmadan hatasıyla yüzleşebilir. Buna rağmen kişi aynı hataya devam ediyorsa önce sözle uyarılır daha sonra gerekiyorsa yazılı olarak uyarılır. Aile içinde yazılı olarak uyarın diyoruz bazen. Bazı kişilere sözel uyarı değil yazılı uyarı daha etkili olmaktadır. Bunlara rağmen düzelmiyorsa somut adımlar atmak gerekebilir” diye konuştu.

nevzattarhan.com

Yeni eğitim sürecinde ebeveynler nasıl bir yol izlemeli?

‘PANDEMİ SÜRECİ ÇOCUKLARDA KONUŞMA GECİKMESİNE SEBEP OLUYOR”

Yeni yaşam düzenine çocukları nasıl adapte edebiliriz? Arkadaşsızlık ve sürekli evde olma hali nasıl etkiler?

Çocukların yaş grubuna göre değişiyor. Okul öncesi ayrı, ergenliğe kadar olan ayrı, ergenlik sonrası ayrı.. Okul öncesi çocuklar burada genellikle anne ve babaya bakarlar. Anne ve baba eğer rahatsa, çözüm üretebiliyorsa, soğukkanlıysa çocuklar büyük bir sorun yaşamıyorlar ama ortak anne, baba ortak bir liderlik oluşturamıyorsa, ortak bir dil kullanamıyorsa çocuklar böyle durumlarda kendi çocuksu çıkarlarına ya da korkularına göre hareket ederler. Anne, babanın ortak dil kullanması çok önemli.. Geniş aileler bu konuda daha şanslılar bu durumlarda sosyal destek çok önemli; anne, baba bir yere giderse, anneanne ya da babaanne, amca yahut teyze var. Bir şekilde destek olunabiliyor. Okul öncesi çocuklar için de okul çağındaki çocuklar için de anne, baba önem taşıyor fakat böyle durumlarda sosyal hayattan tamamiyle koparmamak gerekiyor. Yakından tanınan mesela aynı apartmandasınız aynı şehirdesiniz, en az 7-15 günlük geçmişini bildiğiniz kişilerle çocuğun bir araya gelmesinden korkmamak lazım. Tamamen hayatını karantina altına almak olmaz. Evde o çocuklar bunalıma giriyorlar. Hastanede çocuklarda rastladığımız en çok vaka konuşma gecikmesi vakaları.. Evde kaldığı için tek dinlediği şey, televizyon, tablet, akıllı telefon konuşmuyor.. Sözcük üretmiyor öyle olunca gecikmiş konuşma ile geliyor.. Otizm zannediliyor. Pandeminin çocuklar üzerindeki etkilerinden biri bu… Konuşmayı geciktiren bir etki yapıyor. Diğer taraftan çocuk bunu çok iyi anlayamadığı için hırçınlık, sinirlilik, krizler ve öfke nöbetlerinde artışlar olduğunu görüyoruz. Anne baba kaygılıysa, mutsuz çocukların ortaya çıkma ihtimali var. Okul çağı çocuklar sosyalleşmeye başladıkları için arkadaş önemli hale geliyor. Ergenlikte zaten anne babadan uzaklaşarak, arkadaşlık önemli hale geliyor. Ergenlerde fiziksel olarak büyüyorlar ama ruhsal olarak daha büyümedikleri için hata yapma olasılıkları daha çok.. Belirtisiz taşıyıcı olma ihtimalleri çok yüksek, tanımadığımız ergenlerle okullarda 7-14 günlük geçmişini bilmediğimiz kişilerle maskesiz konuşmak büyük risk altına girmektir ama iki tarafta maskeliyse %5’e düşüyor bulaşma riski varsa bile..

Yeni eğitim sürecinde ebeveynler nasıl bir yol izlemeli? Ebeveynin üzerindeki uyum telaşının çocuklara yansıtılmaması için neler yapılabilir?

Bu uyum telaşı ister istemez çocuğa yansır. Anne, babanın yüz ifadesinden duruşundan anlar o yüzden anne, baba bu konuyu kendi arasında çözmeli ama çözemiyorsa da çocuğa; ”Böyle bir problem var çözmeye çalışıyoruz, hep beraber çözeceğiz.’’ denilebilir. Çocukta karamsarlık, ümitsizlik duygusu oluşturmamak gerekiyor. Ümit duygusu olmayan bir çocuk geleceğini güvende hissedemediği için korkuyla yaşar, korkuyla yaşadığı için de girişimci olamaz, atılgan olamaz yeni şeyler öğrenemez. Hep aklı evdedir rahat değildir. Bu sebeple çocuğa ümit verebilmek için anne, babanın soğukkanlı olması çok önemli…

”ANNE, BABANIN KAYGILI OLMASI DAVRANIŞ BOZUKLUKLARINA SEBEBİYET VEREBİLİR”

Eğitim süreci uzaktan ve karma olarak ikiye bölündü. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından herhangi bir devam zorunluluğunun olmadığı bilgisi paylaşıldı. Bu durum ilkokula yeni başlayan çocukları nasıl etkiler?

Bence çocuklar bu konuda büyüklerden daha kolay uyum sağlıyorlar. Hiç korkmayalım, evde sıcak, huzurlu bir ortam varsa çocuklar muhakkak uyum sağlarlar. Bu süreç normale döndüğü zamanda hızla toparlar. Rol model olarak gördükleri anne, babadır. Anne baba iyi örnek olabiliyorsa çocuklarda sorun olmuyor ama anne baba kaygılıysa; saç yolmalar, tikler ve altını ıslatma, tırnak yeme gibi birçok davranış bozukluğuna sebebiyet verebiliyor fakat birlikte zaman geçirmeyi arttırdığı artısı da oluyor. Çocuklar bu süreçte hiç olmadıkları kadar anne, babayla beraber olabildiler. Covid sürecinin en büyük katkısı bence birlikte zaman geçirmeyi zorunlu olarak arttırması oldu.

Eğitimin bir süre böyle devam edecek olması akademik başarıyı etkiler mi?

Biz üniversite olarak, -Üsküdar Üniversitesi- odak grup toplantısı yaptık. Bir vizyon toplantısı.. Fijital diye ortak bir kavram oluşturduk. Uzaktan öğretim olur ama uzaktan eğitim olmaz, laboratuvar bazı dersler var yüz yüze olması gerekiyor. Bu sebeple yüz yüze eğitim ve uzaktan eğitim eş zamanlı olmalı ve biz ikinci dönemde de- pandemi döneminde-  akademik takvimi hiç bozmadık. Akademik takvimin aynısını iki haftalık bir çalışmayla yeniden başlattık ve akademik takvimdeki saatte senkron olarak online ders verdik. Bütün dersleri aldılar. Uygulamalı dersler için özel videolar çekildi. Bu senede uygulamalı dersleri S notu dediğimiz bir sistemle yoğun olarak vereceğiz ve uygulamaları dersleri bu sene içerisinde telafi edecekler. Biz zaten %30 dijitalleşmeyi hedeflemiştik, alt yapımız hazırdı, zorluk çekmedik. Üniversitelerin birçoğu uzaktan eğitim deyince slayt gönderip, ödev gönderip uzaktan eğitim yapıldığını zannediyor hâlbuki öyle değil bu sene Zoom’dan daha iyi olan Perculus sistemi var onu kullanacağız. Her şey kaydediliyor, ders için belli bir süre konuluyor o sürenin altında olursa ders sayılmıyor. Sınavlar daha güvenli bir sistemle yapılacak, başını sağ sola oynattığında ekran donacak. En güzel şekilde bu sistemi uygulayacağız. Anket yaptık zaten,  hibrit sistemde olduğu için ben yüz yüze derse gelmek istiyorum diyenler o şıkkı işaretleyebilecek. Bütün dersleri online almak isteyenler de online olarak alabilecek ama %40’ını zorunlu olarak online yaptık. Teorik derslerden olabilecekleri.. Diğerlerinden yüz yüze ve dijital olacakları birleştirerek hibrit yaptık.  Eğitim sisteminde üniversitede de lisede de eğitim sadece uzaktan olmaz. Üniversitelerin birçoğu kampüsü kapattı ama biz kapatmadık, akademik ve idari kadro olarak hep aktif çalıştık, videolar çekildi. Öğrencilere şimdi kampüsü de açacağız ama sınıftaki yoğunluğu azaltmak için mevcutlar 90 kişiyse 30 kişiye, 60 kişi ise 20 kişiye düşecek. İlave bilgisayarlar aldık.. 1.ve 2. sınıflara daha öncelik verdik, internete ulaşım imkânı kısıtlı olanların dersi kampüste dinleyebilmeleri için alanlar oluşturuyoruz.

Hali hazırda üniversite sınavına hazırlanan bir genç bu süreçte kendini nasıl motive edebilir?

İnsanın içinde her zaman yoldan çıkarıcı, ayartıcı negatif duygular vardır. Herkesin içinde vahşi bir at var kendi kafasına göre gitmek istiyor ama sen patron benim deyip vahşi atı eğitirsen onu istediğin yere götürürsün. Kişi burada hedefini belirlerse, iç disiplin oluşturabilirse tuzaklara düşmez.

Kaynak: Sariye Dönmez

Anlamlı Amaç Varsa Mutluluk Peşinden Geliyor…

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Darıca’da sosyal medyada yazdığı notun ardından yaşamına son veren Furkan Celep’in intiharıyla gündeme gelen yalnızlık, mutsuzluk, aile ilişkilerinin önemine ilişkin TRT RADYO 1’de değerlendirmelerde bulundu.

 

Mutluluğa yatırım yapılması gerekiyor

İnsanların mutlu olmayı öğrenmesi için mutluluğa yatırım yapması gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, anne ve babayla kurulan ilişkinin önemine işaret etti ve şunları söyledi:

“Bu gencin geçmişine bakıyorsunuz efendi bir çocuk. Hatta karıncayı bile incitmezmiş. Böyle bir kimse neden böyle bir şey yaptı? İçki, uyuşturucu kullanmıyor. Kendisinin yalnız olduğu anlaşılıyor. Dertleşecek kimse bulamadım diye söylemi var. Arkadaşlık dendiği zaman anneden babadan arkadaş olmaz deniyor. Bir babayla dertleşmek arkadaşlıktır. Bir büyüğüyle dertleşmek, anlatmak, olumsuzluğu paylaşabilmek, konuşabilmek arkadaşlıktır. Arkadaşlıktan ne anladığımız önemli. Baba, babalık rolünü yapsın zaten tek bir babası var çok arkadaşı olacaktır. Bir kimse babalık rolünü terk etmeden çocuğuyla birlikte zaman geçirme, hayatı paylaşma yok mu? Arkadaşlık tanımı içine giriyor.”

Babalar sevgisini hissettirmeli

Bizim kültürümüzde özellikle babaların çocuğu ile kurduğu ilişkide bir mesafe koyduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu durum maalesef çok yaygın. Baba çocuğunu uzaktan sever, sarılmaz, kucağına almaz. Bu dinimizde yok, gelenek haline gelmiş. Çocuğunu gerçekten seviyor ama duygu ifadesi yok. Çocukta da sevmiyor gibi bir algı oluşuyor. Bu algıyı gidermek için bazı şeyler yapılması gerekir. O çocuğa değer verildiğini, önemsendiğinin hissettirilmesi gerekir” dedi.

Benlik algısı önemli

Kişinin benlik seviyeleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kişinin kendine güven duygusunun oluşmasında benlik algısının önemli olduğunu ifade ederek şunları söyledi:

“Olduğu benlik, hayal ettiği benlik ve olması gereken benlik var. Bu benlik içerisinde benlik algısı düşük olan kişiler olduğundan daha değersiz görüyor kimseleri. Bu kişilere diğer insanlara göre üç misli daha fazla takdir, övgü, onay sözcükleri kullanılması gerekiyor. Kişilikleri değil, davranış ve çabaları övülecek. Böyle yapıldığı zaman kişinin aidiyeti artıyor, değer verildiğini hissediyor ve yalnızlıktan uzaklaşıyor. Bu bana Prag’da gençlerin açtığı bir pankartı hatırlattı. Yürüyüşte açılan pankartlarda ‘Hayatta uğrunda çabalayacağımız bir amacımız yok, neden yaşayalım?’ diyorlar. Amaç olarak demek ki gencin önüne evin olsun araban olsun yeter görüşü konulmuş. Bu amaç bir insanın psikolojik doğasını tatmin etmez. Bu davranışları yaparken yalnız olmadığını da hissetmemesi lazım. Belki depresyonda değil, kliniğe gidip tedavi görmemiş ama mutluluğu da yakalayamamış. Mutlu olmayınca ben böyle beş on sene yaşayacağıma öleyim daha iyi demiş.”

Gençleri genellemek doğru değil

Her gencin ilgi alanlarının farklı olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Her genç için şöyle düşünülüyor, genç deyince akla spor geliyor. Spor tabii ki önemli ama herkese spor tek seçenek olarak sunulmaz. Bazı kişiler sporda mutluluğu yakalayabilir ama kimisi de yakalayamaz. Bu genç geleceği düşünen, sorgulayan biriymiş. Bunlara da hitap edecek projeler yapılması lazım. Gençler sadece spor değil, bilim de öğrenecek, felsefe de yapacak, araştıracak da. Bu genç spor yapan gençten daha mı değersiz. Sadece vücut kası değil zihin kası da geliştiren gençler yetiştirmemiz lazım” diye konuştu.

Hayatın anlam ve amacını bilen gençler yetiştirmeliyiz

“Kültürsüz bir genç yetiştirmeyelim” diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

 “Gençliği spora indirgemek bize popüler kültürün sunduğu bir algı hatasıdır. Biz bu algıyı toplum olarak satın aldık. Kültürlü gençler, hayatın anlam ve amacını bilen gençler yetiştirmemiz gerekiyor. Bu zamanın en büyük silahı bilgi silahıdır. Bilgi silahı olan gençler yetiştirelim. Atalarımız cihangirlik peşinde değil, yüksek idealler peşinde koşmuşlar. Gençlikle ilgili hazırlanan filmlere bakıyorum hep vurdulu kırdılı şeyler. Bunların yeri muhakkak var. Ama bizim gençlere ömür boyu hayatlarına katkı sağlayan, fikir üretecek şeyler göstermemiz lazım. Gençlere lider olmak gibi bir hedef değil Edison olmak gibi bir hedef koyalım. Batı’nın hatalarından çıkardığı dersi şimdi çıkarmazsak otuz sene sonra Batı’da gençlerin yaşadığı sıkıntıları yaşarız.”

Bilgelik eğitimi verilmeli

Z kuşağına bilgelik eğitimi verilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bilgelik eğitimi derken sadece bilgi değil, o bilgiyi mutluluğa dönüştürmesini de öğretmemiz lazım. Bir insan bilgeliği yakalarsa kendisiyle barışık olup başkalarını da mutlu edebiliyor. Sadece kendi mutluluğunun peşinden koşmuyor. Bunlar kendiliğinden öğrenilmiyor. Gençlere bunların öğretilmesi lazım. Bu gence de bilgelik eğitimi verilmiş olsaydı, çözümü intihar etmede bulmazdı” diye konuştu.

Bir amacın olursa mutluluk peşinden gelir

Hayatta bir amaç sahibi olmanın mutluluğu da beraberinde getireceğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Mutluluk renkli bir gölge gibi. Yakalamaya çalışırsan kaçar. Bir amacın olacak, o doğrultuda bir şeyler yapacaksın mutluluk onu takip ederek gelir. Mutluluk biliminde en önemli çalışmalardan birisi ümit ilkesidir. Ümitsizliğe düşürmeyecek bir yaşam felsefesi oluşturulması gerekiyor. İkincisi amaç ilkesidir. Hayatta somut ve soyut amaçlar vardır. Somut amaçlar ev arabadır. Bunlar insanı tatmin etmiyor. Dış nedene bağlı mutluluk oluyor. Ama soyut amaçta iyi insan olma, güzel şeylere imza atmak, arkasından takdir övgüyle izler bırakabilmek vardır. Böyle olunca yaptığı şeylerin boşa gitmediğini görüyor. Modernizm bize sadece somut hedef veriyor. Soyut hedeflere sahip olmayı bilen bir genç zorluklarla daha kolay mücadele eder. Kötülüklerle mücadelenin en iyi yöntemi iyilikleri arttırmaktır. Bunları bir gence öğretirsek şiddet uygulamaz, arkadaşının sınavdan düşük almasını istemez. Küresel olarak bunlarla ilgili mutluluk bilimiyle ilgili bilimsel araştırmalar yapılıyor. Bunlar bizim kültürümüzde var ama yavaş yavaş kaybediyoruz” diye konuştu.

Kötülük iyilikten beş kat fazla yayılıyor

İletişim teknolojisinin hayatı hızlandırdığını ama hızlı akan hayatta faydalanan ilk şeyin kötülük virüsleri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kötülüğün yayılma yeteneği, iyilikten beş misli fazla. Yalanın doğrudan beş misli daha hızlı yayıldığı bilimsel deneylerde görülmüş. Onun için bunların kendiliğinden yayılma özelliği var. Buna davranışsal entropi deniyor. Termodinamiğin ikinci yasası bu. Bu yasada bir evi ısıtmazsan soğur. Soğuk ısının olmamasıdır. Karanlık aydınlığın olmamasıdır. Kötülük iyiliğin olmamasıdır. O halde iyiliği arttırmayı yaşam felsefesi yapmamız lazım” dedi.

Doğru yaşa, mutlu ol

Mutluluktaki en önemli ilkelerden bir tanesinin de doğru yaşam olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları söyledi:

“Doğru yaşarsam mutlu olurum. Doğru yaşa mutlu ol. Bunu yapabilmek lazım. Nasıl yaşayacağımızı okullarda öğretmemiz lazım. Karnelerin sağ tarafı vardır ya, orası muhakkak şekilsel kalmamalı. Herkes zengin olamaz, herkes ünlü olamaz, herkes yakışıklı, güzel olamaz ama herkes iyi insan olabilir. Hayatın sonunda sahip olunan fiziksel güzellikler hepsi gidiyor ama kişinin heybesine doldurduğu iyi davranışlar hem arkasında kalıyor hem de ebedi hayatında onun için en kıymetli malzeme oluyor. Sadece dünyasal bir yatırım değil, ölümden sonrasına da bir yatırımdır. Bütün semavi öğretilere baktığımız zaman bütün dinlerde gençlere, insanlara amaç olarak iyi şeyler yapmayı niyet etmeyi tavsiye ediyor. Niyet çok önemli. Niyet öyle bir duygu ki biri iyi niyetliyse o iyi niyet beyinde ayna nöronları harekete geçiyor, karşı tarafın ayna nöronları harekete geçiyor. Onun beyninde de pozitif duygularla ilgili kimyasallar salgılanıyor. İyi niyetin ikna gücü vardır. İkna ilminde ‘Şu anda rol yap ama karşı tarafı ikna et’ deniyordu. Ama şu anda karşı tarafı ikna edeceksen önce senin inanman lazım. İnanırsan ikna edebiliyorsun. Onun için samimiyet şu anda en kıymetli nörobilim biyolojik temeli olan bilgi oldu. Niyet bu nedenle çok önemli. Zaten insanı insan yapan ayna nöronlardır.”

Çocuğa kendini değerli hissettirmek gerekiyor

Çocuk ve gençlerle iletişimde ebeveynlere tavsiyelerde bulunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aileler aktif dinleyici olsunlar, çocuğa yalnız olmadığını hissettirsinler. Çocuğun kişiliğini değil davranış ve çabalarını övelim. Kendini değerli hissetsin. Anne babanın görevi çocuğu mutlu etmek değil, hayata hazırlamaktır. Bunları yaparlarsa zaten mutlu olacaklar. Hayat otobüsünde giderken birlikte yol alacaklar. Aile bir otobüstür ve bu yolculuğa çıkmıştır. Bu yolda olanlar sadece kendini düşünmemeliler. Ben bilinci değil biz bilinciyle hareket edilmesi gerekiyor” tavsiyesinde bulundu.

“Evlilikte Niyet Sözleşmesi”

Toplumun temel taşı olan ailenin sağlam ve güçlü temeller üzerinde kurulması gerektiğini vurgulayan Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Son Sığınak Aile” kitabında 10 maddelik “Evlilikte Niyet Sözleşmesi”ne yer verdi. Sözleşmede “İki ayrı kişiyiz ancak bir bütünün parçalarıyız. Özgürlüklerimiz ve sorumluluklarımız arasındaki dengeyi unutmayacağız” denilerek ortak ideallerin ömür boyu sevgi, saygı ve güvene dayalı birlikte yaşama hedefi olduğu vurgulanıyor. 

Aşağıdaki maddeleri ön şartsız olarak kabul ediyorum.

1-İki ayrı kişiyiz ancak bir bütünün parçalarıyız. Özgürlüklerimiz ve sorumluluklarımız arasındaki dengeyi unutmayacağız.

2-Ortak ideallerimiz ömür boyu sevgi, saygı ve güvene dayalı birlikte yaşama hedefidir.

3-Büyük kararları birlikte alacağız. Karar verirken en önemli değerlerimiz açıklık, dürüstlük, karşılıksız sevgi ve empatidir. Yöntemimiz iyi iş birliği kurabilmek için birbirimizin isteklerini, duygularını ve ihtiyaçlarını anlama çabasıdır.

4-Farklı düşünsek bile birbirimizden çok şey öğreneceğiz, konuşarak ve sevgi dillerini kullanarak çözüm yolları geliştireceğiz.

5-Öncelikle bir diğerimizi değil, kendimizi geliştirmeye çalışacağız.

6-Birbirimizin özel ve sessiz anlarına ve estetik anlayışına saygı duyacağız.

7-Evimizi evrensel değerlere uygun kurallı bir ortam yapacağız ve bu kurallara birlikte uyacağız.

8-Diğer aile yakınlarımız ve büyüklerimiz bizim için değerli ve önemlidirler. Ancak özelimizin bizde kalmasına özen göstereceğiz.

9-İlişkimizde güven esas, kuşku istisnadır. Kriz anında aile büyüklerimin ve uzmanların hakemliğini kabul ediyorum.

10-Çocuklarımızın iyi yetişmesi için evimizin sıcak, sevimli ve mutlu eden bir ortam olmasının farkındayım.

Öfke Doğuran Kelimeler!

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, öfke kontrolü ve öfke kontrol bozukluğuna dair değerlendirmelerde bulundu.

Neden öfkeleniriz?

Öfkenin fizyolojik bir duygu olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Öfke duygusu, yaşam kalım süresince tehlikeleri kendinden uzaklaştırmak için genetik olarak insanda var olan bir duygu. Öfke, insanın zararlı gördüğü unsurları kendisinden uzaklaştırmak için psikolojik bir sınır koyma davranışıdır. İnsana gelişimsel olarak baktığımızda mesela bir anne çocuklarını tehdit eden durumlara karşı öfkelidir. Fizyolojiktir. Bu temel bir duygudur. İnsan öfkeye anlam yüklediği için öfkeyi yönetemiyor. Biz öfkeyi yok etmeyi değil, öfkeyi kontrol altına alma eğitimleri yaparız” dedi.

Kronik öfke sağlık sorunlarına yol açabilir

Kişi öfkelendiği zaman vücutta enerji hormonları salgılandığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu hormonlar salgılanınca insan kendini güçlü hissediyor. Erotizm mesela erkekler genelde haz verici olarak düşünüyor. Aslında erotizm oradaki kişinin kendini güçlü hissetmesidir.  Öfke de böyledir. Kişi öfkelendiği zaman kendini güçlü hisseder. Kısa süreli öfke kişiyi tehlikeden korur. Ama kronik öfkede damar direnci artıyor, mide bağırsak etkileniyor, bağırsak sistemini çökertiyor, uyuyan kanser ortaya çıkıyor. Çoğu hastalığın altında bastırılmış öfke vardır. Öfke nükleer enerji gibidir. Yok etmek bir yaklaşım değil” dedi.

Narsistik kişiler çok öfkelenir

Öfke kontrolünde herkesin bir eşiği olduğunu, erkeklerde ve kadınlarda faklı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kadınlar mesela çocukları ile ilgili konularda daha çok öfkelenir. Bir eczacı hastam vardı. Sabah kalkınca diş macununa öfkelenen, domatesin büyük doğranmasına öfkelenen bir insandı. Gizli depresyonun sürüklediği bir öfke durumu. İlaç verdik, 6 ay sonra ilacı bırakmış. ‘Öfkelenmeyince kendimi kadın gibi hissediyorum’ dedi. Kişi öfkeyle güç sahibi olduğunu düşünüyor. Kişinin kendini tanıması öfke yönetiminde çok önemli. Narsistik kişiler çok öfkelenir. Kendilerini çok önemli görürler ve bir eleştiri aldıklarında hemen karşı tarafı suçlar ve altında art niyet ararlar. Narsistik kişiler bu yüzden yalnız kalır. Öfkenin sebebini bulmak gerekiyor. Hangi kişilik yapısında olursa olsun kişiye öfke yönetimini öğretmek gerekiyor” diye konuştu.

Öfkeyi iyi analiz etmek önemlidir

Öfke kontrol bozukluklarının beyindeki kimyasal nedenlerden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Paranoid şizofrenide, bipolar bozuklukta da karşımıza çıkar. Kişi öfkeden beslenir, bu kişi bipolardır. Antisosyal kişilerde de bu çok fazla görülmektedir. Toplum normlarına uymayan kişilerde de görülebilir. Öfke durumlarında öfkeyi analiz edebilmek ilk şarttır. Bazı durumlar, herkesi öfkelendirir. Mesale genelleme… Öfke doğuran kelimeler de vardır. Her zaman, asla, kesinlikle. ‘Sen asla bir baltaya sap olamazsın’ denen bir çocukta öfke görülmesi doğaldır. Bizim karşımıza çok çıkar mesela gençlerde ve çocuklarda. Aşağılanan çocuklar anne babasını sorgulamaya başlıyor. Aslında öz anne babası ama duygu aktarımı yapamıyorlar. Bu kelimeler basit kelimeler ama kişide kurşun etkisi oluşturuyor. Ruhu yaralayarak öfke uyandırır” dedi.

Öfkeye yangın modeliyle yaklaşılmalı

İnsanın öfkesini nasıl yönetmesi gerektiğini öğrenmesi gerektiğini kaydeden Dr. Nevzat Tarhan, “Başkasının öfkesini düzeltmek her zaman daha zordur. Öfkelendiğiniz zaman kendinize ‘Hangi düzenim bozuldu?’ diye sormamız lazım. Öfkeye yangın modeliyle yaklaşmamız lazım. Bir yangın çıktığında önce söndürülür, sonra soğutulur sonra nedeni araştırılır. Öfke de aynı şekilde, öfke anında en güzel ilaç ertelemek duygusudur. Kendi öfkemizi önce söndüreceğiz, sonra soğutacağız sonra da neden diye düşüneceğiz kendimiz için. Kanuni Sultan Süleyman kendi kendine karar vermiş. Öfkeliyken karar vermeyeceğim diye. Öfkeli anlarda karar vermeme duygusunu hepimizin şiar edinmesi lazım” diye konuştu.

Öfke savaş hormonudur

Öfke konusunda karanlığın beş atlısı denilen duygular olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bunlar kin, öfke, nefret, kıskançlık ve düşmanlık duygularıdır. Bu duygular beynimizde uyandığı zaman bununla ilgili çeşitli karışımlar ortaya çıkar. Öfke esnasında da adrenalin noradrenalin salgılanıyor. Öfke de savaş hormonudur. Savaş hormonu tansiyonu yükseltir, kasları gerer göz bebekleri büyür. Kaç hormonunda da kişinin tansiyonu düşer ve bayılır. Bir de dopamin salgılanır. Dopaminin de iki özelliği vardır. Bazı uyarıcı maddelerde de dopamin salgılanıyor. Dopamin bir noktaya odaklanmayı sağlar. Öfkelenen kimse bazen konuya müthiş odaklanır. Ama konuya odaklanıp haz aldığı için devam ettirir. Bazen de sarhoş etkisi olur. Böylece bu kişiler öfkeye bağımlı hale gelir. Öfke beyinde asit özellikli kimyasallar salgılıyor. Birkaç saat olursa sempatik aktivasyon oluyor. Seratonin de aşırı salgılanıyor” dedi.

Öfkenin haz verici özelliği de olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Akut öfkede genellikle diyafram egzersizi vücudu rahatlatır. Diyafram solunumu almak önemli. Öfke esnasında kişinin derin nefes alması çok önemli. Ağızdan alıp burundan verecek. Bütün kasları gevşeterek öfkeyi rahatlatıcı etkisi vardır. Öfke anında 10’a kadar sayarsak ve sonra karar verirsek daha sağlıklı olur. Ama en önemlisi ertelemek, konuyu veya ortamı değiştirmektir” dedi.

nevzattarhan.com