Etiket arşivi: psikolog

Çocukla ilgili problemlerde hangi uzmandan hangi yardım alınabilir?

Zaman zaman birçok anne baba, çocukları ile ilgili yaşadığı sorunlara doğru çözümler üretebilmek için uzman desteğine ihtiyaç duyarlar.

Kimi zaman okulun “çocuğunuzu bir uzmana gösterseniz iyi olur” tavsiyesi, kimi zaman “ben bu çocukla baş edemiyorum” çaresizliği profesyonel yardım arayışını başlatır…

Peki, hangi durumda hangi uzmana gitmeli? Psikiyatr mı, psikolog mu, pedagog mu? Bunların birbirlerinden farkı nedir?

İşte bu yazıda, anne babalar, kısa ve öz olarak hangi uzmandan nasıl yardım alabileceklerini bulabilirler.

Psikiyatr, zor ve uzun bir tıp eğitiminden sonra elde edilen “hekimlik” mesleğidir. Psikiyatr doktordur, ruh sağlığı doktoru. Akıl hastalıklarından ağır kişilik bozukluklarına kadar geniş bir alanda görev yaparlar. Gerek kalıtsal, gerek sinir sistemi ve gerekse de vücut kimyasında meydana gelen anormalliklerin yol açtığı bozukluklar psikiyatrinin ilgi sahasına girer… Psikiyatrlar tıp doktoru oldukları için, “tanı” koyma, “tedavi” etme ve gerekirse hastanın hastanede yatması için “rapor verme” süreçlerini yönetirler. Hastalıkların tedavisinde kullandıkları ilaçlar “yeşil reçete” ile satılan, içinde “narkotik” etkiler bulunabilen ve bağımlılık yapabileceği için doktor kontrolünde alınması gereken ilaçlardır. Çocukların okul ve ders problemleri, kardeş kıskançlıkları, ebeveyn çocuk çatışmaları gibi birtakım hafif düzeyde “davranış problemleri” için değil, muhtemel bir ruhsal rahatsızlıkta psikiyatrın kapısı çalınmalıdır. Psikiyatr ile yardım alan kişi arasındaki ilişki,  “hasta-doktor” ilişkisidir.

Psikologlar, genelde psikiyatrlarla oldukça sık karıştırılırlar. Psikologlar doktor değil, terapisttir. Terapistler, birtakım “psikoterapi” yöntemleri kullanarak sorunların çözümünde rol oynarlar. Psikologlar ilaç yazmaz, konuşarak ve telkinde bulunarak çözüm elde ederler. Hekimliği ilgilendiren, ruh hastalıkları hariç olmak üzere, her türlü psikolojik sorunların çözülmesinde yetişkinlere destek olurlar. Çocuk sahasında uzmanlaşan psikologlara, “çocuk psikoloğu” denir. Alt ıslatmadan tırnak yeme problemine kadar geniş bir alanda danışmanlık hizmeti verirler. Psikolog ile yardım alan kişi arasındaki ilişki, “danışman-danışan” ilişkisidir.

Pedagoglar, çocukluk döneminden yetişkinliğe erişinceye kadar “kişilik gelişiminde” rol alan uzmanlardır. Çocukların “okul ve eğitim” problemlerinden “davranış bozukluklarına” kadar geniş bir alanda görev yaparlar. Kullandıkları birtakım terapi yöntemleri ile problem davranışa yol açan “kök probleme” erişip sorunun çözülmesine katkı sağlarlar. Hekim değildirler, ilaç yazmazlar. Çocuklarda görülen problemler genellikle dış etkenlerle oluştuğu için, pedagoglar aynı zamanda “aile danışmanı” veya “eğitim danışmanı” olarak da rol oynarlar. Pedagog ile yardım alan kişi arasındaki ilişki, “danışman-danışan” ilişkisidir.

Çocuk problemlerinde arzu edilen çözüm önerisi “ilaç kullanmadan” ve “kök probleme” erişerek olmalıdır. Zira çocuk, henüz küçüktür ve ilaç kullanmadan çözülebilecek bir sorunda onu ilaca yönlendirmek “çocuk hakkı ihlalidir.”

Ancak, genelde ilaçsız çözümler uzun sürdüğü ve kök problemler kimi zaman anne baba hatalarını, kimi zaman da eğitim kusurlarını ortaya çıkarttığı için pek tavsiye edilmemektedir maalesef.  İlaç kullanarak çözüm elde etmek pratik olduğu için, “çocuğunuzu bir uzmana gösterin” tavsiyesinden sonra genelde “ilaç kullansa iyi olur” diye de ilave edilmektedir.

Çocuk, ebeveyne emanet edilmiş bir aziz misafirdir.

Kendi üzerinde tasarrufta bulunamayacak kadar bilgisizdir. Onun adına gerçekleştirilecek her eylem, ebeveynin bilgi düzeyi ve vicdanına emanettir.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş – Aksiyon

Çocuğunuz “Ben aşık oldum” derse ne yaparsınız?

Modern çağ her şeyi olduğu gibi duyguları da çok çabuk tüketiyor. Çocuklarımız daha çocuk olmadan, daha neyin ne olduğunu anlamadan ergenmiş gibi davranıyor.

Bir hanım kardeşim sorusunda şöyle diyor;

‘’2007 ocak doğumlu kızım 1.sınıfa başladı okulda gerek arkadaşlarından etkilenerek gerekse televizyonun menfi etkisiyle maalesefki hep güzel görünmeye beğenilmeye çalışıyor, şimdilerdeyse aşık olduğunu ve sevgilisinin olduğunu söylüyor bu durumda ona nasıl yaklaşmalıyım büsbütün ilgisiz mi davranmalıyım yoksa çocuklar için böyle şeylerin henüz erken olduğunu mu söylemeliyim simdiden teşekkürler.”

cocuklar kalplerModern çağ her şeyi olduğu gibi duyguları da çok çabuk tüketiyor. Zamansız, anlamsız ve sığ yaşanmasına sebep oluyor. Çocuklarımız daha çocuk olmadan, ergenmiş gibi davranıyor. Gençlik çağıyla birlikte anlamı olan kelimeler ve kavramlar okul öncesi yaş grubundaki çocukların ifadeleri olmaya başlıyor. Çoğu zaman anlamını bilmeseler kullanıyorlar. Çocuklarımızın bunda suçu yok tabiki… Onlara tüketilmemiş bir şeyler kalsın isterdim. Her yaşı kendi doğallığında yaşasın, çocukken çocuk olabilsin, çocuk gibi oyun oynamanın inanılmaz tadına varsınlar…

Sözde çocuklar için hazırlanan çizgi filmlerin bir çoğunda yaşlarının çok üstünde bilgiyle karşılaşıyorlar. Yetişkinlerin dünyasına ait kelime ve kavramları yüzlerce kez duydukları için zihinlerinde normalleşiyor. Onlar da günlük dilde kullanmaya başlıyorlar. Barbie bebek gibi oyuncakların dünyalarına girmesiyle ya da anima kız karakterlerinde olduğu gibi çocuk olduğu söylenen ama yetişkin gibi süslenen örnekler çocukların zihinlerine işlendikçe, çocuk saflığında bir şeyler bulmak da güçleşiyor.

Öncelikle çocuklarımızı bu dünyadan ne kadar uzak tutabiliyorsak kârdır diye düşünüyorum.

Ne kadar az televizyon seyrederse o kadar iyidir. Özellikle yetişkin dizilerini seyreden çocuklarda hasarın daha da fazla olduğunu düşünüyorum. Dizilerde konuşulan her şey çocuğun zihnine yaşından önce aktarılmış oluyor. Çocuklarımıza oyun oynabilecekleri ortamlar hazırlamalıyız. Uslu duruyor, sesi çıkmıyor, ortalığı dağıtmıyor diye eline bilgisayarı vermeyelim. Televizyon başında saatlerce bırakmayalım. Çocuk demek oyun demektir. Oyun için ortam ve arkadaş edinmesine yardımcı olalım. Bunlara dikkat edilirse çocuklar en azından biraz daha korunabilir.

Kızınızın süslenmeye ve nasıl göründüğüne dikkat etmesi bir yere kadar normal aslında. Bir kız çocuğu olması ve cinsel kimliğinin taşıdığı özellikler dolayısıyla süslenmeye daha meyilli olması normal. Fakat yaşının üstünde bir ilgi olduğunu düşünüyorsanız, özellikle seyrettiği şeyleri kontrol edin. Arada onunla konuşun anlattıklarını dinleyin. Güzel olmak ne demek, beğenilmek ne demek diye sorularla düşüncelerini ve duygularını sizinle paylaşmasını sağlayın.

Çocuğunuzla konuşabildiğiniz bir ilişkiniz olursa, ergenlik dönemine girdiğinde her şeyi başkalarıyla değil sizinle paylaşmak isteyecektir. Öncelikle iyi bir dinleyici olmak gerekiyor. Sonrasında ona duygularınızdan ve korkularınızdan bahsedebilirsiniz. ‘Sen çok fazla süslenmek istediğinde, bunun için hırçınlaştığında ben endişeleniyorum. 7 yaşındasın ve ben bu yaşını doya doya yaşamanı istiyorum. Oyun oynamayı ne kadar sevdiğini biliyorum. Giyinmek ve süslenmek gibi şeylere çok vakit ayırmandan dolayı bol bol oyun oynayamamış olmandan endişe ediyorum. Mesela sen en çok hangi oyunları seversin, şimdi seninle hangi oyunu oynayalım’’ gibi bir bağlantıyla da süreç tamamlanabilir.

Çocuklarda aşık olma konusunda gelince, bu durum anne babaları şaşırtan ne diyeceklerini bilemedikleri bir süreçtir. Anaokulunda ya da henüz ilkokula başlamış çocuğunuz bir gün gelir aşık olduğunu söyleyiverir. Nasıl cevap vermeliyim ki yanlış bir yere gitmesin diye düşünürsünüz. Öncelikle bilmemiz gerekiyor ki, bu ‘’alıntı’’ bir kavramdır. Yani çocuklar yetişkinlerdeki anlamıyla aşık olmazlar. Bizim anladığımız anlamda bir aşk değildir. Seyrettiği film, dizi ve çizgi filmleri gözlemleyerek, arkadaşlarından duyarak bu kavramları kullanır. Öncelikle korktuğunuz gibi bir anlam taşımaz. Çocuklar oyun oynamayı sevdikleri, iyi anlaştıkları karşı cinsten arkadaşları için de bu tanımı kullanabilir. Aşık oldum dediği çocuk, genellikle en iyi anlaştığı arkadaşıdır.

Sence aşık olmak ne demek diye sorabilirsiniz. Evet insan bir arkadaşıyla diğerlerinden daha iyi anlaşabilir. Onunla daha güzel oynayabilir gibi açıklamalar yapabilirsiniz. Ama aşırı sert tepkide bulunmak, kızmak, vurmak duyguların sizden gizli yaşanmasına yol açar. Durum karşıdan şikayet gelmesine yol açıyorsa, sık sık öpmek istemek gibi davranışlara dönüşüyorsa, çocuğunuzla empati kurması üzerine konuşmanız iyi olur. O arkadaşını çok sevdiğini biliyorum fakat arkadaşımız bu davranıştan rahatsız olabilir şeklinde açıklama yapılabilirsiniz.

Ne yapacağınızı bilemediğiniz zamanlarda paniklemeyin, ani ve öfkeli tepkiler vermeyin. Yaşına uygun ilgiler edinmesi için fırsatlar oluşturmaya çalışın.

Banu YAŞAR – Psikolog

Kıyamet kopacakmış anneciğim, doğru mu?

Maya takvimine göre 21 Aralık’ta kıyametin kopacağı iddiası son günlerde sosyal medya başta olmak üzere yazılı ve görsel medyada da en çok konuşulan konulardan biri oldu. Kıyamet senaryoları, farkında olmasak da en çok çocukları etkiliyor. Peki, çocuğunuz “Anne kıyamet mi kopacak?” diye sorarsa ne cevap vereceksiniz?

Kıyamet senaryoları, Şirince ilçesinin kıyametten muaf tutulması söylentileri ve dünyanın yok olacağı büyük–küçük herkesin gündemine girdi. Çocuklar, haber programlarından ya da büyüklerin konuşmalarından duydukları ölüm, kıyamet, cennet ve cehennem gibi konuları merak ederek sorular sorabiliyor.

Psikolog Yasemin Eyüpoğlu, çocuklardan gelen sorularda her konuda olduğu gibi öncelikle yaş grubuna ve gelişim seyrine uygun cevaplar vermek gerektiğini söylüyor. Örneğin okul öncesi dönem çocuklarının kıyametten ziyade ölüm, cennet ve doğum gibi sorular sorduğunu kaydeden Eyüpoğlu, bu tür sorularda çocuğun algısının daha somutlaştırılmış cevaplara hazır olduğunu belirtiyor. Gündemi meşgul etmesi ve çokça konuşulması sebebiyle çocukların ‘Kıyamet ne demek?’ diye sorabileceğini aktaran psikolog, “Cevabın kısa ve onların seviyesine uygun olması adına her şeyin bir sonu olduğu söylenebilir. Mesela ‘güneş batar, sonbahar biter veya çiçekler solar ve ölürler’ gibi birkaç örnekle anlatılabilir.” diyor.

Çocuklara yönelik hazırladığı din eğitimi kitaplarıyla tanınan ilahiyatçı Profesör Mehmet Emin Ay da, “Küçük yaştaki çocuklara, kıyametle ilgili detay bilgiler ve ahiret âleminde karşılaşılacak olaylar ile cehennem ahvali hakkında uzun uzadıya bilgiler vermeye gerek yoktur. Cennetin iyi, güzel ve Allah’ın nimetleriyle dolu, rahat ve huzur içinde yaşanabilecek bir yer, cehennemin ise kötü insanların gidecekleri ve cezaların çekildiği bir yer olduğunu bilmeleri yeterlidir.” ifadelerini kullanıyor. Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Durmuş Ali Karamanlı ise kıyametle ilgili şu hadisi hatırlatıyor: “Cebrail (as) Hz. Peygamber’e ‘Kıyamet ne zaman?’ diye sorar. Efendimiz de bu soru hakkında ‘Kendisine sorulan kişi sorandan daha bilgili değildir.’ diyerek, kıyametin vaktini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini haber vermiştir. Bir zat Efendimiz’e gelerek ‘Kıyamet ne zaman kopacak?’ diye sorar. Efendimiz (sas) ise, ‘Kıyametin ne zaman kopacağı değil de sen onun için ne hazırladın?’ diye sorar. Yani asıl sorulması gereken şey kıyametin vakti değil, onun için ne hazırlandığıdır. Kıyamet aslında yeni bir dünyanın kurulması anlamına geliyor.”

Psikolog Yasemin Eyüpoğlu / Zaman Gazetesi

Nişanlılık dönemindeki sorunlar evlenince çözülür mü?

Aile denince akla birbiri için çarpan bir çift yürek gelir. Bir yastıkta yaşlanma temennisi ile kurulan yuvalara duyulan özlem her geçen gün artıyor.

Eş seçiminden sonra evliliğe adım atılırken en önemli süreç, şüphesiz nişanlılık dönemidir.

Sağlıklı bir nişanlılık döneminde eş adayları birbiriyle görüşmeye istekli davranır, yuva kurma hazırlıkları esnasında tatlı bir heyecan duyar, birbirlerinin beklentilerini makul sınırlar içinde karşılamaya özen gösterir ve ilgisini göstermek için fırsatlar yakalamaya çalışır. Genellikle nişanlılık dönemi iyi geçerse aile kurumu da sağlıklı bir şekilde kurulur.

Eş adaylarının ve ailelerin birbirini daha iyi tanıması için nişanlılık dönemi aşırı kısa olmamalı. 1-2 ay gibi çok kısa süreli nişanlılıklar evliliğin ilk yıllarında ciddi sorunlar görülmesine yol açabiliyor. Bu dönemdeki bazı ufak tefek sorunlar ancak her iki tarafın özeleştiri ve hoşgörüsü ile aşılabiliyor. Eğer eş adayları kendilerini doğru tanıtamadıysa nişanlılık dönemi genelde kötü geçer. Eş adaylarının ve ailelerin sorunlarla baş etmedeki yaklaşımları ise evliliğin ne şekilde geçeceğiyle ilgili önemli ipuçları verir. Ayrıca beklentilerin fazla oluşu veya tam karşılanmaması, çevreden gelen olumsuz etkilerle baş edememe ve mükemmeliyetçilik gibi nedenlerle bu dönemi çıkmaza sokar.

Nişanlılık sürecinde ailelere çok iş düşüyor. Eş adayları ailelerinin de desteği ile sevgi, saygı ölçüsünü aşmamalı ve birbirini doğru anlamaya çalışarak yaşadıkları zorlukların üstesinden gelmeli. Her insanın ilişkisi kendisine has olup kendi şartları içinde değerlendirilmeli ve sebep ne olursa olsun nişanlılık döneminde karşılaşılan sorunlara büyük önem verilmeli. Bazen eş seçiminde yapılan hatalar, kişilik problemleri ya da eş adayı ve aile yapısı hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan evlilik kararı alınması nişanlılık dönemindeki yakın görüşmelerle fark ediliyor. Bazen de nişanlılık sürecinde görülen olumsuz davranışlara aşırı hoşgörülü davranılarak evlilikten sonra düzeleceği düşünülüyor. Önem verilmeyen bu davranışların gerçek boyutu anlaşılmaya çalışılmazsa evliliğin ilerleyen dönemlerinde daha ciddi problemler ortaya çıkıyor.

NİŞANLILAR SIR TUTMAYI BİLMELİ

Nişanlı ve nişanlının ailesi hakkındaki her olayı kendi ailesine aktarma, sır tutmama ise kişinin evlilik olgunluğuna yeterince ulaşmadığını gösterir. Karşılaşılan her sorundan sonra ayrılmakla tehdit etmek, yüzük çıkarmak şeklindeki fevri davranışlar, pişman olup özür dileyip aynı hareketleri tekrarlama şeklindeki tutarsız hal ve hareketler de olgunlaşmamış ruh halini gösterir. Ayrıca aşağılık kompleksi, kişilik ve kültür farklılıkları konusunda aşırı tahammülsüzlük de evliliklerde ciddi sorunlara neden olmakta. Nişanlılık döneminde karşılaşılan bu gibi ciddi durumlarda nişanlılar evlilik kararlarını tekrar gözden geçirmeli, ailelerinin makul uyarılarını dikkate almalı, nişanlılarının olumlu özellikleri ile olumsuz özelliklerini göz önüne aldıklarında kararsız kalırlarsa tecrübeli güvenilir kişilerle istişare etmeli.

Uzm. Psikolog Farika Teymur Artır / Zaman

Eşler Arası Güven Çok Önemli!

Eşler arasındaki güven duygusunu etkileyen sebepler arasında, aynı hatanın söz verilmesine rağmen sürekli tekrarlanması, verilen sözlerin tutulmaması, gerçeklerin sürekli inkâr edilmesi yer alıyor ki bunlar aileyi temelden sarsıyor.

Güveni yeniden kazanmak eşlere mutluluk getiriyor.

Şiddetli geçimsizlik olarak yansıyan sorunların başında eşler arasındaki güven duygusunun zedelenmesi geliyor. Eşler güven duygusunu yeniden tesis edebilir. Bunun için samimiyetle hareket etmek ve bazı ortak kararlara ‘evet’ demek gerekiyor.

Değişen ve gittikçe büyüyen şehirlerimizdeki en önemli problemlerden biri aile yapısının temelden sarsılması ile ortaya çıkan bireyleri ve sosyal hayatı da derinden etkileyen boşanmalardır.

Boşanmaların en önemli nedenlerinden biri eşlerden birinin veya her ikisinin sağlıklı bir şekilde evliliği yürüteceklerine inanmamaları ve birbirlerine yeteri kadar güven duymamalarıdır. Boşanmaların büyük kısmında gerekçeyi “şiddetli geçimsizlik” iddiası oluşturmakla beraber, bunun tanımı da çok sağlıklı yapılamıyor. Bazen çok küçük nedenler şiddetli geçimsizlik olarak gösterilebiliyor. Asıl sebep ise bu küçük nedenler değil, eşlerin birbirine duydukları güven duygusunu kaybetmeleri oluyor.

Evliliği temelden sarsan nedenler arasında başta gelen öfke kontrol problemleri, aile içi şiddet, aldatma, içki, kumar vb. bağımlılıklar, maddi sorunlar, yanlış sosyal çevrelere sahip olma, aileye aşırı bağlılık ve aile müdahalesi gibi problemlerin boşanmaya götürmesi de aslında güven duygusunun kaybedilmesi ile olmaktadır. Zira birçok evlilikte bu problemlere bir süre tolerans gösteriliyor. Eşler başta karşılıklı yapılan hataları göz önüne alarak ve herkesin hata yapabileceğini düşünerek bu problemlerle başa çıkmaya çalışıyor, çözülmesi için çaba sarf ediyor. Daha sonra güven duygusunun kaybedilmesiyle boşanmaya götüren süreçler başlıyor.

Güven duygusunu etkileyen sebepler arasında, aynı hatanın söz verilmesine rağmen sürekli tekrarlanması, verilen sözlerin tutulmaması, gerçeklerin sürekli inkâr edilmesi yer alıyor ki bunlar güven eksikliğinin başlıca sebeplerini oluşturuyor.

Küçük yalanlarla bazı küçük kaçamaklar yapabileceğini düşünen eşler hatalar yumağı içine girdiklerinden bir süre sonra kısırdöngülerinden çıkamaz hale geliyorlar. Örnek olarak eşinin hiç içki içmediğine inanan eş, bir süre sonra böyle olmadığını öğrendiğinde ciddi bir güvensizlik bunalımı yaşıyor.

Kimseden borç para almadığı, aşırı harcama yapmadığını söylerken birden ortaya yüklü miktarda bir borç çıkınca eşine inanıp güvenen kişi yıkılıveriyor. Diğeri değişmeye karar verse de kısırdöngüler çözümü zorlaştırıyor.

Sözde durmamak, çözüm için gösterilecek çabayı ertelemek, sürekli ihmalkâr davranmak güvensizliği artırmasına rağmen şartlara göre küçük de olsa çaba gösterilmesi karşılıklı güveni yeniden sağlayabiliyor.

Yeni bir sayfa açmak her zaman mümkün

İnsanlar istedikten sonra hayatlarında, alışkanlıklarında büyük değişiklikler yapabilirler. Kişinin davranışlarını etkileyen en büyük etken alışkanlıklarıdır. Alışkanlıkların kişinin mizacı üzerindeki etkisi de büyüktür. Yanlış alışkanlıklar ne kadar fazlaysa bunları değiştirmek için gösterilen çaba da o kadar fazla olmalıdır. Eşler, yeni bir sayfa açmak için şunlara dikkat etmeli:

  • Eşlerin ihtiyaçları, hataları ve değişim için neler yapabilecekleri ile ilgili iç görü kazanmış olmaları.
  • Eşlerin evlilikteki bireysel veya ailevi ihtiyaçları karşılamak için neler yapabileceklerini birbirlerine iyi ifade etmesi ve söylenenlerin samimiyetle yerine getirilmesi.
  • Yeni bir sayfa açtıktan sonra gösterilen çabayla doğru orantılı olarak eşlerin birbirine toleranslı davranmaları.

Farika Teymur ARTIR

(Uzman Psikolog)