Etiket arşivi: psikoloji

Anksiyate ve Risale-i Nur

Anksiyate ve Risale-i Nur

İnsan, zaman ve hadiseler karşısında hissi ve psikolojik değişimler yaşar. Bunlar bazen çok dengesiz değişimler olabilir. Bu insan fıtratının gereğidir. Gerekli şartlar olmadan bu değişimler olmaz. Ama bu değişime sebep olan şeyler insan sistemi içinde her an patlamaya hazır halde beklemektedir. İnsan bunun bazen farkına varır bazen de varmaz.

İnsan, fıtratındaki tüm hisler, istidatlar, kabiliyetler, meyillerin hem ifratı hem tefriti hem vasatı var. Bu sebeple insan her an tehlikelerle karşı karşıyadır. Ve bu tehlikeler çeşit çeşit libaslar, kılıflarla insana arz-ı endam ederek görünür. Kendini ayan beyan göstermez. Bu sebeple hak batıl karması olan ahirzamanda insan her şeye dikkat etmeye mecburdur. Bir anlık dalgınlık insanı çok pişman edebilir.

Aile hayatımız, sosyal hayatımız kısaca her şeyimiz bir dikkate bağlıdır. Dikkat ve algı bozukluğu ahirzaman insanın problemlerinin birisidir. Buna şimdilerde anksiyete bozukluğu [1] deniliyor.

Aslında bu his ve düşünce bozukluğudur. İnsanın zikzakları bunu tetiklemektedir. Buna karşı insan doğru düşünmeli ve doğru şeyler yapmalıdır. Risale-i Nur külliyatı insana bu kabiliyeti vererek itikad ve amelini muhafaza ederken eş zamanlı olarak da dimağ/bilinç kontrolü de yapmaktadır. Ama insan bunun farkında değildir. Risale-i Nur ile yani insan ruhu ve dimağının ihtiyacı olan doğru malzemelerle kendini meşgul edenlerde ya yok ya çok azdır bu sıkıntılar.

Haram helal dengesinin ve hassasiyetinin bozulması ve sosyal hayattaki dengesizlikler ve insanın duygusallığı ve görsel-yazılı medyayla yapılan tahribatları saymıyorum bile.

 

RİSALE-İ NUR’DAN İLAÇ GİBİ CÜMLELER

Bu vehmî hastalık çok devam etse, hakikata inkılab eder.

Vehham ve asabî insanlarda fena bir hastalıktır. Habbeyi kubbe yapar; kuvve-i maneviyesi kırılır.

Hususan merhametsiz yarım hekimlere veyahud insafsız doktorlara rastgelse, evhamını daha ziyade tahrik eder.

Zengin ise, malı gider; yoksa ya aklı gider veya sıhhati gider.” [2]

“Meselâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve madum ve yok olmuşlar- şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah’tan şekva etmek gibi “Of, of” etmek divaneliktir. Eğer sağa-sola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. [3]

“Sana kâr ve sürur vermek lâzım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak ve sabırsızlık etmek divaneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücud rengi vermek, divanelik değil de nedir? Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur veriyor. Ve madem yine bu saatten sonraki zaman madum, hastalık madum, elem madumdur. Sen, Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma; bu saatteki eleme karşı tahşid et; “Yâ Sabûr!” de, dayan.

“İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi: Taat üstünde sabırdır. Birisi: Masiyetten sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikatı rehber tut. Merdane “Ya Sabur” de, üç sabrı omuzuna al. Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan. [5]

Bu durumlar karşısında ehemmiyet vermemek, olağan hayatımızı devam ettirmek, faydasız boş işlerle uğraşmamak, sabırsızlık göstermemek, sıkıntıdan sosyal medyayla meşgul olmamak, halet-i ruhiyemizi internetten aratıp evhamımızı arttırmamak, abur cubur ve fastfood tüketimini bırakmak gereklidir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL


[1] Anksiyete bozukluğu, kişinin aşırı kaygı, endişe ve korku hissetmesine neden olan bir ruhsal sağlık durumudur. Bu bozukluk, günlük yaşam aktivitelerini etkileyebilir ve bireyin normal işlevlerini yerine getirmesini zorlaştırabilir. Anksiyete bozukluğunun yaygın belirtileri şunlardır: Sürekli endişe hali, Huzursuzluk, Konsantrasyon güçlüğü, Kas gerginliği, Uyku sorunları. Çarpıntı, Terleme, Nefes darlığı, Sürekli olarak kendini gergin veya huzursuz hissetmek, Sindirim sorunları.

Ayrıca, düzenli egzersiz yapmak, yeterli uyumak, sağlıklı beslenmek ve stres yönetimi teknikleri de anksiyeteyi azaltmada yardımcı olabilir.

Eğer anksiyete belirtileri yaşıyorsanız, bu durumun hadiseler, zaman ve yaşınızla alakalı bir durum olduğu bilip bu süreci normal karşılamanız gerekmektedir. Şayet üzerine çok düşerseniz evham ve vesveselere kapılır ve hayatınızı zehir edebilirsiniz.

Anksiyete bozukluğu çeşitlerini şöyle sıralayabiliriz.

Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu (GAD): Sürekli ve aşırı endişe hali, çeşitli olaylar ve aktiviteler hakkında kontrol edilemeyen kaygı.

Panik Bozukluğu: Ani ve yoğun korku nöbetleri (panik ataklar), çarpıntı, terleme, titreme ve nefes darlığı gibi belirtilerle.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi): Sosyal ortamlarda veya performans gerektiren durumlarda aşırı utangaçlık ve korku.

Özgül Fobi: Belirli bir nesne veya durum karşısında yoğun ve irrasyonel korku (örneğin, yükseklik korkusu, uçma korkusu).

Agorafobi: Kalabalık veya açık alanlarda bulunma korkusu, kaçışın zor olduğu yerlerde olma kaygısı.

Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu: Sevilen bir kişiden ayrılma korkusu, özellikle çocuklarda yaygındır ama yetişkinlerde de görülebilir.

Seçici Konuşmazlık (Selektif Mutizm): Belirli sosyal durumlarda konuşamama durumu, özellikle çocuklarda görülür.

[2] Lem’alar (218)
[3] Sözler (151)
[4] Lem’alar (211)
[5] Sözler (271

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Hiç adam yok mu piyasada?

Hiç adam yok mu piyasada?

Toplum hayatından bahsedebilmek için insandan bahsetmek gereklidir. Toplumsal hayatın temel öğesi insandır. İnsan ve insanlık tarihinde her hadise insanı maddi ve manevi olarak etkilemektedir. İnsanın istidat ve kabiliyetlerine bakıldığında farklı fıtratlar ve anlayışlar karşımıza çıkmaktadır.

Manevi hizmetlerde, siyasette, gündelik hayatın içinde çok defa karşılaşırız “o adam sıkıntılı, o da adam mı” vb lafı güzaflarla. Her insanın farklı mizaç ve efkarı olması sebebiyle kendisi gibi düşünmeyen kimse/stk’ler hakkında çok çabuk karalama ve tahkir yoluna gidilmektedir.

“Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat, yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur…

Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır…”[1]

Kendi bilgisinin mutlak doğruluğuna inanan insan, “benim bilgim, düşüncem ve harekatım tek yoldur” gibi anlayış hem insanın özel hayatında hem de toplum hayatında güvensizlik, öfke, kin, kırgınlık ve bunların ortak neticesi olarak yalnızlık kaçınılmaz sonuçtur.

Kimsenin kimseyi (kendisi gibi düşünmeyeler hariç) beğenmediği ve toplumda/piyasada hiç adamın olmadığı ileri sürülen bir zaman dilimini yudumluyoruz. Kendimiz gibi düşünen insanların yalanlarını avuç avuç içerken, bizim gibi düşünmeyen kimselerin doğrularına müstağni kalıp yok gibi tutum sergilemekteyiz. Halbuki doğru her yerde doğrudur. Altın çamura düşmekle değer kaybetmez, malum. Böyle bir ortamda bir kısım insanlar diğer kısmı, diğer kısımlar başka kısmı tezyif, tekfir, tecrid ederek toplumda/piyasada hiç adam/insan yok gibi bir mana veriyor. Bu zamana kadar bunu çok gördüm. Aynı stk içinde farklı hizmet dallarında içinde aktif hizmet edenler “Haa o mu evet, ama o çok sakat birisi, bırak onu” vb gibi çok defa duydum, duymaktayım ve duyacağım da.

Neden mi? İşte 4 temel sebebi şunlar;

1- Adavete muhabbet.

2- Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

3- Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

4- Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.”[2]

İnsanlar, hakikatten, lübden, manadan, enfüsten uzaklaştıkça zahirle alakadar olur ve enfüsü terk etmesi sebebiyle muhabbet yerine adavet sahibi olur. Kendisince bahaneler, sebepler türeterek adavete muhabbet destanı yazar bir hale gelir.

Mezkur sebepler müvacehesinde hassaten ehl-i imanla hangi hususlarda ittifak edeceğini bilmez bir hale gelir ve sadece kendisi gibi düşünenlere muhabbet besler.

Kendi efkar ve efalinin mutlak ve kesin doğru olduğunu düşünmesi sebebiyle ben merkezli hareket tarzını ortaya çıkartarak başkalarına istibdat uygular. İstibadın en beteri, şirredi de manevi istibdattır. Manevi müstebidler ise, “istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar.”[3]

“Bu sırra binaen pek çok adam meyl-ül ağalık ve meyl-ül âmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta’nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder.[4]

Piyasada adamın olmamasının sebeplerinden birisi de her şeyi kendi menfaatine göre değerlendirmesidir insanın. Aslında çok adam var piyasada/toplumda ama kendi değer ölçülerine uymayanı insanın tezyif etmesi, başka taraflarında aynı şekilde tezyifi sebebiyle o onun aleyhine bu onun aleyhine çalışması sebebiyle hiç kimse yok gibi bir algı yönetimi yapılıyor ve manevi sahalarda hizmet iddia edenler kendi ayaklarına sıkıyorlar. Bade harabil basra bu dediğimi anlayacaklardır.

İhlas ve Uhuvvet Risalelerini adeta yalamış yutmuş insanların farklı gruplarda hizmet eden ağabey ve kardeşleriyle hatta kendi grubunda farklı düşünenlerle bile aynı yerde diz kırıp oturamaması çay içememesi bu vb. sebeplerdendir.

Çare-i necat:

-Adavete muhabbetten vazgeçilmeli.

-Ehl-i iman ile muhabbet vesilelerini öğrenmeli ve ortak paydayı genişletmenin yolları öğrenilmeli, araştırılmalı.

-Ben bilirim tarzında ki düşünce ve hareketlerden sakınılmalı, kaçınılmalı.

-Şahsi kemalat ve menfaat yerine toplumsal menfaatler göz önüne alınarak hareket edilmeli. Bu sayede hem müstakim insanlar çoğalır hem de toplumdaki manevi seviye yükselir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur.” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim! Bana yardım ediniz. Mes’elemiz çok naziktir.”[5]

Bahtiyar o kimsedir ki, hakkı hak bilir ve intisap eder, batılı batıl bilip içtinab eder. Hak ve hakikatı hasmının elinde de görse taktir eder hakikati ketmetmez, taktir eder.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

1)Hizmet Rehberi (90)
2)Hutbe-i Şamiye (20)
3)Hutbe-i Şamiye (88)
4)Muhakemat (53)
5)Şualar (498)

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Akıştaki İnsan-2

İçimdeki çığlık

Tarih boyunca insan üzerine sayısız yazı, makale, video yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bu etkinlikler neticesinde insanlar ya ileri ya geri gitmiş veya olduğu yerde saymıştır.

Tarih içerisinde tarihe damgasını vuran insanlar gelmiş ve bu insanlar eserleriyle topluma yön vermiştir. Bazı insanları istikamete bazısını da gayr-ı müstakim yollara sevk etmiştir.

Tarihin hem öznesi hem de nesnesi insandır. Bu sebeple insan her şeyden etkilenen bir varlıktır. Dünyaya gelişin gayesini aramak ve bulmak her insanın kafasındaki soru işaretidir.

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.” (Mesnevi-i Nuriye 249)

Bu arayışın farkına varanlar sorgulamaya başlar çevrelerini. Asırlar boyunca beşeriyet içerisinde ilahi ve beşeri olarak bu arayışa cevap vermek gayretinde olan kimseler çıkmıştır. İlahi yolu Enbiyalar, Resuller ve veliler, beşeri yolu da filozoflar tutmuştur.

Son döneme gelindiğinde genelde insanlık, özelde Türk-İslam medeniyeti buhran içerisine girmiştir. Yüzünü şarka dönüp geri adımlarla garba yürümek milli ve manevi değerlerden göz göre göre uzaklaşmak ve zaman itibariyle iflasın eşiğinde olup şimdi iflas etmiş olan garb kültürüne yaklaşmak kalp ve beden arasına sıkışmak ve bu sıkışmanın neticesinde manevi bir buhran tezahür etti.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: Risale Haber 

Yazarım tüm yazıları için tıklayınız 

 

www.NurNet.Org

İçimdeki Çığlık

İçimdeki çığlık

Tarih boyunca insan üzerine sayısız yazı, makale, video yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bu etkinlikler neticesinde insanlar ya ileri ya geri gitmiş veya olduğu yerde saymıştır.

Tarih içerisinde tarihe damgasını vuran insanlar gelmiş ve bu insanlar eserleriyle topluma yön vermiştir. Bazı insanları istikamete bazısını da gayr-ı müstakim yollara sevk etmiştir.

Tarihin hem öznesi hem de nesnesi insandır. Bu sebeple insan her şeyden etkilenen bir varlıktır. Dünyaya gelişin gayesini aramak ve bulmak her insanın kafasındaki soru işaretidir.

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.” (Mesnevi-i Nuriye 249)

Bu arayışın farkına varanlar sorgulamaya başlar çevrelerini. Asırlar boyunca beşeriyet içerisinde ilahi ve beşeri olarak bu arayışa cevap vermek gayretinde olan kimseler çıkmıştır. İlahi yolu Enbiyalar, Resuller ve veliler, beşeri yolu da filozoflar tutmuştur.

Son döneme gelindiğinde genelde insanlık, özelde Türk-İslam medeniyeti buhran içerisine girmiştir. Yüzünü şarka dönüp geri adımlarla garba yürümek milli ve manevi değerlerden göz göre göre uzaklaşmak ve zaman itibariyle iflasın eşiğinde olup şimdi iflas etmiş olan garb kültürüne yaklaşmak kalp ve beden arasına sıkışmak ve bu sıkışmanın neticesinde manevi bir buhran tezahür etti.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.Org

Akıştaki insan

Hayat, akıp giden bir ırmak, çağlayan bir şelaledir. Bu akıntı içerisinde her insanın bir yeri ve zamanı vardır. Bu akışta kimi zaman debi ve drenajın azaldığı kimi zaman da haddini aştığı aşikardır.

Zamanla öyle hadiseler yaşarız ki hem kendimiz hem de çevremizdekiler ve hadise içinde olan kimselerin havsalası almaz. Kimi zaman da kör gibi hareket ederiz. Yani bu hayat akışında mutlak bir hüküm sahibinin izni ve tasarrufuyla hareket ettiğimizi anlıyoruz. Akışta sıkıntı ve sevinç birbirini takip eder. Ama bu takip farklılıklar arz eder.

Sıkıntıların peş peşe gelmesi de sevincin devam etmesinin temel sebebi bunları peş peşe koyarak marifetullah ve muhabbetullah mertebelerinde terakki etmek içindir. Yani peş peşe gelenleri üst üste koyup basamak yaparak insanın yaratılış gayesinde ilerlemesidir.

Marifetullah ve muhabbetullah tarikinde terakki etmenin yolu ise, iz’an-ı akli ve kalbi kapılarından geçerek oluyor. Bu yolun sonunda ise, feraset, basiret, dirayet, kemalat sahibi olma ihtimali pek kuvvetlidir. Mutlaka olacak değil ama ekseriyetle bu kazanımlar, ihsan-ı ilahi ile oluyor.

Bu sebeple peş peşe gelen şeyleri fıtrata uygun olarak değerlendirmek gereklidir.

Bu akış ya selametle veya hüsranla devam edip son bulacaktır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak:RisaleHaber

Yazarım tüm yazıları için tıklayınız

www.NurNet.Org