Etiket arşivi: Risale-i Nur Vecize

Tebliğde Neye Dikkat Edelim

Tebliğde Neye Dikkat Edelim

 

Tebliğ: Ulaştırmak. Götürmek. Bildirmek. Eriştirmek. Manalarına gelmektedir. İnsanlık tarihi boyunca tebliğ daima aktif olarak var olan bir kavram ve fiildir. Beşeriyet muktezası olarak insanlar sözlü olarak efkarını, meramını izhar etmiştir. Fikirlerin aktarımı ve anlatılması için sözlü fiil daima en fazla kullanılan metoddur.

Fikir adamları düşüncelerini sempozyumlar, açık oturumlar, müzakereler veya birebir konuşmalarda beyan etmektedir.

Kur’an Talebeleri olan Nur Şakirdleri de bu coğrafyada bir asırdan fazladır tebliğ hizmetini ifa ve icra etmektedir. Zor zamanlarda hak ve hakikate hizmet etmekle kola zamanda hizmet etmek gayretinde olmak aynı şey değildir malum. Kelle koltukta hizmet eden Bediüzzaman ve talebelerinin o güne ait hizmet şartlarını bilmek bugünlerde şevk ve gayrete sebep olmaktadır. Çünkü tebliğ tarihini bilmeyen ya şevki söner veya tebliğ için bir ihtiyaç görmez. Şimdi de aynen böyle. Kelle koltukta telif eden eserleri kanepe koltukta okumaktan imtina ediyoruz.

Tebliğ, hizmetin iskeletini tesis eden ana eklemlerden birisidir. Bu ihmal edilmesi ise kısmi felce sebep olmaktadır. Yani isteksiz, şevksiz, gayretsiz, olsa da olur olmasa da vb durumlar bunun neticesidir. “Tebliğ-i risalette ve nâsı hakka da­vette o de­rece metanet ve sebat ve cesaret..”[1] göstermelidir tebliğ edenler. Çünkü tebliğ işi Rasulü Ekrem (A.S.V.) efendimizin davasını, hatta bir adım ötesi Allah (C.C.) davasını anlatmaktır. Metanet gösterilmeli yani iddia edilen davada sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması gerekmektedir.

Doğru yerde doğru sözü doğru kimselere söyleyerek hakka hizmet edilir. Doğruyu yanlış yerde izhar etmek batıla hizmettir. Buna dikkat etmek gerekir. Yoksa ben hakkı söyleri nere olursa olsun fark etmez demek at’a et, aslana et atmak gibi bir şey olur. Zaman, zemin, muhataba dikkat etmesi tebliğ edicinin dikkat etmesi gereken en önemli kaidedir. Muhataba azami derecede dikkat edilmeli ve ona göre hitap edilmelidir. Nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya sa­tar ve bilerek hakikat el­maslarını pis, muzır şişe parçala­rına  müba­dele eder derecede münafıklığa girmiş insan sure­tindeki yı­lanlara hakaiki söylemek, hakaike karşı bir hür­metsizliktir.”[2]

Bu sayede insan davasında kararlı olup, sözünde durarak, Allahu zülecelale Kalu belada verdiği ahde vefâ etmiş olur.

Mukteda-yi Küll, Rehber-i Ekmel (A.S.V.) tebliğ hizmetini yaparken “insanların çe­kilmesiyle ve din­le­meme­siyle daha ziyade sa’y ve gayret ve cid­diyetle tebliğ et­miş. Çünkü  اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلكِنَّ اللّهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ sırrıyla anla­mış ki, insan­lara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın vazi­fesi­dir Cenâb-ı Hakkın vazife­sine karış­mazdı.”[3] Tebliğini yapmak ve neticeyi Allahu zülcemale havale etmek tebliğ erinin üstadından (a.s.v.) aldığı derstir.

Tebliğ bir vazifedir: “Risale-i Nur’un mesleği ise, vazifesini yapar, Cenab-ı Hakkın vazife­sine karışmaz. Vazifesi tebliğ­dir kabul ettirmek, Cenab-ı Hakkın vazifesidir.”[4] Tebliğ eden kimseler bu işi Allah’ın davasında kensidinin Allah tarafından istihdam ettirildiğini bilmesi gerekir. Nefsi namına değildir. Buna en güzel misal ise, “İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş.

O kâfir, ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?”

Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.”

O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din haktır.” dedi. [5]

“Sönmeyen bir azim, irade ve hiz­met aşkına malik  olduğu için, yılma­dan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan, bütün kuvve­tini sarf ederek emsalsiz bir sabır ve tahammül ve fera­gat-ı nefis ile”[6] tebliğ hizmetini yapan Bediüzzaman ve ondan ders alanlar azim, irade, metanet ve salabetle hizmet etmiş ve etmektedirler. “intişarına yardım etmektir.” [7] İntişara yardım eden tebliğ erlerinin 5 kar’ı ise,

“1. En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmektir.

  1. Üstadına neşr-i hakikatcihetinde yardım su­retiyle hiz­met etmek­tir.
  2. Müslümanlara iman cihetinde hizmet et­mek­tir.
  3. Kalemle ilmi tahsil etmektir.
  4. Bazan bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen, te­fekkürî olan bir ibadeti yapmaktır.[8]

Bütün mehazler ve emsali nazara alınınca tebliğ olmadan hayatın olmayacağı ve manevi hizmetlerde tebliğ hizmetinin eksikliği ve bu eksiklikten kaynaklanan sıkıntılarınn görüleceği aşikardır.

Hülasa: “Şu zamanda en mühim vazife, imana hiz­mettir. İman saâdet-i ebediyenin anahtarı­dır.”[9]

“Yüzlerce ulemânın susturulduğu ve dinî neş­ri­yatın yaptırılma­dığı ve Kur’ân’ın hakikatlerini beyan ve tebliğ etmeye dinen muvaz­zaf ol­duk­ları halde cebren yaptırılmadığı ve din adamlarının imha edilmesi gibi deh­şetli ve tarihin görme­diği bir hen­gâmda, Kur’ân ve iman ve İslâmiyeti yıkmak plânları­nın tatbik edildiği en müthiş bir devirde ve küfr-ü mut­lakın ve din­sizliğin en azgın bir zamanında, Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân ve iman ve İslâmiyetin fedakâr ve pervasız bir müdafii ve muhafızı olarak cihad-ı diniye meydanında yegâne şahıs olarak gö­rülmüştür. Evet, Bediüzzaman, devlet­lere, milletlere mu­kabil, değil yal­nız bir yerdeki fira­vunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek ba­şıyla meydan okumuş ve oku­yor. Ve Kur’ân ha­kikatlerini eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içe­ri­sinde neşredi­yor. “Vazifemiz çalışmaktır. Bizi ga­lip etmek, mağ­lûp et­mek, muvaffak etmek ve Nurları kabul et­tirmek Cenab-ı Hakka aittir. Biz, vazife-i İlâhiyeye karışmayız”[10]

Tebliğ manevi hayatta mihmandarlıktır, ahir zamanda boğulan insnalığa cankurtaranlıktır. Ne mutlu bu bahtiyarlığı icra edenlere. Rabbim bu bahtiyarlardan eyleyip tebliğde istihdam ettiklerinden eylesin. Amin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

______________________________________________

[1] Şualar ( 129 )

[2] Mektubat ( 362)

[3] Lem’alar ( 131)

[4]  Kastamonu Lâhikası ( 259)

[5] Mektubat ( 268 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 160 )

[7] Kastamonu Lâhikası ( 24)

[8] Emirdağ Lâhikası-I ( 190)

[9] Barla Lâhikası ( 328 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 693)

 

Kaynak: NurdanHaber

www.NurNet.Org

Hayat-ı Bâkiyeyi Radyo ile Beşere Ders Vermek Lazım Geliyor

Üstâd’ımızın Hakikatli Bir Beyanı

بِسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 Aziz, Sıddık Kardeşlerim;

 Evvelâ; Risâle-i Nur’un sâdık bir şâkirdi ve muallimlerden bir kardeşimiz, Risâle-i Nur’dan aldığı bir ders aşkı ile maârif vekiline ve hem meclis reisine resmen yazmış ki: “Elbette küre-i arz hareketinden duracak ve bu dünya bozulacak. Hayât-ı bâkiyeyi bu merkez-i İslâmiyet radyo ile nev’i beşere ders vermek lazım geliyor.” Bu hâlis şâkirdin, mürâcaâtına mukàbil “Sözleri anlaşılmıyor” diye kabul etmemişler. Yanıma geldi. Ben de dedim:

    “Kardeşim; mâdem senin suâl-cevâbı aldılar, onlara de ki; ‘Evet bu dehşetli harb-i umûminin dehşetli zulümlerini ve tahribâtlarını ve hayât-ı dünyevînin bütün lezzetlerini zir-ü zeber edip, hiçe indirip, hayât-ı dünyeviyeyi tamamiyle herkese fâni olduğunu, ve beşeriyetin rûhunu tatmin edemediğini güneş gibi gösterdiği için, elbette nev’i beşer, bundan sonra medeniyet ve felsefenin uyutucu, aldatıcı lezzetleri yerinde ezvâk-ı bâkiyeyi ve beşeriyetin fıtraten şiddetle muhtâc olduğu hayât-ı bâkiyeyi arayacak. Şimdi de emâreleri görülüyor. Şimalde küçük devletler, hayât-ı bâkiyeyi güneş gibi ders veren Kur’ân’a sarılmaları, hem garbın en büyük devleti olan İngiliz’in büyük hatîbleri, kürsülerinde Kur’ân’ın hayât-ı bâkiyeye dâir âyetlerini tefsir ederek bağırarak diyorlar ki; Şimdi, İngiliz devleti, İslâmiyeti kabul etmesi lazımdır. Çünkü; nev’i beşerin ekseriyetini hükmü altına alıp o nev’i beşerin hakiki aradığı hayât-ı bâkiyeyi mu’cizâne ders veren Kur’ân’ı, İngiliz kabul etmek ile beşeri memnun edebilir. Geçen dehşetli yaralarını Kur’an’la tedâvî edebilirler diye resmen beyânâtı var.

    Mâdem hakikat budur. Elbette, eskiden beri hayât-ı bâkiyenin dershânesi ve medresesi olan bu memlekette ve İslâmiyet ve Kur’ân’ın bayrakdârı bu vatandaki hükûmetin şimdi en ehemmiyetli vazifesi, hayât-ı bâkiyenin muallim-i ekberi olan Kur’ân’ın hakikatlarını hükûmetin ilim dâiresi olan maârif hey’eti ile ve radyo ile, rûy-i zemin mektebinde, nev’i beşere bu en büyük mes’ele-i beşeriyeyi ders vermek o maârifin hakkıdır. Bu kudsî vazifeyi şimâl-i garbî devletlerine bırakmamalı. Bin senedir üstâd iken, şimdi hidâyet dersinde ecnebîlere şâkird olmağa mecbur olmasın..’ diye ben gibi bir muallimin maârif haysiyetini ve şerefini muhâfaza için Nurlar’dan aldığım derse göre kısa bir cümle ile ifâde etmek istedim. Fakat sözüm anlaşılmadı” dersin diye ona söyledim.

Umûma binler selâm ediyoruz .

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Duânıza muhtâc kardeşiniz

SAİD NURSÎ

Kur’an’ın kalbi..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın. Birbirinize kötü lakaplar takmayın. İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir.”

Hucurat Suresi 11. Ayetin Meali

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Hz. Enes Radiyallahu Anh anlatıyor: Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem) buyurdu ki:

Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi de Yâ-sîn’dir. Kim bu sureyi okursa, Cenâb-ı Hakk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur’an-ı Kerim’i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabı verir.

(Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 7)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül(mükemmelleşme, olgunlaşma) etmek için gelmiştir.

Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır(Allah’ı tanıma ve bilme) ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.

 [Sözler’den]

.…….

Cevşen’den ;

12-

Ey gaybları bilen,
Ey günahları bağışlayan,
Ey ayıpları örten,
Ey sıkıntıları kaldıran,
Ey kalpleri değiştiren,
Ey kalpleri süsleyen,
Ey kalpleri nurlandıran,
Ey kalplerin tabibi,
Ey kalplerin sevgilisi,
Ey kalplerin dostu,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

İnsanlar bugün iki grup halinde sabaha erdiler!

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yüklerle mehir vermiş olsanız da, içinden ufak bir şey bile almayın. Boşanmaya sebep uydurup iftira ederek, göz göre göre günaha girerek bunu almanız hiç münasip olur mu? Nasıl alabilirsiniz ki birbirinize karılıp katıldınız, bir yastığa baş koydunuz, Hem onlar siz kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca te’minat da aldılar?” [Nisa Suresi 4,20-21]

Hz. Ömer (r.a) halife iken evlenmeyi kolaylaştırmak için mehir mikdarına üst sınır koymak isteyince, mescidin arka tarafından bir hanım da bu âyeti okuyarak: “Ya Emire’l-müminîn! Allah’ın verdiği imkânı almak doğru olur mu?” deyince Hz. Ömer derhal inceliğin farkına varmış, cemaatin huzurunda o hanımın haklı olduğunu kabul etmiştir.

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

İbnu Abbas Radiyallahu Anh anlatıyor: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vessellem zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“İnsanlar bugün iki grup halinde sabaha erdiler, bir grubu kafir, bir grubu da mü’mindir.” dedi. Ve şöyle açıkladı:

“Bazıları: ‘Bu yağmur ALLAH’ın bir rahmetidir.’ derken, diğer bazısı: ‘Falan falan yıldızın uğuru doğru çıktı.’ dedi.” Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:

Hayır (hakikatler kafirlerin dedikleri gibi değildir). İşte yıldızların düştüğü yerlere and ediyorum ki, hakikaten bu, eğer bilirseniz büyük bir anddır. Muhakkak o, elbette çok şerefli bir Kur’an’dır, ki siyanet edilmiş bir kitapta (yazılı)dır. Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. O Âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Şimdi siz bu kelamı mı hor görücülersiniz. Rızkınıza(şükür edeceğinize) siz behemehal tekzibe mi kalkışırsınız?

[(Vakı´a, 56/75-82); (Müslim, İman 127)]

.…….

Risale-i Nur’dan;

İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.

[Sözler’den]

.…….

Cevşen’den ;

11-

Ey sıkıntım anında hazırlığım
Ey musibetim anında ümidim
Ey yalnızlığım anında arkadaşım
Ey gurbetliğimde dostum
Ey nimetlendiğim anda sahibim,
Ey kederim anında ferahlatıcım
Ey ihtiyacım anında yardımıma koşan,
Ey zor durumumda sığınağım,
Ey korkum anında yardımcım,
Ey şaşkınlığım anında yol göstericim,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org

Kulaklar, gözler ve gönüller..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

{Mü’minun Suresi 23:78}

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Ebu Hureyre Radiyallahu Anh anlatıyor:

“Kim fenalık yaparsa cezasını görür. Kendisine ALLAH’tan başka ne dost ne de yardımcı bulur.” (Nisa, 4/123) mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Müslümanları çok ciddi bir kedere sevketti.

Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vessellem şöyle tavsiye etti:

“Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü’mine musibet nev’inden her ne ulaşır ise günahlarına bir kefaret olur. Musibet beklenmedik bir hadise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş farketmez.”

(Müslim, Birr)

.…….

Risale-i Nur’dan;

İnsan, nur-u iman(iman nuruyla) ile âlâ-yı illiyyîne(en yüksek mertebe) çıkar, Cennete lâyık bir kıymet alır.

Ve zulmet-i küfür (küfür karanlığıyla)ile esfel-i sâfilîne(en aşağı mertebeye) düşer, Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer.

[Sözler’den]

.…….

Cevşen’den ;

10-

Ey bütün sanatların sanatkârı

Ey bütün mahsulâtların yaratıcısı
Ey bütün rızıklananların rızık vericisi
Ey bütün sahip olunanların sahibi
Ey bütün sıkıntıya düşenlerin ferahlatıcısı
Ey bütün üzüntüye düşenlerin sevindiricisi
Ey bütün merhamet olunanların merhamet edicisi
Ey bütün yardımcısız kalanların yardımcısı
Ey bütün ayıplıların ayıbını örten
Ey bütün zulme uğrayanların sığınağı

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,

Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.Org