Etiket arşivi: risale-i nur

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri

 Florida State Üniversitesi’nden Furkan Aydıner ve Eron Manusov’un, mutluluk kavramını Risale-i Nur okuyanlar üzerinde sorguladığı ankete göre Bediüzzaman’ın eserlerini okudukça, insanların hayattan memnun olma seviyeleri yükseliyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin meşhur sözlerinden biri şöyle: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Nursi, insanoğlunun var olduğu günden bu yana aradığı mutluluğu bulmanın yolunu sanki bu tek cümle ile özetler. ‘Güzellik’ kavramını âdeta üç boyutlu gözlük hâline getirir ki, onu takanlar yaşadıkları her olayın sonucunda mutluluk görüntüsünü yakalayabilsin. Bediüzzaman, insanın fıtratı gereği mutluluk arayışının hiç bitmeyeceğini hatta bu arayışın hem bu dünyayı hem de ahireti kapsadığını bildiği için belki de gerçek mutluluğun formüllerini müellifi olduğu Risale-i Nur külliyatının pek çok yerine serpiştirir. Mesela Sözler’de mutluluğun kaynağının sınırsız olmadığını vurgular: “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye lüzum yoktur.” gibi. 

Bediüzzaman’ın mutluluk formülleri, ABD Florida Üniversitesi’nde Nöroiktisat dersleri veren Furkan Aydıner ile aynı üniversitede tıp alanında öğretim görevlisi olan Eron Manusov’un ilgisini çeker. Nöroiktisat, beyindeki faaliyetlere dayalı olarak insanların acı duyusunu, lezzet algısını ve taleplerini ölçmeye çalışan bir bilim dalı. Manusov ve iki senedir Florida Üniversitesi’nde çalışmalar yapan Aydıner, farklı hayat tarzına sahip ve değişik yöntemlerle mutluluk arayan insanlar üzerinde bir araştırma yapmaya karar verirler. Ekim ayında düzenlenen Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu’nun ‘İnsanlık Onuruna Layık Bir Gelecek İçin İlim, İman, Ahlak’ söylemi de çalışmak istedikleri alanla örtüşünce Risale-i Nur okuyanların hayattan memnuniyetlerini ölçecek bir anket yaparlar. 2010 yılının yaz aylarında 1.523 Risale-i Nur okuyucusuna e-posta yoluyla mesaj gönderen ikili, yüzü aşkın sorunun yarısından fazlasına cevap vermeyenleri dikkate almaz. Sonuçta 341 kişinin anket sonuçlarını değerlendirerek bir tebliğ hazırlar ve sempozyuma katılırlar. 

Furkan Aydıner, bugüne kadar Batı’da mutluluk konusunda yapılmış pek çok çalışmada, daha fazla tüketim ve eğlenceye dayalı hayat tarzının insanlara mutluluk değil, psikolojik ve sosyal sorunlar getirdiğinin ortaya çıktığını vurguluyor. Ona göre Said Nursi, eserlerinde bu sonucu manevi değerler ve moral değerlerinden uzaklaşıp hazcı ve materyalist değerlere yönelmeye bağlıyor. İnsanın beşerî ihtiyaçlarının ötesinde manevi, sosyal, zihinsel ve vicdani ihtiyaçlarının olduğuna dikkat çekiyor. Hakiki ve daimi huzurun, bu ihtiyaçları dengeli bir şekilde karşılamakla mümkün olabileceğini söylüyor. Materyalist ve hazcı hayat tarzlarını benimseyen insanların bu dünyada inşa etmeye çalıştıkları yalancı cennetlerin aslında bir nevi cehennem olduğunu, öte yandan hayatını manevi değerler ve moral değerleri üzerine inşa eden insanların daha dünyada iken bir nevi cenneti yaşamaya başladıklarını iddia ediyor. İşte Aydıner ve Manusov yaptıkları ankette Said Nursi’nin bu mutluluk tezinin doğru olup olmadığını Risale-i Nur okuyanların hayat görüşleri üzerinden anlamaya çalışıyor. 

Ankette Risale-i Nur külliyatında yer alan pek çok eserden faydalanılsa da en fazla başvurulan kaynak Gençlik Rehberi oluyor. Yaşam Memnuniyeti Skalası, Aspirasyon İndeksi ve Lezzetler Skalası şeklinde üç bölümden oluşan anket sonrası yapılan analizde Risale-i Nur okuyanlar başlangıç, orta ve ileri seviye diye gruplara ayrılıyor. Bu gruplar Risale-i Nur külliyatını bitirme, günlük okuma, tesbihat yapma ve haftalık sohbetlere katılma sıklıklarına göre belirleniyor. 

Yaşam Memnuniyeti Skalası’nda başlangıç düzeyindekilerin yüzde 62’si, orta düzeydekilerin yüzde 82’si ve ileri düzeydekilerin yüzde 93’ünün hayatlarından memnun olduğu ortaya çıkıyor. Bu oranları Türkiye İstatistik Kurumu’nun bu yıl yetişkin nüfus için ölçtüğü yüzde 54’lük yaşam memnuniyeti oranıyla kıyaslayınca başlangıç seviyesindeki Risale-i Nur okuyucuları yüksek memnuniyet kategorisinde, orta ve ileri düzeydekiler ise en yüksek memnuniyet kategorisinde yer alıyor. 

Aspirasyon İndeksi’nde ise Risale-i Nur okuyanların hayata dair pozitif ve negatif değerlerinin Bediüzzaman’ın fikirleriyle ne oranda örtüştüğü ortaya çıkarılıyor. Bu sebeple katılımcılara 14 farklı alanda 86 soru yöneltiliyor. Çıkan sonuçlara göre maneviyat, dürüstlük ve hakkaniyet, aile ve arkadaşlık bağları, entelektüel faaliyetler, kişisel gelişim, estetik deneyim, çevreye uyum, yardımlaşma ve fedakârlık, sağlık gibi pozitif değerlerin yanı sıra hazcılık, şan-şöhret, para, imaj, endişe ve korku gibi negatif değerlere belli puanlar veriliyor. Sonuçta Risale-i Nur okuyucularının pozitif değerleri önemsediği ölçüde, negatif değerlerden uzaklaştığı görülüyor. 

Lezzetler Piramidi’ne gelecek olursak, Aydıner, Maslow’un meşhur ihtiyaçlar piramidinin dışında yaptıkları çalışmanın alanında belki de ilk olabileceğini düşünüyor. Risale-i Nur okurlarının en çok nelerden lezzet aldıklarının bulunmaya çalışıldığı bu bölümde manevi yaşam, zihinsel faaliyetler, sevgi ve şefkat gibi duygusal lezzetler piramidin zirvesinde yer alırken, yeme-içme gibi duyusal lezzetlerin en alt sırada olduğu görülüyor. 

Furkan Aydıner, anket sonuçlarında içsel değerlere ağırlık verenlerin en yüksek seviyede olmasını, günümüzde insanların çoğunun mutluluğu yanlış yerde aradığının göstergesi olarak yorumluyor: “Bediüzzaman’ın ‘meşru daire’ diye tarif ettiği manevi değerler ve moral değerlerine dayalı hayatın en yüksek mutluluğu sağlaması, söz konusu meşru dairenin keyfe kâfi olduğunu gösteriyor.” 

Eron Manusov da maneviyatın mutluluk getirdiği görüşünü destekliyor: “Özellikle, ‘Ne kadar okur, öğrenir, maneviyatta güçlenirsen, o derece hayatından keyif alırsın’ diyor bizim çalışmamız. Şu gayet açık ki, Risale-i Nur, okuyucularına hayattan memnun olmanın yolunu gösteriyor. Daha ötesi, ne kadar çok kendini Risale-i Nur öğretisine adarsan, o kadar çok mutlu oluyorsun.” Ama Manusov, bunun genel olarak maneviyata yoğunlaşmaktan da kaynaklanabileceğine, bu sebeple başka gruplar üzerinde benzer çalışmalar yapılırsa, Risale-i Nur’un spesifik etkisinin daha iyi anlaşılabileceğine dikkat çekiyor. “Bir âlimin insanların hayatı üzerinde bu denli tesirli olabileceğine şaşırmadım.” diyen Manusov, Türkiye dışında insanların Nursi gibi bir âlimin öğretisinden haberdar olmayışını ise şaşkınlıkla karşılıyor. 

Aydıner’e göre, Said Nursi’nin anlattığı şeyler evrensel değerler ve bunlar bütün dinlerde hatta Aristo gibi filozofların söylemlerinde bile ortak: “Herkes dürüstlük, dostluk, samimi arkadaşlık gibi değerlerin iyi olduğunda hemfikir. Ancak mesele bunları hayata geçirmek. Özellikle bireyselliğin, hazcılığın, egoistik tatminin, gösterişin, şan ve şöhretin bütün cazibesiyle insanları kendine çektiği bir asırda moral değerlerine ve manevi değerlere dayalı hayat tarzı hayli zorlaşmış. Nursi, okuyanlarını bu zoru başarmaya teşvik ediyor.” Bu sebeple Aydıner ve Manusov, anket sonucunda elde ettikleri bulguların evrensel geçerliliğe sahip olduğunu ve benzer manevi değerleri tatbik eden herkes için geçerlilik arz ettiğini düşünüyor. Bunu ispatlamak içinse geriye, çalışmalarını farklı ülkeler ve sosyal gruplar üzerinde de uygulamak ve karşılaştırma yapmak kalıyor. Zaten ikili de bu konu üzerinde çalışıyor. 

Risale-i Nur okuyanların pozitif ve negatif değerleri Bediüzzaman’ın fikirleriyle örtüşüyor 

Furkan Aydıner, Aspirasyon İndeksinde ortaya çıkan tablonun Risale-i Nur’da yazılan fikirlerle nasıl örtüştüğünü bazı maddeleri Bediüzzaman’ın düşünceleriyle kıyaslayarak şu şekilde yorumluyor: 

Pozitif Değerler 

Nursi, delil ve bürhana dayalı tahkiki iman esaslı bir manevi hayata eserlerinde vurgu yapıyor. İbadet kavramının manasını geniş tutup, okuyucularını öğrenmeye ve tefekküre teşvik ediyor. Tahkikî imanın verdiği nurla okuyucularını huzuru aramaya davet ediyor. Dolayısıyla, Risale-i Nur okuyanların dünyasında maneviyatın en yüksek öneme sahip olması şaşırtıcı değil. 

Sigmund Freud’daki ‘süperego’ya denk gelen vicdan olgusuna dikkat çekip, okuyucularını dürüst ve hakkaniyetli yaşamaya teşvik ediyor. Tahkikî imanla, Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu görürcesine iman eden için yalana ve hileye yer olmadığını ısrarla vurguluyor. Bunun içindir ki, anketin sonuçlarına göre, katılımcıların Risale-i Nur okuma seviyeleri arttıkça dünyalarında dürüstlük ve hakkaniyete verdikleri önem artıyor. 

Entelektüel hayat, aile ve arkadaşlık bağları ile kişisel gelişim puanlarının yüksek çıkması Risale-i Nur öğretisiyle paralellik arz ediyor. Risale-i Nur söz konusu değerlere büyük vurgu yaptığı gibi okuyucuları da yoğun entelektüel ve sosyal aktivitelerle bu değerleri öne çıkarıyor. 

Estetik deneyim için hesaplanan pozitif değer, Nursi’nin eserlerinde kâinatın estetik boyutundan Allah’ın isimlerinin tecellisi olarak söz etmesiyle uyumluluk gösteriyor. Nursi, okuyucularına bu güzellikleri görüp, onların sanatkârını tespih etmeye davet ediyor. 

Nursi eserlerinde okuyucularını herkesle hatta her şeyle olan kardeşliği görmeye teşvik ediyor. İnsanı da söz konusu evrensel harmoniye katılmaya çağırıyor. 

Fedakârlık ve yardımlaşma için pozitif puanın çıkması da, Nursi’nin gerçek arkadaşlığı, sahabelerde olduğu gibi, ihtiyacın karşılanmasında kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacının önünde tutmak ve kardeşinin başarısına kendi başarısı kadar sevinmek gibi fedakârlık değerlerine dayandırmasıyla açıklanabilir. 

Negatif Değerler 

Hazcılığın en kötü puan alması şaşırtıcı değil. Çünkü Nursi eserlerinde hazcılığa karşı kuvvetli argümanlar ortaya koyuyor. Gayrimeşru lezzetleri zehirli bala benzeten Nursi, insanların onlardan sadece sahte ve elemli lezzet aldıklarını ifade ediyor. Ayrılık, yokluk, kıskançlık gibi elemleri içerdiği için uzun vadede insana öldürücü zehir tesiri yapar. İnsana layık olan, meleki ve insani lezzetlere talip olmaktır. Nursi, okuyucularını hazcılık ve sefahetten uzaklaştırmaya çalışırken, alternatif olarak, ‘daha yüksek lezzetler’ diye tarif ettiği, manevi, entelektüel, sosyal, vicdani, özverisel, estetik lezzetleri öneriyor. Bundandır ki, insanlar Risale-i Nur okudukça hazcılıktan nefret edip uzaklaşıyor ve içsel değerlere yoğunlaşıyor. 

Şan, şöhret ve imaj değişkenleri için hesaplanan yüksek negatif değerler, Nursi’nin enaniyeti ‘en tehlikeli tuzak’ olarak tarif etmesinden kaynaklanabilir. Nursi’ye göre, benlik, şan ve şöhret, bir nevi ilahlık iddiasıdır. Oysa, insan, fıtraten sonsuz acizlik ve fakirlikle yoğrulduğu için şirk olan enaniyeti bırakıp hakiki kulluğa bürünüp kendisine verilenler için şükretmeli. 

Para ve materyalist değerler için hesaplanan negatif değer, Nursi’nin dünyevi serveti amaç değil sadece araç olarak görmeye insanları teşvik etmesiyle açıklanabilir. Nursi, ‘bir lokma bir hırka’ felsefesini kabul etmiyor, aksine maddi servetin araç olarak gerekli ve faydalı olduğunu; ancak, maddiyatı amaç olarak görmenin çok büyük hata olduğunu söylüyor. 

Endişe ve korku için hesaplanan negatif puan, Nursi’nin her şeyi her an tasarrufu altında tutan ve bizatihi kendisi yapan mutlak iyilik sahibi bir ilah anlayışını anlatmasıyla açıklanabilir. Çünkü, böyle bir Allah’a iman eden, imanının derecesine göre, O’na teslim olarak tevekkül edeceği için korku ve endişelerden uzak olur. Üzerine düşeni fiilî dua kabilinden yapar, gerisi için endişe etmez. 

15.11.2010

ELİF NESİBE ÖZBUDAK / Aksiyon

Dersane-i Nuriye

Nur Dershanesi

“Risale-i Nur, Kur’an-ı Hakimin hakiki bir tefsiridir.” Dershane-i Nuriye ise, Risale-i Nurun ders yeri, tedrisatının yapıldığı mekanlardır.  Nur Talebeleri, tek bir şeyi gaye edinmiştir: “İmanlarını kurtarmak niyetiyle Risale-i Nuru okumak ve Rıza-yı İlahi için İman ve İslamiyete Risale-i Nurla hizmet etmek.”

Risale-i Nurun müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin, ehl-i imanın manevi imdadına gönderilen bu tefsirin te’lif edilmeye başlandığı ilk merkez olan Barlada, sekiz sene müddetle ikamet ettiği ev, üçyüz elli milyon ehl-i İslamın merkezi hükmünde ilk Dersane-i Nuriyesidir.

Ayrıca Bediüzzamanın, Çam Dağının en yüksek tepesinde olan iki büyük ağaç üzerinde Dersane-i Nuriye manasında birer menzili vardı. Bu çam ve katran ağaçlarının tepelerinde, Risale-i Nurla meşgul oluyordu. Ve derdi ki: “Ben bu menzilleri Yıdız Sarayına değişmem.”

Üstadımız Said Nursi, Nur Dersanelerin mahiyetini ve ehemmiyetini şu şekilde izah eder: “Şimdi resmen din tedrisatı için hususi dersaneler açılmasına izin verilmesine binaen Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir Dersane-i Nuriye açmak lazımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. İman hakikatlerinin izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil İnşallah Nur Medereseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.”

Bu suretle o dershanelerde Nurların okunması ve Nurlarla meşguliyete devam edenlere ve ders alanlara “Talebe-i ulum” şerefini kazandırmaktadır. Talebe-i ulumun ise; adi harekatı, hatta uykusu dahi ibadet hükmüne geçtiğini bazı büyük müçtehidler beyan etmişler…

Risale-i Nurda, üstadımızın da ifadeleriyle kıymeti ve ehemmiyeti çok defa zikredilen dershanelerin kudsiyeti de muhakkaktır. Ezcümle: Kur’an’ın ve hakikatlerinin terennüm edildiği, hatta iman hakikatlarıyla birlikte ubudiyet ve takva esaslarının talim ve tatbik edildiği, tedris edilen malumatın, marifete kalbedildiği dersaneler, maneviyat cihetiyle nadir mekanlardandır.

Maneviyattan anlaşılan mana şu ki;  maddi olmayan, dini ve mukaddes olan, dünyevi değil uhrevi olan herşeydir. Maneviyat, insanın manevi duygularına yani kalbine, ruhuna ve diğer latifelerine  kut ve gıda olan Kur’ani ve imani  şeylerdir.

O halde dersanelerimiz, manen insanın şarj olabileceği mukaddes olan yerlerdendir ki; melaike ve ruhaniyat bu mekanlara müteveccihtir. Bu ve bunun gibi manalara işareten Risale-i Nurda geçen şu bahisler meselemizi izah etmektedir:

• “Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk’ın zişuuur çok mahlukatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istima’ından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur. Hem mütefekkirane, o çeşit sohbeti imaniye, zemin yüzünün bir manevi zineti ve medarı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

“Semavat zemine gıbta eder ki; zeminde halisen-lillah sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir iki adam, bir iki nefes, yani bir iki dakika beraber otururlar; kendi Sanii Zülcelalinin çok güzel asar-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü eser-i sanatını birbirine göstererek Sanilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler. “

ilgili yazılar : http://www.nurnet.org/dershane-adabi/

Zilhicce’nin On Günü; Leyali-i Aşere’nin Önemi

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ


LEYALE-İ AŞERENİZİ ( ZİLHİCCENİN İLK 10 GÜNÜ ) VE GELECEK KURBAN BAYRAMINIZI TEBRİK EDERİZ…
CENABI HAK BU BAYRAMIN SÜRÜRUNU HAKİKİ VE GENİŞ VE UMUMİ SÜRÜRA MUKADDİME VE VESİLE EYLESİN.

LEYALE-İ AŞERE İLE ALAKALI BAZI KONULARI SİZİNLE PAYLAŞMAK İSTEDİK….

Aziz, sebatkar, fedakar, sıddık kardeşlerim,
… Gelecek bayramınızı tebrik ederim. وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasem-i Kur’aniyle fevkalade kıymetleri tahakkuk eden o mübarek gecelerde ve seherlerde mübarek kardeşlerimin mübarek duaları hem bana, hem ehl-i imana çok bereketli ve nurlu olmasını rahmet-i Rahman’dan niyaz ederim. Said Nursî

Aziz, Sıddık Kardeşlerimiz,

… Leyâle-i aşerenizi ve gelen îdinizi , ruh-u canımızla tebrik ve o çok mübarek gecelerdeki a’mal-i salihanızın ve dualarınızın makbuliyetini Rahmet-i İlahiye’den niyaz ediyoruz.

Bu on gece Kur’an-ı Azimüşşan’ın وَالْفَجْرِ * وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasemi ile, onlara verdiği ehemmiyete binaen o geceler Leyle-i Kadir ve Beraat ve Mi’rac nev’inde büyük kıymetleri var. Çünkü: Hac sırrıyla bütün Alem-i İslam namına her taraftan gelen binler hacıların bütün kâinatla alakadarane bir tarzdaki makbul hasenatlarına ve ümmet-i Muhammed’e (A.S.M.) hakkında ettikleri dualarına o gecelerde amâl-i sâliha ile meşgul olan mü’minler hissedâr oluyorlar. İnşaallah Nur şâkirdleri o büyük kazanca mazhardırlar. Hatta diyebiliriz ki; uykuları da ibadet sayılır. Elbette böyle ağır şerait içinde gayet ciddiyet ve tam gayret ile ulûmun en yüksek derecesindeki îmân ve Kur’an hakikatlarının dersinde en mükemmel talebelik vazifesini yapan Nurcular, bu leyâle-i aşerede uykuda dahi Nurlarına tam mazhardırlar.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza birer birer selam ve selamet ve dâreynde saadetlerinize dua eden kardeşiniz.

Said Nursî

BU GECELERİN EHEMMİYETİNE DAİR HADİSLER

Kamerî ayların onikincisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından olan hac ibadetinin yerine getirildiği aydır. Bu mübarek ayın 1’inden 10’una kadar olan zaman dilimi “leyali-i aşere”, yani on mübarek gecedir. 10’uncu gün ise Kurban Bayramının ilk günüdür.

Peygamber Efendimiz (sav) bugünlerin önemini şöyle ifade ediyor:

  • “Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca,her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir.” (Tirmizi: Savm, 52; İbn Mace: Sıyam, 39)
  • Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur.Bugünlerde tesbihi (sübhanallah), tahmidi (elhamdülillah), tehlili (lâilâheillâllah) ve tekbiri (Allahu ekber ) çok söyleyin!”(Abd b. Humeyd,Müsned, 1/257)
  • Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevimli olsun…”(Tirmizi,Savm:52; Darimî, Savm: 52)

Peygamber Efendimizin zevcesi Hafsa (r.anha) diyor ki:

  • “Resulullah (sav) dört şeyi terk etmezdi: Aşure günü orucu, Zilhicce’nin on günü orucu, her ay üç gün orucu ve sabahın iki rekât sünneti.”

Bu on gün içinde Arefe gününün yeri ise bambaşkadır.

Bu güne mahsus Hadis-i Şerifler

  • “ Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)
  • Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Arefe günü kardeşi Hz. Aişe’nin (r.a.) huzuruna girdi. Hz. Aişe oruçlu olduğu için hararetten dolayı üzerine su dökülüyordu. Abdurrahman ona:“Orucunu boz” dedi. Hz. Aişe:

“Resulullahın (s.a.v.), ‘Arefe günü oruç tutmak, kendisinden önceki senenin günahlarına keffaret olur’ dediğini işittiğim halde iftar mı edeyim?” dedi. (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 458)

  • “Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 460)
  • Arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okunmasi hususunda Bediüzzaman şöyle diyor; Aziz, mübarek kardeşlerim, Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir.

Bir Salı Sohbeti

Türkiye’nin her ilinde, ilçesinde belki köy ve mahallesinde devam eden nurani sohbetler. Allahı’mızı, Peygamberimizi ve Kur’an-ı Kerim’in mesajını daha iyi anlayabilmek, hayatımızda yaşamayı sağlamak için yapılan Risale-i Nur dersleri.

İşte onlardan birisindeydik bu akşam. İstanbul Fatih’te Ruba vakfında yapılan derste  Hamdi Sağlamer, Abdulvahid Mutkan ve Mehmet Şaylan ağabeylerle beraberdik.

İlk ders 30. Sözün 2. Makamı zerre bahsiydi. Zerre’den Cenab-ı Hakkın varlığının isbatına giden ilmi bir yolculuk. İkinci ders ise Barla Lahikasından şahane bir mektup.

Sizlerde bu derslere katılıp istifadenizi arttırabilirsiniz. Mekanınız neresi olursa olsun elbette yakınınızda sohbet yapılacak yer vardır. Cenab-ı Hak istifademizi arttırsın inşallah.

Risale-i Nur Nedir? Nasıl Bir Tefsirdir?

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI, dili ve muhtevasıyla olduğu kadar, telif tarzı ve tertibiyle de sıradan İslami eserlerden farklı bir eserdir. Ekseriyetle dağlarda, kırlarda, yahut zindanların amansız şartları altında telif edilen bu eser, telif şartlarından hiç beklenmeyecek bir şekilde, en ağır, en derin, en muğlâk ilmî meseleleri incelemekte, en çetin soruları ele almakta, yüzyıllar boyunca tartışma konusu teşkil edegelmiş problemler için çözümler ortaya koymakta, çağın tereddütlerine cevap getirmekte, üstelik bütün bunları, tamamen kendisine has bir üslûp ve metod içerisinde gerçekleştirmektedir.

Risale-i Nur, yaygın bir şekilde, “çağdaş bir tefsir” olarak tarif edilegelmiştir. Doğrudan doğruya Kur’ân’a dayanması ve bilhassa imana dair bir kısım âyet-i kerimeleri geniş şekilde açıklaması sebebiyle, bu tarif bir hakikati aksettirmektedir. Ancak, gerek tertip itibarıyla, gerekse açıklama tarzıyla Risale-i Nur alışılagelen tefsirlerden ayrıldığı gibi, Külliyatın bazı parçaları (On Dokuzuncu Mektup, Yirmi Dokuzuncu Lem’a, On Dokuzuncu Söz, umumiyetle lâhikalar ve müdafaalar gibi) daha başka ilim dalları içinde mütalâa edilebilecek eserleri teşkil etmektedir. Meselâ İşârâtü’l-İ’câz ile Sünuhat’ın aynı tasnif içine girecek eserler olmadığı, ilk bakışta kolayca anlaşılacaktır.

Risale-i Nur’un en az tefsir kadar önem taşıyan bir diğer cephesi, kelâm ilmiyle ilgilidir. Belki de Külliyatın ekseriyetini kelâm ilmi içinde mütalâa etmek daha doğru olacaktır. Başta lâhikalar olmak üzere geri kalan bölümlerde ise, hizmet metodları ile ilgili bahisler önemli bir ağırlık teşkil etmektedir.

Kelâm tarihi ve klâsik kelâm eserleri ile mukayese edildiğinde, Risale-i Nur’un bu sahada yep yeni bir tarz geliştirdiğini, hattâ bir çığır açmış olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Zaten Risale-i Nur Müellifi, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu hususu açıkça dile getirmektedir.

***

Risale-i Nur, konuları ele alış tarzı, muhtevasındaki derinliği ve kapsamlılığı birçok kesimin yoğun ilgisini çekmiştir. Bir yandan yurt içinde ve dışında çeşitli halk kesimleri tarafından okunmakta ve diğer yandan hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenmekte ve birçok akademik makale ve tezlere konu olmaktadır.

Meselâ bunlar arasında çağdaş düşünürlerden Faslı Prof. Dr. Taha Abdurrahman, Risale-i Nur’un düşünce dünyasında yaptığı büyük devrimden söz ederken, onun diğer yönlerinin yanında bu yönünün de kayda değer olduğuna dikkat çekmektedir:

Bazı Batılı filozoflar, her şeyin merkezine aklı aldılar ve sadece aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler. Hattâ bu hususta öyle ileri gittiler ki, İncil ve Kur’ân gibi semâvî kitapları ve temsil ettikleri dinleri de aklın etrafında dönen diğer eşya arasına katarak, aklî sistem içinde onlara bir tanım getirdiler. Yani, tıpkı eski insanların dünyayı sabit sanıp güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm ettikleri gibi, aklı sabit kabul ederek semavî kitap ve dinleri onun etrafında gezdirdiler.

İşte Bediüzzaman, Risale-i Nur’la düşünce dünyasındaki bu gidişatı olması gereken mecraya çevirdi-tıpkı ilim dünyasında Kopernik’in yaptığı gibi. Nasıl ki Kopernik, ‘Dünyanın sabit, güneşin onun etrafında döndüğü şeklindeki eski görüşü ortadan kaldırıp; onun yerine, dünyanın hem kendi etrafında, hem güneşin etrafında döndüğünü’ ispat etti; Bediüzzaman da Risale-i Nur’la düşünce dünyasında buna benzer bir inkılâp gerçekleştirdi: ‘İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz. Düşünce dünyası hem kendi ekseni etrafında döner, hem de vahiy güneşinin etrafında döner’ diyerek insan düşüncesinin olması gereken asıl yerini tespit etmiş, aklı yalnızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve rahatlatmıştır.

Ayrıca Risale-i Nur, bir Kur’ân tefsiri olması itibariyle, aklın yanı sıra, kalb, ruh ve diğer bütün duygulara da hitap etmektedir. Ahlâkın bütün boyutlarına ışık tutmakta ve bir çok sosyal probleme çözümler sunmaktadır. Ancak onun bu ve benzeri daha bir çok meziyetini en iyi şekilde anlamanın yolu her halde onu açıp bizatihi okumak ve yaşamakla olur.

***

Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?

Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını açıklar, izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle açıklar, isbat ve izah ederler. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Birinci kısım tefsirler, bu ikinci kısmı bazan özet bir tarzda ele alıyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, benzersiz bir şekilde inatçı filozofları susturan bir mânevî tefsirdir.

Risale-i Nur, her asırda milyonlarca insanın rehberi olan mukaddes kitabımız Kur’ân’ın hakikatlerini subjektif nazariye ve mütâlaalardan uzak olarak, rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.

Risale-i Nur, Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiridir. Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhendir. En avamdan en havassa kadar her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış ve müsbet ilimlerle mücehhezdir.

Risale-i Nur, asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir. Aklı ve kalbi tatmin eder. Vesveseli şübhecileri ikna eder. Hattâ en inatçı filozofları dahi teslime mecbur eder.

Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden güneşlere kadar îman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i İlâhiyeyi ve nübüvvetin hakikatini ispat eder.

Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mâhiyetinden; ebedî saadet ve şekavetin kaynağına kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle aklen, ilmen ve mantıken ispat eder… Pozitif ilimleri teşvik eder. Kesin delillerle aklı ve kalbi ikna eder ve merakları izale eder.

***

Büyük şâirimiz merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, “Viktor Hügolar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demişti.

***

Bediüzzaman, Risale-i Nur’la beşeri sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkib etmez. Gayr-ı meşru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterir, hissi mağlûb eder, kalb ve ruhu hissiyata mağlûb olmaktan korur. Küfür ve dalâlette de, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduğunu, dünyada dahi Cehennem azabları çektirdiğini; buna mukabil îmanda, İslâmiyet ve ibâdette leziz lezzetler ve zevkler bulunduğunu ve Cennet çekirdeği ve meyveleri gibi dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediğini isbat eder.

***

Kur’ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A’lâdan irad edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamana ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi’dir.

Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünki Kur’ân’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi’ bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur’âniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.

Binaenaleyh Kur’ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.

Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.

***

İşte büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bediüzzaman ne söylerse hakikattır. Bediüzzaman’ın eserleri, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdîrine mazhardır.

***

Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.

***

İşte Bediüzzaman Said Nursi; Kur’an-ı Kerîm’deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve îzah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.

Söz Basım Yayın Külliyatı’nın önsözünden alınmıştır.