Etiket arşivi: risale

Asâ-yı Mûsâ Risalesi Diyanet İşleri Yayınları Tarafından Baskısı Yapıldı

Asâ-yı Mûsâ Risalesi

Diyanet İşleri Yayınları Tarafından Baskısı Yapıldı

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Bu acib asırda ehl-i iman, Risale-i Nur’a; ve ehl-i fen ve mekteb muallimleri “Asâ-yı Musa”ya şiddetle muhtaç oldukları gibi, hâfızlar ve hocalar dahi “Zülfikar”a şiddetle muhtaçtırlar.
Evet meselâ i’caz-ı Kur’anî bahsindeki ekser âyetlerin medar-ı şübhe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i’cazın lem’aları ve Kur’an’ın güzel nükteleri isbat edilmiş.
Umum Risale-i Nur Şakirdleri namına
Said Nursî
* * *
Asa-yı Musa ( 5 )

islamiyet inancının dışında kalan “dalalet, şirk, İktezathu’t-tabiat” gibi fikirlere karşı imani meselelerin izahı ile tehvid inancı yani kainatın tek yaratıcısı olduğuna ve bunun da ALLAH’tan başkasının olmasının imkansız olduğunu akli ve mantıki çerçevede ispatı üzerinde yoğunlaşmıştır.

imani ve İslami meselelerde şüpheye ve inkâra düşenler için ”lazım ve tiryak” olduğunu ifade etmektedir.

Felsefi değil Dini bir bakış açısı ile etrafımızdaki varlıkları inceler Asa-yı Musa.

Ayrıca, ibadet, gençlik, ölümden sonra diriliş ve âhiret inancı ile dünyadaki mutluluk arasındaki ilişkiler de ele alınıyor.

•           Beş vakit namazın ehemmiyeti.
•           Allah’ın emirlerine uymanın, yasaklarından kaçmanın lüzumu.
•           Gençlik taşkınlıklarından sakınmanın ehemmiyeti.
•           İnsanı alâkadar eden daireler ve onlardaki vazifeleri.
•           Herbir fen ve ilmin kendi lisanıyla Allah’ı tanıttırdığı.
•           Allah’ın isimlerinin âhireti iktiza ettiği.
•           Cehennem’e dair bir-iki şüpheyi izahla beraber, âhirete imanın insanın şahsî ve içtimaî hayatına ait faydaları.
•           İmanın altı esasının birbirinden ayrılmayacağının izahı.
•           Kur’andaki âyet tekrarlarına gelen itirazlara cevap.
•           Meleklere imanın meyveleri.
gayet kuvvetli izahlarla beyan edilmektedir.
Eserin basılmasını tebrik ederim, ancak DİB YAYINLARININ diğer eserlerine göre fahiş sayılabilecek bir rakamla raflarda yer alması okuyucular için hüzün verici bir sebeptir.
Aynı eser diğer yayınlarda 150 tl gibi makul bir rakamla okurla buluşurken ve 5ciltlik başka bir tefsirin -DİB BASKISI OLAN- 406TL den okuyucuya sunulması akla başka soruları da getirmiyor değil.
DİB YAYINLARINDAN TALEBİMİZ ESERİN MAKUL OLARAK OKUYUCUYA SUNULMASI VE BASKISI TÜKENEN ESERLERİNDE BİR AN EVVEL BASILMASIDIR.
Muhammed Numan ÖZEL

 

www.NurNet.Org

KAİNAT SENSİN {8}

KAİNAT SENSİN {8}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 13 ve 14. Şifresi;

13.İHTİYACAT-I KESÎRE

“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyâret etmek için, o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi, berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyâret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acâib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâya muhtaçtır. İşte şu vaziyette bir insana hakikî Mabud olacak; yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelal, bir Rahîm-i Zülcemal, bir Hakîm-i Zülkemal olabilir. Çünki nihayetsiz hacat-ı insaniyeyi îfa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir.” [96]

“Nev’-i benî-Âdem, mizaç ve hilkat itibariyle gayet zaîf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacâtı ve teellümatı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak koca Küre-i Arzı, o nev’-i insana lüzumu bulunan her nevi madenlere mahzen ve her nevi taamlara anbar ve nev’-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân suretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir mutasarrıf var ki, böyle nev’-i insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.” [97]

“Enva’-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın enva’ına muhtaç, insandır. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve manevî rızkın hadsiz enva’ına muhtaç etmiştir.” [98]

“Senin hususî ama pek geniş bir dünyan vardır ki; âmâl, ümid, taallukat, ihtiyacât üzerine bina edilmiştir.” [99]

“Hem cismanî ihtiyacât gibi manevî hacât dahi muhteliftir. Bazısına insan her nefes ona muhtaç olur. Cisme hava, ruha hû gibi. Bazısına her saat, Bismillah gibi ve hâkeza…” [100]

“Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş. Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, nasılki açlık ve susuzluğu midene vermiş, tâ ihsanatını ve lezaiz-i nimetini tanıyasın. Onun gibi, seni kusur ve fakr ve ihtiyaçtan terkib etmiş, tâ mirsad-ı kusurun ile Fâtır-ı Zülcelal’in seradikat-ı cemal ve kemaline ve mikyas-ı fakrın ile derecat-ı gına ve rahmetine ve mizan-ı aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyasına ve fihriste-i ihtiyacâtın tenevvüü ile enva’-ı niam ve ihsanatına bakabilesin ve tanıyasın ve vazife-i hilkatini eda edesin.” [101]

“Kalbin ihtiyacât saikasıyla âlemin enva’ıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır. Esma-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfız-ı Hakikî ile itminan edebilir.” [102]

14.FAKR

 “Sağ tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir fakr ve hadsiz bir ihtiyaçtan dehşetli bir çıban duruyor. Zira en âciz bir hayvandan daha âciz ve bütün hayvanattan daha fakir olduğum halde, dünya kadar ihtiyacatım var. İktidarım ise, bir serçe kuşunun faaliyetinden çok aşağıdır. Eğer Kur’an-ı Kerim’in şifa-i kâfisine itimad ederek tedavi etsem, o elîm müz’iç fakr, rahmetin ziyafetinden gelen leziz bir şevke ve semeratından gelen latif bir iştihaya döner. Şu acz ve fakrın lezzeti, istiğna ve kuvvetten gelen lezzetin fevkinde bir lezzet verir. Yoksa o fakr, gayet müz’iç elemli zillet ve tezellüle vasıta bir yara olarak kalır.” [103]

“Sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, za’f cerihası vardır. Eğer Kur’anın ilâçlarıyla tedavi edersen, fakrımız rahmet-i Rahmanın ziyafetine şevk-u iştiyaka inkılab edecektir. Acz ve za’fımız da Kadîr-i Mutlak’ın dergâh-ı izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.” [104]

“Hem insan, zaafıyla ve acziyle ve fakrıyla ve cehliyle diğer bir tarzda âyinedarlık edip yine zaafına, fakrına merhamet eden ve meded veren zatın kudretine, ilmine, iradesine ve hâkeza sair evsafına şehadet eder.” [105]

“Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcatına dair Kâdiyu’l Hâcat’a lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı a’lâ-yı ubudiyete uçmaktır.” [106]

“İnsanın ubudiyeti içindeki fakrı, tamam ve kemalini bulursa, o zaman sultanlar ve güneşler onun evinin ecza ve ahcarları hükmüne geçerler.” [107]

“İbadetin mânâsı şudur ki; dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i Rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.” [108]

“Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyata maruz ve hadsiz a’danın hücumuna mübtela ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hacata giriftar ve nihayetsiz metalibe muhtaç olduğundan, 

vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra “dua”dır. Dua ise, esas-ı ubudiyettir. 

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için, ya ağlar, ya ister. Yani ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder. Maksuduna muvaffak olur. Öyle de: İnsan bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmanürrahîm’in dergâhında; ya za’f-u acziyle ağlamak veya fakr-u ihtiyacıyla dua etmek gerektir.

 Tâ ki, makasıdı ona müsahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.” [109]

“Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhiye ve gınâ-yı Rabbâniyenin derecât-ı tecelliyâtını anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envâı miktarınca taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-yı İlâhiyenin derecatını fehmetmelisin.” [110]

“Hem ne vakit sen kendinde nihayetsiz bir fakr ve fâkatı gördün. O zaman râzıkının gına-yı bilâ-nihayetini görmüşsün.” [111]

“Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor.” [112]

“Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hacatı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdad aramağa mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, dua ile el açar.” [113]

“Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvad-ı Kerim’in misafirine fakr-u ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki fakr-u ihtiyacı hoş bir iştiha suretini alır. İştiha gibi fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki: Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama! Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.” [114]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[96] Sözler – 319

[97] Sözler – 102

[98] Mektubat – 367

[99] Mesnevî Nuriye – 67

[100] Nur’un İlk Kapısı – 138

[101] Nur’un İlk Kapısı – 32

[102] Mesnevî Nuriye – 117

[103] Nur’un İlk Kapısı – 28

[104] Mesnevî Nuriye – 219

[105] Şualar – 10

[106] Sözler – 316

[107] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 498

[108] Sözler – 41

[109] Sözler – 316

[110] Sözler – 128

[111] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

[112] Sözler – 170

[113] Sözler – 686

[114] Sözler – 31

KAİNAT SENSİN {7}

KAİNAT SENSİN {7}

 

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 11 ve 12. Şifresi;

 

11.MAHLUKİYET-İ CAMÎA

“İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acaibindendir ki: Sâni’-i Hakîm şu küçük cisimde gayr-ı mahdud enva’-ı rahmeti tartmak için gayr-ı ma’dud mizanlar vaz’etmiştir. Ve esma-i hüsnanın gayr-ı mütenahî mahfî definelerini fehmetmek için gayr-ı mahsur cihazat ve âlât yaratmıştır.” [77]

 

“İnsan, câmiiyetiyle kâinatın küçük bir fihristesi ve bir misal-i musaggarası hükmünde olup, umum esmanın nakışlarını gösteriyor.” [78]

 

“İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Mesela, yaratılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Lâtif isimlerini ve hakeza…” [79]

 

“Sana tecelli eden Hâlık isminin mahlukiyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübra ve ünvan-ı a’zama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlukiyetin kapısından Hâlık isminin müntehasına yetişirsin.” [80]

 

“İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden esma-i hüsnayı, birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak, tecelli-i zâtıyla ve esma-i hüsnanın a’zamî mertebede, nev’-i insanın manen en a’zam bir ferdine, tecelli-i a’zam tezahür eder.” [81]

 

“Bu küçücük insan, câmiiyet-i fıtrat itibariyle şu mevcudat içinde bir ustabaşı ve bir dellâl-ı saltanat-ı İlahiye ve bir ubudiyet-i külliyeye mazhar olduğundan büyük ehemmiyeti vardır.” [82]

 

“İnsanın hikmet-i hilkati ve sırr-ı câmiiyeti ise; her zaman, her dakika hâlıkına iltica ve yalvarmak ve hamd ve şükür etmek olduğundan…..” [83]

 

“…camiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.” [84]

 

12.UBUDİYET-İ MÜTENEVVİÂ

“Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a’lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksası, o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmektir.” [85]

 

“Ve keza rububiyet-i âmme, ubudiyet-i külliye ister.” [86]

 

“Evet kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârane bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir.” [87]

 

“Fâtır-ı Zülcelal, insanı câmi’ bir âyine ve küllî bir ubudiyetle ve ulvî bir mahiyetle yaratmıştır.” [88]

 

“Ve ibadatın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemalâtın tohumlarına câmi’ bir istidad verilmiştir.” [89]

 

“Ubudiyetin ise sırr-ı esası; niyaz, şükür, tazarru’, huşu’, acz, fakr, halktan istiğna cihetiyle o hakikatın kemaline mazhar olur. “ [90]

 

“Hem küllî ubudiyetiyle, rububiyet-i İlahiyeye âyinedarlık ediyor.” [91]

 

“Kâinat içinde bir zerre gibi zaîf, küçük bir mahluk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi ve Arz’ın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.” [92]

 

“O şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı, vüs’atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyor.” [93]

 

“Evet insan, enva-ı ibadâta müstaid olan istidadı cihetinden, en a’lâ bir serçe kuşundan da yüz derece daha yüksektir. Binaenaleyh, edna bir aklı bulunan anlar ki; insana verilen bu acib cihazat, yalnız bu hayat-ı dünyeviye için değildir. Belki ancak bakî bir hayat için olabilir.” [94]

 

“Bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklid edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktarında vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’an ile, şehadet ile, ubudiyet ile mukabele eder.  

İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.” [95]

 

ESRA ÖZEL

 

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[77] Mesnevî Nuriye – 209

[78] Lemalar – 354

[79] Sözler – 687

[80] Sözler – 332

[81] Sözler – 562

[82] Sözler – 62

[83] Şualar – 7

[84] Mesnevî Nuriye – 189

[85] Sözler – 264

[86] Mesnevî Nuriye – 37

[87] Şualar – 262

[88] Sözler – 517

[89] Sözler – 325

[90] Mektubat – 455

[91] Mektubat – 304

[92] Lemalar – 127

[93] Mektubat – 399

[94] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 497

[95] Sözler – 330

 

KAİNAT SENSİN {3}

KAİNAT SENSİN {3}

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 3 ve 4. Şifresi;

3.SECİYELER 

“Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secayâ-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer taneleri neşv-ü nema bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi… Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek, yüz değil bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.” [13]

“Nefsin cürsûmesinde şedid bir açlık, azîm bir ihtiyaç, acib bir zevk vardır. Eğer bu seciyelerinin mecraları hikmet-i hilkatına uygun tarzda tahavvül ederlerse, o zaman meselâ ondaki mezmum hırs, doymak bilmeyen bir iştiyaka inkılab eder.. ve onun meş’um gururu, bütün enva-i şirkten necatına bir vesile olur.. Ve ondaki kendi nefsine ve zatına olan şedid muhabbet; Rabbine karşı zatî ve fıtrî bir muhabbete tahavvül eder. Ve hakeza, tâ bütün seyyiatı hasenatlara inkılab edinceye kadar gider.” [14]

“Hem meselâ: İnsanın en latif ve şirin bir seciyesi olan şefkat; eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müdhiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil vâlide, bu hırkatı tam hisseder.” [15]

“Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var.

Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir.” [16]

“Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiat verdiler.  

 Aynen öyle de: Yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan, hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiatı olarak bize verdikleri sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir. Meselâ: Bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki ecnebîlerden içimize giren pis, fena seciye itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor. 

Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “nefsî! nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfaat-ı şahsiyesini düşünmekle bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.

Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı  içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” [17]

“Ulvî seciyelerinin rabıtası ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacı sıdktır. Öyle ise sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.” [18]

“Bu millette fıtrî bir kahramanlık seciyesi vardır. Bu seciye eğer Risale-i Nur’la inkişaf ederse, hiçbir millet karşılarında duramaz.” [19]

“Ey kardeş bil ki! İnsanın camiiyet-i fıtratının mezayasından ve onu sair hayvanattan ayıran seciyesi ise; zevi-l hayatın Vâhib-ül Hayat’a karşı olan tahiyyatlarını fehmetmesidir. 

Yani insan, kendi nefsinin kalbinin sözlerini anladığı gibi, iman kulağıyla dinlediği zaman, tesbih eden zevi-l hayatın, belki cemadatın dahi bütün kelimatını fehmedebilir.” [20]

“İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem’iyetli istidadları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibariyledir. Halbuki o insan, hem madum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.” [21]

4.MİKYAS

“Cenab-ı Hak insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır.” [22]

“Kâinattaki san’at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır.” [23]

“İnsan, şu kâinatın hakaiklerine bir mikyastır ve bir mizandır.” [24]

“İnsan, küçük bir mikyasta, kâinattaki hakaik-i imaniyeyi şuhud derecesinde gösterebilir.” [25]

“Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de kendi cüz’î sıfatlarını şuunatını, Hâlıkın küllî sıfatlarını, şuunatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır.” [26]

“Kendi cüz’î sıfat ve mevhum rububiyetinin ölçücükleriyle Rabb-ı Semavat ve-l Arz’ın muhit sıfatlarının marifetine bir mikyassın ki, mevhum bir rububiyetin hududunu tasavvur etmekle, o muhit sıfatları fehmedersin.” [27]

“Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır.” [28]

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[13] Sunühat, Tuluat, İşarat – 95

[14] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 521

[15] Şualar – 16

[16] Lemalar – 199

[17] Hutbe-i Şamiye – 58

[18] Tarihçe-i Hayat – 95

[19] Son Şahitler Cilt no:4 – 178

[20] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 468

[21] Şualar – 223

[22] Lemalar – 190

[23] Mektubat – 232

[24] Lemalar – 354

[25] Lemalar – 354

[26] Mesnevî Nuriye – 218

[27] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

[28] Emirdağ Lahikası 1 – 146

Fransızca Lemalar Basıldı

Risale-i Nurun Sesi gürleşiyor. Sözler Neşriyat tarafından Lemalar eserinin Fransızca tercümesi basıldı.

Kitap hakkında;

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – LES ECLAIRS – LEMALAR – FRANSIZCA

CİLT      : VİNLEKS
EBAT    : ORTA BOY (16 x 22 cm)
KAĞIT  : IVORY (70 gr)
BASKI  : RENKLİ BASKI
SAYFA  : 639 SAYFA

 

Kitap Temini için tıklayınız

LEM’ALAR

  • Allah’ın varlığı, birliği ve isimlerinin bu âlemdeki tecellileri, atomdan galaksilere kadar herşey, O’nun eseri ve icadı olduğu.
  • Maddeperest olup akılları gözlerine inenleri susturan ve bir kıs­mını inşâallah imana getiren “Tabiat Risalesi”
  • Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yaşadığı hayat, gerçek saadetin ve insanca yaşamanın tek yolu olduğu.
  • Alevilik ve Şialık nedir? Temelde Ehl-i Sünnet ile aralarındaki mes’ele nedir? Hem çareleri nelerdir?
  • İktisadın ne kadar lüzumlu olduğu, israfın ne kadar zararlı olduğu.
  • Hastalara gerçek teselli veren devalar.
  • İhtiyarlığın hakiki mahiyeti ve imanlı ihtiyarlıktaki manevi sürur ve zevkler.
  • Tesettürün sebep ve hikmetleri.
  • İhlâs’ın nasıl kazanılacağı ve muhafazası.
  • Hangi lezzetler hakikidir, hangileri aldatıcı?

Lem’alar, hayatınıza huzur veren yeni manalar kazandıracaktır.

 

www.NurNet.org