Etiket arşivi: risale

Sadeleştirme ile ilgili lahika mektubu

SADELEŞTİRME İLE İLGİLİ LAHİKA MEKTUP

Aziz, Sıddık Kardeşlerimiz,

  Evvela, çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhur-u selâsenizi ve eyyam-u mübarekelerinizi bütün ruhu canımızla tebrik ediyoruz.
Saniyen, Risale-i Nur bütün dünyada tahayyüllerin fevkinde intişar ediyor; ihtiyacını hissedenler, hakikate susayanlar, ciddi talep eden yediden yetmişe herkes, istidadı, iştiyakı, azm ve gayreti, saffet ve samimiyeti nisbetinde bu ders-i imaniyeden istifade ediyor, hisse alıyorlar. Üstadımız “Risale-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür, derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet; tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücûda sıhhat veriyor.” buyurmaktadır.
Salisen, malum olduğu üzere en son meşverette tezekkür edilen “sadeleştirme” hakkındaki kardeşlerimizin umumi görüş ve düşünceleri, tahkik ve değerlendirmeleri hulasa bir biçimde meşveret metninde beyan edilmiştir.
Sadeleştirme hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi birkaç nokta başlığı altında  hülasa ile nazarlarınıza takdim ediyoruz:
BİRİNCİ NOKTA: Hakkın hatırı, müellifin hukuku ve sanat ahlakı sadeleştirmeye müsaade etmez. Nasıl ki,  bir mimarın çizdiği projeler onun izni ve kabulü olmadan değiştirilmezse; Hz Üstad’ın telifatı olan Risale-i Nur Külliyatı da O’nun izin ve müsaadesi olmadan tağyir ve tebdil edilemez. Çünkü Üstadımız buna müsaade etmemiştir. Bu hususta Lahikalarda pek çok beyan olduğu gibi, saff-ı evvel ağabeylerimizin naklettikleri hatıralar da buna şahittir.
İşte onlardan birkaç numuneyi dikkatlerinize sunuyoruz:
“Kur’anın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-i Kur’aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslub libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister. Ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.”(Mektubat,  383)

            “İşte en uzak hakikatları en yakın bir tarzda, en ami bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçe’si az, sözleri muğlak, çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskidenberi iştihar bulmuş ve eski eserleri o su-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinden, bu harika teshilat ve suhulet-i beyan; elbette bila şüphe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’an-ı Kerim’in i’caz-i manevisinin bir cilvesidir ve temsilatı Kur’an’iyenin bir temessülüdür ve in’ikasıdır.” (Mektubat 270)

            “Resailinnur’un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdi bir ihtiyar ile değil; ekseriyeti mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.” (Kastamonu L. 211)

            “…ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışı ile bir mes’ele değişir, mana bozulur.” (Şualar 486)

“Büyük mektublar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lazım geldi. Hâlbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne halde ise, öyle kalması lazım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me’zun değiliz.”(Mektubat, 488)

 “Aziz kardeşim, yazılan galib Sözler ve mektuplar; ihtiyarsız, def’i ve anî bir surette kalbe geliyordu. Eğer ihtiyar ile Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düşünüp cevap versem; sönük düşer, noksan olur.”( Mektubat,279)
            “Altıncı Deva : (Haşiye) Fıtri bir surette bu Lem’a tahattur ettiğinden, altıncı mertebeden, iki deva yazılmış. Fıtriliğine ilişmemek için öylece bıraktık, belki bir sır vardır diye değiştirmedik.” (Lem’alar 208)

“Bu ehemmiyetli Risale’nin, herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var.” (Şualar 98)

            “Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalp, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa, yalnız akıl cüz’i bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale’i Nur sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.” (Emirdağ L. 65)

“Bu notalar ve Arabî risaleler, Yeni Said’in en evvel hakikat ilminden bir derece şuhûd sûretinde gördüğü için tağyir edilmeden mealleri yazıldı. Ve bir kısmı gayet mücmel olmakla beraber izah edilmiyor. Ta letafet-i asliyesini kaybetmesin.”(Mesnevi, 144)

            “Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. Öyle de; suretperestlik ve üslüpperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hatta bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için çok edip edebde, edebsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır.” (Muhakemat 88)

            “Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur’an’iyeyi, hatta en muannide karşı dahi, parlak bir surette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiyye ve bir inayet-i ilahiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur’an’iye içinde öyleleri var ki; en büyük bir dahi telakki edilen İbn’i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, “Akıl buna yol bulamaz” demiş. Onuncu Söz Risalesi, O Zat’ın dehasi ile yetişemediği hakaiki; avamlara da, çocuklara da bildiriyor.” (Mektubat 372)

            “Bu söz şimdiye kadar binler adamı hab-ı gafletten kurtardığı gibi, çoklarını da imana getirmiş. Gayet kıymettar ve yüksek olmakla beraber, temsiller ile fehmi kolaylaşmış, herkes O’nun dilini anlıyor.” (Sözler 725)

 “Namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler, mana-yı örfilerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez. Amma nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihat ile ve sair tedris ve talim ve va’z ile o ihtiyaç müntefi’ olur.” (Mektubat: 342)
Üstadımız, nazariyat-ı diniyenin mahfazları olan elfazların değiştirilmesinde bir zaruret olmadığını beyan buyurmaktadır. Belki bu noktada yapılması gereken şey, o elfazları vaz-u nasihatlerle açmak;  mütalaa ve müzakere ciddiyeti içinde tefekkürle talim etmektir.
1948-1949’da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Ağabey’in Hz. Üstad’dan gençler için risalelerin biraz sadeleştirilmesine dair yazdığı mektubuna Üstadımız şöyle cevap vermiştir:
“Saniyen, Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metnin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik, müdakkik olmaz, yanlış mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var..” (Emirdağ lahikası, Elyazma 661)

İKİNCİ NOKTA: Risale-i Nur, Kur’an-ı Azimüşşan’ın hakikatlerinden telemmü etmiş, en yüksek bir ders-i imaniye, envar ve esrar-ı Kur’aniyye’dir. Üstad, “bunun(Risale-i Nur’un) ilham-ı İlahi olduğuna bütün imanımla kaniim.(Şualar, 498) buyurmaktadır.
Sadeleştirme, Risale-i Nur’daki bu kudsî mazhariyetleri kırar, hakaik-i imaniyenin feyzini uçurur; elfazın letafetine ilişir,  hüsün ve cemalini zayi eder; sarih mananın maverasındaki işarî, remzî, telmihi mana tabakalarına perde çeker. Risale-i Nur’un, hüsn-ü hakikisini incitir, derin manalarını basitleştirir ve bayağılaştırır.
Risale-i Nur, “üslub-u âliye” üzerine müessestir. Sadeleştirme, “üslub-u âliye”yi tebdil ve tahfif hükmüne geçer. O mevzun, muntazam, üslub libasları bozulunca kalb, ruh, sır ve diğer latifeler hissesiz kalır; akıl da tam itminana ulaşamaz. Çünkü sadeleştirme, kelamın camiiyetine, lisanın selasetine, nazmın cezaletine, mananın belagatine büyük zarar verir; o ruhu öldürür ve o letafeti söndürür.
Üstadımızın fevkalade önem atfettiği; makbuliyet-i İlahiye bir alamet saydığı tevafukat ve cifir gibi ince hikmetler ve latif sırlar sadeleştirme ile tamamen ortadan kalkar.
 ÜÇÜNCÜ NOKTA: Risale-i Nur, talebelerine kazandırdığı uhrevi kazanç ve kemalata bedel olarak, onlardan “tam ve halis bir sadakat” ve “daimi ve sarsılmaz bir sebat” istemektedir. (Kastamonu, 101)
Sadakatin bir cüzü de, Risale-i Nur Nüshalarını aslı şekliyle muhafaza etmek; risaleleri tağyir ve tebdil etmemektir.
Rahmetli Tahirî Ağabey’in Üstad’dan naklettiği şu ifadeler, sadık ve sebatkâr şakirtler için fevkalade önem taşımaktadır:
“Benimle gelen perişan olmaz. Benimle gelen arkadaş, ruz-u mahşerde perişan olsa; o benim sırtımın yükü olsun. Yeter ki, bu davaya olan ahdini ve sadakatini bozmasın.”
Bizim görevimiz, Risale-i Nur’u asli haliyle tâ kıyamete kadar muhafaza etmektir. Bu muhafaza o ahdin lazımlarından birisidir.

DÖRDÜNCÜ NOKTA: Risale-i Nur, tekrarat-ı Kur’aniyye’nin bir lemaatına mazhar olduğu için tekrar tekrar okunması usanç vermez. Üstad Hazretleri bütün hayatı boyunca kendi telif ettiği eserleri müteaddit defa okumuş, talebelerine de okutmuştur. Hâlbuki sadeleştirilmiş bir eser, latif ve hassas ruhlara ağır gelir; belki ancak bir kere okunabilir. İkinci, üçüncü, dördüncü kere okunmaz. Çünkü sadeleştirme, sanat zevkini incitir, ciddi okuma iştiyakını köreltir. İnce sezişler, latif manalar sadeleştirme rötuşu içinde gözden kaybolur. Letafet ve zarafetle biçilmiş ve giydirilmiş olan o deri hükmündeki nazenin libaslar soyulup atılır. Ne selaset kalır, ne letafet! Metin, kırk yamalı bohça şekline girer.  Tenasüp gider, zarafet kaybolur. Kelam estetik değerini, fikrî ağırlığını,  teravettar özelliğini kaybeder, mesaj gücünü yitirir.

BEŞİNCİ NOKTA: Dil, bir milletin hafızasıdır. Belki, o milletin tâ kendisidir. Dili sadeleştirmek, milletin hafızasını silmek, tarihi arşivleri yok etmek, kütüphaneleri yıkmak, manevî göstergeleri, hassas değerleri silip süpürmek anlamına gelir. Çünkü dinimize, ahlak ve kültürümüze, örf ve adetlerimize medar bütün güzelliklerimiz dil ile yaşar, dil ile yaşatılır, dil ile muhafaza edilir. Dil, maziden istikbale uzanan bütün değerlerimizin intikal köprüsüdür. Sadeleştirme bu köprüyü uçurur. Mazi ile ilgili bağları kopartır.

ALTINCI NOKTA: Ehl-i ihtisasın beyanına göre “dil, düşüncenin evidir.” Fikir inşasının tuğlası, kerpici, ana malzemesi kelimelerdir. “Anlaşılmıyor.” gerekçesiyle birçok kelime ve ıstılahlar devre dışı bırakıldığı zaman tefekkür sahası daralır; dimağ harmanı küçülür. Kıyılmış, doğranmış kelimelerle ciddi tefekkür olmaz; tefekkür derinliğine asla ulaşılamaz. Hâlbuki Risale-i Nur mesleğinin temel esaslarından birisi de tefekkürdür.
Düşünceye hizmet etmeyen bir dil, kısırlaşır. Kısırlaşan dil, cemiyette fikir ve düşünce üretemez, ideal yükleyemez, yüksek fikirleri,  ulvi hisleri terennüm edemez. Dal ve budakları budanmış, kanatları kırılmış, yozlaştırılmış bir dil ile ciddi metinler de kaleme alınamaz, şaheserler üretilemez. Mevcut ciddi eserler de okunamaz, derin ibarelere girilemez, ilmî, felsefi, edebî, fikrî eserlere ulaşılamaz.
Evet, dil sadeleştirilirse, düşünce sığlaşır. Sadeleştirme işi, edebi, fikrî, ilmi, ahlakî ve dinî metinlerde sürdürülürse, netice noktasında cemiyet hayatında “düşünme derinliği” kaybolur. Bir müddet sonra düşünmeyen, murakabe ve muhasebe yapamayan, derinliklere inemeyen, fikirde kifayetsiz, izanda nakıs, intikalde gabi  bir gençlik karşımıza çıkar.

YEDİNCİ NOKTA: Maddi bir unvan ve şöhret adına birkaç lisan öğrenen; dünyevi bir istikbal için kendi sahasındaki yüzlerce tabirleri ve yabancı kelimeleri ezberleyen bir insanın; sırf nefsin tembelliğinden ve ruhun lakaytlığından gelen bir hisle, Kur’anî tabir ve ıstılahları öğrenmemesi nasıl mazur görülebilir!?..
Bilmek gerekir ki, lakayt ve laubali ruhları hakikat dünyasına celb ve cezb etmenin yolu, iman ilminde derinleşmek, tebliğ sorumluluğunu canlı tutmaktır. Bu da, temsil ruhunu yaşatmak, tebliğ ciddiyetine bürünmek, hakikat-ı imaniyeye tam ayna olmak; tefekkür disiplini içinde mütalaa, müzakere ile tahkik mesleğine kuvvetle gerçekleştirilebilir.
Sadeleştirme, bu manalara kuvvet veremediği gibi, bilakis, insanları mehazın kutsiyetinden uzaklaştırır;  cılız, kuru, sönük ve silik bir mecraya sürükler. Halbuki Üstadımız : “me’hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor.” (Mektubat: 342) buyurmaktadır.
SEKİZİNCİ NOKTA: Dil, cemiyetin harcıdır. Kelimeleri yerlerinden oynatmak, sökmek ve çıkartmak adeta sağlam bir binanın statiğini bozmak, mukavemetini sarsmak, binayı yerinden oynatmak anlamını taşır. Bu gibi uzun yaşamazlar.
Risale-i Nur’un bir görevi de dili muhafaza etmek; İslami ıstılah ve kelimeleri günlük hayatın içinde canlı tutmak ve yaşatmaktır. Sadeleştirme bu noktaya da zarar verir, dilde yaşanan erozyonu hızlandırır.

  DOKUZUNCU NOKTA: İlimde derinleşmenin ilk adımı, o ilmin ıstılahlarına vukufiyettir.  İlmî tabirler ve ıstılahlar sadeleştirilemez. Onları oldukları gibi öğrenmek gerekir. Doktorların yazdığı reçeteler, dünyanın her yerinde geçerlidir. Çünkü o kelimeler tıp dünyasının müşterek lisanıdır. Tıp atlası da, bilgisayardaki teknik tabirler de öyledir.
Yıllardır hafızaya kaydolmuş, dimağa resmedilmiş, kalbe nakşedilmiş marifet-i Kur’aniyeye medar tabir, kelimat ve ıstılahların muhafazası lazım ve elzemdir. Onları muhafaza bizim görevimizdir. Bu görev ve sorumluluğun,  hassasiyet ve duyarlılıkla yerine getirilmesi gerekir.

ONUNUCU NOKTA: Sadeleştirme ile ilgili çalışmalarda, genellikle, bir taviz, ikinci bir tavizi doğurur. O da üçüncü, dördüncüyü.. Belki her 10-15 sene sonra sadeleştirme tekrar gündeme gelir. O sadeleştirilenler de, tekrar sadeleştirildiğinde; 50-60 sene sonra, belki asıl metin buhar olur uçar; estetik özelliklerini, kelamî güzelliklerini, mana tabakalarını, lisan inceliklerini ve derin sırlarını kaybeder. Özellikle, kudsî kelimat ile inşa edilmiş metinlerde bu tahrib daha ziyade olur; o metinlerin manevi ağırlıkları, derinlikleri, letafet ve zarafetleri silinip gider.

ONBİRİNCİ NOKTA: Şimdi olduğu gibi, çok yakın bir gelecekte Risale-i Nur, dünya düşünce tarihini etkileyecek en önemli eserlerin başında yer alacak; İnşaallah, fikir ve ilim dünyasının en çok konuşulan, tezekkür edilen ve hakkında en çok yazılar yazılan, araştırmalar yapılan, kitaplar neşredilen bir şaheseri olarak, biiznillah, asra damgasını vuracaktır. Belki, binlerce bilim adamları, araştırmacılar, psikologlar, sosyologlar, siyaset bilimcileri, sanat adamları, tefekkür insanları, risaleleri didik didik inceleyecek, herkes kendi ilim mahfilinden bakacak, farklı açılardan yorumlar yapılacak, şerh ve izahlara girişilecektir. Yapılacak bütün bu çalışmalar Risale-i Nur’un kadr ve kıymetini, baha ve değerini daha ziyade gözler önüne serecektir; bu araştırmaların gerçekleştirilmesi için, orijinal metnin, asıl nüshaların olduğu gibi muhafazası gerekir. Çünkü sadeleştirmiş metinler üzerinden yapılacak yorum ve değerlendirmeler, yanlışlara kapı açabilir, bir kısım hakikatlerin zayi olmasına sebep olabilir.
ELHASIL, Sadeleştirme, hikmet diline, hakikat lisanına, metnin orijinalliğine, lisanîn selasetine, kelamın camiiyetine,  beyanın belagatine, hüsün ve letafetine, mana tabakatının enginliğine, tefekkür ciddiyetine, tahkik mesleğine, tetebbuat zevkine ilişir. Hakikat ilminin hudutsuz sahrasını daraltır. Zihni sığlaştırır. Elfazın derisini soyar, hayattar mana tabakalarının taravetini izale eder.

            ONİKİNCİ NOKTA: Kardeşlerimizin malumu olduğu üzere, Risale-i Nur’un mesleği “kavl-i leyyin”dir. Bu mesele münasebetiyle, hiddet ve şiddete, adavet ve çatışmaya kapılar açacak bir biçimde ahvallere bürünmek; gayz ve gadabla infial göstermek, ifratkarane tavırlar takınmak, hiddet sergilemek, mesleğimizin ruhuna muhaliftir. İhlas ve uhuvvete zıddır. İhlaslı istikamet ve uhuvvetkarane muhabbet mesleğimizde esastır.  “Dostlara mürevvetkare, düşmanlara sulhkarane davranmak” Nur’un bir düsturudur.
Evet, Üstadımız, “Tuluat Risalesi”nde, ihtilafı tadil edecek çarenin reçetesini yazmış, gözlerimizin önüne sermiştir. O reçete şudur:
“Evvela, müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünkü, Allahımız bir.. Peygamberimiz bir..  Kur’anımız bir.. zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telakki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt” bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. “Elhubbu fillah” düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekatımızda hâkim olsa, – ki zaman dahi pek çok yardım ediyor-o ihtilafat sahih bir mecraya sevk edilebilir.”
Hem, Üstadımız: “ Evvela umur-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından; bu cemiyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa, ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.” buyurmaktadır.
“Saniyen: muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.
Birinci şart: hürriyet-i şer’iyeyi ve asayişi muhafaza etmektir.
İkinci şart: muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyete leke sürmekle kendisine kıymet vermeğe çalışmamak. Birinde hata bulunsa,  müfti-i ümmet cemiyet-i ulemaya havale etmektir.” (Asar-ı Bediyye, Envar neşriyat.s. 516)
Evet, biz de, bu meseleyi müdakkik kardeşlerimizin hakimane tetkiklerine ve şefkatkarane tedbirlerine havale ediyoruz.
“Bizler muhabbet fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yoktur.”diyen muazzez Üstadımızın açtığı cadde-i Kübra-yı Kur’aniye’de, ihlâs ve uhuvvet, muhabbet ve istikametle yürümek zorundayız.
Dua ve münacatımız o dur ki, Rabb-i Rahim bizleri azami ihlâs, azami sadakat, hakikat-ı uhuvvet ve muhabbetle, istikamet dairesinde istihdam ettirsin. Rızası dairesinde çalıştırsın.

Risale-i Nur Aile Terapisi İçin Başvuru Kaynağıdır

 

Mehmet Paksu, halk tabiri ile hem derin bir hoca hem de gündemi yakalamayı bilen etkili bir yazar. Lisans eğitimi öncesi hem medrese tahsili yapmış, hem İmam Hatip lisesi okumuş. Türkiye’nin çok ünlü şair ve edebiyatçının çıktığı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun. Yazarlığı öğrencilik yıllarından başlamış otuz küsür yıldır yine otuz küsür kitaba imza atmış.

 Birkaç yıldır aile sorunlarına dair yazıyor, radyoda program yapıyor.

Gerek radyo programları sırasında, özellikle de elektronik posta ile gelen sorulardan oluşan üç kitabı var. Paksu hoca ile aile sorunları ve Nesil Yayınları arasında çıkan Mahremiyet Okulu seti hakkında konuştuk.

NİKAH YOLU KAPANINCA GÜNAH YOLU AÇILIYOR

Gerek gazetedeki yazılarınızda, gerekse radyo programlarınızda aile sorunları ile ilgilisiniz. Özellikle son yayınlanan “Mahremiyet Okulu” adında üç seri kitabınız çıktı. Bu konulara eğilmeniz hangi ihtiyaçtan doğdu?

Bu ihtiyaç şundan doğdu. Ülkemizde boşanmaların arttığı aile problemlerinin haber yapıldığı, özellikle son beş aştı yıldır televizyon programlarına taşındığını görüyoruz.

Bizim de bu konulara eğilmemizin nedeni, ailenin karşılaştığı sıkıntılardır. Bu sıkıntılara nasıl çözüm bulabiliriz? Özellikle Kur’an ve Sünnet boyutundan ele alıyoruz. Bizim toplumumuzun yüze 99’u Müslüman. Nikâh kavramı da İslâmi bir kavram.. Boşanma olayı da “talak” yine İslâmi bir kavramdır. Müslüman bir toplumuz, Kur’an’dan besleniyoruz. Bu gelişmelere karşı, bu sorunlara nasıl çözüm bulabiliriz?

Çözümü de yine Kur’an ve Sünnette aramamız gerektiğiniz düşündük.

Bana elektronik posta ile gelen sorular, özellikle evlilik öncesi ve evlilik sonrası yaşanan problemlerle ilgili.

Evlilik öncesi ne tür sorunlar yaşanıyor? Nasıl sorular geliyor?

Evlilik öncesi ailelerin yaşadığı sorunlar gençleri korkutuyor, evlilikten kaçırıyor. Aile yuvasını sanki problem yuvası olarak algılanıyor.  Sonra nikah zorlaşıyor, nikah yolu kapanıyor. Nikâh yolunun kapanması, haramların işlenmesine, günah yolunun açılmasına, cinsel sapmalara neden oluyor.

EVLİLİK ZORLAŞTIRILIYOR

Evlilik zorlaştırılıyor mu?

Evlilik zorlaştırılıyor. İki şekilde zorlaştırılıyor.

Birincisi bilerek zorlaştırılıyor. Nedeni maddi boyutundan kaynaklanmıyor. Mânevi boyutudur.

Yoksa insanlar bir şekilde geçinebiliyorlar. Bir kişi nasıl geçinirse iki kişi de geçinebilir. Burada problem, nikâhın sadece maddi bir konu olarak bilinmesidir.

Maddi problem birkaç ayda bilemedik bir iki senede bir şekilde aşılabilir. Nikâhın mânevi yönü ve öneminin bilinmeyişi. Maddi menfaat gerekçeleriyle evlenenler zaten üç beş yıl sürdürebiliyorlar.

Mânevi beraberlik söz konusu olunca, ebedi hayat kavramı ve inancı, ebedi beraber olabilmenin bilinmesi birlikteliği devamlı kılıyor. Ahirette de, cennette de hayat arkadaşı olduğunun bilinmesi evliliği cazip ve sürekli kılıyor. Yoksa insanların maddi beklentileri bir süre sonra bitiyor.

Asıl sorunun mânevi boyutun önemini bilmemek diyebilir miyiz?

Nikâh yolunun kapanması, iman yolunun yara almasından kaynaklanıyor. İman hayata ne kadar girerse, imanın versiyonu olan amel-i Salih de hayatımızda etkin oluyor.

Amel-i Salih Allah’ın razı olduğu şekilde yaşamaktır. İman hayata hayat olursa hayat daha anlamlı ve cazip oluyor.

 ŞEYTANIN ASIL UĞRAŞTIKKLARI DİNDAR İNSANLAR

 Size gelen sorularda dindar ailelerden de sorular geliyor. Hatta umulmayan kesimden “olamaz!” dedirtecek şekilde sorular gelmiş. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Olamaz diye bir şey yok. Hz. Adem ile Havva’yı cennetin dışındaki şeytan cennetteki bu iki insanı aldatabilmiş, kandırabilmiş. Cennetten çıkarılmalarına neden olmuş.

Tabii şeytan dindar insanla uğraşır. Dinden imandan uzak olan insanla şeytanın ne işi var?

Bize maillerin çoğu İslâmi kesim denilen dindar kesimden geliyor. Niye geliyor? Çünkü bunları dindar insanlar problem olarak görüyor. Diğerleri problem saymıyor.

Ama imanlı insan konunun önemini biliyor kabul ediyoruz.

Şeytan uğraşıyor. Şeytanla mücadelede yenik düşüyor. Yenik düşünce bocalama dönemine giriyor. Diyelim bocalama döneminde bir günah işliyor. Bir harama giriyor, yanlış yapıyor. “Ben bundan nasıl geri dönebilirim?”diyor.

İşte o sırada “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” olan Kur’an’ın hükmü aklına gelmiyor. Şeytan vesvese veriyor. Ümitsizliği aşılıyor. “Ben tevbe etsem de bu kötülükten, bu günahtan kurtulamam” düşüncesini aşılıyor. Mesele ümitsizlik meselesidir.

İşte bu durumda ümit aşılamak. “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” ayetini hatırlamak. Teğbe istiğfar etmek, istiaze etmek, ameli salihle düzeltmek.

Ayağınız kaymış, düşmüş olabilirsiniz. Üstünüz kirlenebilir. Temizleyeceksiniz.

Aynen öyle de aileler arasında tartışmalar olabilir, münakaşa olabilir. Onu hemen geri, kavgayı barışa, münakaşayı anlaşmaya çevirebilirsiniz. Bizim insanımız kavga etmesini de barışmasını da bilmiyor.

Dini bilgiler yanında psikolojik bilgilere de ihtiyaç oluyor mu?

 Psikolojik yönü var elbet şöyle ki, Herkes “Ben haklıyım, ben haksızlığa uğruyorum, ben eziliyorum, benim isteğim yerine getirilmiyor…” diyor.

Egoizm denilen bencillik öne çıkmış. Ailede şefkat, merhamet, muhabbetin fedâkarlığın yerine egoizm ve bencillik karışınca kavga oradan çıkıyor.

“Ben haklıyım karşı taraf yüzde yüz haksız” dediğiniz zaman çatışma kaçınılmaz oluyor.

AİLE FERTLERİ DE AYNI ZAMANDA MÜ’MİN KARDEŞİMİZDİR

Burada imanın hayata hayat olmasının gerektiğinin yeterince anlaşılmadığından kaynaklandığı söylenebilir mi?

 Kur’an’da “Mü’minler kardeştir” ayetini herkes bilir. Bu ayetin devamında “Kardeşlerinizin arasını düzeltin” diyor.

Kardeşler arasında münakaşa olabilir, kavga çıkabilir, tartışma olabilir.

Her kavga, tartışma, münakaşa; barışmaya, anlaşmaya, uzlaşmaya dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir de... Birbirlerini affetme yolunu seçmelidirler.

Aile hayatı ile ilgili Kur’an-ı Kerim bize “Eşlerinizden ve çocuklarınızdan sizin için düşmanlar vardır, onlardan sakının” diyor.

Eşlerinizden ve çocuklarınızdan diyor. Sonra ne yapın diyor.

Onları affedin diyor. “Kusurlarını görmeyin, bağışlayın. O zaman da Allah da sizi affeder ve bağışlar” diyor. Çok net olarak ayette söylüyor.

Yine Nur suresinde bir ayet var;

“Allah’ın sizi affetmesini ister misiniz? Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? ”

“Siz de kardeşlerinizi bağışlayın” diyor. İman boyutu işte bu…

Ben günah işleyince Allah’ın beni bağışlamasını istiyor muyum? Tevbe istiğfar ediyor muyum?

O halde ben de kardeşlerimi bağışlamalıyım” denilmeli.  Her Müslüman biri birinin kardeşi değil mi? Kardeşi kim? Babam, annem, eşim, çocuklarım diye uzuyor.

BEDİÜZZAMAN: AİLEYİ SEVMEK ALLAH’A YAKLAŞTIRIR

 Demek sadece kardeş denilince aile dışındakiler değil, aile içindekiler de kardeşlerimiz?

Elbette. Asıl olay bu zaten. Kendi babası, annesi, eşi, erkek kardeşi, kız kardeşi, amcası dayısı gibi en yakındakilerin öncelikle hukuku önemli. Önce eşin ve çocukların beraber olduğun. Bunları affedeceksin ki Allah da seni affetsin. Biz bu sırrı bilemediğimiz için sıkıntı buradan çıkıyor.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi sevgi konusunda “Anneni seversin, babanı seversin, eşini seversin, çocuklarını seversin vs…” diyor.

Niçin seversin?

Onların sevgisi seni Allah’ın sevgisine vesile olduğu için seversin. Onları sevmek seni Allah’a yaklaştırırda ondan seversin.

Rum suresinde evlilik için şöyle bir ayet var. “Evlilikte eşlerin kalblerine, ünsiyetin ve sevginin konulması Allah’ın birlik delilleridir” deniliyor. Onun için iman boyutu, “Nerde olursanız olun Allah sizinle beraberdir ayetini bilmek lazım. Allah sadece namaz kılarken mi beraber? Her an beraber. Eşimle çocuklarımla beraber iken de Allah’la beraberiz.

Size gelen sorulara verdiğiniz cevaplardan sonra nasıl geribildirimler alıyorsunuz?

Hemen enteresan bir örnek veriyim. Bizim bu son çıkan kitaplarımızı okuyan birisinden gelen mailde bir tespit. Bu “Mahremiyet Okulu“ kitaplarını okuduktan sonra diyor ki, “İnsanın bilmesi yetmiyormuş.. İnsanın bilinçli olması da yetmiyor muş… İnsanın bazı şeyleri uygulaması da yetmiyormuş. İnsanın ayağını şeytan kaydırdıktan sonra nerede duracağını bilemiyormuş. Allah razı olsun beni uyandırdınız.” Bunu kim söylüyor? İnançlı, bilinçli, ibadetini yapan bir insan. Bir an şeytan kandırıyor, ayağının altına karpuz kabuğu koyuyor. Gidiyor, gidiyor kafası toslayınca uyanıyor, o an kendine geliyor. Demek ki bilmek yetmiyormuş. Burada düşmanı fark etmek önemlidir.

Aile sorunları konusunda Başbakanlık Aile Araştırma Genel Müdürü Ayşen Gürcan Hanımefendinin açıkladığı istatistiklerde; Türkiye’de boşanma oranının düşük olduğu, mutlu aile oranının yüzde 78 gibi oldukça yüksek olduğu bir oran açıkladı. Sizin kitaplarda sorulan sorulara bakıyoruz “Eyvah durum felâket!” gibi görünüyor. Aynı ülkeden iki farklı tablo. Ne dersiniz?

 Ben bu kitapları başta da belirttiğim gibi bana gelen maille gelen sorulara verilen cevaplardan oluşuyor. Biz soruları hayali olarak yazmadık. Hepsi canlı gerçektir. Bilindiği üzere Türkiye’de 10 milyon özürlü vatandaşımız var. Nüfusun yüzde 12’si. Kimi görme özürlü, kimi, işitme özürlü, kimi ortopedik özürlüler gibi…

Sokağa çıktığınızda etrafınıza baktığınızda hiç de öyle fazla özürlü göremezsiniz. Bizim insanımız gizliyor.  Biz engellilerimizi gizlediğimiz gibi sorunlarımızı, dertlerimizi da gizliyoruz.

Kime açacaksınız?

Eşinizle ailesiyle kavgalısınız. Çocukları ile kayın validesi ile yıllardır sorunlu olanlar var.. Birlikte yaşıyorlar ama aylardır bir araya gelememişler… Aylarca görüşmemişler… Aynı evdeler hiç paylaşımları yok. Bu insanlar dertlerini açamamışlar.

RESMİ İSTATİSTİKLER AİLE SORUNLARININ ÜSTÜNÜ ÖRTÜYOR

Resmi istatistikler gerçeği yansıtmıyor o zaman?

Resmi istatistikler doğru değil hayali şeyler. Yüzde 78 gibi mutlu aile tablosu falan hayalidir. Gerçeği yansıtmıyor.

Siz böyle sorunlarla boğuşan birisiyle karşılaştığınızda soruyorsunuz. Nasılsınız diyorsunuz. “İyiyim” diyor. “Çoluk çocuk, hanım efendiler nasıl?” diyorsunuz. “idare ediyoruz” diyor.

Biraz ısrar edip konuşturduğunuzda… Adam dert küpü.

Neden psikologların işi arttı? Her köşe başında bir psikolog. Neden bunlar da yetmiyor aile danışma merkezleri açılıyor? Televizyonlarda neden aile sorunları ile ilgili programlar arttı.

Bazı televizyon programları sorunları çözmek yerine sorun üretimine neden olmuyor mu?

Onlar işin reytingi peşinde. Onların maksadı çözüm bulmak değil. Evlilik programlarının amacı reyting meselesi. Getiriyorlar 70’lik dede ile nineyi. Birkaç espri ile insanları ekran başına topluyorlar. Aslında RTÜK’ün bu tür programları engellemesi lazım. İnsanlarımızla alay etmeye kimsenin hakkı yoktur.

Burada şunu söylemek istiyorum. Hükümetin ve devletin bu aile konusunda ciddi bir politikası olduğunu sanmıyorum. Niye sanmıyorum? Çünkü uygulamada bir şey yok.

Aileden sorumlu Devlet Bakanlığı var, Aile Araştırma Genel Müdürlüğü var.

Nerede hangi somut projeleri var. Desinler ki, boşanmak üzere olan 100 aileyi barıştırdık diye somut yaptıkları bir proje var mı?

CEMAATLERİN AİLEVİ SORUNLARI ÇÖZMEDE ROLÜ BÜYÜK

 Bu konu kimlerin üzerine kalmış?

Bazı özel kuruluşlar, vakıf dernek gibi sivil toplum kuruluşlarına kalmış. Hatta cemaatlere kalmış. Özellikle dini cemaatlerin bu sorunların halledilmesinde, toplumun düzeltilmesinde çok büyük etkisi var.

Dini cemaatlerin bu konuda sistematik çalışmaları var mı? Bazıları bu konuları mahremiyet alanına girildiği için kırmızı çizgileri aşmak olarak değerlendiriyorlar. Nasıl çözüm üretebiliyorlar?

Sistematik olarak değil belki. Dini sohbetler vesilesi ile bu konuların dolaylı olarak eğitimi yapılıyor. Mânevi ihtiyaçları karşılanıyor, insanların bir birleri ile iletişimleri vesilesi ile bir nevi terapi oluyor. Toplantılar, seminer, konferanslarda bu konular işleniyor. Dolaylı olarak problemlerin önü alınıyor. İmani ve âhlaki meselelerin o programlarda konuşulması bir nevi eğitim oluyor. Nefislerin eğitilmesi aile içi iletişime de olumlu yansıyor. Zaten işin en önemli boyutu iman boyutudur. Cemaat ikliminde iman boyutunun işlenmesi bireyin aile içi davranışlarını olumlu etkiliyor.  Bu konuda lokal örnek olarak Konya’da, Kayseri’de ve Gaziantep’te faaliyet gösteren gönüllü kuruluşlar olduğunu duydum.

Bu konularla psikologlarla görüşüyor musunuz?

Evet, bu Mahremiyet Okulu kitaplarımı hazırlarken psikolog, pedoglara ve psikiyatr olan yakın dostlarımız okudular. Onların tavsiye ve yönlendirmeleri ile kitaplarda değişiklikler yaptım. Görüşlerinden faydalandım. Daha sonra başka psikologlara da gönderdim.

Burada bir konuya dikkat çekmek istiyorum.

Ben üç yıldır Kur’an-ı Kerimi bu gözle okuyorum. Kur’an-ı Kerim aile hayatı ile o kadar çok detay var ki hayret edersiniz. Eşler arası münasebetleri, cinsel sapmaları ele alan ayetler var. Çözümleri var. Çocukların ana babalarının odalarına nasıl gireceğine kadar detaylar var. Hakikaten Kur’an-ı Kerim’e bu gözle baktığımız zaman tam bir aile kitabıdır. Özellikle Nur Suresinde çok detay ölçüler var.

KUR’AN MEÂLİNDE HERKES AİLE SORUNLARINA CEVAP BULABİLİR

İnsanlar Kur’an tefsirlerine başvurmadan direk Kur’an meâlinden herkes bu dersleri alabilir mi?

Alır, alır. Herkesin anlayabileceği açıklıkta. Boşanma ile ilgili sure var. “Talak suresi” var. Boşanmanın usülleri var. Boşanmak mecburiyeti olunca nasıl olacağı anlatılıyor. “Meselâ orada “dostça ayrılın” diyor. Bakara suresinin neredeyse yüzde onu aile hayatı anlatılır. Ahzap suresinde peygamberimizin hayatı örnek verilir.

Hadisler dersen aile hayatı ile ilgili çok şey var. Peygamberimizin hayatı tam bir örnektir. Bu kitapların her bölümünde hadisler koyduk.

Risale-i Nurları da yine bu aile konusuna göre okuyorum.

Bediüzzaman hazretleri iki rehber yayınlamış. Biri Hanımlar Rehberi, diğeri Gençlik rehberi.

Ne zaman yazmış bunları? 1930 yıllarda. Tesettür Risalesini yazmış. O günlerde aile içi problem yaşayan bazı talebelerinden duyunca” Eyvah!.. bu da mı gitmiş” diye telaş ediyor.

Evlenemeyen kızlarımızın köylü kadınları gibi kendi maişetlerini karşılayabilecekleri için çalışmalarına cevaz vermiş.

RİSALE-İ NURLAR EN ETKİLİ AİLE TERAPİSİNİN YAPILDIĞI ESERLER

Risale-i Nurların çok yerinde aile terapisi vardır. Sevgi konusu 32. Sözde çok derin işlemiş. Sevgi yönlendirmesi var.

25. Sözde medeniyetin aileyi nasıl bozduğunu anlatır. Medeniyet kadını yoldan çıkarmıştır. Çarelerini de gösterir.

23. Sözde insan bir çocuğa benzer diyor. Buna göre, eş de, çocuktur. Şefkat ister, merhamet, yakınlık ister, ilgi ister… Risale-i Nur’lar aile terapisi için başvuru kaynağıdır.

Son zamanlar benim okumalarım aile üzerine yeniden okuyorum. Kur’an’ı da Hadiseleri de Risale-i Nurları da bir de bu gözle okuyorum. Yazılarımda ve kitaplarıma yansıtmaya çalışıyorum

Peygamberimizin en yakın en yakın sahabileri olan, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer kayınpederi. Hz. Ali ve Hz. Osman damatlarıdır. O dönemi yakından incelediğimizde çok enteresan tespitler ortaya çıkıyor.  Kur’an, Sünnet ve Risale-i Nur… bu üç kaynaktan faydalanarak aile sorunlarına dair cevaplar bulabiliyorum. Yazılarımda ve kitaplarımın referanslarıdır.

www.RisaleHaber.com

Risaleler kısa ve öz metinler halindedir

Risale-i Nur’un bir diğer özelliği de çok ilmi, çok mu’cez, çok az cümle içerisinde çok şey ifade edilmiş metinler halinde olmasıdır. Yani kısa, bir metin içerisinde çok şeyler ifade edilmiştir. Kanaatimce Risale-i Nur’un tamamı böyledir. Yani Risale-i Nur çok kısa yazılmış, tafsilât verilmemiş bir eserdir. Müellif de bunu çok yerde belirtmiştir.

Bazen demektedir ki; “Bu denizden bir katre gösterdik.”; veya demektedir ki: “Çok mufassal olan bu mevzuun ancak bir vechini ifade ettik”. Ve benzer ifadeler kullanmıştır. Yani Risale-i Nur’un tamamı meselâ 5000 sayfa ise, bunun tamamı 500.000 – 600.000 sayfalık bir eser demektir. Yani mevzuun ancak yüzde biri ifade edilmiştir kanaatindeyim. Müellif hemen hemen her risalenin başında veya sonunda böyle bir hususiyeti ifade etmiş bulunmaktadır.

Meselâ Talikat isimli mantıkla ilgili kitabı veya risalesi buna örnektir. Aynı şekilde Kızıl İ’caz isimli yine mantıkla ilgili kitabı da yine çok kısa ve çok öz yazılmıştır. Yine bunun gibi Yirmialtıncı Söz, kaderle ilgili risale de, ancak müdakkik âlimlere ve bu konuda temel İslâmî bilgileri olan kimselere hitab eden, çok çok kısa, efradını cami ve ağyarını mâni özelliği olan bir eserdir diyebiliriz.

Yine aynı şekilde Birinci Şua hakikaten, anlaşılması zor demeyeceğim, ama her cümlesi üzerinde durulması, her cümlesi üzerinde çok şeyler söylenmesi mümkün ve lazım olan bir metin halindedir. Çok şeyler söylenmesi gereken derken şunu kastediyoruz: Diyelim ki kader hakkındaki risalede bir cümleyi alsanız, bunu açıklayabilmek için Kelâm ilmi hakkında bir hayli bilgi sahibi olmanız lazım. Mantık ilmi hakkında bilgi sahibi olmanız lazım.

Bu özelliğidir ki, Risale-i Nur’ları bir yıl dikkatlice, anlayarak ve kabul ederek okuyanı, zamanın büyük bir alimi yapabilir diye müellifin bir cümlesine sebep olmuştur. Bu konuda daha birçok misaller verilebilir. Bazen de Risale-i Nur’da hem ilmi ifadeler, hem de basit ifadeler yan yana gelmiştir. Buna misal Otuzuncu Lem’a’nın çeşitli risaleleri buna misal olarak verilebilir.

Prof. Dr. Servet ARMAĞAN

Medrese-i Yusufiyeden (Hapishaneden) Gelen Mektuplar 1

Daha önce duyurularda bildirdiğimiz üzere Hapishaneden gelen mektupları yayınlamaya başladık. RNK Neşriyata gelen mektuplardan birisi.

Selamun Aleyküm Kıymetli Serdar Arkadaşım. Rabbimizin Rahmeti, Bereketi, Nurları, Nimetleri ile Selamı Sizin ve Cümle Neşriyat ailesinin üzerine olsun İnşallah.

30 Mayıs tarihli mektubunuza şimdi yanıt yazma olanağı buldum. 2 Haziran itibariyle ilk ameliyatımı oldum. Şimdi tedavi amacı ile kapalı cezaevine geçici bir süre için getirildim.

Hamdolsun Hastalar Risalesini okuduktan sonra daha iyi oldum. Taşıdığım arkadaşla yaren oldum.

Elhamdülillah böyle bir musibeti yüce Rabbim bana nasip etmiş, ne kadar şükretsem azdır. Yeter ki Mevla kalplerimize hastalık vermesin.

Neşriyatta durumlar nasıl? Rabbim her daim yar ve yardımcınız olsun.

Mektubunuzu yoğun bakımdan çıktıktan sonra aldım. Varlığınız beşeri gücüme güç kattı. Cenab-ı yaradan sizlerden razı olsun.

Burada yaşantımızla örnek olmaya gayret gösteriyorum. Bana yollamış olduğunuz Hastalar Risalesi adlı büyük eseri hastanede hastalıkları ile ah eden benden daha çok ihtiyacı olduğuna inandığım bir kardeşe verdim. 3 gün aynı odayı paylaştım. Hastalar Risalesi ile kendi özünü buldu. Bu süre içerisinde kendisine elif-be’yi öğrettim. Orada kaldığımız süre içerisinde bizlerde bulunan hastalıkla şükür etmeyi öğrendim. Buna vesile olduğunuz için Rabbim hepinizden razı olsun. Sizler için dua etmekteyim. Sayenizde bir yaren daha kazandım. Bana, gittiği cezaevinden mektup yolladı. Orada onun konumunda olan bir arkadaşa rastlamış, onunda nasiplenmesi için risaleyi o arkadaşına hediye etmiş. Bana arkadaşındaki değişimleri uzun uzun yazmış. Böyle bir hayra vesile oldunuz. Rabbim hayrınızı kabul eylesin.

Ben sigara kullanmıyorum, cezaevinde sabit bir gelirle hayatımı idame ettiriyorum. Nesil yayınları aydan aya koli gönderiyor. Bende dağıtıyorum. Kimi camii vakfı seccade, tespih, takke yolluyor bende onları dağıtıp hizmet etmeye çalışıyorum. Çoğu yerden Kur’an talep ettim ama gelmedi. Serdar arkadaş her ay 50 lira arttırabilirim. Bunu neşriyata yollamak istiyorum. Allah yolunda yürüyen bir kardeşime faydalı olmak istiyorum. Yardımımı ulaştırabileceğim bir yer varsa bana bildirebilir misin? Uzun süredir cezaevindeyim. Kulun verdiği biter elbet rabbim bizleri yolunda yürüyenlerden eylesin. Mektuplarıma yanıt yazma özelliği gösterdiğinizden ötürü sizlere minnettarım.

Rabbim her işinizde yar ve yardımcınız olsun. Sizlerden razı olsun. Neşriyatta selamlarımı iletirsiniz. Hepiniz Allah’a emanet olunuz.

Sevgi ve Dua ile…

Kardeşiniz H.E.Ş.

(E-Tipi Kapalı Cezaevi…)

Bu mektup H.E.Ş.’nin 3. Mektubu olup 28.06.2010 tarihinde yazılmıştır.

Mektupların devamı gelecektir…

www.nurnet.org

Ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin!

Günün Ayet-i Kerime meali… 

Bismillahirrahmanirrahim 

“Hem kibirli kibirli yürüme!  

Zira ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin!  

Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir.” 

[İsrâ Suresi 17,37,38] 

…….. 

Günün Hadis-i Şerif’i… 

Bismillahirrahmanirrahim 

Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdular ki: 

“Kişinin davranışı kötü, dili bozuk, cimri ve korkak olması; kötülük olarak ona yeter.” 

(Beyhaki, Şuabül-İman) 

……. 

Risale-i Nur’dan; 

Büyük görünme, küçülürsün.  

Kâmillerde(büyük insanlarda), büyüklük mikyâsıdır(ölçeğidir) küçüklük;  

Nâkıslarda(eksik insanlarda), küçüklük mîzanıdır(tartısıdır) büyüklük…  

(Sözler’den) 

.…….  

Cevşen’den; 

96.
Ey kendisine dua edene icabet eden,
Ey kendisine itaat edeni seven,
Ey sevdiğine yakın olan,
Ey kendisinden korunma dileyenleri gözeten,
Ey kendisine ümit bağlayanlara kerim olan,
Ey emrine itaatsizlik edene hilim ve sabırla davranan
Ey azametiyle birlikte rahim olan,
Ey hikmetiyle birlikte azametli olan,
Ey ihsanında kadîm olan
Ey kendisine müştâk olanlardan haberdar olan!
Münezzehsin sen!
Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…
Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!