Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Cenab-ı Allah, bizi şükre dâvet ediyor

Kur’ân’ı Kerim’de Allah ‘cc’, “Yalnız Allah’a kulluk et ve şükür edenlerden ol” 1,Keza, “Şükür ederseniz elbette daha çok veririm.” 2, gibi ayetlerle bizi şükre dâvet ediyor.

Şükür nimetin arkasındaki eli görüp nimeti verene karşı teşekkür etmektir. İnsan önce nimeti vereni görüyor, yani doğruluyor sonra teşekkür ediyor. Şükürsüzlük ise, hem nimetin arkasındaki eli görmezlikten gelmek ki, bu bir yönü ile inkâr etmek mânasına gelir, hem de nimeti verene karşı nankörlüktür.

Sevdiğimiz bir dostumuz bizi ziyafete çağırsa ve türlü türlü ikramlarla bizi memnun etse; biz de o yemekleri iştahla yiyip içsek, ziyafetten sonra ona teşekkür etmeden kalkıp gitsek, ona karşı büyük bir saygısızlık ve nankörlük etmiş oluruz.

Oysa insan kendisine iyilik yapan birine ömür boyu minnet duyar.Yüce Allah bizi taş yapmadı, hayvan olarak yaratmadı, iman ve İslamiyet ile şereflendirdi, kâinatın özü, mevcudatın başı, mahlûkatın ziyneti yaptı, en harika nimetlere mazhar etti. Bu nimetleri bize veren, Cenab-ı Allah’a ne kadar şükür etsek gene de azdır.

Peki şükrün ölçüsü nedir, diye akla bir soru gelebilir? Bunu asrın müellifi Bediüzzaman hazretlerinden dinleyelim: “Şükrün mikyası kanaattır ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir. Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-ı mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir.” 3, şeklinde nazara vermiştir.

Günümüzde öylesine israf haddi aşmış ki, artık meşru dairedeki kazanc ihtiyaçları karşılayamayacak duruma gelmiştir. Bireylerde olduğu gibi devletler nezdinde de israf hat safhaya çıkmıştır.

Bunun için zulmü mübah gören ABD, İngiltere, Fıransa gibi devletler sözde “insan haklarını savunma” adına islâm devletlerini işgâl ederek manen ve maddeten sömürüyorlar.

“Zulm eden zalimdir.” Ey zalimler! “İnsan hakları savunma” adına insanlara zulm etmeyin, o kirli ellinizi mazlûm halkın boğazından çekiniz. Dün Afganistan, İrak, Libya, Suriye. Bugün Filistin, yarın başka islâm devletlerine yaptığınız ve yapacağınız alçak saldırılardan ve Gazze’yi haritadan silip istasyonuzu yapma hayalinden vaz geçiniz. Öldürdükleriniz çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve yaralılardır.Biliniz ki, insanlık sizi kınıyor, naletliyor.

Sonuç olarak bugün dünya üzerinde yapılan haksızlıkların altında iktisatsızlık ve şükürsüzlük geliyor. ABD, yarın aç kalacağım diye bugün haksız yere insanları öldürüyorsa bu da şükürsüzlüğün bir neticesidir.Vessellâm.

19.10.2023

Rüstem Garzanlı

Dip Notlar:1-Zümer sures,66. 2- İbrahim Suresi 7. 3-Mektubat,5.Mesele, s.612.

Neden büyük zulümler Mahkeme-i Kûbra’ya erteleniyor?

Evvela Allah’ın hukukuna tecavüz, insanların hukukuna tecavüz ve nefsin hukukuna tecavüz olmak üzere zulüm üçe ayırılır. Kişi inancında bazı şeyleri Allah yerine ikame ederek veya amelinde başka şeyleri gözeterek hareket ederse şirke düşer. Şirk ise ayetin mealen ifadesiyle “büyük bir zulümdür.” 1

Başkasının gıybetini yapmak, aleyhinde söz taşımak veya malını çalmak gibi durumlar insana yapılan zulme birer örnektir. Günahlara dalmak, Allah’ın verdiği organları, duyguları ve hisleri yaratılış gayelerine aykırı kullanmak ise nefse zulümdür. Kısaca haram dairesinde yapılan bütün işler zulümdür. Şu var ki, insan bu dünyada işlediği zulümlerin cezasını ahirette çekeceği için, yaptığı bütün gayrimeşru işlerde kendi aleyhine çalışmış, kendi nefsine zulmetmiş olur. Altıncı Söz’de geçen “En kıymettar aletleri en kıymetsiz yerlere sarf edip nefsine zulmettin” cümlesi bu gerçeği ders vermektedir. Dünyada âhiret namına bir imtihan geçiren insana, cüz’î irade verilmesi ve işlerine müdahale edilmemesi, bu imtihanın bir gereğidir. Yoksa Nuh tufanında arza ve semâya verilen emirler gibi her varlığa da emir verilmiş olsa idi, bu dünyada hiç kimse haram işleyemez, zulme giremezdi. O takdirde, insan kendi iradesini şerre sarf etmekten menedilmiş olacak ve bu dünya imtihanında ister istemez sadece hayır işleyecekti. O zaman Ebubekirler ile Ebu Cehiller ayni safta yer alacaklardı. Akla şöyle bir soru gelebilir, bazen zulümler ve zalimler dünyada karşılık görmüyor, zalim de mazlum da bir karşılık görmeden ölüp gidiyorlar. Mazlümün hakkı ne olacak?

Konuyu Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinden dinleyelim: “Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve süraten verilir. Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak âlem-i bekadaki mahkeme-i kübraya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.” 2

Demek ki ehl-ı dalalettin cinayetleri o kadar büyüktür ki kısacık dünya hayatı o cezayı zaman kaldırmaya yetmediği için ahirette bırakılıyor. Cezanın karşılığı orada görülüyor. Ayet-i Kerim’de “Kim zerre miktar hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zere miktar şer işlemişse onu ( karşılığını)görür”3, diye ihtar ediilmiştir. Vesselâm.

Rüstem Garzanlı

03.11.2023

1-Lokman Suresi, Ayet 13-/2- Lem’alar, Onuncu Lem’a s. 55/ 3-Zilzal Suresi, Ayet 7-8

İsrail zulmüne dur diyecek yok mu?

Birinci dünya savaşının hemen ardından Filistin topraklarındaki Yahudilerin oranı yüzde 7 iken, bugün yüzde 85’lere dayandı. Kısa sürede nüfus artışına geçilerek İsrail devletini kurma ideali öncelikli planları idi.

Bunun için 1948-51 yılları arasında Filistin’e Yahudi göçleri yoğun bir şekilde devam etmiş, göçle gelen Yahudiler, özellikle Doğu Kudus ve Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri kuruldu, Yahudiler buralara yerleştirildi. Bugün dünyadaki Yahudilerin % 42’si İsrail’de yaşamaktadır.

İsrail devletinin kuruluşuna zemin hazırlamak için bünyelerinde terör örgütleri kurarak Filistin halkını taciz etmeye başladılar. En nihayet 28 Mart 1949 tarihinde İsrail bağımsızlığını ilan etti.

Bağımsızlığını ilan eden İsrail halkı gün gittikçe Filistin halkına zulmetmeye başladı 2000 – 2005 yılları arasında 4 bin 412 Filistinli hayatını kaybetti, 48 bin 322 Filistinli yaralandı, binlerce ailelerin evleri yıkıldı.

İsrail devleti, Filistin halkına yaptığı zulüm ve işkencelerin haddi hesabı yok. 7 Ekim 2023 günü Hamas’ın saldırısını bahane eden, gece-gündüz demeden, çocuk- yaşlı demeden, hastane-okul-cami- kilise demeden en ağır silahlarla mazlum halkın üzerine füzeler atmaya devam ediyor.

1947 yılında Almanlar, Yahudileri Almanya’dan kovarken gemi ile Filistin’e sığınma talebinde bulunurlar, Alman’lar “ailelerimizi, evlerimizi ve umutlarımızı yok etti, siz de umutlarımızı yok etmeyin” demişler. Yahudilerin umudunu yok etmeyen Filistin halkı, kaderin cilvesi bugün Filistin halkının umudunu yok eden ise Yahudilerdir.

İsrail’in zulmü arş-ı âlâya çıkmış, dolayısıyla sonu gelmiştir. Yıllardan beri bu zulmün devam etmesinin bir hikmeti, İsrail ne kadar batıl ve zalim de olsa, bulunduğu bölgede bir samimiyet damarları var. Allah batıl da olsa samimiyeti mükafatsız bırakmaz.

Bugünkü İsrail devletinin galip gelmesi ve bir parça dünya siyasetini elinde bulundurmasının sebebi, batıl dinlerine ve geçmiş peygamberlere milliyet damarı ile samimi sarılmalarındandır. Tabi onların muvaffakiyetinde Müslümanların samimiyetsizliği de önemli bir faktördür.

Ne zaman Filistin ve İslam âlemi İslâm ve Kur’ân’a sarılıp hak namına ve hakkı arkasına alarak İsrail’e karşı durursa, o zaman İsrail mağlup olur. Demek tam manası ile İslâm âlemi yekvücut olsa ve Kur’ân’a sımsıkı sarılsa, değil İsrail, dünya karşısında duramaz. Öyle ise çözüm, İslâm ve Kur’ân’a sarılmaktadır. Vessellâm

Rüstem Garzanlı

26.10.2023

Besmele’nin fazilet ve ehemmiyeti

Birinci Sözün başında “Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.” ifade buyurmuş. Evvela şunu ifade edeyim: “Bismillah her işin  başıdır.” Denilmiyor “… Her hayrın başıdır.” Deniliyor. Dolayısıyla bunda dikkat çekici bir mesaj vardır. Yani besmele hayır olan şeylere başlarken başında çekilir; hayır olmayan şeylere başlarken besmele” çekilmez.

Mesela, gayri meşru bir işe “besmele” ile başlanmaz. O halde, insan öyle işler yapmalıdır ki onlara “besmele” ile başlayabilsin; bunlar da ancak hayırlı işlerdir. Bismillah İslâm’ın nişanı olduğu gibi bütün mevcudatın, canlı cansız her yaratılmışın lisan-ı haliyle, kendine mahsus diliyle devamlı okuduğu mübarek bir kelimedir.

Bismillah, Kur’an okumaktan abdest almaya; duaya başlamaktan, bir ilmi tahsil etmekten sadaka vermeye, su içmek, yemek yemek, elbise giymek, evden dışarı çıkmak, dışardan eve girmek gibi her mübah işin dahi başıdır, her hayırlı işe besmele ile başlanır.

Bismillah tükenmez bir kuvvet, bitmez bir berekettir. Allah’ın sonsuz rahmetine yetişmek için bir mi’rac, bir yol vardır; o da  Bismillâhirrahmanirrahim’dir.

Besmele tek bir âyet olduğu halde Kur’ân’da 114 defa nazil olmuştur. Her sûrenin başında Besmele bir rahmet anahtarıdır. Bismillah arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran nuranî bir direktir, bir hattır. Bu hat kesik olunca âlem zulmet içinde kalır. Bu nurlu âyete herkes her dakika muhtaçtır.

Bismillah, öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır.

Değil ekmek gibi her gün, belki hava ve ışık gibi her dakika, her nefes ona ihtiyaç ve iştiyakı vardır. Bismillah’ta Rabbimizin en büyük ismi olan lafza-i Celâl yani Allah ile beraber Rahman ve Rahîm sıfatları da vardır.

İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde izah edildiği üzere, Bismillah güneş gibi nur kaynağıdır; başkaları tenvir ettiği gibi kendini de gösteriyor.Güneşin bütün eşyayı eksiksiz ihata ettiği gibi besmelede ki Allah lafzı da bütün kâinatı tecelli bakımından istisnasız ihata ediyor. Yani nasıl güneşin ısı ve ışığına karşı bir damla ile bir deniz eşit bir şekilde tecelli alanı oluyorsa besmeledeki Allah ismine karşı bütün kâinat ile bir zerre eşit bir şekilde tecelli alanı oluyor. Besmelenin güneş gibi olmasında Allah, Rahman ve Rahim isimlerinin azamet ve etkisi bulunuyor.

Güneş hem kendini gösterir hem de başka nazarların görmesine yardımcı olur. Allah da hem kendini gösterir hem de başka nazarların kendini görmesini sağlar. Besmele Allah’ı tarif etmede güneş gibi oluyor. Çünkü Allah, Rahman ve Rahim isimleri Zat-ı Akdesi en kapsamlı en açık en azametli bir şekilde bize tarif ediyor.

“Bismillah” sadece hayırların başı olup, asla haram ve günahların başında kullanılmaz. Bir harama başlarken; mesela içki içerken, kumar oynarken ya da bunlar gibi bir haram işlenirken besmele çeken insan o anda küfre girer.

“Allah” denildiğinde, bütün kemal sıfatları ve isimleri kendinde bulunduran Zat-ı Akdes akla gelir. Yani Allah akla gelirRahman ve Rahim’de ise daha özel manalar vardır.

Birinci Söz’de “besmele”nin altı sırrı izah edilirken, çok ince hakikatlere dikkat çekilmiş ve böylece besmeleyi okurken ondaki bu yüksek hakikatleri de nazara almamız bizlere ders verilmiştir.

Mesela: Allah ism-i Celili, bütün kâinattaki unsurların kendi aralarında olan yardımlaşma, dayanışma, kucaklaşma ve birbirinin ihtiyacına cevap verme gibi fiillerin dili ile Allah’ın birlik ve tevhid sikkesini temsil eder.

Rahman ismi de dünyadaki bitki ve hayvan taifelerinin tedbir ve terbiye edilmesinde benzerlikler, tenasüb ve intizam gibi icraatların dili ile Allah’ın dünya sahifesindeki birlik ve tevhid mührüne işaret eder.

Rahim ismi ise, insanın mahiyetindeki rahmet, merhamet ve şefkat gibi tecellilerin ve fiillerin dili ile Allah’ın insan mahiyetinde görünen birlik ve tevhid mührüne bakar.

Demek ki,Tevhidin üç büyük mührü kâinat, dünya ve insan üzerine vurulan mühürleridir.

Özetleyecek olursak, üç sikke-i ehâdiyet kâinatta Allah isminin tecellisi, dünyada Rahman isminin tecellisi ve insanda Rahim isminin tecellisi suretinde vurulan birlik ve tevhit mühürleri anlamındadır. 

Bu üç ismin temsil ettiği tecelliler tevhidin kâinat, dünya ve insan sayfalarında nuranî birer satırdırlar. Yani, Bismillahirrahmanirrahîm’deki Allah, Rahman ve Rahim isimlerinin kâinattaki tecellisi, büyükten küçüğe bir tevhid mührüdür.

10.09.2023

Rüstem Garzanlı

Muş, Tanköy’de birbirini seven iki gencin acı sonu

Rivayete göre Âdem ve Havva’ya Cennetten yasak edilen ağaçtan yemesi ile cennetten çıkarılmıştır. Şeytan Adem’i kandıramamıştı, kandıramayacağını da bildiği için bu sefer Havva annemize yedirmeye çalışmış ve Havva annemiz de yasak olan elmayı yeğince cennetten atılması gerekti.

Âdem aleyhisselam Havva’yı seviyordu onun yalnız dünyaya girmesine izin vermedi, ona olan sevgi ve aşkın uğruna sonuna kadar Havva ile beraber olmayı istedi ve o da yasaklı meyveden yedi. İşte Âdemoğulları da bu dünya da hep Havva’larının yanında oldu.

Cenab-ı Allah kâinatı sevgi ve aşk üzere yaratmıştır. Âdem babamız bile aşk ve sevgi uğruna dünya hayatı; cennet hayatına tercih etti, Havva annemizin peşine düştü. Tabii bunda da vardır, İlahı bir hikmet, tasarruf tamamen O’nundur….

Tarih boyunca Âdem ve Havva insanlara sevgi ve aşk yönüyle birer model oldular. Mesela, bunlardan öne çıkan Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Mem ile Zin’i sayabiliriz.

Hulasa olarak, Mecnun, Leyla’ya âşık olur, Mecnun içindeki bu ilahi aşk ile kendini çöllere atar. Leyla ise bu duruma çok üzülür ve o da Mecnun’un aşkı ile yanıp tutuşur. Leyla, kısa bir süre sonra hayata veda eder. Leyla’nın ölüm haberini alan Mecnun, hemen gidip Leyla’nın mezarını bulur. Mezarı başında ağlayan ve adeta yıkılan Mecnun, Allah’a yalvarır ve “Canansız cihan gerekmez” der ve Leyla’nın mezarı başında o da ölür.

Keza, Kerem ile aslı, birbirlerine âşık olurlar, Aslı’nın babası kızını Kerem’e vermek istemez, fakat çevrenin etkisi altında kalan Keşiş olan baba düğünde Aslı’ya tılsımlı bir giysi giydirir. Bu elbisede düğmeleri açılır sona geldiğinde tekrar kapanırmış. Kerem Aslının düğmelerini bir türlü çözemez. Derinden bir Ah çeker ve yanıp kül olur. Aslı dağılan külleri toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur. Aslı’da orada ölür.

Ferhat ile Şirin efsanesi de benzer bir hadisedir. Ferhat, Şirin’e aşık olur. Şirin’in ölüm haberi ona duyurur. Oysa Şirin yaşıyormuş. Bu haber üzerine elindeki kazmayı bir kenara fırlatır. Ancak kazma bir şekilde döner ve Ferhat’ın başına saplanır. Ferhat orada ölür. Şirin de sevdiğinin cansız bedenini görünce o da kendini atar kayalıklara, ölür.

Mem ile Zin’ın efsanesi ile özdeşleştireceğim benzer bir hadise ile yazımı kapatmak istiyorum. Mem, Zin’e aşık olur, abisi tarafından Mem zindana atılır, bir müddet sonra Mem ölür. Gömülmenin ardından Mem’in mezarı başından hiç ayrılmadan ağlayan Zin, o da ayni yerde ölür.

Dünya var oldukça, Âdemoğulları bu sevgi ve aşk bağlarını da sürdürecekler. Bunlardan birisi de Muş’un Tan köyünde Dilan Tuna ile Yakup Sönmez adlı gençlerin köyde anlatıklarına göre üç- dört sene süren aşk serencamları akraba olan iki aile arasında ikna çalışmaları netice vermeyince 10.8.2023 günü Dilan Tuna intihar eder, Dilan Tuna’nın ölümünü kabullenemeyen Yakup Sönmez de dört gün sonra 13.8.2023 günü intihar eder.

Bu iki genç evlatlarımızın cenazeleri köy mezarlığında yan yana defin edildi. Acılı ailelerin taziyelerinde bulunmak üzere Kurtalan’dan Muş’a bağlı Tanköyü’ne kardeşlerimle birlikte gittik, iki ailenin de üzüntülü olmalarına karşı Allah’ın takdiri deyip sabır ve sükûnet içinde olduklarını müşahede ettik.

Bu acıyı duyan çevre il ve ilçelerde, uzak yerlerde dost ve akrabaların iştiraki ile köyde büyük bir yoğunluk vardı. İki tarafın huzur ve sükûneti için bir müddet köyde asker kalacağını söylediler.

Bu arada akraba olan iki ailenin birbirlerinin taziyelerinde bulunmaları için bölge askeri komutan ve kanaat önderleri de girişimlerde bulundular. Zaten iki taraf ta azimli, metanetli ve kadere inanan insanlar oldukları için köyde bir’an evvel sükûnetin temin edileceğine inanıyorum.

Benzer üzücü hadiseler tarihte hep tekerrür etmiş, umarım bu son olur. Bu vesileyle dostlarımız olan bu iki aileye başsağlığı diler, vefat eden kardeşlerimize de Allah’tan rahmet diliyoruz.

Yazar : Rüstem Garzanlı
15.08. 2023