Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Risale-i Nur Tefsiri ve Onun Müfessiri Bediüzzamanı Tanıyalım!

Bediüzzaman Risale-i nurla ilgili şöyle buyurur: “Birden hatıra geldi ki: Risale-i Nur vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kuran’ın feyziyle ve yardımıyla kalbe gelen sünuhat ve istihracat-ı Kuraniyedir.”

Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden güneşlere kadar îman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i İlâhiyeyi ve nübüvvetin hakikatini ispat eden, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdîrine mazhar olmuştur.

Risale-i Nur, doğrudan doğruya Kur’ân’a dayanan iman ve tevhit hakikatleriyle müberhen, müspet ilimlerle mücehhez, aklın yanı sıra, kalp, ruh ve diğer bütün duygulara hitap eden, en muğlâk ilmi meseleleri inceleyen, çağın tereddütlerine cevap veren,”Kur’an-ı kerim’in otuz üç ayetin hem manasıyla, hem cifri ile Risale-i nur’a işaret ettiği” keza, Hazreti Ali (ra) ve Gavs-i Azam (ks) gibi zatların kasidelerinde de işaret edildiği gibi Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir.

Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını açıklar, izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle açıklar, ispat ve izah ederler. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Birinci kısım tefsirler, bu ikinci kısmı bazen özet bir tarzda ele alıyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya ikinci kısmı esas tutmuş,

Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyetinden; ebedî saadet ve şekavettin kaynağına kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle aklen, ilmen ve mantıken ispat eder…  Risale-i Nur kalplerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.

Risale-i Nur eserleri Kur’an’ı Kerim’in bir kısım ayetlerinin tefsiri olduğu için, esas bakımından bütün ilimleri camidir. Adeta ilim iplikleriyle dokunmuş müzeyyen bir kumaş gibidir. Mesela, Muhakemat eserinde geçen Unsuru’l Hakikat: Kur’an ve imana dair bazı hakikatlerin parlaklığını akli, mantıki ve ilmi delillerle ispat eder. Unsuru’l Belagat: Kur’an’ın ifadelerindeki mucizeliğin tezahürü olan belagat ile alakalı meseleyi açıklar. Unsuru’l Akide: Tevhit, nübüvvet, haşir ve adalet akideleri beyan eder, vs.

Müfessir-i Kur’an, Bediülbeyan, varis-i enbiya, ahir zamanın mücedidi Bediüzzamanı tanıyalım.

“Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.”

İşte Bediüzzaman Said Nursî; Kur’an-ı Kerim’deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur risalelerinde, herkesin kabiliyeti nispetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve îzah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali görülmemiş bir şaheser ve onun müfessiri de Bediüzzamandır.

Malum olduğu üzere her bir asır da bir mücedid-i din-i İslam gelir. Asrımızın fehimine uygun Kur’an’ın ayetlerini izah ve açıklamaya çalışır. İşte bu mücedidler bir nevi zamanın mehdileri olarak kimi iman, kimi şeriat kimi de hayat meseleleriyle ilgili görevi ifa ve icra ederler. Ancak mehdi-i azam ise bu üç sahada da görevli olmasıdır.

Bediüzzaman Kastamonu lahikasında konu ile alakalı şöyle buyururlar:

Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.”

Yukarıda zikir edilen her üç sahada da Bediüzzaman’ın görev yapması, onun mücedidliğini ve ahir zamanın mehdi-i azamı olduğunu teyit ediyor. Risale-i Nur ve onun müellifini tam tarif etmek çok zor, gene de umman denizinden bir katre olarak nazara sunmak istedim.

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

04.01.2014

 www.NurNet.org

KAYNAK

—Risale-i Nur küliyatı

—Söz basım yayın

Darü’l- Hikmet İle Darü’l Kudret’in İzahı Nedir?

Dünya “darü’l-hikmettir.” Âhiret ise “darü’l-kudrettir.” Yani, dünyaya hikmet hâkimdir. ahirete de Kudret hâkimdir.

Bediüzzaman Hazretleri bu konu ile alakalı şöyle buyurur:

“Evet dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor.”  (Şualar, İkinci Şua)

Cenab-i Allah (cc)  arz ve semavatı altı devrede yaratmıştır. Dünyada görülen bütün varlılar zamanla ve tedricen meydana geliyor, hatta dünyanın hareketine bakılırsa, yirmi beş senelik bir mesafeyi bir sene zarfında alıyor. Bu zaman içerisinde, güneşin her doğup batması ile gece, gündüz ve mevsimler ortaya çıkıyor. Her bir mevsim belirli gün sayısı ile tedricen meydana çıkıyor.

Mesela bitki ve nebatın neşvü nema olduğu ilkbahar mevsimi, bir ihya mevsimidir. Ardında yaz, sonbahar ve kışın gelmesi tamamen birer hikmet üzeredir.

Ana rahminde bir su damlasıyla oluşan ve birkaç evreden sonra, dokuz ay gibi bir müddetten sonra bebek olarak doğan insan, bebek, çocuk, gençlik ve ihtiyarlık gibi tedricen bir zaman yolculuğunu geçirir.

Keza, bir tohumun toprağa atılması, bir müddet sonra yeşermesi, fidan olması, çöğür olması, ağaç olması, meyve vermesi gibi; insanın meydana gelmesi gibi ayrı ayrı safhaları ve dönemleri geçirmesi tamamen hikmetle olur. Oysa Cenab-i Allah isteseydi her şeyi ani olarak yaratabilirdi. Çünkü,  istediği şeyi bir “ol emriyle” oluverir. Adatı birer sebepler üzerinde bina eder. Örneğin:  Toprak, su hava, güneş vs. sebepler ile tohumu ihya eder.   Yoksa kudret sahibi olan Allah, birden de eşyayı yaratabilirdi. Dolayısıyla Dünya darü’l hikmet olduğu için yarattığı şeyi tedrici ve sebeplere dayandırarak yaratır.

Şayet dünya aniden içindeki varlıklarla birlikte yaratılmış olsaydı, o zaman Cenab-i Allah’ın kudreti hâkim olacaktı. Hayat ile imtihan hep birlikte ve ani olacaktı. İnsan kısa bir zaman içinde bütün hikmetleri görüp, ani olarak ahiret âlemine devir edilecekti.

İlâhî irade ve kudretle yaratılan “sebepler” âleminden, “müsebbepler,” yani neticeler çıkıyor. Dolayısıyla İnsan, her şeyi Allah’tan geldiğini bilmenin imtihanını vermektedir.

Görüldüğü üzere dünyada eşyanın yaratılışı, genelde sebeplere bağlanmıştır. Dünya bir nevi inşa hükmündedir. Dünyanın ilk yaratılışı bile ani olmamıştır. Altı gün tabir edilen altı zaman zarfında inşa edilmiştir. Her ne kadar Cenab-ı Allah’ın, dünyada da kudret eli hâkim olsa da, genel de dünyaya hikmet eli hâkimdir; Ahiret’te ki icraatlar ise ani olduğu için kudret hâkimdir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

28.12.2013

www.NurNet.org

Hz. Muhammed (asm) Neden Çok Evlilik Yapmıştır?

Hazreti Muhammed (asm)  yirmi beş yaşında ve gençliğin en hararetli döneminde, kırk yaşında olan Hz. Hatice validemizle evlenir. Bu evlilik Hz. Hatice’nin vefatına kadar devam eder. Hatice validemizin vefatında efendimiz, (asm) elli yaşında idi. Evlenmeye yeniden temayülü azalan yaşlı bir insan; Keza Resul makamında olan enbiya ve evliyaların sertacı Hz. Muhammed gibi bir zatın birçok evlilik yapması hâşâ nefsanî olarak düşünülemez.

Her bir evliliği, birçok hikmete binaen yapılmış, İslamiyet’in ilk yıllarında evlilik dörtle sınırlı değildi. Daha sonradan dörtten fazla evlenmek yasaklanmıştır. Efendimiz dörtten fazla olan hanımlarını boşamamış, bu da ona mahsus bir istisnadır. Peygamberlere ait istisnalar da elbette olacaktır.

Hz.Muhammed (asm)’in yaptığı evliliklere itiraz eden fikirleri bulanık, garaz dolu gayri Müslim ve münafık “kaselist” (çanak yalayıcı)’lerin dillerini “Navdemist” (çanak kirleten)’lere havale ediyorum. Bu arada konu ile alakalı İslami tarihi bilgileri tazelemek üzere “Zat-ı pak” ’ın, evlilikleri hakkında özet bilgi de yazmak istedim.

1.Hatice (ra):
Hz. Peygamber’in (sav) ilk evlilik hayatı, Hz. Hatice validemizle başlar. Onunla evlendiğinde 25 yaşında idi, eşinin ise, 40’tır. Aralarındaki yaş farkı, on beştir. Risâletini tebliğde O’nun yanında olmuş ve ilk Müslümanlardandır.

Peygamberimizin bu evliliği 25 yıl sürmüş, İbrahim dışındaki evlatların tamamı bu değerli kadından olmuştur. Hatice validemiz hicretten üç sene önce vefat etmiştir. Vefatı esnasında Peygamber (asm)’in yaşı 50’dir.  Evlilik hayatının 25 senesi ve aynı zamanda gençliğin en hararetli dönemi kendisinden on beş yaş büyük olan yaşlı bir kadınla geçirmiştir.

2- Hz. Zeynep b.Ümeyye (r.a): Bu evlilikle ilgili 17.12.2013 tarihli yazı ile detaylı yazıldığı için yeniden yazılmamıştır.

3. Sevde binti Zem’a (ra):

 İlk Müslümanlardandır. Kocası Habeşistan’a yapılan hicretten sonra vefat etmiş, dul ve kimsesiz kalmıştı. Efendimiz (sav), onunla evlendiği zaman 55 yaşındaydı.  Asıl amacı kimsesiz ve yardıma muhtaç olan bu kadını emin bir yuvaya kavuşturmaktı.

 4. Aişe (ra):

Resulullah (sav)’ın bakire olarak evlendiği tek kadındır. Hz. Ebubekir (ra)’in kızıdır. Hz. Aişe validemiz çok zeki olup, nübüvvet davasına vâris olabilecek yaratılışa sahip bir kadındı. En çok hadis ezberleyenlerdendir. Peygamberimiz erkek sahabelere emir tebliğ ettiği gibi içerden de hanımlara da bir hadis tebliğ edici lazım idi, işte o Peygamber’in varislerinden ve mükemmel tebliğ edicilerdendi. Böyle yüksek vasıflara haiz olan bir kadın ancak peygamber eşi olabilir.

5. Hafsa binti Ömer (ra):

Hz. Hafsa, Hz. Ömer’in kızıdır.  Kocası Bedir Savaşı’nda şehit edilmiş. Yalnız başına kalmıştır.  Hz. Ömer, kızını önce Hz. Osman’a, daha sonra Hz. Ebubekir’e evlenmesi için teklif etmiştir. Bu teklifi kabul etmediklerini duyan Peygamber (asm) Hz. Ömer’in fazla üzülmemesi ve gönlünün hoş edilmesi için bir nevi zaruret hâsıl olduğu için evlilik yapılmıştır.

6. Zeynep binti Huzeyme (ra):

Resulullah (sav) Hafsa’dan sonra bu kadınla evlenmiştir. Ubeyde b. Haris Onun kocası da Bedir’de şehit edilmiş, o zaman Zeyneb’in yaşı da 60 idi. Yardıma ihtiyacı olan bu kadın evlendikten iki yıl sonra vefat etmiştir.

7. Ümmü Seleme (ra):

Ümmü Seleme (ra)  ilk Müslümanlardan ve Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Daha sonra da Medine’ye hicret etmiş,  eşi Uhud Savaşı’nda şehit olmuştur. Bir sürü yetimle, hayat külfetini yüklenmiş bu kadına evlilik teklifini Resulullah (asv) yapar ve bu teklif kabul edilir. Böylece yetimleri, sıcak bir yuvaya kavuşmuşlar. Ümmü Seleme de  Hz.Aişe gibi zeki biriydi.

8. Ümmü Habibe (Remle binti Ebî Süfyan) (ra):

Ebû Süfyan’ın kızıdır. İslâm’ın bidayetinde imanı etmiştir. Mekke’nin zor şartlarında inancını yaşayamayınca, kocasıyla birlikte Habeşistan’a hicret etmiştir.  Ancak bu arada kocası Hristiyan olmuş, sonra da ölmüş, Ümmü Habibe yalnız başına kalmıştı. Allah Resulü (sav) Necaşi huzurunda Ümmü Habibe’nin nikâhını kıyarak onunla evlenir.

Peygamberimiz bu kadınla evlenmemiş olsaydı, bu mekkeye dönecek babasının zülmüne karşı mecburi dinini bırakacak veya hristiyan olacaktı. Böylece en doğru yolu evlenmekte buldu ve onunla evlendi

Peygamber (sav)’in yaptığı bu evlilikte Müslümanlara ve peygambere düşman olan Ebü Süfyan’ın kini birazcık dahi olsa dinmiştir. Daha doğrusu Emevîlerle bir akrabalık yapılmış ve Müslümanlığa girmelerini kolaylaştırmıştır. Ebu Süfyan’ın hane-i saadete gidip gelmesi neticesinde Müslüman olmuştur

9. Cüveyriye binti Hâris (ra):

Müreysi gazvesinde Müslümanlar galip gelmiş, pek çok ganimetle birlikte  700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Cüveyriye, Hâris b. Dırar’ın kızı idi. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Cüveyriye önce Musâfi b. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Cüveyriye, Hz. Peygamber (sav)’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.

Resulullah (sav)’ın bu evliliğinden sonra, Abdulmuttaliboğullarının hissesine düşen esirler salıverilmiş, diğer Müslümanlar da bu durum karşısında, Resulullah ile akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir. Birçok Yahudilerin Müslüman olmalarına neden olmuştur.

10. Safiyye binti Huyey (ra):

Asıl adı Zeynep’tir. Arabistan’da reislere düşen ganimet hissesine Safiyye denilmektedir. Bu kadın da Resulullah (sav)’ın hissesine düştüğü için Safiyye adını almıştır. Ana-babası, Yahudilerin ileri gelenlerindendi. Hayber Gazvesi’nde, babası, kocası ve kardeşi öldürülmüştür.

Savaş sonrası Resulullah onu kendi nikâhına almış, bu evlilikle de Yahudilerin önemli bir bölümüyle akrabalık kurmuş ve Müslümanlığın sınırları bu vesileyle genişlemiştir

11. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (ra):

Resulullah (sav) İslâm’a davet için etraftaki hükümdarlara mektuplar gönderiyordu. Bunlardan birisi de Mısır hükümdarı Mukavkıs’tı. Mukavkıs, elçiyi güzel bir şekilde karşılamış, Hz. Peygamber’e birtakım hediyelerle birlikte iki de cariye gönderiyor. Müslüman olan bu cariyelerden Mariye’yi kendisine alır. Bilahare azad ederek, onunla evlenen Peygamberimizin oğlu İbrahim bu hanımındandır. Bu evlilik Mısırlılar üzerinde müspet manada etkili olur.

12. Meymûne binti Hâris (ra):
Asıl ismi Berre olup, Resulullah tarafından Meymûne olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber (sav)’in son evliliğidir. Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’ın baldızı olup, amcası onunla evlenmeyi teklif eder. Peygamberimiz de bu teklifi kabul eder.

Netice olarak Hz. Muhammed (asm)  on iki evlilik yapmış, her bir evliliğin hikmet ve sebepleri ayrı ayrıdır. Eğer, “hâşâ” nefsanî arzu olmuş olsaydı,  gençliğinde hevesatın yüksek olduğu zamanda, kendisinden on beş yaş büyük olan, dul bir kadınla evlenmezdi. Bu evliliği 25 sene devam etmiş,  elli yaşından sonra yaptığı her bir evlilikte mutlaka bir zaruret hâsıl olmuştur. Yoksa evliliklerle birçok külfetlerin altına girmesi, başka bir şeyle izah edilemez.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

2o.12.2013

www.NurNet.org

Kaynak

Peygamberimiz Neden Çok Evlendi?,

Nesil Yayınları,

Hz. Muhammed(asm)’in Hz. Zeynep İle Evlenmesi ve Hikmetleri!

Hz. Zeynep validemiz, efendimizin halası Ümeyye’nin kızı ve ilk iman edenlerdendir. Medine’ye hicret ettiğinde bekârdı. Efendimiz (sam) Zeynep gibi asil soylu bir kızı,  azad ettiği hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle cahiliye döneminde kalma kölelilik ve sınıf farkı ortadan kaldırılmasını ve insanların Allah katındaki üstünlüğü ancak takva ile olacağını göstermek için evlilikle bu yanlışı kaldırmak istemişse de, bu evliliğe Hz. Zeynep ve kardeşleri karşı gelmişler.

Bu arada, Ahzab suresinin 36. ayeti nazil olur, Cenab-i Allah şöyle buyurur:

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

Bunun üzerine Hz. Zeynep, “Ben Allah ve Resulüne asi olamam!..” diyerek bu evliliği kabul eder.

Fakat bu evlilik uzun sürmez, Hz. Zeyd, Hz. Zeynep’ten boşadıktan sonra, Cenab-ı Allah tarafından bir “ akd-i semavi” olarak nikâhları kıyılır. Bu evliliğe gerek o zamanın münafıkları gerekse asr-ı hazırda olan şimdiki münafıkların itiraz ve ukalalıklarına bahs-i medar olmuş, oysa bu evlilik çok önemli hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Hz.Muhammed (asm)’in ve diğer enbiyaların varisi asrımızın müceddidi Hz. Bediüzzaman bu evlilikle alakalı şöyle buyurur:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı veya “Oğlum” hitabına mazhar olan Zeyd (r.a.), rivayet-i sahiha ile itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine mânen küfüv bulmadığı için tatlik etmiş. Yani, Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle hissetmiş. Ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv bulmadığından, mânevî imtizaçsızlığa sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani, “zevceyna” nın işaretiyle, o nikâh bir akd-i semâvî olduğuna delâletiyle, harikulâde ve örf ve muâmelât-ı zâhiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.” 1

Bir de cahiliyette yaygın başka bir yanlış âdetin kaldırılması vardı, buda evlatlıkların, öz evlat gibi kabul edilmesi, onların hanımları da babalıkların öz kızı yerinde kabul edilmesi yanlışı idi. Bu yanlış, Ayet-i kerime ile yasak edilmiştir.

 “Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” 2

Bu ayet nazil olduktan sonra Zeyd, artık “Zeyd bin Harise” diye babasının ismiyle çağrılmaya başlandı. Evlâtlığın kaldırılmasından sonra, evlâtlık hanımlarının da öz kız gibi olmadığı ortaya çıkmış oldu. Bunun ispatı ancak Hz. Peygamber (asm) ‘in Hz. Zeynep’le evlenmesi ile oldu.

Ayet-i kerimede konuya şöyle bir açıklık getirilmiştir:

“Hani Allah’ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, ‘Hanımını bırakma, Allah’tan kork.’ diyordun. Sen o zaman, Allah’ın açıklayacağı bir şeyi bildiğin halde, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah korkulmaya daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikahladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin mü’minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah’ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.” 3  

Bu ayetin nazil olmasından sonra, Hicretin 5. yılında, Zeynep, otuz beş yaşında iken Efendimiz (sam) ile semavi bir akitle evlendirilmiş. Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. “Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikâhladı” demeye başladılar.

Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu:

“Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah’ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkiyle bilir.”

Böylece İslâm, evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirinden ayırıyor. Maalesef o zamanın Münafıkları bu evliliği “haşa” nefsani olduğunu söylemişler. Bediüzzaman o günkü ve bu günkü münafıklara şöyle bir cevap daha veriyor:

“Yüz bin defa hâşâ ve kella. O damen-i muallâya, şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk beş yaşına kadar hararet-i gariziyenin galeyanı hangamında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismetle Hatice’tül Kübra (ra) gibi ihtiyarca bir tek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zatın, kırktan sonra, yanı hararet-i gariziye tevakkufu hengamında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.”

Efendimiz (sav), istemiş olsaydı Zeyd’le evlendirmeden önce de Hz. Zeynep’le evlenebilirdi. Eğer, “hâşâ” nefsanî arzuları olmuş olsaydı,  gençliğinde hevesatın dorukta olduğu zamanda kendisinden on beş yaş büyük olan dul bir kadınla evlenmezdi. Bu evliliği 25 sene devam etmiş,  elli yaşından sonra çok evlilikler yapmıştır. Münafıkların yalan beyanları gibi nefsanî arzuları için Hz.Zeynep’le evlenmemiştir. Ancak, Hz. Zeynep’le yapılan izdivacın önemli sebeplerden biri  Ferasetçe yüksek bir ahlaka sahip olması, toplumda yaygın yanlışların düzeltilmesi ve bir “ akd-i ilahi” olmasıdır. Bu hikmetleri göz ardı eden münafıkların çürümüş batıl zihniyet ve beyhude itirazlarına bir tüh….!  demek lazımdır.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

17.12.2013

www.NurNet.org

KAYNAK

1-Mektubat/ yedinci mektup,

2- Ahzab, 33/5

3-Ahzab,33/37

Sevgi Şehri Boğazlıyan’a Selamlar

Yozgat ilimizin şirin ilçelerinden Boğazlıyan’a 2002’de memuriyet icabı tayinim çıkmıştı. Bu atamamdan dolayı üzülmüştüm. Bir sevkli ilahidir deyip, gittim göreve başladım. İki sene sonra, yani 2004’te tekrar Diyarbakır’a geri döndüm. Bugün yarın derken arada on sene geçtikten sonra, can dostlarımı ziyaret etmek ve bir sıla-i rahim yapmak üzere Boğazlıyan’a gittim.

Şehir merkezinde bulunan dört katlı okuma salonlarıyla, etüt odalarıyla, dayalı döşeli hizmete açık olan vakıf binası 28.11.2013 günü tüm haşmetiyle adeta bana hoşamedi ederek, sıcak bir karşılamayla beni kucakladığını hissettim. Daha sonra vakfın müdebbirlerinden Nedim Uysal kardeşimiz ve nesl-i atinin temsilcileri olan,  iman ve Kur’an hizmetine koşan talebe-i ulum kardeşlerimizle karşılaşınca,  Cenab-i Allah’ın bu lütfüne, ihsan ve ikramına karşı “haza min fedli rabbi” dedim, Bu vakıf binası var oldukça ve içinde İman, İslam ve Kur’an dersleri devam ettikçe inşallah Boğazlıyan halkı için bir sadaka-i cariye hükmünde olup,  belaların define vesile olacağı Allah’tan umut ediyorum.

Boğazlıyan’ın adı teberi tarihinde “ barış içinde yaşanan yer” anlamındadır. Kökü Türkçe bir kelimedir. Yani boğazına sarılan, kucaklayan ve birbirine kavuşan anlamıma gelir. İşte on sene sonra da olsa aziz dostlarımızla bizi bir araya getiren Boğazlıyan…

İsminden de anlaşıldığı üzere halkı hoş görü ve cana yakın insanlardır. Boğazlıyan nur cemaatinin ulu çınarı ve esnafından olan Necati Avcı ağabey, Zekeriya ve Fatih Bağcı kardeşlerimiz ile Sadettin Sağırkaya hocamızın sıcak davet ve ikramları makul ve unutulmaz anılardır.

Ayrıca, okuma programı için Kayseri’den Boğazlıyan vakıf binasına gelen hafız Abdulhay Durlanık, Murat Aras, Zeynel Koç ve küçük Saidler manasında imana- Kur’an’a hayatlarını vakfeden ve bu inanç altında hayatlarını yürüten sevgili genç kardeşlerimizin namaz arkasında yaptıkları tesbihatlerde, okudukları esma-i Hüsna ve Kur’an kıraati, akabinde  Kur’anın hakiki tefsiri olan Risale-i Nur’dan  dönerli okudukları imanı bahislerle cemaattin medar-i iftiharı olmuştur.

29.11.2011 günü esnaf ve resmi daire ziyaretleri yapıldı, bu arada vefat eden yakınların taziyelerine gidildi, akşam vakıfta yapılan umumi sohbete katılarak fedakâr öğretmen kardeşlerimizden Uğur, Hurşit, Gürbüz hoca, memur kardeşlerimizden ve oranın mukimlerinden Ömer Ayna hocamız ve daha isimlerini sayamadığım birçok yerli halkın katılımıyla oluşan kalabalığa Risale-i nurdan iman ve içtimai konularda sohbetler yapıldı, feyiz dolu sohbet ve konuşmalarla can dostların ilgi ve alakaları bir kez daha teyit edildi.

Keza, 30.11.2013 günü Süleyman Yakut kardeşimizin ikametimize verdiği iki vasıta ile Evliya Ahmet ağabeyin diyarı olan Sarıkaya ilçesine gittik. Kayseri’den okuma programı için gelen öğrencilerle sohbetler yapıldı. Sohbetten sonra, Evliya Ahmet ağabeyle koyu bir sohbete daldık. Dershanelerin kapatılması ve Risale-i nur’un sadeleştirilmesi ile alakalı bana bazı sorular sordu:

Seyahatimle ilgili bu yazıyı yazmamın biri de Evliya ağabeyin soruları neden olmuştur.

Evliya ağabey,  Hoca efendi diyor ki: “ Dershaneler doğru çalıştırılıyorsa hükümet destek verilmelidir. Yanlış çalıştırılıyorsa, o zaman yanlışı düzeltmelidir.”

Ne diyorsun? Evliya ağabeyin görüşünü bilmediğim için ona fikrimi beyan etmekten zorlandım. Evliya abi, bu konular siyasidir, karışmayalım. dedim.

Yani diyorsun ki: Hükümetin hikmetine karışmayalım.

Evet, dedim.

Evliya, ama hoca efendi doğru söylüyor değil mi?

Evet, abi.

Bir ara su-i zan ederek, Mehdi-i azamın görevlerinden olan siyasi kanadını bir eşhasa tevci edenler var. Acaba Evliya abi de “Cibili baba”lar gibi düşünenlerden mi, değil mi? Diye tereddüt ettim.

Gene, Evliya ağabey soruyor: Peki kardeşim sadeleştirmeye ne diyorsun?

Ağabeyim, iyice beni dinle: Risale-i nur’un hiçbir talebesi sadeleştirmeyi kabul etmiyor. Büyük bir hatadır, vazgeçmelidir. Niye? Desen: Risale-i nurlar, Kur’an’ın hakikatli ve manevi bir tefsiridir. Risale-i nurda ne kadar güzellikler varsa hepsi Kur’an’dan süzülüp gelmiştir. Onun için Risale-i nur sadeleştirilemez. Sadeleştirildiği zaman kelimelerin anlam ve manaları değişir, dedim.

Evliya abi: Vallahi bende bu görüşte olduğum için seninle hem fikirim. Bu arada Evliya ağabeyin fikrini de öğrenmiş oldum. Ama, tekrar tekrar bana ayni sözleri nakarat etmeye başladı.

Evliya: O zaman birinci sorumun cevabını aldım. Yani dershanelerin kapatılması bir nevi Risale-i nur’a yapılan taarruz ve hıyanetten dolayı bir tokattır, değil mi? Evet abi, diyerek Evliya Ahmet’le çok heyecanlı sohbetimiz tatlıya bağlandı.

1.12.2013 günü Menderes ve amcası oğlu Yalçın Aygülen kardeşimizin arabasıyla Çayıralan ilçesinde tertiplenen Risale-i Nur okuma programına katıldık. Sorgun, Yerköy, Doğankent, Sarıkaya vs. çevre ilçelerden de gelenler vardı, okuma programı akabinde meşveret yapıldı, hem özlem duyduğum ağabey ve kardeşlerle bir arada bulunduk, hem de feyiz almaya medar oldu. Boğazlıyan’a dönerken Uzunlu beldesi eski Belediye başkanı Abdullah Koç bizi ağırladı, onunla müsamaha ettikten sonra akşama doğru Boğazlıyan’a döndük.

Seyahatimin bir kısmını da Mersin’e ayırdım. Mersin’de de iki gün dost ve kardeşlerle, Boğazlıyan gibi merkez vakıf binasında bir araya gelerek manevi kardeşliğin ayrı bir sırrını ortaya koyup muhabbete vesile olmuştur.

Bu vesileyle tüm can dostlarıma selam ve binler teşekkür ve tebrikler…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

11.12.2013

www.NurNet.org