Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Bir Babanın Ölümü Ardından!

olum.mevt Cenab-ı Allah (cc) Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurur: “Her nefis ölümü tadıcıdır.” (Âl-i İmrân, 3/185).  

“Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30).

Birinci ayet ölümün şümulüne, ikinci ayet ise imtiyazsız olduğuna işarettir.

Ruh, Allah’ın en mükemmel bir eseridir. Hayat nimetine kavuşmuş bir varlık, bu nimet ve şeref ondan ebediyen geri alınmayacaktır. Berzah âleminde, mahşerde, cennet veya cehennemde de devam edecektir.

Ruhu yaratan Kadir-i Zülcelâl, her ruha uygun bir beden de yaratmış,  bu da O’nun hikmet ve kudretindendir. İşte bedende emanet durdurulan ruh, bedenden çıkıp kendine mahsus bir başka âleme göç etmesi olayına veya ruhun bedendeki tasarrufuna son vermesine ölüm denilir.

Babam da dünya hayatından; Rahman-ı Rahim’in umumi davetine 11.10.2013 günü icabet ederek ahiret âlemine irtihal etmiş, vefatı umumi af ayı olan Zilhicce ayı, Kurban Bayramına üç gün kala ve cuma gününe rastlanması, inşallah hakkında Rahmete vesile olmuştur.

Zaten 92 yaşında imanlı, inançlı ve sağlam bir itikada sahip, sekerat-ı mevti sezdirmeden vefat etmesi, İslami kaynaklarda:‘dünyada yaşarken iyi hal üzere olanların, yani iman edip emir ve yasaklara titizlikle riayet edenlerin ölümlerinin kolay olacağı ve ölüm meleğinin onlara rifk ile (yumuşaklıkla) muamele edileceği’ belirtilmektedir.

Vefatına kadar şuuru taalluk ettiği müddetçe namazını bir şekilde eda eder, sair zamanlarda da zikirle meşgul olurdu. Vefatından sonra da arkasında günlerce dualar ve hatm-i şerifler okunmuştur. Allah rahmet etsin. Âmin…

Bu vesileyle acımızı paylaşmak üzere bizzat evimize kadar gelen, telefonla taziyette bulunan tüm dostlarımıza teşekkür ederim.

Bediüzzaman ölüm için şöyle diyor:

“Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile bir hikmet ve tedbir iledir.”Mektubat

Yukarıda ifade edildiği üzere: Hayat, ihya fiiline dayandığı gibi, ölüm de imate fiiline dayanıyor. İhya da, imate de ayrı ayrı birer ilâhî ismin tecellisine hizmet ediyorlar. Dolayısıyla ölüm, yeni ve güzel bir hayata atılan bir adımdır, yani berzah âleminin dünya âleminden daha güzel; ahiret âleminin de berzah âleminden daha güzel bir yer olduğunu mü’minlere bildiriliyor.

Mü’min elbette “Ölümü gülerek karşılar.” Belki dünyadan ebedi bir müfarakat için, yakınları üzerinde bir geçici hüzün bırakır, iki üç gün gibi kısa bir zaman sonra Rahman sıfatının tecellisiyle o hüzün de kalkar.

Yani, “Eğer dostlardan mufarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.” Demek, en ziyade insanı öldüren, ahbaptan mufarakattir. Evet, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış. Eğer Kur’ân’dan, imandan medet gelmeseydi, o gam, o keder, o hüzün, ruhumu uçuracak gibi tesirat yapacaktı.” Lem’alar, Yirmi altıncı lem’a

Ölüm, yok olmak ve hiçliğe gitmek anlamında görmemek gerekir. Zaten dünyada sevdiğimiz şeylerden ayrılmanın içyüzü de budur. Yoksa ebedi bir ayrılık ve ebedi bir hasret değildir. Ölüm şu geçici ve meşakkatli dünya hayatından huzurlu ve daimi bir hayata geçiştir.

Şairin algıladığı gibi ölüm ebedi hüsran ve acıklı bir ayrılık değil, tam aksine ebedi bir saadet ve kavuşmanın bir ilk adımı ve bir başlangıcıdır. Allah’a (cc) hakkı ile kul olan, ölümden korkmaz. O’na kul olana ise her şey musahhar ve hizmetkâr olur. Azrail (as)’de musahhar olur. Toprak ta musahhar olur.

Ya İlahi ve Yarabbi! Resul-i Ekrem Aleyhisselatu vesselamın hürmetine bizi onun şefaatine mazhar, sünnetine itiba ve dar-i saadette al ve ashabına komşu eyle, Âmin…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

22.10.2013

www.NurNet.org

Abdülmecid Ağrak Hakkın Rahmetine Kavuştu

NurNet.org sitesi yazarlarından Rüstem Garzanlı Ağrak’ın babası Abdülmecid Ağrak vefat etti. 92 yaşında hakkın rahmetine kavuşan Ağrak Siirt Kurtalan’da toprağa verildi. Hayatını iman ve Kuran dairesinde geçen Abdülmecid Ağrak’ın hizmetle meşgul torunları bulunmaktadır.

Bizde NurNet aile olarak Abdülmecid Ağrak’a Allah’tan rahmet, Rüstem Garzanlı abimize de sabır diliyoruz.

www.NurNet.org

Manen Enbiyalar, Evliyalar ve Mü’minlerin İbadetlerine İcabet Etmek!

Mü’minin, namazdan sonra yaptığı tesbihat bir ibadettir. Mesela “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allahü Ekber” gibi mübarek kelimelerle otuz üçer defa Allah’ı tesbih ve senâ ederek, hem bu dua ile acizliğini ve ihtiyaçlarını, hem de salavatlarla da Efendimize muhabbet ve selâm gönderilerek onun şefaatini dilemiş olur.

Namazın tesbihatında otuz üçer kere söylenen bu mübarek sözler birer manevi kilit gibidirler. Mesela rast gele bir anahtarla kilit açılmaz, ancak o kilidin şifresine uygun bir anahtarla açılabilir. Her bir e-mailin şifresi gibi, diyelim otuz üç harfli bir şifre olursa, bir harf noksan veya fazlası ile yazılırsa e- mail kutusuna girilemez. Böylece bazı İlahi sırların açılabilmesi için de belirli sayıda tesbih gerekiyor. Hikmet-i İlahiye öyle murad etmiş. Kul şifreyi bilmeyebilir. Bazen sehven sayı hakkında bir yanılgıya girilirse de inşallah anahtar kilide uyar, maksat yerini bulur.

Zaten ibadetin sebebi de Allah’ın rızasını kazanmaktır. Cenab-ı Allah Kur’an’ı Âzimuşşan’da: “Namazı kıldıktan sonra; ayaktayken, otururken ve yan yatarken Allâh’ı anın.” buyurur. 1

Peygamberimiz (asm) de: Allah’ın celalinden zikrettiğiniz tesbih (Sübhanallah), tehlil (Lâ ilahe illallah) ve tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş’ın etrafında dönüp dururlar. Onlar tıpkı arıoğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar. Sizden biri, Arş’ın civarında kendisini andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz mı?” buyurmuştur.

Bediüzzaman, “Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir. (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. Bu nedenle ehemmiyeti büyüktür…”demiş.2

Konu ile alakalı Risale-i Nur Külliyatında: Kastamonu Lahikası, On Üçüncü Şua, Yirmi Sekizinci Mektup, Mesnevî-i Nuriye- Hubab, Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup’tan geniş bilgi elde edilebilir. Tesbihatin mana ve önemini zaten ayet ve hadisle yukarıda zikredilmiştir.  Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur’dan da kısmen aşağıya yazılmıştır.

Bediüzzaman, “Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür.

Yani:

.Celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek;
.Hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek;
.Hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdü lillâh deyip şükretmektir.

Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler.
Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.” buyurmuş. 3

Cemaatle kılınan namaz, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi kat sevap kazandırdığı gibi; namazdan sonra cemaatin yaptığı tesbihat ve dua da semaya kaldırılan eller, bir nevi iştirak-i a’mal-i uhreviye hükmüne geçer. Böylece toplu yapılan duaların kabule karin olacağı Allah’tan ümitle beklenmektedir.

Mesela sabah ve akşam namazı tesbihatında “Allahumme ecirna minennar” denildiği zaman “na” biz manasındadır.  Yani “Allah’ım hepimizi ateşten kurtar.” Dua ne kadar geniş kapsamlı olursa o kadar sevabı fazla olur. İştirak-ı a’mal-i uhrevi cihetiyle de her cemaat kendi şeyhine, üstadına ve arkadaşlarına ismen duada bulunarak, cemaatinin duasına ortak olabilir. Mesela her Nur talebesi yapacağı duada üstadını ve Nur talebelerini düşünerek duasına dahil ederse; diğer talebelerin de yapacakları dualara, iştirak-i  a’mal-i ühreviye cihetiyle  ortak olmuş olur.  Aksi takdirde beklenti içine girmek manasız olur. Çünkü Risale-i Nur Talebesi olma şartlarından bir tanesi de ta’dil-i erkân ile namazı kılmak ve arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

“…teşrik-i mesai sırrıyla ve her has Nurcu, umum Nurcuların mânevî kazancına hissedar olmasıyla, mânen binler dille ibadet ve dua ve istiğfar ve tesbihat yapmaya hakikî uhuvvet ve ihlâs ile mazhariyetinizi rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz ve öyle de ümit ediyoruz.” 4

Netice olarak tesbihatsız namaz kılan; şeytani, insi ve cini marazlara karşı yenik düşebilir. Bu nedenle mü’min namazını tesbihatla güçlendirmesi gerekir. ´…tesbihat eden milyonlar mü’minler cemaatı arasına manen girer, onlarla beraber söyler. Hatta daha ileri gitse bütün zaman ve mekânlardaki mü’minlerle beraber olarak, ortada Resûl-i Ekrem (a.s.m.) sağında enbiyalar, solunda evliyalar ve bütün mü’minler beraber tesbihat edebilir.” Şeklinde açıklayan  Bediüzzaman,”Yine birgün, ´Ben namazdan çıkışta (Esselâmü aleykûm ve rahmetullah) dediğimde, sağımda enbiyaları, sol tarafımda evliyaları niyet ederek öyle selâm veriyorum´ 5 demiştir.

Duanın umman denizinden istifade etmek isteyen, namazın arkasındaki tesbihatı huşu içinde yapsın ve manen Enbiyalar, evliyalar ve mü’minlerin meclisine girerek dualarına icabet etsin

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

01.10.2013

www.NurNet.org

————————————————————–

Alıntılar: 1-Nisa/103, 2-Kastamonu lahs. 70. mektup,

3- Sözler. Dokuzuncu Söz, 4,5-Emirdağ Lâhikası.

Hz. Muhammed (asm)’in Dua Hazinesi Cevşen, Hem Tefekkür hem de Zikirdir!

Cevşen, vahye dayanan eşsiz bir tefekkür ve zikir kaynağıdır. Allah’ın bin bir ism-i şerifiyle cehennemden, ateşten, azaptan, gazap ve kahr-ı ilahi’den, afetlerden, musibetlerden Allah’a sığınma manası ifade eden tevhit cümlelerinden müteşekkildir. Hazreti Cebrail(as) tarafından Peygamberimize (asm) “Zırhı çıkar, onun yerine bu cevşeni oku” buyrulmuş. Cevşen, Hz.Ali, (ra) Cevşeni bizzat Peygamberimizin (asm) mübarek dilinden yazmış ve ondan rivayet etmiştir.

Cenab-i Allah (cc) Kur’an’ı Kerimde birçok ayetlerinde kendi isimleri ile dua etmemizi emretmiştir.(1) Örneğin: “Ya Rahman! Ya Rahim! Ya Rezzak! Ya Şafii! Ya Hafiz!”vs. Keza, Fahr-i Kâinat Muhammed (asm) ism-i azamla yapılan duaların kabul olunacağını bildirmiştir. (2)  Cevşenü’l-Kebîr duası tamamıyla Allah’ın isimlerinden oluşmaktadır. Bu nedenle önem arz ediliyor.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri vird-i zeban ettiği Cevşen’i, Mecmuatül Ahzab adlı eserden nakletmiştir. Bu eserin müellifi muhterem ve büyük velilerden Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretleridir.(3)

Hazreti Ali (r.a.)der ki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısıdır, diyeceksiniz.” (4) Öyle mahrem ve hususi rivayetler vardır ki, umuma açık hâdis kitaplarında yazılmamıştır. Abdülkadir Badıllı ağabey de “Cevşenü’l-Kebir duası da böyle sırlı bir münacat olduğunu bu sebeple umumca bilinmediğini düşünüyoruz.” demiş.

Bediüzzaman duanın kabulünün şartlarından ve Cevşenü’l-Kebîr ile alakalı şöyle diyor:

Ubûdiyet, emr-i ilâhiye ve rızâ-ı ilâhiye bakar. Ubûdiyetin dâisi emr-i ilâhî ve neticesi rızâ-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gâiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubûdiyete münâfî olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubûdiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hasiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.

işte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendî’yi veya bin hâsiyeti bulunan el-Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksûd-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar ve müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rızâ-yı ilâhî için âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbûldur. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktâbdan ve Selef-i sâlihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkâr da eder”.(5)

Bediüzzaman, özelikle Cevşen Hz. Muhammed (asm)’in duası olduğunu: “Nev-i insanın medâr-ı fahrı ve elhak en hakiki insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr nâmındaki münâcâtında bin bir ismiyle duâ ediyor, ateşten istiâze ediyor. Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenü’l-Kebîr ile öyle bir marifet-i Rabbâniye ile öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. (6) buyurmuştur.

Cenab-i Allah, Cevşenü’l-Kebir’i ihlâsla okumayı nasip etsin, onun hürmetine bütün İslam âlemini her türlü afetlerden, bela ve kötülüklerden muhafaza etsin. Âmin…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

30.9.2013

www.NurNet.org

Alıntılar :1-İbni Mace, 2-Taha,8/Haşir, 24/İsra,110, 3-http://www.evliyalar.

4-Ruh-ul beyan. 5–17.Lem’a On üçüncü nota. 6–24.Söz. Birinci dal.

Ashab-ı Kehf’ten Mü’minlere Mesaj!

Ashâb-ı Kehf kıssasının anlatıldığı Kur’ân-ı Kerimin on sekizinci Suresinde, bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” adı verilmiştir. Surenin 8–28. ayetlerinde bildirildiği üzere, putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç putperestliğe karşı çıkmış,  öldürülmekten kurtulmak için mağaraya sığınmışlar.

Köpekleriyle birlikte mağarada uyuyan Ashab-ı Kehf 300 veya 309 yıl sonra uyanmışlar. Bu süre Kur’ân-ı Kerim’de, “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler” şeklinde geçmektedir. Mağarada “Bir gün yâda günün bir parçası kadar” uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birine gümüş para vererek yiyecek almak üzere şehre gönderirler.  Durumdan haberdar olan halk, mağaraya giderler. Ölümden sonra dirilmenin imkânı ispatlayan bu vakıadan sonra, Kuvvet ve kudret sahibi olan Allah, bu gençlerin ruhlarını ebedi saadete yollar.

Kur’an’ı Kerim de kudret sahibi şöyle buyurur: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O’ ölüleri de mutlaka diriltecektir. O’  her şeye kadirdir.”  Rum süresi, 30/50

Bitkilerin tohumları kışın toprak altında çürüyüp bahar mevsiminde tekrar dirilmesi, kışın beyaz kefene sarılmış ağaçların dalları, bahar mevsiminde yemyeşil yapraklarıyla, çiçekleriyle ve meyveleriyle yeniden hayat bulmaları haşrin ve dirilmenin sayısız örnekleridirler. Bir bitkiyi dirilten Kudret sahibi, elbette kâinatın en kıymettar varlığı olan insanları da diriltecektir. Yukarıda mealen geçen Ayet-i kerime de,  ölümden sonra dirilmeyi nazara veriyor.

Zaten Cenab-i Allah’ın esmalarından biri de “Muhyi”dir. Yani hayat vericidir. Ayetin devamında “ Şüphesiz O’ ölüleri de mutlaka diriltecektir. O’ her şeye kadirdir.”buyruluyor. Haşirde herkes birden ceset ve ruhu ile bir anda dirilecektir.

Ashab-ı Kehf, üç yüz sene kadar uyuyup daha sonra uyanmaları, ehl-i iman için berzah âlemi ne kadar uzun da olsa bir an-i seyyale gibi geçeceğine işarettir. Berzah âlemiyle ilgili münasebet gelmişken, Molla Hamit abiden bir hatırayı aktarmak istiyorum. Ona da Molla Resul anlatmış:

Üstad Bediüzzaman Said Nursi bir gün talebesi Mola Resul ile mezarlıktan geçerken, Üstad, bir kabrin başında yarım saat kadar kalır, sonra yoluna devam eder. Bu defa Molla Resul “Allah’a kasem ederek, o kabrin başında niçin durduğunu” üstada sorar.

Üstattan birkaç yaş büyük olan Mola Resul, çok ısrar edince,  neden durduğunu kendisine şu şekilde anlatır:

“Saliha bir kadının mezarının yanında durduğunu, bu kadın hayatta iken ziynete, süse ve boncuğa biraz düşkünmüş. Dünyada iken gerdanlığı kırılmış, onu ipe dizerken vefat etmiş. Kabrinde de hâlâ boncuk dizmekle meşgul. İhtimal ki kıyamete kadar da onunla meşgul olacak. Kıyamet koptuğunda “ne kadar çabuk kıyamet koptu, daha boncuğumu dizip bitiremedim diyecek.”  ben bunun için durup Cenab-ı Hakkın azametini seyrediyordum.” demiş. Sanırım müminlere berzah âlemini çok güzel özetleyen bir vakıa…

Kur’ân-ı Kerimde, “Kehf” süresinde Ashâb-ı Kehf kıssası detaylı anlatılmıştır. Konunun asıl hikmeti gene de Cenabı Allah bilir. Kıssadan idrak edildiği kadarıyla: İman ve küfür mücadelesinin öteden beri var olduğu ve kıyamete kadar devam edeceğini, her şeyi yoktan var eden Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğunu,  berzah âlemi ne kadar uzun da olsa; ehli iman için bir an ve bir lahza gibi geçeceğini, insan olsun- hayvan olsun her mahlûk Cenab-i Allah’ın adaletinin tecellisine mazhar olacağı mesajı verilmektedir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

23.10.2013

www.NurNet.org