Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Allah’ın İnsanlara Vaat Ettiği Güzel Hayat!

Allahin.insanlara.vaat.ettigi.guzel.hayat“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” 1

Salih amel ve o salih amelin dayandığı nokta imandır. Mü’min veya mü’minler, Allah’a verdikleri “ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız” sözünü unutmamalı, dünyayı geçici bir pazar ve imtihan yeri; ahireti de ebedî bir hayat bilmelidir. Dünyada iyi amel işleyen müminler için ise, Allah’ın vaadi güzel bir hayat ve o hayatın ardından da bir cennet ihsanıdır.

Mü’min, Allah için ve Allah’ın dinine uygun olarak yaptığı işlerden dolayı ecir kazanmaktadır.  İnsanların beğeni ve hoşgörüsü için yapılan ibadetler bir sevap nedeni olamaz, hatta ceza-i ameldir.

Yüce Rabbimiz “… İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır.”2

Keza başka bir ayat-i Kerime’de şöyle buyurur:“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amel de bulunursa, onlar cennete girecek,” 3

Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. Mü’minlerin en yakın dostudur. İşleri kolaylıkla sonuçlandırır. Mü’minlerin işlerinde kolaylık ve güzellik sağlar. Peygamber efendimiz (sam) hayatı boyunca gösterdiği tevekkülü bütün Müslümanlara güzel örnek olmuştur.

Cenab-ı Allah birçok enbiya ve evliyaları sıkıntı ve meşakkatlerle imtihan etmiştir. Mesela, Hz. Musa (as)’Firavun’un zulmünden kaçarken,  “ Şüphesiz Rabbim benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” 4 buyurmuştur.

Cenab-ı Allah denizi ikiye yararak Hz. Musa (as) ve kavmini karşı kıyıya geçirmesini sağlamış, Firavun ve kavmini de suda boğmuştur.

Allah hem dünyada hem de ahirette mü’minlerin dostudur. Allah her işlerinde başarı ve güzellik verir. Hatta insanın en umutsuz olduğu an bile yardımını sağlıyor. İbrahim (as)’ın ateşe atılması, ateş sehil ve selametle onu koruması gibi,

Netice-i kelam, insanların tek yardımcısı Allah’tır. Mü’minler ondan yardım ister, Cenab-ı Allah’ta onlara icabet eder. Yeter ki mü’minler iman ve inançları doğrultusunda hareket etsinler.

“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) Yardım ederseniz, o’da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” 5

Birçok evliyalar zalimlerin zulmüne ve işkencelerine maruz kaldıkları gibi, Âlame-i asır, Bediüzzaman Hazretleri de zulüm ve işkencelere karşı maruz kalmıştır. Yirmi yedi sene sürgünden sürgüne gönderilmiş, kendi yurdunda bir ecnebi gibi gözetim altına alınmasına rağmen gene şefkat ve merhameti elden bırakmamıştır.

Şöyle ki: “Ben Risale-i Nur mesleğinin esası olan şefkat itibarıyla, bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere değil ilişmek, hatta beddua da edemiyorum. Hatta en şiddetli ve garazla bana zulmeden bazı fâsık, belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çünkü o zalim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî darbe gelmemek için, o dört beş masumların hatırına binaen, o zalim gaddara ilişmiyorum, bazen da helâl ediyorum.6

….Yâ Rabbi onların imanını Risale-i Nur’la kurtar, idam-i ebediden  sırr-ı Kur’an’la  terhis teskeresine  çevir!  Ben de onlara hakkımı helal ediyorum. Buyurmuştur.

Bu dünyadan; Berzah, haşir, mahşer, cennet ve cehenneme doğru bir sevkıyat var.  O sevkıyat için bu dar-i dünya salonunda elimizde bir fermanla sıramızı bekliyoruz. Kabir bütün güzelliğiyle veya çirkinliğiyle bizi bekliyor. O daracık çukurda arkadaşın amelin olacaktır.

Kabir amel ve emre bakar. Şark yöresinde Zaza’lara atfen kullanılan bir atışmayı konumuza misal vermekten inşallah bir beis olmaz. Şöyle ki: Zaza’nın biri lokantaya gider, ısmarladığı yemekten küçük bir kurbağa çıkar, dişleri arasında sıkışınca kurbağa ciz, viz… Etmeye başlar, Zaza: “vallahi ciz… viz! nezanım (bilmem)” paramı vermişim. der. Amel kötüyse kabir de cehennem de kimsenin ah! Of’unu dinlemez…. Aldığı emri bilir ve onu dinler.

Ramazan-i Şerif ve Leyle-i Kadir yaklaşıyor! Allah’ın vaat ettiği güzel hayata nail olmayı diliyorum…. Saygılarımla

19.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

ALINTI

1-Nahl,97/ 2-Rum Süresi, 4,/ 3- Nisa, 124/4- Şuare süresi, 62/5-Muhammed,7/6- Tarihçe-i hayat say.y.Tanz.803- 499 Emirdağ hayatı

Ah Ne Kadar Mesul Olduğumuzu Bilseydik?

Hane bir söz var  “Tok acın halinden ne anlar”  elbette doğru bir söz, tok insanlar midesinden tok, cebinden tok, sözünden tok, yürüyüşünden tok, kibrinden, gururundan ve enesinden tok…, Toktur, tok açın halinden açlıktan ne anlasın!… Çünkü aynasından herkesi tok görür.

Asgari ücretle çalışan birinin nasıl geçindiğini tok biliyor mu?  Ev kirası,elektrik su gideri, çocukların okul masrafı, mutfak masrafı…. Gene çalışan şanslı sayılır vardır bir işi, bir banka kredi kartı… Ya işsizin hali…..

Yüksek tahsilde fakir bir ailenin çocuğu günde bir simit veya bir miktar kabak çekirdeğiyle midesini avutan, ev bulamıyorum bahanesiyle arkadaşların evlerinde misafir kalan öğrencilerden haberiniz var mı?

İş bulma niyetiyle sabah evinden çıkan; akşama işsiz eve dönen bir babanın;  “Kız çocuğuna evladım bugün iş bulamadığım için, sana bir oyuncak alamadığımdan dolayı üzgünüm, kucağını açıp gel kızım, gel!… Son bir kez kızımı öpeyim, koklayayım söz sana bir daha elim boş eve dönmeyeceğim, seni asla bundan sonra üzmeyeceğim,” kızına sarılır doya doya öper, koklar… koklar…. Ağlar!.. Kim bilir o an baba neleri düşünüyordu?

Hani gönlü kırık babanın bir sözü vardı, “bir daha elim boş eve dönmeyeceğim,” demişti ya! Kalbi mahzun; gözü sevgi dolu baba muhabbetiyle mesrur olan kız, yarına babasının getireceği oyuncak hayaliyle uyur, akşam yemeğini hazırlamak için boş mutfakta mahzun ve melül oturmuş bir anne…

Evde bir sessizlik hâkim, ailesine karşı daha fazla mahcup olmak istemeyen işsiz babanın, evin sessizliğinden yararlanarak intihar ettiğinden haberiniz var mı?

Çalışmak isteyen fakat iş bulamayan gençlerin, “ya iş bulacaksın; ya senden boşanacağım” diyen eşlerden haberiniz var mı?

Esnafın kapı önüne bıraktığı yemek artıkları evine götüren annelerden haberiniz var mı?

Okulların tatil olmasıyla, pamuk tarlalarında on sekiz saat 15- 20 liraya çalıştırılan fakir aile çocuklarından haberiniz var mı?

Akşamdan sabaha kadar sokak çöplerinde ekmek, plastik, boş teneke kutuları toplayan gençlerden haberiniz var mı? Ey tok kardeşim!…

Komşusu açken tok yatan bizden değildir.(hadis-i şerif)

“Düşler ve Sokaklar” adlı, sokak çocuklarını konu edinmiş bir eserde şöyle deniliyor:
“Bir çocuğa sormuştum “niye sokaklarda çalışıyorsun” diye.

Çocuk bana “Bunu ben bilemem, ben çocuğum, siz büyüğümsünüz, siz daha iyi bilirsiniz.”demişti,

Peygamber Efendimiz evinde bir kediyi aç bırakıp ölmesine sebep olan dindar bir kadının cehennemlik olduğunu haber vermiyor mu?

Köpeğe ayakkabısıyla kuyudan su çekip yaşamasına sebep olan kötülüklere bulaşmış kadını cennetle müjdelemiyor mu?

Bakınız sevgi, ilgi ve alaka bekleyen fakir insanlar ne diyor? “Ben de senin gibi insanım.” diyor. İnsanlar yaratılışta eşittir, mal mülk kimsenin değil, canda malda Allah’ındır. Bir emanetçi olduğunu unutma!

Ne gariptir ki hazin sesleri duymazlıktan gelip, hayal âlemimizde kendimizi mutlu görüyoruz. Herkesi de kendimiz gibi mutlu sanıyoruz… Ah ne kadar mesul olduğumuzu bilseydik?

Daha nice acı portreler! Nice  hazin dramlar…. İnsanların içinde bulunduğu fakr-u zaruriyeti, hele işsiz babanın dramı yazarken, gözyaşlarıma hâkim olamadım. Yazıya ara verdim,  gözyaşıma; kalbimde iştirak edince hâkimiyet elimden çıktı, hıçkıra hıçkıra ağladım… Ağladım ….

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Her gün tonlarca yiyecek çöpe atılıyor, aç ve fakir insanların çöplüklerde yiyecek toplarken, toplum olarak bu mesuliyeti hissedemiyorsak yazıklar olsun!…..

Allah (cc) şöyle ferman eder: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” Bakara, 3, yani infak ederler.

İnfak,  sözlük anlamı: Allah rızasını kazanmak amacıyla muhtaç ve yoksul insanlara para veya maişet yardımı yapmak, onların geçimini sağlamak, hayır yolunda harcama yapmaktır.

Yardımlaşma ve dayanışma, insanoğlunun muhatap olduğu ilk sorumluluklardan biridir.

Kur’an’ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın! Allah’tan sakınınız! Çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”buyurur, Haşr, 18

İnsan bu dünyada nasıl yaşamışsa kıyamet gününde Allah’ın huzuruna dünyada işledikleriyle birlikte varır. Amel kötüyse pişmanlık duyacak, ancak pişmanlıkta faydası olmayacaktır.

Açlıktan dolayı biri intihar ediyorsa toplum olarak mesulüz. Bir genç yüksek tahsilini parasızlıktan dolayı bırakıyorsa toplum olarak mesulüz. Eğer maişetten dolayı bir aile düzeni bozuluyorsa toplum olarak mesulüz.

Diyarbakır’ın Merkez Ulu cami’deydim, bir meczup namazı eda ederken başını sağa çevirip yüksek sesle “selam” verir, muhtemelen cemaatten selamın karşılığını bekler, umduğunu görmeyince, sola dönerek “aleyküm selam…” diyerek kimsenin minnetini çekmem. dedi,

Evet, selam veren çok ne yazık ki alan pek yok. Benden de bir selam! Yardımlaşmaya, dayanışmaya, uhuvvete ve muhabbete selam olsun… Saygılarımla,

12.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

Rüstem Garzanlı’dan İtidal-ı Dem Çağrısı

Sitemizin aktif yazarlarından ve Diyarbakır Bağımsız Kamu Çalışanları Sendikası “BASK” İl temsilcisi Rüstem Garzanlı, Diyarbakır küçük Millet Meclisi 8 Haziran 2013 ayı toplantısında “Gezi Parkı” eylemi hakkında manidar bir konuşma yaptı.

Üstad Bediüzzaman’ın toplumsal sorunlara yaklaşımını günümüzün anlaşılır diliyle paylaşmayı prensip edinen Garzanlı şöyle konuştu:

Evvela şunu belirtmek isterim, demokrasilerde toplum kendilerini ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük insani bir haktır. Dolayısıyla birey veya toplum fikir ve görüşte muhalefet etmekte serbesttir.

Taksim Gezi Parkında ki “ağaçlar kesilmesin” yeşil alanı korumak için yapılan eylem takdir edicidir.

Şunu da belirtmekte yarar görmekteyim, eyleme kolluk kuvveti engeli de yanlıştır. Maalesef geçmişte benzeri olaylardan da ders almadığımız için, tarihimiz tekerrür ediyor. Mesela: 1908’ de meşrutiyet ilanında İstanbul birçok siyasi ve sosyal olaylarla kaynıyordu. Bir tarafta, hamalların, İttihatçılara ve Meşrutiyete karşı bir ekonomik engelleme hareketi olarak başlattıkları boykot, bir başka tarafta medrese uleması ve talebeleri meşrutiyet ve anayasal sistemin İslamiyet’e aykırı olduğu düşüncesiyle gösterdikleri rahatsızlık, Askeri itaatsızlıklar vs.

Memleketin birçok yerlerinde isyanların başladığı o dönemde, Bediüzzaman Said Nursi, hamallara nasihatlerde bulunur, doğu illerinde nüfuzlu şahıslara telgraflar çeker, oradaki gerilimi hayli yatıştırır, İstanbul’un muhtelif yerlerindeki askeri taburları dolaşarak nasihatlerde bulunur. Etkili hitap ve nutukları ile insanları ikna etmeye çalışarak olayları zamanında yatıştırır.

İşte Bediüzzaman Said Nursi’nin olaylara yaklaşım ve  ikna metodu gibi, hükümet kanadından veya yetkili bürokratlardan da biri çıkıp Gezi Parkının yıkılma gerekçesini anlatılmalıydı, kamuoyu ikna edilmiş olsaydı, bu eylemler yurt sathına yayılmazdı,

Gezi Parkı eylemi, birçok siyasi gurup oluşarak kimi Mustafa Kemalin askeriyim, kimi devrimciyim, kimi çekiç orak bayraklı, dolayısıyla “Yeşil alan” provokatörcülerin eylem alanı olmuş.

Garzanlı, konuşmasının devamında gerek eylemcilere gerekse hükümete dikkat çekici mesajlar verdi,

Ey iyi niyetle yola çıkan Gezi Parkı eylemcileri!

Pusuda bekleyen hainlerle, provokatörcülerle ve muhalefetçilerle, aranıza mesafe koyunuz. Çünkü her birinin hesabı ayrıdır. Sapla saman karışmasın.

Ey ağaç bahanesiyle insanları eyleme teşvik eden provokatörcüler!

İnsan ağaçtan daha kıymetlidir. Komşun ve Müslüman kardeşin Irak, Suriye ve Orta doğu halkı zulmün altında eziliyor bu zulme karşı eylem yaptınız mı? Hayır,

Türkiye, Askeri darbelerle, olağan üstü hallerle, sıkıyönetimlerle idare edilirken eylem yaptınız mı? Hayır,

Memleketinde binlerce insan katledilirken, birçok ormanlar yakılırken eylem yaptınız mı? Hayır… hayır…..

Anlaşılıyor ki, eyleminiz iki üç ağacın kesimi için değildir! Asıl maksadınız hükümetin barış sürecini provoke etmektir. Buna da gücünüz yetmez.

Ey hükümet! itidal-ı demle hareket et, her sese taş atma. Barışa huzura atığınız adımları sürdürünüz.

www.NurNet.org

Refik-i Âla’ya Yükselen Aziz Bir Ruh!

Efendimiz (asm) hastalığının en şiddetli olduğu bir günde ashabıyla helâlleşmeyi arzu eder, ashabına hayır temennilerde ve son tavsiyelerde bulunmak ister.

Hz. Bilal’e şu emri verir:

“Halka ilân et. Mescit’te toplansınlar. Onlara son vasiyetim olacaktır.”

Hz. Bilâl, emri yerine getirir. Efendimiz, (asm) Allah’a hamd ve senadan sonra Ashabı Kirâma şöyle hitap eder:

“Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır. Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun. Birinizin malını almışsam, gelsin hakkını alsın. “Sakın hak sahibi, ‘Şayet kısas talebinde bulunursam, Resûlullah bana darılır.’ diye düşünmesin!

Bilmelisiniz ki, benden hakkını isteyene darılmak benim fıtratımda yoktur. Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip benden onu isteyen kimsedir. Yahut helâl edendir. Ben Rabbimin huzuruna üzerinde kul hakkı olmadan varmak istiyorum.”1

“Ey insanlar! Karanlık gece kıtaları gibi fitneler geliyor!

Ey insanlar! Siz bana karşı hiç bir şeyle delil bulamazsınız!

Zira ben, ancak Allah’ın Kitabı Kur’an’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım.

Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında makbul olacak ameller işleyiniz. Bana güvenmeyiniz. Çünkü ben, sizi Allah’ın gazabından kurtaramam!” 2

“Ellerinizdeki kölelerinize iyi davranınız! Namaza dikkat ve devam ediniz!” buyurmuş, 3

‘Mahbub-u kulüp, muallim-i ukül, mürebbi-i nüfüs, sultan-ı ervah’ olan Peygamberimiz hicretin on birinci senesi, Rabi’ül’evvel ayının on ikisi, pazartesi günü miladi 8 Haziran 632. yılında fazilet dolu nurlu ruhu, bu fani âlemden ebedi âleme yani Refik-i â’la’ya yükselmiştir. Peygamber-i Zişan manen hay ve mutassaruftur.

Hz. Ömer:

“Kim Peygamber öldü derse, onu öldürürüm” diyordu. Hz. Ebu Bekir, derin acılar içinde olduğu halde, büyük bir sorumluluk örneği göstererek Müslümanlara şu konuşmayı yapar:

“Ey Müslümanlar! Sizden kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür. Ama kim Allah’a kulluk ediyorsa bilsin ki Allah ebedidir.”

Sonra Kur’an’ın şu ayetini okuyor:

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse siz geri mi döneceksiniz. Kim sözünden geri dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri ödüllendirir.” 4

Bu konuşmadan sonra Müslümanlar sakinleşir. Devlet başsız kalmaması için, aynı gün Hz. Ebu Bekir halife seçilir,

Peygamberimiz  sağlığında Hz.Ali’ye “ vefat ettiğim zaman beni, sen yıka.”5 buyurmuş,

Hücre-i saadetlerinde yıkama işiyle meşgul olan Hz.Ali, Rabi’ül’evvel ayının on üçü, Salı günü öğleye doğru Resul-i Kibriya’nın yıkanma ve kefen işi tamamlanır,

Hz. Ali  o’ zat-ı pakı yıkarken “Anam babam sana feda olsun! Hayatında da, vefatında da temizsin, güzelsin ya Resulullah!” demiş, hane-i saadetinde önce erkekler, sonra kadınlar cenaze namazını imamsız tek tek kılmışlar. 6

Bediüzzaman, Amma ömr-ü saadetinin altmış üç olması ise, çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

‘Şer’an ehl-i iman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı gayet derecede sevmek ve hürmet etmek ve hiçbir şeyinden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduğundan, altmıştan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık zamanında, Habib-i Ekremini bırakmıyor; belki imam olduğu ümmetin ömr-ü galibi olan altmış üçte Mele-i Âlâya gönderiyor, yanına alıyor, her cihette imam olduğunu gösteriyor.’ 7

Ümmetinin Salât ve selamı sana Ya Resulallah!..

6.6.2013

Rüstem Garzanlı/ Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org

KAYNAKLAR

1-Taberî, 3.191

2-Taberî, 3.196

3-Müsned,1.78

4-Âl-i İmran 144

5- İbni Sa’d,

6- İbni Sa’d,

7- Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup,

Mirac Yüksek Bir Hakikattir!

5 Haziran 2013 günü, çarşambayı perşembeye bağlayan gece Miraç Kandilidir. Miraç, İslam dininde Hz. Muhammed (a.s.m.)’in göğe çıkması sonucu mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükseliş anlamındadır. Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının 26- 27.nci gecesine takabül eden anlarında, Habibi, sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed’ı (asm) huzura Kabul etmiştir.melekleri, cenneti ahireti Cenab-i Allah’ın cemalini gözleriyle müşahade etmiştir. Beş vakit namaz bu gecede farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de İsra suresinin ilk ayetinde bu manevi yolculuğun ilk aşaması şöyle anlatılmaktadır. 

“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Asrın mücedidi Hz.Bediüzzaman,  Peygamber’in (asm) miraca çıkması, sebep ve hikmetlerini otuz birinci sözde ne güzel anlatmıştır.Bir misal ile der ki: Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.

Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Peygamberimiz  (a.s.m) bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte olduğu için Cenab-ı  Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamberimizin  (a.s.m.) elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râç’in bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber  (a.s.m.) bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (ettehiyattü, elmüberekattü, esselavatü, etteyibattü) dört kelimeyle arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi,

Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey ona sonsuz şekilde uzaktır.Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz.

Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, ona yanaşmak mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber  (a.s.m.), Cenab-ı Hakkın lütfüyle bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Yerküremiz, yani Dünya yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı? Elbette çıkarabilir.

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz (a.s.v.)’mı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi, mübarek bedenini arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Dünyada cesed ruha arkadaşlık ettiği gibi,Kudret sahibi Allah (cc) cennette dahi bedeni ruha arkadaş edecektir. Madem ki, cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’l-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz (a.s.m.) zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün; diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz  (a.sm.), Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

Mü’min bir insan, namazda bir çeşit Miraçla kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi kalp gözü açık olan bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları, melekler bir anda yerden Arşa çıkmaları, Arştan yeryüzüne inmeleri gibi,

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin bir anda Miraca çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür, şüphesiz ve doğrudur.

İslam aleminin mübarek Miraç Kandilini tebrik ederim. Saygılarımla

 4.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.Org