Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Darb-ı Mesel Bir Hikâye!

Bu gün ne yazayım, düşündüm: siyasetten mi? Ekonomiden mi? Dünyadaki birçok olumsuz hadiselerden mi? Memleketimizin hal ve ahvalinden mi? Yoksa tarihi olaylardan mı? Neyi yazacaksam zaten akademisyenler, bilginler, yazarlar ve birçok vefakâr insanlarımız her şeyi enine boyuna tarih boyunca yazmışlar, konuşmuşlar, her mesele üzerinde tartışılmış, herkes iyiyi de kötüyü de, faydayı da zararı da çok iyi bilir. Bilinen bir şeyin tekrarını yapmayayım, kendime dedim. Uyduruk, fakat manidar Arapça- Türkçe karışımından derlenen bir söz var, mealen şöyledir: ‘’Güzel şeyin tekrarı güzeldir, velev ki yüz seksen defa da olsa.’’

Veciz bir söz,  ama… İnanıyorum ki, bin seksen defa da güzel söz tekrarlansa herkes bildiği yanlışın üzerinde ısrarlı, kimin canı yanarsa yansın, ölen de bizim, kalan da bizim.’’bana dokunmayan yılan bin sene yaşasın’’misali. Günlük olayları ve rahatsızlıkları bir iki cümleyle de olsa bir dem vurguyla yetinmek istedim.

Kurbağaya sormuşlar, senin bir derdin, isteğin söyleyecek bir sözün yok mu? Kurbağa: ‘’Olmaz, olur mu?..’’   ‘’Vallahi, ağzımı açarsam boğulurum.’’ Demiş, Bu kıssa bu kadar…

Evimizin Kitaplığında bihayli zaman saklı bulunan, Ziraat mektebinde iken aldığım ders notlarıma nazarımı çevirdim. Bir harikalar dünyası karşıma çıktı, Hayvanat ve nebatat âleminde, Cenab-ı Allah’ın (cc)   öyle mucizeleri var ki, tamamını ne akıl ne de şuur taalluk edemeyeceğini düşünmeye başladım.

Şöyle ki: Bir ağacın çekirdeği, çiçeği, meyvenin oluşumu, keza hayvanların çoğalması hele doğum sonrası kolostrum denilen vitamin dolu bir sütün, yavrunun gelişmesi ve hastalıklara karşı mukavemet göstermesi için Sanii Rezzak tarafından yavruya ikramı, bir litre sütün oluşumu için ortalama 400 litre kanın meme bezlerinde geçmesi, bacasız dumansız bir fabrika misali kan ve fışkı arasında berrak ve temiz bir sütün meme bezlerinden çıkması, beni 1970’li yıllara götürdü.

O zaman ki,  nakıs kafalı, bizar ve duçar muallimlerimiz,‘’sanatın sanii tabiattır,’’ diyorlardı, tabiat bataklığında kuruyan ve Felsefe-i tabiiye silsilesinde bulunan, komünist, Leninist, Marksist, Maoist, Navdemist ve Kaselistlere solcu; Felsefe-i diyanet silsilesindeki Müslüman dindarlara da sağcı diyorlardı, mektebin asıl ruhu olan silsile-i felsefe ve silsile-i diyanetin birleştirilmesi iken,o zamanlar  menfi fikirlerin hâkimiyeti asıl maksat ve gaye yapılıyordu. Günümüze kadar sirayet eden menfi cereyanların sıkıntısını bu millet bugünde çekmektedir.

Bediüzzaman, insanlık âlemi içinde iki büyük zincir olarak tabir ettiği ayrılıkları şöyle izah etmektedir:

‘’İşte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı âdemden şimdiye kadar iki cereyân-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış: İki şecere-i azîme hükmünde, biri silsile-i nübüvvet ve diyânet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet; gelmiş, gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizâc ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe silsile-i diyânete dehâlet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir sûrette, bir saadet, bir hayat-ı içtimâiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyânet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem’ olmuştur…..

İşte, diyânet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum sûretini alıp, şirk ve dalâlet zulümâtını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye dalında, dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye dalında Nemrudları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış….’’ Diyor.(sözler. 30. Söz)

Bediüzzaman, vefatına yakın bir zamanda , “Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat sonunda çok iyi olacak” buyurmuşlardır.

Darb-ı mesel bir hikâye:

Rusya’da, bir öğrenci sınıfa girer: Hocam! Bu gece bizim kedi dokuz komünist doğurmuş,

İki gün sonra, öğrenci; Hocam! Kedi yavrularının dokuzu da Müslüman olmuş,

Hoca sorar: İki gün önce komünist doğan kedi yavruları, nasıl iki gün sonra Müslüman olur? Demiş,

Öğrenci: Hocam, Kedi yavruları dünyaya geldiklerinde gözleri kapalıydı, şimdi dokuzunda gözleri açık, ondan biliyorum ki, Müslüman olmuşlar.

Evet, Risale-i nur, Müslümanların gözlerini iman nuru ile açmış, gözleri kapalı olan komünist ve masonların belini kırmıştır. Çünkü: ’’Risale-i Nur Kur’an’ın malıdır. Kur’an ise arşı ferşle bağlayan bir zincir-i nuranidir.’’

Rüstem Garzanlı

Kamu Yöneticisi/Diyarbakır

Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir?

Kur’an’ın hakikatlerini müspet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan “Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatleri nedir?” gibi suallerin cevabını vazıh ve kat’i bir şekilde, çekici bir üslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.(Tarihçe-i Hayat)

1930’lu yıllarda Bediüzzaman Said Nursi Çam Dağında Risale-i nuru yazdırır. Bir gün talebelerinden biri Üstadına derki;

“Üstadım siz söylüyorsunuz, ben yazıyorum. Bu dağ başında ikimiz yalnız, garip, kimsesiz bu yazdıklarımızı kim duyacak, kim okuyacak, kim görecek?”

Üstad diyor ki, “Yaz kardeşim. Bir gün gelecek bütün dünya bu eserleri okuyacak ve istifade edecektir.”

“İnşallah, bir zaman gelecek, Risale-i Nur külliyatı altınla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriye ye çevirecektir.” (Tarihçe-i hayat)

Gene, “Size katiyen ve çok emarelerle ve kati kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, alem-i İslam’a ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.” (Emirdağ lahikası)

Risale-i nurun bu güne kadar 70 dile tercüme edilmesi, üstadımızın ta! doksan sene önceden alem-i islama verdiği müjde ve kemal-i iştiyakla  verdiği  ‘ümit’in tezahürüdür.

Bediüzzaman başka bir beyanında: “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda İslam’ın sedası olacaktır.”demiştir.

Nurs Köyü, misafirlerini onurlandırdı

1/Eylül/2012 günü Van’da, 2/Eylül/2012 günü ise Üstadın Şark yaylası ve güneşin doğduğu mekân diye tabir ettiği yöreden (üstadın doğduğu) Nurs Köyünde ‘’Bediüzzaman mevlidi’’ yapıldı. Bediüzzaman camiinde okunan mevlitten sonra, öğle namazı ve daha sonra da misafirperver yöre halkı ev sahipliği için kadirşinaslığı daha önceden göstermiş, çoluğu-çocuğu ve elbirliği ile seferber olup gerekli hazırlıklar yapılmıştı, bu meyanda hazırladıkları, katkısız ve hormonsuz, buram- buram nefis tandır ekmeği;  Köyün orman ve meşeliklerinde otlatılan, çeşit-çeşit şifalı bitkilerle ve buz gibi soğuk su ile beslenen keçilerin sütünden hazırlanmış yoğurt ve yayık ayranı,  yemek sofrasına ayrıca lezzet katmıştı,

Anadolunun her yerinden tahminen üç bin civarında mevlide iştirak edilmiş, büyük bir iştiyak ve muhabbetle konukları ağırlayan, gönlü zengin ve cömert Nurs halkı mütevazı ikramlarıyla misafirleri onurlandırdı,

 Nurs ve yöre Halkının göstermiş oldukları misafirperverliğe teşekkürler!

 Rüstem Garzanlı

Kamu Yöneticisi/Diyarbakır

Hoşgörü Nedir?

Hoşgörü ve bağışlama insanı yücelten büyük sıfatlardandır. Dünyada barışın en etkin rolü üstlenen hoşgörü, sevgi ve merhamettir. Peygamberimiz (a.s.v.) o kadar hoşgörü ve merhametliydi ki Müslümanlara en ağır hakareti yapanları bile affederdi. İnsanlıkta, ahlakta ve tüm yaşayışında örnek misal ve güzel rehber olmuştur.

 En yüce ahlaka sahip olan peygamberimizin hoşgörü hakkında bazı hadisleri şöyledir:

‘’Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap, aleyhine de olsa hakkı söyle.’’ 1

İnsanlar kendi aralarında daima hoşgörülü ve bağışlayıcı olmalıdır. Çünkü: mü’minin şe’ni de zaten güler yüzlü ve hoşgörüdür. Kalp kırmaktan, insanlara zarar vermekten uzak kalmayı hem dini hem de ahlaki bir görev olduğunu bilir.

‘’Mü’min kişi, diğer mü’mine karşı duvar gibidir. Birbirlerini takviye eder.’’ 2

 Evet, mü’minler bir Şahs-i manevi gibi birbirlerine kenetlenerek kuvvette, düşüncede, maddi ve maneviyatta pek çok birlikleri taşıyarak büyük bir gücü ittifakla sağlar,  münafıkların şerlerinden öylece muhafazaya çalışırlar.

Bediüzzaman, bu konuya şöyle bir açıklık getirmiştir:

“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin, şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” 3

Bediüzzaman, bu asırda yapılan bütün hücumlara karşı ancak cemaatin şahs-ı manevinin dayanabileceğini dikkatlere sunmaktadır.

Mü’minler arasında birlik ve beraberliğinin sağlanmasını manidar bir örnekle izah etmektedir:

 “Nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalp ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder.”, “Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip, sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umûmî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakiki bir tesanüt, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler.”demektedir. 4

Peygamberimizin (a.s.v.) bir başka hadis-i şeriflerinde insanlar arasında ki muaveneti şöyle buyurmaktadır:

’Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin, birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin’’ 5

İslam dini, insanlar arasındaki kin ve düşmanlık duygularının kaldırılmasını, barış ve uzlaşıyı, güler yüzlü, hoşgörüyü, merhameti öne almaktadır. Kaba, kırıcı kin ve nefretten uzak olmayı emreder.

Bediüzzaman, İslâmiyet ile fıtrat kanunları arasındaki ilişkiyi de şöyle dile getirmektedir:

“Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şeriatın hakaiki, fıtratın kanunlarındaki muvazaneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça, aralarında ittisal (bağlılık) peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet, nev’-i beşer için fıtrî bir dindir ve içtimaiyatı tezelzülden (sarsıntıdan) vikaye eden (koruyan) yegâne bir âmildir.”6

Peygamberimiz (a.s.v.) hoşgörü hakkında başka bir hadıs-i şeriflerinde de şöyle demektedir:

Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arabın, arab olmayana, arab olmayanın arab’a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah’u Teala(c.c) katında en üstünüz, Allah’u Teala’dan en çok korkanınızdır.’’ 7

 Peygamber-i Zişan (a.s.v.) Cenab-i Allah’ın Vahid ve Ehad olduğuna, ulûhiyette insanların o’na ibadet etmelerini, kendi aralarında da maslahatta ve takvada üstün gayrette bulunmaları vurgu yapılmaktadır. Hiç kimse kendi güç ve kuvvetine dayanarak başkası üzerinde üstünlük tasarlayamaz. Çünkü üstünlük tasarlama hakkı yoktur. Allah nezdinde ancak üstünlük takvadadır.

Cenab-ı Allah  (c.c) “Biz insanları kavim kavim yarattık ki birbirlerini tanısınlar diye. Muhakkak Allah katında üstünlük takva iledir.” Buyuruyor.8

Ayet-i Kerimede, Cenab-ı Allah’ın buyrulduğu üzere: insanları kavim kavim yaratması, insanların birbirlerini tanımaları içindir. Yoksa kavimlerin, kabilelerin, aşiretlerin, cemaatlerin menfi hareketlerde bulunmaları ve kaba güçlerini birbirleri üzerinde tatbik etmeleri için değildir. Bu günkü menfi milliyetçilik ve unsuriyetçilik fikri dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de vardır. Oysa Türkiye’nin kültür zenginliğini gösteren değişik milletin teşekkül ettiği mozaiktir. Bu zenginliği kardeşlik bağları ile pekiştirerek bir şahs-ı manevi gibi kuvvette, düşüncede, maddi ve maneviyatta pek çok birlikleri taşıyarak büyük bir gücü sağlamaktır.

Maalesef, 1800 yıllarından başlayarak 1900 yıllarında azgınlaşan Fransız ve İngiliz devleti,  milletimizin arasına ırkçılık tohumları atarak bir yönde Kürtleri, diğer yönde Ermenileri, bir diğer yönde dindar vatandaşları kışkırtarak, isyanları organize ettirmekle, fitne ve fesadı sokmaya çalışmışlar. Bıraktıkları bu fitnelerin sancısını halen bu millet çekmektedir.

Cumhuriyete geçiş dönemlerinde de bu kez, Devlet halkın üzerinde kurduğu kaba güç, istibdat, tahakküm ve hâkimiyet, dindar Müslümanlara yapılan zulüm ve baskılar, milleti tamamen ayrışmalara ve Devlete karşı güvensizliğe itmiştir. Ayrıca, Devlettin Kürt halkı üzerinde yaptığı baskı, temel hak ve hürriyette ve sosyal paylaşımda adaletsizliği, vatandaşın kısmı isteklerini zamanında önemsememesi, özellikle 1980 darbesinde Kürt halkına yapılan zulüm ve baskıların bıraktığı yaraların izleri, birike birike bugün ki olumsuz hadiselere sebebiyet vermiştir.  Bu konuda yazarlarımız, aydınlarımız,  bürokratlarımız ve birçok sivil toplum kuruluşu temsilcileri çok yazı yazmışlar, çok konuşmuşlar… Netice-i kelam: Bu millet artık birlik istiyor, beraberlik istiyor, barış istiyor, aş ve iş istiyor. Kan dökülmesin diyor.

Bütün vurulanların üzerinde bir yürek ağlıyor!

O’da ana yüreği,

Bütün analar bizim,

Artık ağlamasın yüreklerimiz!

Bu millet, Devletten‘’ bir fecr-i sadık bekliyor.’’

Bizden de umman denizinden bir katre,’’anlayana sivrisinek az, anlamayana davul zurna az.’’ misali…

Gene de Dünyada barışın en etkin rolü üstlenen hoşgörü, sevgi, saygı ve merhamet şiarımız olsun.

Rüstem Garzanlı

Kamu Yöneticisi/Diyarbakır

29.08.2012

Kaynaklar

1 -Kütüb-i sitte)

2- Nesai kutub-ı sitte, 2.cilt.

3- Emirdağ lah. Say.70

4-Lem’alar, s: 222

5-Hz.said ebu bedre

6-İşaratü’l İ’caz, Say.125

7-Mesned-i Ahmet hanbel,5/411

8-Hucürat  suresi 13. Ayet

İki Bayram Gecesinde İbadet

Peygamberimiz (a.s.v.) Ramazan ayı için şöyle buyurmaktadır. “Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden azad olmaktır”

Yine bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse, Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilir ve orucun sevabını Allahü tealadan beklerse, geçmiş günahları afolur.”

Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü gün ölmez.

Görüldüğü üzere her vesile ile bizleri ibadete ve ahret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz (a.s.v.) yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi.

Ramazan bayramı, adeta her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder.

Peygamber (a.s.v.) günlük iftarların âdabı bayramda da yerine getirirlerdi, orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı almadan evlerinden ayrılmazlardı.

Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor:

Resulullah (a.s.v) Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler:

“Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.’’ Buyurmaktadır.

Cemaatler halinde kılınan bayram namazında getirilen tekbirler, akıl, kalp ve ruh üzerinde bulunan gafletin kalkmasına ve Cenab-ı Allah’a şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Yeryüzünde ki Müslümanların bayram namazlarında beraber getirdikleri tekbirler o anda adeta yeryüzü tek bir ağız ve bir dil, tevhit sesleri ile kâinatı bir semazen gibi vecdeye getirmektedir.

Bayramlar aynı zamanda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı tezahür eden, fakir ve yardıma muhtaç kimselere yardım elinin uzatıldığı, sevgi ve saygının artmasına vesile olduğu, dargın ve küskünleri bir araya getiren, dar-ı bakaya intikal etmiş kabirlerinden bir dua ve Fatiha bekleyenlere kadar uzan güzel vesilelerden biridir. Ramazan bayramının bir diğer adı da ‘’İydü’l-fıtr’’ yani fıtr bayramı demektir. Bu nedenle  fıtre, zekat ve sadakalarımızı fakir ve yardıma muhtaç olanlara verip bayramın sevincini onlarla paylaşmak umuduyla tüm İslam aleminin bayramını kutlar hayırlara vesile olmasını dilerim.

Rüstem Garzanlı/ DİYARBAKIR

Süt Şahane Gerisi Bahane

Sütün özelikleri ve insan sağlığı için faydaları nelerdir?

Memleketimizde en fazla inek sütü tüketilmektedir. Cenab-i Allah (cc) bir ineğin vasıtası ile bize süt gibi besleyici bir gıdayı ihsan etmiştir. Acaba nasıl gönderildiğini hiç tefekkür edenimiz olmuş mu?   Bakınız bir litre sütün meydana gelebilmesi için bir süt ineğinin süt bezlerinden tam 400 litre kan geçmesi lazımdır. Bir siyah alaca kültür ırkı ineğinin günde 30-40 kğ. Süt verdiğini düşünülse, meme dokusundan her gün yaklaşık on tonun üzerinde kanın geçmesi gerekiyor.

’kan ve fışkı arasında’’  berrak bir sütün çıkması kudret-i ilahiyenin bize güzel bir yadigârıdır. Hem de yakıtı doğadan,  dumansız, bacasız, pek masrafı olmayan bir fabrika, Hem de yüksek biyolojik değerlikli, kalsiyum içeriği yüksek, keza A vitamini,  magnezyum, B6 ve B12 ve daha birçok vitamin bakımından da zengin ve besleyici bir gıda,

Bugünkü teknik cihazlarla ve gelişmiş süt teknolojisi ile gerek pastörize gerekse sterilizasyona tabi tutularak aseptik (her türlü mikroptan arındırılmış) olarak hazırlanan tetra pak süt paketlerinin muhafazası kolay, bozulma ihtimali düşük bir süttür.

Paket Sütün bozulma nedenleri nelerdir?

Steril sütün aseptik doldurulmasında en önemli sorun ise ambalaj materyalinin sterilizasyonu ve doldurma işlemi sırasındaki hatalardır.

Örneğin:

-Yetersiz hava sterilizasyonuna bağlı olarak mikroorganizmaların ortamdan uzaklaştırılamaması,

-Ambalaj materyalinin yetersiz sterilizasyonu,

-Ambalajların iyi kapatılmaması,

-Paketlerin taşıma esnasında zedelenmesi veya yırtılması gibi olumsuz etkenlerden dolayı süt bozulabilir.

Okullara dağıtılan ’’okul sütü’’ en son teknoloji ile üretilmektedir. Yapılan eleştiriler siyasi bir kasıttır. ‘Okul süt’ümüze dokunmayınız!  Büyük küçük herkes kemal-i afiyetle içebilir. Süt şahane gerisi bahane…

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır